banner banner banner
Tarihimizdeki garip olaylar 2
Tarihimizdeki garip olaylar 2
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tarihimizdeki garip olaylar 2

Tarihimizdeki garip olaylar 2
Sabri Kaliç

Tarihin birbirinden garip ve cazip duraklarına uğrayarak hayretle, heyecanla, tutkuyla okuyacağınız bir serüveni elinizde tutuyorsunuz. Tarihin kulis arkasına girmeye, Osmanlı mirası ilginç geleneklerle ve Türk tarihinin bilinmeyen yönleriyle tanışmaya hazır olun. Bu kitapta tarihimizin en sıra dışı olaylarını bulacaksınız.

At, Avrat, “Toprak”

Falcılık Ve Bakıcılık (Kahinlik)

Yağma Şöleni

Attila’nın Mezarı

Din Değiştiren Kağan

Sabri Kaliç

Tarihimizdeki Garip Olaylar 2

Önsöz

Tarihimizde Garip Olaylar serisinin ilk kitabı, yazar Sabri Kaliç’in “ilginç ve mütevazı” dediği bir eğilimin, yıllar süren birikimin sonucuydu. Yazarımız Kaliç, çocukluğundan beri Hayat Tarih Mecmuası ve Yıllar Boyu Tarih gibi dergilerin verdiği ilginç bilgileri derliyor, karşılaştığı ilginç tarihi bilgileri arşivliyordu.

İlkokul sıralarından beri dogmatik bir öğreti olarak önümüze konan tarihin, zor ve sıkıcı değil, eğlenceli ve ilginç olduğunu keşfediyor. Böylece tarih disiplinine yeni bir alan açan Kaliç, büyük bir zevkle okunan Tarihimizdeki Garip Olaylar kitabının ardından, ikinci derlemesiyle yeniden okurlarının karşısında.

Bu metin, okurlarına, cazip ve eğlenceli bir zaman dilimi vadediyor. Yaradılış Efsanesi’nden yüzyılları aşıp; kendi intiharı için barut mahzenini ateşe veren Alemdar Mustafa Paşa’yla birlikte ölen altı yüz yeniçerinin yasını tutuyor. Ölümü gizlenen padişahların haremlerine girip yüz iki çocuklu Osmanlı padişahını anlatıyor.

Çok sevilen ilk kitabının ardından, serinin ikinci kitabıyla yazarımız, tarihi tozlu raflardan indirip sade ve anlaşılır bir dille, en ilginç yanlarından tutup ellerinizin arasına bırakıyor.

Orta Asya Türkleri

Yaratılış Efsanesi

Gök ve yer yoktu. Uçsuz bucaksız deniz vardı. Tanrı (diğer isimleriyle Ülgen ya da Bay-Ülgen), bu deniz üzerinde uçuyor, konacak katı yer arıyordu ama bulamıyordu. O zaman gönlüne bir ilham oldu: “Önündeki nesneyi yakala!”

Ülgen bu sözleri yineleyerek ellerini öne uzattı; birdenbire su yüzüne çıkıveren bir taşı yakaladı ve bunun üzerine oturdu. Böylece oturacak yer bulduktan sonra dünyayı yaratmak istedi. Bu sırada “Ne yaratayım, nasıl yaratayım?” diye düşünürdü. Apansız, su içinde Ak ana(Ak ene) karşısına çıkıverdi ve: “Bir nesne yaratmak istersen ‘Yaptım, oldu’ de, ‘Yaptım, olmadı’ deme!” Ak ana bunları söyledikten sonra yok oldu. Bundan sonra kimseye görünmedi.

Ak ana’nın sözü üzerindedir ki Ülgen insanlara şu buyruğu verdi:

– Varı yok demeyiniz. Varı yok diyenler yok olur.

Ülgen “Yer yaratılsın!” dedi, yer yaratıldı. “Gökler yaratılsın!” dedi, gökler yaratıldı. Böylece bütün dünya yaratıldı. Üç büyük balık yaratıp onların üzerine yeri koydu. İkisini yerin kıyılarına ve birini yerin tam ortasına koydu. Ortada bulunan balığın başı kuzey yönündedir. Bu balık başını aşağı eğerse, kuzeyden tufan (yayık) olur. Eğer başını çok aşağı eğerse bütün dünyayı su basar. Bu balık büyük bir zincirle büyük bir direğe bağlanmıştır. Onu Mangdaşire yönetiyor. Bir gün Mangdaşire bu balığın başını çok aşağıya indirdiği için cihan tufanı olmuştu.

Dünyayı yaratırken Ülgen, “Ay güneş dokunan altın dağ” (ay, kün tiygen altın tu) üzerinde oturdu. Bu dağ gök ile yer arasında idi. Yere o kadar yakındı ki ancak bir adam boyu kadar aralık bulunuyordu. Dünya yaratılışı altı gün sürdü, yedinci gün Ülgen yatıp uyudu, sekizinci gün kalktı.

Bizim ay ve güneşimiz dünyasından başka 99 dünya vardır. Bunların hepsinde birer yer ve cehennem (tamu) vardır. İnsanlar da bulunur. En büyük dünya Han Kurbustan tengere’dir. Bu alemin yönetimini Ülgen kendi yardımcılarından Mangizin Matmas Burkan adlı ruha vermiştir. Bu dünyanın yeninin adı Altın telegey, cehennemi de Mangiz Toçiri tamu’dur. Bu cehennemin bekçisi Matman Kara’dır. 99 alemin ortancası Ezre Kurbustan tengere’dir. Bu alemin yönetimi Belgein keratlu Türün Musıkay Burkan’a verilmiştir; yerinin adı Altın Şarka’dır, cehennemi Tüpken Kara tanju’dur. Bu cehennemi Matman Karakçı yönetir. Kişioğullarının bulunduğu bizim dünyamız en küçük dünyadır. Buna Kara tengere dünyası denir, Maytere yönetir. Cehennemi, Tepten Kara Teş’dir. Bu cehennemi Kerey Han yönetir.

Bizim dünyamızın üzerinde otuz üç kat gök vardır.

Bir gün Tanrı Ülgen denize bakarken su üzerinde yüzen bir toprak parçası gördü. Bu toprağın üzerinde insan vücuduna benzeyen kil tabakası vardı. “Nedir bu cansız nesne? Kişi olsun!” dedi. Toprak hemen kişi oldu. Ülgen buna Erlik adını verdi ve bunu orada bıraktı. Erlik, Tanrı Ülgen’i arayıp buldu. Tanrı onu kendisine küçük kardeş yaptı. Erlik bir süre geçtikten sonra Ülgen’den daha büyük ve daha güçlü olmak istedi. “Ah, ben de Ülgen gibi yaratıcı olsam?” diye düşündü. Sonunda Ülgen’e düşman oldu. Ülgen bunun üzerine Mangdaşire’yi yarattı. Bunlardan başka yine bizim dünyamızda yedi kişi yarattı. Bunların kemikleri kamıştan, etleri topraktandı. Kulaklarına üfledi – can verdi. Burunlarına üfledi – akıl verdi. Yine bir ‘kişi’ yarattı ve buna Maytere adını verdi ve “Sen insanları yönet!” diye buyurdu.

Tufan Efsanesi

Şaman dinine bağlı Türk boylarında söylenegelen dünya tufanı efsanelerini Batılı bilginler derlemişlerdir.

Öz Altaylıların tufan efsanesi XIX. yüzyıl ortalarında Verbitski tarafından şöyle tespit edilmiştir:

“Tufandan önce yeryüzünün hükümdarı Tengiz (Deniz) Han idi. O zamanda Nama adlı ünlü bir adam vardı. Tanrı-Ülgen bu adama dünya tufanı olacağını, insanoğullarını ve hayvanları kurtarmak için sınanmış sandal ağacından (adıra sandal ağaç) gemi yapmasını buyurdu. Nama’nın Soozunuuul, Saruul ve Balıksa adlı üç oğlu vardı. Nama, bu oğullarına, dağ tepesinde gemi yapmalarını buyurdu. Gemi, Cılgen’in öğrettiği ve gösterdiği gibi yapıldı. Nama, Ülgen’in buyruğu ile, insanları ve hayvanları gemiye aldı. Nama’nın gözleri iyi görmezdi. Gemidekilere sordu: “Bir şeyler görüyor musunuz?” – “Yeryüzünü sis kaplamış, korkunç karanlık basmış.” dediler. O zaman yerin altından, ırmaklardan, denizlerden karalara sular fışkırmaya başladı. Gökten de yağmur yağıyordu. Gemi yüzmeye başladı. Gök ve sudan başka bir şey görülmüyordu. Sonunda sular çekilmeye başladı. Dağların tepeleri göründü. Gemi, Çomgoday ve Tuluttu dağlarında karaya oturdu. Suyun derinliğini öğrenmek için Nama kuzgunu gönderdi. Kuzgun dönmedi. Kargayı gönderdi, o da dönmedi. Saksağanı gönderdi, o da dönmedi. Sonunda güvercini gönderdi. Güvercin, gagasında bir dalla geri döndü. Nama, kuzgunu, kargayı ve saksağanı görüp görmediğini sordu. Güvercin bunları gördüğünü, her üçünün de leşe konup gagaladıklarını haber verdi. Nama: “Onlar kıyamete kadar leş ile geçinsinler, sen benim sadık hizmetçim oldun, kıyamete kadar benim evladımla birlikte yaşa!” dedi. Tufandan sonra Nama, Yayaçı (yaratıcı) ve Yayık (tufan) Han adıyla tanrılar sırasına geçti. Yeni kuşaklar ona kurban kesmeyi sürdürdüler.” Nama, ya da sonraki adıyla Yayık Han’ın gemisinin son durağı, Altaylılara göre, Altay dağlarından birindedir. Ama her boy, kendi çevresinde bulunan yüksek dağlardan birini gösterir. Kuzey Altaylılara göre, Nama’nın gemisi hâlâ, Uludağ denen dağın tepesindedir.

Bilindiği gibi, Hıristiyanlar da, Nuhun gemisini Ağrı dağında aramaktadırlar.

Kıyamet (Kalgançi Çak) Efsanesi

Altaylı şamanlar bir gün bu yer dünyasının sonu geleceğine inanırlar. Bu gelecek güne «Kalgançi Çak» derler ki, harfi harfine «kalacak olan çağ» demektir.

W. Radioff ve V. 1. Verbitski tarafından Televütlerle Telengitlerin iki «kalgançi çak» efsanesi, manzum halde, tespit edilmiştir.

Televütlerinki şöyledir:

“Kalgançi çak geldiği zaman gök demir, yer sarı bakır olur. Hanlar hanlara saldırır. Uluslar birbirine kötülük düşünür. Katı taşlar ufalır, sert ağaçlar kırılır. Kişi bir dirsek (arşın) kadar küçük olur. Başparmak kadar erkek olur. Erlerin dizgini kısa olur (Güçlülerin elinde oyuncak olurlar). Ayak takımı Bay olur. Baba çocuğunu, çocuk babasını tanımaz (saymaz). Yaban soğanı pahalı olur. At başı kadar altına bir kap yemek verilmez. Ayak altında altın bulunur, onu alacak kimse bulunmaz.”

Telengit söylentisi daha ayrıntılıdır:

“Kalgançi çak geldiği, kara yer ateşle kaplandığı zaman, Büyük Hakan kulaklarını tıkar. O çağda dünya bozulur. Yer ve insan soyu mahvolur. Fitne ve fesat saçan gaddar rüzgârlar insanları heyecanlandırır. Türe (töre) bozulur. Tepeler çalkanır. Demir özenginin dibi delinir. Çuvaldızın deliği yırtılır. Ulus bozulur. Kara böcek (gibi insan) kanatlanır, gözlerine kan dolar. Kara su kanla karışık akar. Yer uğuldar. Dağlar sallanır. Çukurlar, hendekler yıkılır. Gök gürler, kenarı açılır, deniz çalkanır, dibi görünür, yerin altı üstüne gelir. Yosunlar öğütülüp kül (toz) olur. Gök sallanıp eteği açılır, deniz dalgalanıp dibi görünür. Deniz dibinden dokuz parça kara taş çıkar. Dokuz taş dokuz yerinden yarılır, her taştan dokuz çemberli dokuz sandık çıkar. Her sandıktan demir atlı dokuz kişi çıkar. Bu kişilerden ikisi başkan olur. Bunların bindikleri atlar ‘Vuruşkan ulu sarı’ (adlı) olur. Ön ayakları kılıçlı, kuyrukları kamalı olur. Ağaca rastlarsa ağacı keser, canlıya çarparsa canlıyı mahveder; il güne rahat olmaz. Ay ve güneş aydınlık vermez, ışıksız olur. Ağaçlar kökünden kopar, Baba çocuğundan ayrılır. Bitkiler mahvolur. Nesil kurur. Analar sevgililerinden ayrılır, dul kalır. Yerde «köngül» denilen zehirli ot biter. Kökünden sarı çekirge çıkar. Hayvanlara çarparsa hayvanların, insanlara çarparsa insanların kanlarını sömürür. İşte o zaman Şal-yime Tanrı haykırır:

– Bu yana bak Mangdaşire, yardım et, «köngül» otunu mahvedemedim. Köngül otunun kökünde konur yılan var.

Mangdaşire’den ün çıkmaz. Ondan yardım olmadıktan sonra Şal-yime yine haykırır:

– Büyük Hakan halkını bıraktı, cins aygır sürüsünü bıraktı, yer altüst oldu, sular kurudu, yakalı giyimlerin yakası parçalandı, yönetilen yurt başsız kaldı, kuşlar yuvalarını, geyikler duraklarını (barınaklarını), kadınlar yuvalarını bıraktı.

Maytere’den ses çıkmaz.

Bundan sonra Erlik’e bağlı kahramanlardan Karaş ile Ke-rey yeryüzüne çıkarlar, onlar çıkınca Ülgen’in kahramanları Mangdaşire ile Maytere, bunlarla savaşmak üzere, gökten yere inerler. Maytere’nin kanı ateş olarak yeryüzünü kaplar, işte o zaman Kalgançi Çak olur.

At, Avrat, Toprak…

Milattan Önce 209 yılında liderliği kendisine değil de öteki kardeşine bırakmak isteyen babası Teoman’ı, üvey annesi ve öteki kardeşlerini öldüren Mete, Hun Kağanı oldu. Hedef gözetmeden rastgele ok atanı öldürecek kadar acımasızdı, sert bir kişiliği vardı. Bu onun genç yaşlarda başına gelen kötü olayların etkisine bağlanabilir. Ancak, büyük göçebe gruplarını disiplinli bir ordu durumuna getirebilmenin başka yolları da var mıdır, bilinmez. Mete Han, düzensiz savaş tekniğine, gelişmiş bir taktik katmıştı. Çavuş oku adı verilen taktik sayesinde, attığı oklar ıslık çalarak gider, bu oku takip eden yanındaki savaşçılar da oklarını tek bir hedefe doğru yöneltip düşmana ağır kayıplar verdirirlerdi. Komşu Tunguzlar, Mete tahta çıktıktan sonra, ünlü binek atını istemek üzere ona haberci yolladılar. Amaçları savaşmaktı, atın verilmediğini bilmekteydiler. Danışmanlar da, genç Hakan’a, atını vermemesini öğütlediler. Gelgelim Mete dinlemedi: “Bir at yüzünden iyi komşuluk ilişkileri bozulur mu?” deyip, habercilere atını verdiğini söyledi.

Tunguzlar yüz buldular. Biraz vakit geçince yeniden haberci gönderip, bu sefer de ondan eşlerinden birini istediler. Danışmanlar iyice ayaklanmışlardı. “Attan sonra avrat da verilecek mi?” diye sorarlardı.

Mete:

“Ya ne olacak? Bir kadın yüzünden iyi komşuluk yıkılır mı?” deyip kadınını da verdi.

Bir süre sonra ise, Tunguzlar iki ülke arasındaki verimsiz bir toprağın kendilerine verilmesini istemişlerdi. Mete:

“At benimdi, verdim.” dedi. “Kadın benimdi, verdim. Toprak ulusumundur, veremem!”

Ve kalktı, ordusuyla Tunguzların üstüne yürüdü. Ezdi, geçti. Mete, Türk destanlarında “Oğuz Kağan” adıyla anılır.