banner banner banner
Tarihimizdeki garip olaylar 2
Tarihimizdeki garip olaylar 2
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tarihimizdeki garip olaylar 2


Türklerde Kartal

Belirtildiği üzere, kartal kutsal hayvandır. Yeryüzünden gökyüzüne, insanlardan Tanrı’ya haber ulaştırır.

Yakutlar inanmışlardır ki, karların ve buzların erimesi, ilkbaharın gelmesi, kartalın kanatlarını sallamasına bağlıdır. Kartal adını anarak yalan yere ant içenlerin ocağı söner, tohumu kesilir. Herhangi bir Yakut, evinin yanında bir kartal görürse ona et şöleni çekmeyi kendine borç sayar. Hazır eti yoksa bir hayvan kesmekten da çekinmez. Şamanlık geleneklerine karşı kayıtsız ve yeni düşünceleri benimsemiş olan bir Yakut’un buzağı keserek şölen çektiğini, V. M. Lonov adlı bilgin, 1913 yılında yayınladığı kitabında, şaşkınlığını bildirerek yazmıştır.

Türklerde At

Başlangıcından bugüne, Türk topluluklarında at, insanın en yakın yardımcısı, dostu olagelmiştir. Hun toplumunda at kullanımı oldukça yaygındır. Ayakta yeni durabilen, yürümeye çalışan çocuğun yanı başında eğerlenmiş bir atın durduğu söylenir. Bir Batılı tarihçi der ki: “Hunlar atlarının üzerinde iken, bir kentor (Mitolojide yarı at,yarı insan yaratık) bile, kendi gövdesiyle bu kadar sıkı bir bağlantı kuramaz.” Gerçekten, bu bağ o kadar sıkıydı ki, Hunlar, alışverişlerini at sırtında yapar, at sırtında uyurlar, at sırtında yerler ve içerler, türlü eğlencelerini (cirit) yine at sırtında yerine getirir, evlilik törenleri sırasında at sırtında eş alıp eş verirlerdi. Çok değer verdikleri bu hayvanı, yerin ve göğün hakimi Tengri’ye kurban olarak sunarlardı. Hatta yapılan arkeolojik kazılar sayesinde öğrendiğimize göre, mezarlarına bile atlarıyla gömülmek isteyen ve zaman zaman bunu başaran asker ve devlet büyüğü sayısı hiç de az değildir.

Yamalı Cübbe

Din adamlarının özel kılık taşımaları çok eski zamanlardan, ilkel çağlardan kalma bir gelenektir. Şamanlar 60 yamalı cübbe (cübbeleri meral ya da ak koyun derisinden yapılırdı), üç karış uzunluğunda kırmızı kumaştan külâh (külahlarda resimler ve boncuklar bulunur) giyerler, davul, dümbelek, tef, üç telli saz, çıngırak taşır ve çalarlar.

Dinsel törenlerde kurban edilen hayvanların kemikleri kırılmaz, köpeklere verilmez; ateşte yakılır, ya da yere gömülür.

Ayısıt

Ayısıt, yaratıcı, bereket ve bolluk sağlayıcı dişi ruhlar kümesine denir. Bunlardan kimi bebekleri ve kadınları, kimi de hayvan yavrularını ve dişi hayvanları korur. Ayısıtlar, dağınık durumda bulunan hayat öğelerini toplayıp birleştirerek ‘kut’ yaparlar. Bu ‘kut’ denilen nesneyi ana karnındaki çocuğa üflerler. Böylece çocuğa can verirler. Gebe kadınlar her zaman bu ruhların koruyuculuğu altındadırlar. Kuğu kuşları ‘ayısıt’ların temsilcisidir, onlara dokunulamaz. Yakutların inançlarına göre ‘ayısıt’lar gökten, gümüş tüylü beyaz kısrak biçiminde inerler. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanırlar. İnsanları koruyan ayısıtlar yaz günlerinde güneşin doğduğu yerde, hayvanları koruyan ayısıtlar ise kış günlerinde güneşin doğduğu yerde bulunurlar.

Yakut kızları ayısıt adına ‘tangara’ (put) yapıp karyolalarının altına saklarlar.

Yakışıklılığın Anlatımı

Mete ya da Oğuz Kağan ilk Türk destanlarının başlıca kahramanıdır. Destan türünün yapısı gereği, bu anlatılarda, kahramanlar övülmektedir. Biz burada, “Oğuzname” adlı eserde, Oğuz Kağan’ın nasıl bir övgüyle anlatıldığına bakalım:

“Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı, gözü, saçı ve kaşları kara bir dünya güzeliydi. Anasının memesinden ilk sütü emdikten sonra bir daha emmedi. Yiyecek istedi, konuşmaya başladı. Kırk gündü büyüdü. Oğuz’un ayaklan öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğrü kıllıydı.”

Şaman (Kam)

Kamlık (şamanlık) sanatı öğrenmekle elde edilemez. Kam olmak için belli başlı bir kamın soyundan olmak gerektir. Hiç kimse kam olmak istemez. Ama, geçmiş kam-ata’ların ruhundan biri kam olacak torununa tebelleş olur; onu kam olmaya zorlar. Bu hale Altaylılar ‘töz basıp yat’ (ruh basıyor) derler. Ata ruhu tebelleş olmuş adam bundan kurtulmaya çalışır. Şamanlığı kabul etmemekte direnirse deli olur. Şamanların hepsi sinirli, hırçın adamlardır. Bir ailede çocuklardan biri şamanlık belirtileri ve yeteneği göstermeye başlarsa, büyükler hemen bunun önüne geçmeye çalışırlar. Çünkü, şamanın kazancı çok az olur, çok zaman maddi bir karşılık beklemeden ayin yapar. Evladından biri şaman olursa, aile bir işçi yitirmiş sayılır.

Şaman Duası

Bir papaz, bir haham, bir hoca dua eder. O dinden olanlar, onların ne diyeceklerini önceden bilirler. Tevrat’ın, İncil’in Kur’an’ın neler dediği, öğütlediği önceden bilinir.

Ama bir şamanın ayin sırasında ne diyeceği, neler okuyup üfleyeceği öncesinden belli değildir. Duruma göre, hastaya göre, içinden gelişine göre okur, dua eder şaman. Hemen hemen kendini yitirir (cezbeye girer), ayin bittikten sonra ne okuduğu sorulsa, o da hatırlayamaz. Genellikle belli kurallar içinde davransa bile, bu böyle olur.

Falcılık ve Bakıcılık (Kahinlik)

Farsça ‘efsun’, Türkçe afsun, büyü anlamındadır. Şamanlıkta olduğu kadar Hıristiyanlıkta, Müslümanlıkta da büyüye inanılır.

Falcılar, fal açmak için kullandıkları nesneye göre çeşitli ad alırlar. Hayvanların kürek kemiklerine bakıp geleceği bilenlere ‘yağrıncı’, koyun tezekleriyle fal açanlara ‘kumalakçı’, çeşitli şeylerden anlam çıkaranlara ‘ırımçı’ derler.

Şaman Türklerde Kırgız-Kazaklarda, Nogaylarda en ünlü, geçerli fal ‘kürek kemiği’ falıdır. Kürek kemiğinden fal bakmak, eski Yunanlılarda, Araplarda, Japonlarda da yaygındı.

Moğol saraylarında kürek kemiği falı önemliydi. Mengü Han, bir işe girişmek isterse, özel küçük iki evde yakılmış kürek kemiğine bakardı. Kürek kemikleri üzerindeki çizgi doğru ve düz ise yol açık, eğri ya da kemikte delikler meydana gelmişse, yol kapalıydı.

Bir Altaylı Kam’ın kürek kemiği falı ile, günümüzde salon hanımlarının, madamlarının iskambil ya da kahve telvesi falı arasında en küçük bir ayrılık yoktur.

İnsanoğlu, kendi geleceğini merak etmiş durmuş, çağına göre, ya kemikten, ya oyun kâğıdından, ya telveden, ya yıldızlardan ‘medet’ ummuştur.

Kız Kaçırma

Yakut boylarında kız kaçırmaya gidecek gençler şaman tarafından bir ayin yapıldıktan sonra yola çıkarlar. Şaman, direklere bağlı atların yanına kımız dolu bir tulumla gelir ve bundan bir avuç kımız alıp atların çevresine serper.

Yakutların bu âdetleri, çok eski çağlarda savaş ve baskınla kız kaçırma döneminin kalıntısıdır.

Birçok Türk boylarında gerçek anlamıyla baskın verilerek ‘kız kaçırma” seyrek olaylardandır. Eski çağların bu âdeti ancak düğünlerde görülen kimi âdetlerde izini bırakmıştır. Altaylılarda ‘kız kaçırma’da, kızın önceden bu işten haberi vardır. Üstelik, anası, babası da onaylamışlardır. Kız, kaçırılmaya razı olduğunun belirtisi olarak delikanlıya bir yüzük, ya da mendil gibi şeyler verir ki, ‘nişan yüzüğü’ yerini tutar. Kız kaçırıldıktan sonra delikanlının arkadaşları çalı çırpıdan bir otağ yaparlar. Kapısı yoktur bu otağın. Güvey ile gelin bu otağda üç gün kalırlar. Bunlar ateşlerini çakmak taşıyla, kendileri yakarlar. Dışardan ateş ve kibrit verilmez.

İlk Doğum

Yakutlarda ilk doğum çok önemsenir. Bunun törenleri yapılır. Doğum günü yaklaşınca erkek ormana gidip, bir kayın ağacı keser. Bu ağaçtan bir buçuk arşın uzunluğunda üç kazık hazırlar. Bunlar tek bir kayın ağacından alınmalıdır. Ev, kiler, sandık, hep açık bırakılır. Ateşe yağ atıp, ‘Ey doğum tanrısı Ayısıt Hatun, yel Yolun açık olsun!’ derler. Çocuk doğunca yağlı bir yemek yerler, bir hayvan kurban keserler. Hayvanı, kafasını kırmadan pişirirler. Kemiklerini bir kaba doldurur, ormana götürür, bir ağaca asarlar. Doğumun üçüncü günü Ayısıt Hatun’u evden çıkarma ayini yapılır.

Albastı (Alkarası) Efsanesi

Altaylı boylarda ve Kırgızlarda, doğum saati yaklaştı mı, oba ya da oymak kadınları loğusanın evinde toplanırlar. Görmüş geçirmiş bir kadın ebe (ineci) olur. Çadırın ateş yakılan tam orta yerine bir direk yerleştirerek ona bir urgan bağlarlar. Bu urganın bir ucu duvara bağlanıp loğusanın koltukları altından geçirilir. Kadın çok acı çekmeye başlarsa ‘Albastı’ ya da ‘Alkarası’ denilen kötü ruhun loğusaya tebelleş olduğuna hükmederler. Bu kötü ruhu korkutmak, kovmak niyetiyle erkekler de toplanır, ‘hay, huy!’ diye bağırmaya başlarlar. Tüfekle havaya ateş ederler. Bu gürültü, kadın doğuruncaya ve baygınlığı geçinceye kadar sürer.

Loğusaların başlarına gelen bu kötü ruh, Çin Seddi’nden Akdeniz kıyılarına, buz denizinden Hint’e kadar yayılmış Türk folklorunda Al karası, albastı, ahbîs, ahnîs adlarıyla yer almıştır.

Kırgız-Kazak Türklerinin hurafelerine göre albastı, kara ve sarı olmak üzere, iki çeşittir. Sarı albastı, hoppa şarlatan, aldatıcı, dokunmayacağına söz vermişken bir punduna getirip insana zararı dokunan bir kötü ruhtur. Sarışın bir kadın görünümündedir. Kiminde keçi ya da tilki kılığına girer. Loğusanın ciğerini kapar, götürür suya atar.

Albastı’yı yakalayan bakşı, eline kopuzunu alarak şu afsunu söyler:

“Ey, albastı zalim,
Koy ciğerini yerine,
Zavallının canını geri ver,
Sözümü tutmazsan
Bana saygı göstermezsen,
Gözlerini çıkarırım.”

Alkarası Efsanesi

Ölüm Meleğini Kandırma

Yakutlar, aileye dadanan ölüm ruhunu aldatmak için çocuğu komşulardan birine satarlar. Urenha (Tifba)’lar doğan çocuğu bir kazan altına saklarlar. Kazanın içine, arpa unundan yapılmış bir bebek şekli bırakırlar. Kam,ayini bu yalancı bebek üzerinde yapar. Kam’ın duasıyle hamur canlanır ve ağlarmış. (Aslında, canlanma ve ağlamayı şamanın kendisi temsil ediyor.) Şaman, hamur bebeğin kamını yarar, parçalar, sonra bu bebeği uzak bir yere götürüp gömer, ölüm ruhu bumu görür; çocuğun öldüğüne inanır ve aileyi rahat bırakır.

Moğollar ise bebeği kazan altında üç gün saklarlar. Ana, hep hamur bebekle uğraşır. Sonra bu hamur bebek ölür. Ana ve baba: ‘Çocuğumuz öldü!’ diye ağlaşırlar. Hamur bebeği bir çukura gömerler. Kötü ruh böylece aldanır ve çocuğu rahat bırakıp yoluna gider.

Başkutlar Müslüman olmalarına rağmen, onlar da bu konuda ölüm meleğini aldatmaya çalışırlar. Çocuk doğar doğmaz ebe eline alıp dışarı çıkar. Bebeği birkaç evde dolaştırır. Son- ra, bebeğin doğduğu evin önüne gelip içeri seslenir: “Yabancı ülkeden bir çocuk getirdim. Satın alan var mı?”

Pazarlık başlar. Çocuğu, kendi ağırlığında bir demir verip satın alırlar. Çocuğa ‘Demir’ ya da ‘Satıpaldı’, ‘Satılmış’ gibi adlar verilir.

Çocuğun yaşamasını sağlamak için Yaşar, Dursun, Ölmez-bay, Taştan, Kurç (çelik) gibi adlar verildiği gibi, bunun tersini uygulayıp, çocuğa kötü adlar takmak âdeti de vardır. Nedeni şu; kötü adı olanlardan ölüm meleği nefret eder, onun yanına gelmez. Kırgızlarda İtalmas (yani melek değil, köpek bile almaz!), Çoçkabay (Domuzbay), Kalbanbay (yabanıl domuz) gibi adlar hep bu inanca göre verilmiş adlardır. Troytsk yakınlarındaki Kıpçaklarda, Rus bilgininin biri, Rusça Andrey adını taşıyan bir çocuk görmüş. Kazakların anlattıklarına göre, çocuğu yaşamayan Cetpisbay Ağa, oğluna, Azrail gelmesin diye, bu Rus adını bile bile vermiş.

Çocuğa ad veren yaşlı kişi, gerek şamanlarda, gerekse Müslümanlarda, şu alkışı (duayı) söyler:

“Adın Yaşar olsun. Beşik bağın berk olsun!