banner banner banner
Keloğlan Masalları
Keloğlan Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Keloğlan Masalları


“A! İsterim… İsterim! Zembile binmek isterim!” Efsuncubaşı ağladığımı görünce bir makara ile yukarı çıkıp zembili aşağı indirdi. Zembilin içine girip “Haydi çek!” dedim.

Efsuncubaşı zembili yukarı çıkarınca sevinçle ellerimi çırptım:

“Ne güzel! Ne güzel! Çayır gözüküyor. Sizinkiler oturmuş dolma yiyorlar, karın da vekilharç ile eğleniyor.”

Efsuncubaşının aklı başından gidip:

“Aman ben de çıkıp bakayım.” dedi.

Zembilin içinde Efsuncubaşıyı yukarı çıkarır çıkarmaz zembili bağladım. Efsuncubaşı tavanda asılı kaldı. Hemen koştum. Evde ne kadar pahada ağır, yükte hafif eşya varsa toparladım. Bütün kapıları açtım ve üzerlerine “Sen efsuncubaşıysan ben de Keloğlan’ım. Bak sana daha neler yapacağım!” diye yazıp ihtiyar kadının evine gittim. Akşamleyin hane halkı eve varınca bir de ne görsünler? Bütün kapılar açık!

“Zahir Efendi kömür satın almış…” dediler fakat her odadan bir ses geliyordu:

“Eyvah elmaslarımı çalmışlar!”

“Eyvah elbiselerim kaybolmuş!”

“Aman Allah’ım çıldıracağım! Paralarım kaybolmuş!”

İhtiyar Arap karısı yukarı gitti. Bir de baktı ki bey, ekmek zembilinin içinde tavanda asılı.

“Sen ne yapıyorsun orada? Nasıl çıktın oraya?”

Efsuncubaşı ağlar gibi bir sesle yalvardı:

“Aman bacı kimseye söyleme eve hırsızlar geldi; beni buraya çıkardılar. Makaranın ipini çöz de ineyim.”

“Efendi, hırsızlar paralarımızın hepsini çalmışlar.”

Bacı, efsuncubaşıyı indirdi. Zavallı adam bana oynadığı oyuna çoktan pişman olmuştu fakat ben daha bakınız ona neler yapacaktım.

Ertesi günü efsuncubaşı valinin konağına gitmek için yoldan geçerken bir de baktı ki ihtiyar bir adam oturmuş bağırıyor:

“Kayıptan haber veriyorum. Çalınan mallarınızı buluyorum. Ayağınıza getiriyorum.”

Efsuncubaşı benden başkası olmayan bu dervişe yaklaştı:

“Sen her kaybı bulabilir misin derviş?”

Takma sakalımı sıvazlayıp cevap verdim:

“Elbet, senin de mallarını çaldılar değil mi?”

“Kim çaldı bilir misin?”

“Bir ördekçi!”

Efsuncubaşı benim her şeyi bildiğimi görünce “Aman benim kayıp mallarımı bul!” dedi.

“Sen bu akşam bütün arkadaşlarını evine çağır. Kardeşimi evlendiriyoruz, geliniz, dersin. Tam kırk kişi olsunlar. Sonra eve gelince meselenin doğrusunu söylersin.” dedim.

O akşam efsuncunun kırk arkadaşı en yeni elbiselerini giyinip geldiler. Efsuncubaşı meselenin aslını anlattı. Biraz sonra koltuğumda büyük bir kitapla eve girdim.

“Kırk hasır hazırlayın.” dedim. “Ben okudukça siz soyunacaksınız. Her bismillahta bir, arkanızdan bir şey atacaksınız. Nihayet çırılçıplak kalınca hasırlara sarınırsınız. Ben gene okuyacağım, âmin deyince çıkarsınız. Sakın âmin demeden hasırlardan çıkmayın.”

Okumaya başladım. Her bismillahta adamlar arkalarından bir şey çıkarıp yerdeki çarşafın üstüne atıyorlardı. Nihayet son bismillahta çırılçıplak kalınca hasırlara büründüler. Hemen çarşafı toplayıp sırtladığım gibi kapıların üzerine tekrar “Sen efsuncubaşıysan ben de Keloğlan’ım. Bak sana daha neler yapacağım!” diye yazıp gittim. Şimdi adamlar beklediler, baktılar ki âmin diyen yok nihayet içlerinden biri:

“Yahu! Ben dayanamıyorum çıkacağım!” dedi.

Bir de başını çıkarıp baksın ki ne hoca var ne elbiseleri. “Eyvah! Mahvolduk!” diye bağrıştılar. Bu iş valinin kulağına gitti. “Şu Keloğlan’ı görmek istiyorum.” dedi; fakat nereden bulunacaktı? İçlerinden biri, “Bir deve süsleyip sokağa bırakalım.” dedi. “Bunu Keloğlan alır. Eğer devenin arkasına bir gözcü koyarsak onu buluruz.” Bir deve süsleyip şehrin içine bıraktılar. Arkasına da bir gözcü koydular fakat ben gözcünün gözlerine bir avuç kül serptim. Zavallı adam, gözlerini ovuştururken deveyi alıp götürdüm.

Bunun sonucunda daha önce deveyi şehre salıvermeyi akıl eden adam:

“Bu sefer bir tellal çıkaralım. ‘Vali hastadır. Deve pastırması istiyor.’ diyelim.” dedi. “Herhâlde Keloğlan bu deveyi pastırma yapmıştır. Hangi evden deve pastırması verilirse tellal üzerine işaret koysun!”

Ertesi günü bir tellal çıkıp bağırdı:

“Vali rahatsızdır. Kimde bir parça deve pastırması varsa versin, karşılığı verilecektir.”

Ben kahvede olduğumdan ihtiyar kadın:

“Bir parça deve pastırmasından ne çıkar? Sevaptır vereyim gitsin.” demiş. Tellal pastırmayı alınca evin kapısına kırmızı bir işaret koymuş. Ben kahvede tellalın bağırdığını duyunca “Sakın bizim kocakarı pastırma vermesin!” diye koşa koşa eve geldim. Bir de baktım ki kapının üzerinde kırmızı işaret var. Yapılan kurnazlığı anladım. Bütün o sokaktaki kapıların üstüne aynı işareti koydum.

Bu hile de bir sonuç vermeyince vali başka bir tellal çıkardı:

“Bu Keloğlan kimse meydana çıksın, faydam dokunur zararım dokunmaz!”

“Teyze....” dedim. “Senin eski kocan, kestiği ördeklerin tüylerini ne yapardı?”

“Yastık yapardı.”

“Getir o yastıkları. Bakkaldan iki okka da bal al, bir de büyük zembil bul.”

Çırılçıplak soyunup bal süründükten sonra yastıkların içindeki tüylerin üzerinde yuvarlandım. Başıma çıngıraklı bir külah geçirdim. Sırtıma bir zembil aldım. Doğru efsuncubaşının evine gittim. Zavallı adam kederinden hasta olmuş yatıyordu; kapıyı çaldım.

“Kim o?” dediler.

“Açın, Azrail geldi. Beyefendinin canını alacağım.”

Uşaklar korkudan kaçıştılar. Efsuncubaşının yanına gittim.

“Sen kimsin? Ne istiyorsun?” dedi.

“Azrailim, canını alacağım.” dedim.

Sonra tuttuğum gibi onu zembile tıkarak doğru valinin konağına gittim. Beni tüylü tüylü ve başımda bir çıngırak ile gören valinin adamları kaçışıyorlardı. Orada da:

“Azrailim, vali hasta imiş, canını almaya, geldim.” dedim.