banner banner banner
Tarihimizdeki garip olaylar 2
Tarihimizdeki garip olaylar 2
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tarihimizdeki garip olaylar 2

Kutadgu-Bilig, «kutlu bilgi» demektir. Yazarı, Karahanlılar Saray Nâzırı Yusuf Has Hâcib’tir. 1070’te tamamlanmıştır, 7000 beyte yakındır. Kitapta 4 kişi konuşmaktadır:

Adaleti temsil eden «Gündoğdu» adında bir hükümdar. Devlet fikrini simgeleştiren ‘Aytoldu’ adında bir vezir, bu vezirin aklı canlandıran ‘öğdülmüş’ adındaki oğlu ve yine bu vezirin kanaat fikrini temsil eden ‘Udgurmuş’ adlı kardeşi.

Eserin, ‘Fergana Nüshası’, ‘Viyana Nüshası’ ve ‘Mısır Nüshası’ olmak üzere, üç yazma nüshası ele geçmiştir. Bunlardan ikisi Arap harfleriyle, biri Uygur harfleriyle yazılmıştır.

Kullandığı dile örnek iki beyit:

“Körü-berse imdi bu Türk beğleri
Ajun beğlerinde bular yeğleri.”

(Görüverse şimdi bu Türk beyleri – Dünya beyleri içinde bunlardır en iyileri.)

“Bu bir edgü erat anı öğdüler
Biri ısız erdi anı söğdüler.”

(Bu bir iyi idi, onu övdüler – Biri kötü idi, ona sövdüler.)

Divânu Lûgaati’t-Türk’ün yazarı Kaşgarlı Prens Mahmud ise, Kutadgu-Bilig’in kendisine ithaf edildiği Karahanlı İmparatoru Hasan Hakan’ın amcasının oğlu Prens Hüseyin Han’ın oğludur.

Yusuf Has Hacip

Daha sonraki döneme ilişkin olup, yazarı bilinemeyen ‘KITAB-I DEDE-KORKUT’ da, başlı başına bir değerli yapıttır. Günümüz edebiyatında değeri ve önemi gittikçe büyümektedir.

Kutadgu-Bilig ile Kitab-ı Dede Korkut, Türkler Müslüman olduktan sonra yazılmışlardır.

Önemi bakımından bunları Türk destanları, Uygur edebiyatı metinleri, Babur Şah’ın anıları (Bâbur-Nâme), Nevâî’nin Divan’ları, Hamse’si, Muhakemetu’l Lugaateyn’i ve öbür mensur eserleri izler.

Attila’nın Mezarı

Muncuk’un oğlu Attilâ, Hun yabgularından Çiçi Yabgu’nun on ikinci kuşaktan, Mete’nin (Oğuz Han’ın) ise on sekizinci kuşaktan torunudur.

Avrupa Türk-Hun (Kun) imparatoru Attilâ, ağabeyisi Bleda’nın öldürülmesi üzerine 445 yılında tahta geçti, sekiz yıllık bir saltanattan sonra, ikinci eşi Ildike (ya da Ildi- ko) ile evlendiği gece (453) öldü. Attilâ ilk gençliğini bir Roma sarayında geçirdi. Roma kültürünü ve Latince’yi öğrendi, özellikle Roma İmparatorluğu’nun bütün zaaflarını öğrendi ve tahta çıktığı zaman bunlardan dâhice yararlanmasını bildi.

Önce Doğu Roma (Bizans) üzerine yürümüş ve İmparatorluğu yıllık vergiye bağlamıştı. Kendisine çok ağır gelen bu durum dolayısıyla birkaç yıl sonra Bizans İmparatoru vergiyi kesmişti. Attilâ, Belgrad-Niş-Filibe gibi önemli şehirleri alarak Bizans üzerine yürüdü. Gelibolu yarımadasına geldiğinde Bizans ordusu karşısına çıktı ve korkunç bir yenilgiye uğradı. İmparator, eskisinden de ağır bir vergi yükünü kabullenmek zorunda kalarak onu İstanbul kapılarından uzaklaştırabildi.

Bir süre sonra yeniden Bizans’la arası açılan Attilâ, Balkan’larda 70 Bizans şehir ve kasabasını Hun Imparatorluğu’na kattı. Mora’ya ve İstanbul kapılarına kadar Doğu Roma topraklarını çiğnedi. Attilâ’dan son derece ürken Bizans, başkaca kurtuluş yolu göremeyerek, Türk Hakanını zehirletmek üzere bir suikast hazırladı. Ama, bu cana kıyma yarıda kaldı; anlaşıldı. Attilâ, kalın surlarla çepeçevre kuşatılmış Bizans’a elçi gönderdi. Gözdağı vererek, suikastın başı olan Bizanslının teslimini istedi, işin sarpa sardığını anlayıp savaşmaktan çekinen Bizans İmparatoru, suikastı kendi emri ile hazırlamış olan Bizanslının başını kestirip Attilâ’ya yolladı.

Atilla

Avrupa uygarlığının Hun Türklerinden aldığı başlıca öğeleri büyük Fransız tarihçi ve coğrafyacısı Fernanda Grenard şöyle özetler:

“O zamana kadar Avrupalı, iç çamaşır nedir bilmezdi. At koşumları nedir bilmezdi. At eyerlemesinde, askerlikte, binicilikte bilmediği çok şey vardı. Coğrafya kavramı eksikti, bilmediği birçok coğrafya adı, yeri vardı. Batı Roma’nın son İmparatoru olan Romulus’un adına Batı İmparatorluğu’nu yöneten babası Oreste, Attilâ’nın eski bir subayıydı. Askerlik eğitimini Türklerden öğrenip almıştı. İtalya’ya egemen olan ünlü Odoacre da, Attilâ’nın nazırlarından birinin oğluydu.”

Attilâ, tarihin en büyük hükümdarlarında biridir. Amacı, kendisinden önce gelmiş büyük İskender ve Mete gibi, bütün dünyaya egemen olmaktı. Geride, akılların zor kabul edebileceği genişlikte bir imparatorluk bıraktı. Avrupalı ona ‘Tanrının Kırbacı’ demişti. Gerçekten de, Avrupa’nın üzerinden bir kırbaç gibi esti, geldi geçti. Avrupa kavimleri arasında küçük bir azınlıktı Türkler; Attilâ’dan sonra bu geniş toprakları elden çıkardılar. Avrupa Hun İmparatorluğu’nu gösteren harita, Attilâ’nın orta İsveç’ten kuzey Kafkasya’ya, Ren kıyılarından Hazar Denizine kadar uzanan bir devleti gösterir. Bu sınırlar dışında kalan İtalya, Fransa, Balkanlar gibi geniş ülkeler de, Türk cihangirinin bilinegelen akın yerlerinden olmuştur. lldiko adlı bir genç kızla evlenen Attilâ, zifaf gecesinin sabahında yatağında ölü bulundu. Ağzından, burnundan fışkıran kanlarla yatağı kıpkırmızı kesilmişti. Genç karısı, korkudan aklını kaçırmış durumda, odanın bir köşesine büzülmüştü, ölümün şiddetli bir burun kanamasından mı, hastalıktan mı, zehirlenmeden mi ileri geldiği anlaşılamadı. Attilâ, çok büyük bir törenle gömüldü, cenaze altın bir tabuta konuldu. Altın tabut, gümüş bir tabut içine kondu. Gümüş tabut, demir bir tabut içine yerleştirildi. Gömüldüğü yerin belli olmaması için, mezarı kazanlar okla vurulup öldürüldü. Mezarın yanından geçen çayın akma yeri değiştirildi, sular başka yöne akıtıldı.

Din Değiştiren Kağan

Büyük Türk Hakanlığı’nı Göktürklere kaptıran Avarlar (Apar’lar), bir yüzyıl önceki Hun İmparatorluğunun yıkıntısı ve toprakları üzerinde İmparatorluklarını kurmuşlardı. İlk İmparatorları Bayan Kağan’ın beş oğlu vardı, dördünü birden savaşta Bizanslılar öldürdü. Sonuncusunun soyundan gelen Tudun Kağan, 796 yılında Hıristiyanlığı kabul etti. Baktı ki Frank hükümdarları Türk düşmanlığından bir türlü vazgeçmiyor, üç yıl sonra, yani 799’da yeniden atalarının dini olan Şaman dinine döndü.

Din Değiştiren Kavim

Doğu Avrupa’da imparatorluk kurmuş kavimlerden biri de Hazarlardır. Hazar İmparatorluğu 468 yıllarından 965’e kadar, hemen hemen altı yüzyıl hakimiyetini sürdürmüştür. Başkent, 468-723 yılları arasında Belencer, 723-965 yılları arasında (242 yıl) şimdiki Astırhan şehridir. Ilk önceleri Şaman olan Hazarlar, 700`lü yıllarda bir taraftan Arap etkisiyle İslam dinine, diğer bir taraftansa Hristiyanlık dinine yakınlaşmaya başlamışlardır. Nihayet, 800’lü yıllardan itibaren Hakanlarının buyruğu gereğince Musevilik inancında karar kılmışlardır.

At Kuyruğunu Bağlamak

Hun Kurganları’nın mezarlarından çıkartılan at cesetlerinin kuyruklarının kesik ya da düğümlü oldukları görülmüştür. Bu, eski çağlardan beri Türkler arasında yaygınlaşan yas geleneğinin bir belirtisidir. Bu geleneğin sürekliliğini İç Asya’da Türk topluluklarının Göktürk çağında kaya üzerlerine yaptıkları sayısız resimlerden izlemek mümkündür. İslam kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Malazgirt savaşı başlamadan önce, Alp Arslan duasını yapmış, sonra kendi eliyle atının kuyruğunu bağlamıştır. Askerleri de onun gibi yapmışlar, atlarının kuyruklarını düğümlemişlerdir.

Kazaklarda at kuyruğunu kesmek atı tullamak, yani dul yapmaktır. Sahibi ölmüş olan bu ata artık hiç kimse binemez. Kırgızcada ise tuldamak, yas tutmak anlamına gelir.

Kurbanın Cinsiyeti

Türklerde kanlı kurban törenlerinin çoğunda hayvanların erkek cinsi kullanılırdı. Dede Korkut kitabında da belirtildiği gibi, kesilecekse koç, erkek deve, boğa, aygır kesilirdi.

At, değerli kurbandı, o ancak Gök-Tanrı’ya ve az sayıda kurban edilirdi. Oysa, aşağıdaki dünyanın ruhlarına karşı insan sürekli olarak kendini koruyup kollamak zorunda olduğundan, bol sayıda koç ve dağ koyunu kurban etmek gerekirdi.

Çerh-i Felek (Çarkı Felek)

Felek, durmadan üzerimizde dönen gök kubbeden başka şey değildir. Bu astronomik inanış, aslında Ptolame, yani Batlamyus’un inanç ve kuralına dayanıyordu. Arap ve Acemler, gök kubbenin durmadan döndüğüne inandıklarından, bu dönüş haline ‘Çerh-i Felek’ demişler. Türkler bu deyimi Türkçeleştirerek ‘Çarkı Felek’ yapmışlardır.

Eski Türkçede ‘çığrı’, değirmen, su dolabı gibi aletlerin çarkları için kullanılan bir sözdü ve Türkler, durmadan dönen bu gök kubbesine ‘Gök Çığrısı’ diyorlardı. Gök çıkrığının durmadan dönmesi, insanlara iyi ya da kötü baht getiriyordu.

Bütün kötü alın yazıları ‘Kahpe Feleğin’ bir oyunuydu.

Sonradan, Karahanlı Devleti zamanında, gök çıkrığı ile Felek’e ‘Evren’ denildi. ‘Evren evrilûr’, yani ‘döner’ di. Ayrıca, Türkler ‘Gök Çıkrığı’nı bir ‘yay’ biçiminde tasarlıyorlardı.

Güneş ile Ay

Altay Türklerinde gündüzleri ışıtan Güneş, ‘sıcaklığın’; geceleri görünüp de hiçbir ısı vermeyen Ay ise ‘soğukluğun’ simgesidir. Kimi geceler tepsi gibi yuvarlak ve parlak, kimi geceler kavun-karpuz kabuğu dilimi gibi ince ve sönük olan ayı, belli zamanlarda her halde yukardaki kutsal kurtlar yiyip bitirmekteydi. Ay böyle ince bir dilim halini aldığında, kurtlar ve ayılar, onu yemeği bırakırlar, ay da inine gider yatar dinlenir, yarasını sarar, sonra yine ortaya çıkıp parlamaya başlardı.

Gök ve Yer Kaç Kattır?

İslam tasavvufunda gök dokuz kattır. İlk yedi kat, görüp bildiğimiz gök katlarıdır. Sekizinci kat, yıldızların ve burçların bulunduğu, döndükleri kattır. Dokuzuncu kat “arş”tır, dokuzuncu katın yukarısı “Atlas”tır.

Gök tepemizde durmadan döner ve bu dönüşten şunlar çıkar: 1. Sıcak, 2. Soğuk, 3. Kuruluk, 4. Yaşlık.

Tanrı, göğün mavilikleri içinde yok olmuş sonsuz bir bölgede, ‘uzay’da oturur.

Göğün kat sayısı Batı Türklerine göre ‘yedi’, Doğu Türklerine göre ‘dokuz’du. Gök gibi, yer de yedi kattır. Hepsi 14 kat eder. Bir Şaman’ın beşinci kattan yukarıya gitmemesi gerekirdi. Beşinci katta kutup yıldızı ve göğün kapısı bulunuyordu. Bundan sonra da ruhlar ve Tanrılar âlemi başlamaktaydı. Bu âlemde insanların yeri yoktu. Şaman bu kapıda ancak Tanrının gönderdiği elçilerle konuşabilirdi.

Osmanlı

Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Arşivi

Tam olarak anlaşılayaman bir sebepden ötürü 1931’de, değerine paha biçilemez milyonlarca Osmanlı belgesi kamyonlara doldurulmuş, hurda kağıt fiyatına Bulgaristan’a satılmıştır.

Bir toplumun tarihine sahip çıkmayıp, sadece kahramanlık masallarıyla yetinmesi, kendi aydınlanma sürecine, tarihsel gelişimine ve kültürüne vurduğu en büyük darbedir.

Osman Bey’in Soyağacı