Yine de ayağa kalktı. Çünkü Kambur Jack bahçe için erkenden gelecekti. Güzel, kalın ve beyaz saçlarını özenle düzeltti. Altın rengi puantiyelerle süslü mor ipek elbisesini giydi. Ekonomik sebeplerden dolayı her zaman ipek giyerdi. Annesine ait eski bir ipek elbiseyi giymek, mağazadan yeni bir elbise almaktan çok daha ucuzdu. Yaşlı Hanım’ın önceden annesine ait olan çok sayıda ipek elbisesi vardı. Onları sabah öğlen ve akşam giyerdi. Spencervale ahalisi bunu, kibrinin ekstra bir göstergesi kabul ederdi. Elbiselerin modeli ile ilgili olarak onları düzelttirmeyecek kadar pinti olduğunu söylerlerdi. Hâlbuki eski moda elbiselerinden dolayı Yaşlı Hanım’ın giyinirken ne kadar acı çektiğini hayal bile edemezlerdi. Yaşlı Hanım’ın kadınlık gururu, elbiselerinin eski fırfırlarına ve üst eteklerine Kambur Jack’in attığı bakışlara bile dayanamaz gibiydi.
Yeni günü kucaklamadığı hâlde günün güzelliği, yemekten sonra -daha doğrusu öğle peksimetini yedikten sonra- yürümek için dışarı çıktığında onu etkiledi. Hava fazlasıyla taze, tatlı ve bakirdi. Lloyd Hanesi’ni çevreleyen çam ağaçları da bahardan dolayı heyecanlılardı. Genç ışıklar ve gölgelerle saçılmışlardı etrafa. Bazılarının neşesi, aralarında gezinen Yaşlı Hanım’ın acı çeken kalbinden içeri girmişti. Kayın ağaçlarının altındaki küçük derenin ufak tahta köprüsünün üzerinden geçerken neredeyse bir kez daha zarif ve hassas hissetti kendisini. Bir de büyük bir kayın ağacı vardı ki o ağacı kendince sebeplerden dolayı özellikle severdi. Kocaman ve uzun bir kayın ağacıydı bu. Gövdesi gri mermerden bir sütunu andırıyordu. Dallarının yaprakları, derenin oluşturduğu su birikintisinin üzerine altın kahverengi bir renk ile yansıyordu. Kaybettiği görkemli günlerinde genç bir fidandı bu ağaç.
Koruluğun üzerindeki William Spencer’ın evine çıkan yoldan gelen çocuk sesleri ve kahkahalar duydu. William Spencer’ın evinin önündeki yol, ana yola farklı bir yönden çıkıyordu. Ancak bu arka yolda bir kestirme vardı ve çocuklar okula her zaman oradan giderlerdi. Aceleyle genç çam ağaçlarının arkasına çekildi. Spencer çocuklarını sevmezdi; çünkü çocuklar ondan korkuyor gibiydiler. Ağaçların arasından baktığında neşe ile yürüdüklerini gördü. İki büyük önden, ikizler arkadan uzun, zayıf genç bir kızın elinden tutarak geliyorlardı. Muhtemelen yeni müzik öğretmeniydi bu kız. Yumurtacı bu kızın William Spencer’ın evinde kaldığını söylemişti ancak Yaşlı Hanım ismini bilmiyordu.
Onlar yaklaştıkça kıza tuhaf bir merakla baktı. Sonra birden kalbi hızla, yıllardır hiç atmadığı gibi attı. Hızlı hızlı nefes almaya başladı ve korkunç bir sarsılmayla titredi. Kızın kim olduğunu merak etti.
Yeni müzik öğretmeninin hasır şapkasının altında kestane rengi saçlar vardı. Tonu ve dalgaları Yaşlı Hanım’ın kaybolan yıllarından kalma bir başı hatırlattı. O dalgaların altında iri, menekşe rengi, siyah kirpikleri ve kaşları olan gözler vardı. Bu gözleri kendi gözleri gibi bilirdi. Yeni müzik öğretmeninin yüzü, güzel hatları, narin rengi ve kaygısız gençliği ile Yaşlı Hanım’ın geçmişine ait bir yüzdü. Her yönüyle geçmişteki bu yüze benziyordu. Ama bir farkla… Hatırladığı yüz, bütün büyüsüyle zayıftı. Ancak bu kızın yüzünde tatlı bir kadınsılık vardı. Yaşlı Hanım’ın saklandığı yerden geçerken çocuklardan birinin söylediği bir şeye güldü. Bu gülüşü çok iyi biliyordu. Bu gülüşü o kayın ağacının altında daha önce de duymuştu. Köprünün ötesindeki ağaçlı tepede kayboluncaya kadar onları izledi. Sonra da eve âdeta bir rüyada yürüyormuş gibi döndü. Kambur Jack bahçeyi kazmaya devam ediyordu. Yaşlı Hanım, Kambur Jack’le dedikoduya olan zaafını bildiği için pek konuşmazdı. Ancak o sırada bahçeye girdi. Yaşlı bedeni mor ipekten, altın puantiyeli elbisesi içinde azametli bir görüntü veriyordu. Güneş ışığı beyaz saçlarının arasında parlıyordu.
Kambur Jack, kadının dışarı çıktığını görmüştü. Onun zayıf düştüğünü zannetmişti çünkü solgun görünüyordu. Ancak o sırada yanıldığını anladı. Yaşlı Hanım’ın yanakları pembeydi ve gözleri parlıyordu. Yürüyüşü sırasında en az bir on yıl gençleşmişti. Kambur Jack küreğine yaslandı ve Yaşlı Lloyd Hanım’dan daha güzel çok sayıda kadın olmadığına hükmetti. Yaşlı bir cimri olması ne kötüydü!
“Bay Spencer!” dedi Yaşlı Hanım zarafetle. Kendinden aşağı olanlarla konuşurken hep zarifti. “Bay William Spencer’ın evinde kalan yeni müzik öğretmeninin adını söyler misiniz?”
“Sylvia Gray.” dedi Kambur Jack.
Kalbi bir kez daha küt küt attı. Biliyordu. Leslie Gray’in saçlarına, gözlerine ve gülüşüne sahip o kızın Leslie Gray’in kızı olduğunu biliyordu.
Kambur Jack eline tükürüp işine devam etti. Ancak dili küreğinden daha hızlı çalışıyordu ve Yaşlı Hanım onu hevesle dinledi. Kambur Jack’in gevezeliğinden ve dedikodusundan ilk kez hoşlanıyordu. Ağzından çıkan her kelime çok değerliydi.
Yeni müzik öğretmeni geldiğinde William Spencer’ın evinde çalışıyormuş Kambur Jack. Eğer kendisi bir gün içinde bir insan hakkında bir şeyler öğrenemezse bunun sebebi, o kişi hakkında öğrenilmeye değer bir şey olmamasıdır. Bir şeyler öğrendikten sonra en sevdiği şey ise öğrendiklerini aktarmaktı. O yarım saatlik süre içinde Kambur Jack’in mi yoksa Yaşlı Hanım’ın mı daha çok keyiflendiğini anlamak zordu.
Kambur Jack’in söylediklerinin özeti şuydu: Bayan Gray’in annesi ve babası o daha bebekken ölmüşler. Onu çok fakir ve hırslı olan teyzesi büyütmüş.
“Müzik eğitimi istiyor.” diye bitirdi Kambur Jack. “Valla almalı da. Onunki gibi ses görmedim. O akşam bize yemekten sonra şarkı söyledi, ben de sanki melek şarkı söylüyor sanmıştım. Güneş ışığı gibiydi. Spencer’ın genç çocukları ona deli oluyor. Buralarda, Grafton ve Avonlea’de yirmi tane öğrencisi var.”
Kambur Jack’in söyleyeceği her şeyi öğrendikten sonra eve girdi ve küçük oturma odasındaki pencerenin yanına oturup etraflıca düşündü. Baştan aşağı heyecanla ürperiyordu.
Leslie’nin kızı! Bu Yaşlı Hanım bir zamanlar aşk yaşamıştı. Uzun zaman önce, kırk yıl önce, Leslie Gray ile nişanlıydı. Spencervale’de bir yaz dönemi öğretmenlik yapan genç bir üniversite öğrencisiydi. Margaret Lloyd’un hayatındaki altın yazdı bu. Leslie utangaç, hülyalı ve yakışıklı bir delikanlıydı. Edebî tutkuları vardı. Margaret ile birlikte bu tutkuların ona bir gün servet ve şöhret getireceğine inanıyorlardı.
Sonra aralarında saçma sapan, acı bir kavga oldu o altın yaz zamanı. Leslie öfke ile ayrıldıktan sonra mektup yazdı. Ancak gurur ve dargınlığın kıskacındaki Margaret Lloyd sert bir cevap yolladı. Daha fazla mektup gelmedi ve Leslie Gray dönmedi. Sonra bir gün Margaret, aşkı hayatından sonsuza kadar çıkardığını anladı. Aşka bir daha asla sahip olamayacaktı. O andan itibaren ayakları gençlikten dönüp gölgenin vadisinden geçerek yalnız ve yaşlı bir yaşa doğru yürüdü. Yıllar sonra Leslie’nin evlendiğini duydu. Sonra hayallerini gerçekleştiremediği bir hayatın ardından ölüm haberini aldı. Daha fazla bir şey duymadı ve bilmedi. Kayın ağacının altına saklanıp da kızını gördüğü o güne kadar.
“Onun kızı! Benim kızım da olabilirdi.” diye söylendi Yaşlı Hanım. “Ah keşke onu tanıyıp sevebilseydim ve sevgisini kazanabilseydim. Ama yapamam. Leslie Gray’in kızının ne kadar fakir olduğumu, ne hâllere düştüğümü bilmesine katlanamam. Buna dayanamam. Bir de bana çok yakın yaşıyor, yolun yukarısında, tepede. Onu her gün görebilirim. En azından bu zevki yaşayabilirim. Ah keşke onun için bir şey yapabilseydim. Ona ufak bir mutluluk yaşatabilseydim. Ne güzel olurdu…”
Yaşlı Hanım o gece boş odaya gittiğinde tepedeki bir evden, ağaçların arasından geçerek kendisine ulaşan bir ışık gördü. Bu ışığın Spencerların misafir odasından geldiğini biliyordu. Yani bu ışık Sylvia’nın ışığıydı. Yaşlı Hanım karanlıkta oturdu ve ışığı kayboluncaya dek seyretti. Kalbindeki tatlı bir hisle izledi, gül yapraklarının kıpırdaması gibiydi bu his. Sylvia’nın odasında yürüdüğünü, uzun pırıltılı saçlarını tarayıp ördüğünü düşündü. Takılarını kenara koyuyor ve uyumak için hazırlanıyordu. Işık kaybolunca Yaşlı Hanım, belirsiz beyaz bir figürün yıldız ışığı altında pencere kenarına diz çöktüğünü hayal etti. O da diz çöktü ve aynı şekilde dua etti. Her zaman kullandığı sözleri söyledi ancak yeni bir canlılık var gibiydi sözlerinde. Duasını yeni bir istekle bitirdi, “Onun için yapabileceğim bir şey düşünmemi sağla Tanrı’m. Küçük de olsa onun için bir şey yapabileyim.”
Yaşlı Hanım, hayatı boyunca aynı odada uyumuştu. Kuzeydeki çam ağaçlarına bakan odada. Bu odayı pek severdi. Ancak ertesi günü hiçbir pişmanlık duymadan boş odaya taşındı. Bundan sonra odası bu olacaktı. Sylvia’nın ışığını görebileceği bir yerde olmalıydı. Yatağı, kalbinin alaca karanlığının gölgesinde parlayan yıldıza bakabileceği bir yere serdi. Çok mutlu hissetti kendisini. Yıllardır mutlu hissetmemişti. Ama şimdi tuhaf, var olmanın acı gerçeklerinden uzak; ancak yine de rahatlatıcı ve büyüleyici rüya gibi bir merak girmişti hayatına. Ayrıca Sylvia için yapabileceği, kendisini mutlu edecek “küçük mü küçük” şeyi bulmuştu.
Spencervale ahalisi, kasabalarında mayıs çiçeği olmamasından yakınırlardı hep. Gençler mayıs çiçeği istediklerinde dokuz kilometre mesafedeki Avonlea’ye gitmek zorundaydılar. Ancak Yaşlı Lloyd Hanım, onların bilmediği bir şey biliyordu. Uzun ve yalnız yürüyüşlerinden birinde, ormanın arka tarafında açık bir alan keşfetmişti. Güneye eğimli topraklı bir tepede, şehirde yaşayan bir adama ait arazi vardı. Bu arazi bahar zamanı pembe beyaz mayıs çiçekleriyle dolardı.
Yaşlı Hanım, öğle vakti bu alana geldi ve orman yollarında, çam ağaçlarının altında güzel bir amacı olan bir kadın gibi yürüdü. Bahar bir anda, bir kez daha sevimli ve güzel geliyordu ona. Çünkü kalbine yeniden sevgi dolmuştu. Aç kalmış ruhu, bu ilahi besin ile ziyafet çekiyordu âdeta.
Yaşlı Lloyd Hanım bu topraklı tepede bulduğu mayıs çiçekleriyle doldurdu sepetini. Bu çiçeklerin güzelliği Sylvia’yı mutlu edecekti. Eve dönünce bir parça kâğıda “Sylvia için.” yazdı. Spencervale’deki herhangi bir kimsenin el yazısını tanıması mümkün değildi. Yine de emin olmak için yazısını değiştirdi. Çocuk yazısı gibi iri ve yuvarlak harflerle yazdı. Mayıs çiçeklerini kayın ağacına kadar götürdü. Çiçekleri ağacın kovuğuna, notu da bir kökün üzerine koydu.
Sonra da çam ağaçlarının arkasına saklandı. Gizlenmek istediği için koyu yeşil ipek elbisesini giymişti. Çok fazla beklemedi. Kısa süre sonra Sylvia Gray, Mattie Spencer ile birlikte tepeden aşağı inmeye başladı. Köprüye ulaştığında mayıs çiçeklerini görüp sevinerek haykırdı. Sonra adını gördü ve yüzünde bir merak ifadesi belirdi. Dalların arasından bakan Yaşlı Hanım, bu küçük oyununun başarısından dolayı neredeyse kahkaha atacaktı.
“Benim için!” dedi Sylvia çiçekleri kaldırırken. “Bunlar gerçekten benim için olabilir mi Mattie? Onları buraya kim bırakmış olabilir?”
Mattie kıkırdadı.
“Chris Stewart olabilir.” dedi. “Dün Avonlea’deydi. Annem sana göz koyduğunu söyledi. Evvelsi gece şarkı söylerken sana baktığında anlamış. Böyle tuhaf şeyler yapmak onun işi. Kendisi kızlardan utanır.”
Sylvia hafifçe kaşlarını çattı. Mattie’nin söylediklerinden hoşlanmamış ancak mayıs çiçeklerini beğenmişti. Ayrıca Chris Stewart’ı da sevmiyordu. Nazik, mütevazı bir köy çocuğu gibi gelmişti ona. Çiçekleri kaldırıp yüzünü gömdü.
“Her neyse, çiçeği getiren kişi her kimse ona teşekkür borçluyum.” dedi neşeyle. “Mayıs çiçeği kadar sevdiğim başka bir şey yoktur. Ne kadar da güzeller!”
Onlar gidince Yaşlı Hanım saklandığı yerden çıktı. Kazandığı zaferden dolayı kızarmıştı. Sylvia’nın çiçekleri Chris Stewart’ın getirdiğini düşünmesi onu üzmedi. Hatta iyi bile olmuştu. Bu sayede çiçekleri asıl getirenin kim olduğundan şüphelenmeyecekti. Asıl önemli olan Sylvia’nın çiçeklere sahip olmanın mutluluğunu yaşamasıydı. Hâlinden memnun Yaşlı Hanım, kalbindeki heyecanla evine döndü.
Kısa süre sonra, Chris Stewart’ın kayın ağacının dibine, müzik öğretmeni için her gün mayıs çiçeği bıraktığı dedikodusu başladı. Chris bunu inkâr etse de ona inanmadılar. Öncelikle, Spencervale’de mayıs çiçeği yoktu. İkincisi Chris her gün Carmody’deki tereyağı fabrikasına süt taşıyordu ve Carmody’de mayıs çiçeği yetişirdi. Üçüncüsü Stewartlar bu çiçekleri severlerdi. Bunlar yeterli değil miydi?
Sylvia’ya gelince, Chris’in gösterdiği çocukça ilgiye ve ilgisini bu şekilde nazikçe ifade etmesine aldırmıyordu. Onun hakkında iyi şeyler düşünüyordu. İşin aslı kendisine başka şekillerde yaklaşmazsa bu çiçekler onu fazlasıyla memnun edecekti.
Yaşlı Lloyd Hanım bu dedikoduları yumurtacıdan duydu ve onu, gözlerinin derinlerinde pırıldayan bir kahkahayla dinledi. Yumurtacı, Yaşlı Hanım’ı daha önce hiç, o bahar gördüğü gibi neşeli görmediğine yemin ediyordu. Gençlerin işlerine fazla ilgi gösteriyor gibiydi.
Yaşlı Hanım sırrını kendisine sakladı. O tepeye mayıs çiçekleri olduğu müddetçe gitmeye devam etti. Sylvia Gray’in yanından geçtiği çam ağaçlarının ardına saklandı hep. Her gün onu biraz daha fazla seviyordu ve hasretini daha derinden çekiyordu. Uzun süre boyunca bastırdığı sevecenliği bu kıza aktarıyordu. O farkında olmasa bile… Sylvia’nın zarafeti, güzelliği, sesinin ve kahkahalarının tatlılığı ile gurur duyuyordu. Spencer çocuklarını bile Sylvia’ya ilgi gösterdikleri için sevmeye başlamıştı. Bayan Spencer’a da onun ihtiyaçlarını karşıladığı için imreniyordu. Yumurtacı bile tatlı bir insan gibi gelmeye başlamıştı; çünkü Sylvia’dan haberler getiriyordu. Popülerliğinden, mesleki başarısından ve insanların onu sevmesinden bahsediyordu.
Yaşlı Hanım kendisini Sylvia’ya göstermeyi aklından bile geçirmedi. Fakirliğinden dolayı söz konusu değildi bu. Onu tanımak çok güzel olurdu hâlbuki. Onu evine davet etmek, onunla konuşmak, onun hayatına girmek iyi olurdu. Ama bunlar gerçekleşmeyecekti. Yaşlı Hanım’ın gururu sevgisinden daha kuvvetliydi hâlâ. Bu hayatında feda etmediği tek şeydi ve bunu asla feda edemeyeceğine inanıyordu.
2. Haziran ZamanıHaziran ayında mayıs çiçeği yoktu. Ancak Yaşlı Hanım’ın bahçesinde çeşit çeşit çiçekler vardı ve Sylvia her gün kayın ağacının dibinde bir buket bulurdu. Beyaz nergisler; pembe, dikenli, güzel kokulu gonca güller vardı. Yaşlı Hanım fark edilmekten hiç korkmadı. Çünkü bu çiçekler Stewart’ın bahçesi de dâhil Spencervale’deki bütün bahçelerde yetişirdi. Chris Stewart’a yeni müzik öğretmeni ile ilgili şakayla karışık bir şeyler söylendiğinde genç adam gülmekle yetinir ve sessizliğini korurdu. Chris bu gülleri veren kişinin kimliğini biliyordu. Mayıs çiçeği dedikodusu başladığında bunu öğrenmeyi görev saymıştı. Ama mademki Yaşlı Lloyd Hanım bunun öğrenilmesini istemiyordu o da kimseye anlatmayacaktı. Kendisini on yıl önce ayağı yaralı hâlde ağlarken ormanda bulup da eve götürdüğünden beri seviyordu Yaşlı Hanım’ı. Yarasını temizleyip sarınca şeker alması için on sent vermişti üstelik. Yaşlı Hanım bundan dolayı o akşam yemek yememişti ama Chris bunu bilmiyordu.
Yaşlı Hanım yaşadığı en güzel haziran ayının bu ay olduğunu düşündü. Artık yeni günden nefret etmiyor, tam tersine yeni günü kucaklıyordu.
“Her gün farklı bir gün artık.” diyordu kendi kendine sevinçle. Ne de olsa her gün, Sylvia’yı bir anlığına da olsa görebiliyordu. Yağmurlu günlerde dahi romatizmalarına rağmen dallarından damlalar süzülen çamların altına saklanır ve Sylvia’nın geçişini izlerdi. Onu göremediği tek gün pazar günüydü. Ona en uzun gelen pazar günleri işte o haziran ayındakiydi.
Bir gün yumurtacı ona bir haber getirdi.
“Müzik öğretmeni yarın koroda bir parçayı tek başına söyleyecek.” dedi.
Yaşlı Hanım’ın siyah gözleri ilgiyle parladı.
“Bayan Gray’in koroda olduğunu bilmiyordum.” dedi.
“İki pazar önce katıldı. Demem o ki artık müziğimiz dinlenmeye değer hâlde. Yarın kilisede olacak. Şarkı söyleyerek ün kazanacak öyle sanıyorum. Gelip dinlemelisiniz Bayan Lloyd.”
Yumurtacı bunu, haşmetli tavrına rağmen Yaşlı Hanım’dan korkmadığını göstermek için bir meydan okuma olarak söylemişti. Ancak Yaşlı Hanım cevap vermedi. Yumurtacı da onu gücendirdiğini düşündü. Bu şeyi söylememiş olmayı dileyerek oradan uzaklaştı. Keşke Yaşlı Hanım’ın o sırada yumurtacılar da dâhil olmak üzere var olan her şeyi unutmuş olduğunu bilseydi. Kendisini ve son cümlesini ayıpladı.
Bütün düşünceleri ve hisleri Sylvia’nın solo şarkı söylediğini duymak istediği bir heves girdabında iç içe geçti. Ama bunu yapamazdı, bütün gururunu yardıma çağırsa dahi yapamazdı. Gururu şöyle dedi ona:
“Onu duymak için kiliseye gitmen gerek. Kiliseye gidecek kıyafetin yok. Onların karşısında ne duruma düşeceğini düşün.”
Ancak ilk kez gururundan daha ısrarcı bir ses konuştu ruhuyla ve ilk kez bu sesi dinledi. Annesinin ipek elbiselerini giymeye başladığından beri kiliseye gitmediği doğruydu. Bunun yanlış olduğunu düşündüğünden her pazar, sabah akşam sıkı bir ayin gerçekleştirirdi tek başına. Çatlak sesiyle üç ilahi söyler, yüksek sesle dua eder ve vaaz okurdu. Ancak demode kıyafetleriyle kiliseye gitmeye razı gelmezdi. O ki bir zamanlar Spencervale’de modayı belirleyen kişiydi. Ayrıca uzun süre uzak kaldığı kiliseye yeniden gitmek ona imkânsız gibi geliyordu. Ne var ki imkânsız sadece mümkün hâle gelmemiş, ısrarcı olmaya başlamıştı artık. Kiliseye gidip Sylvia’nın şarkı söylediğini duymalıydı. Ne kadar acayip görünse de insanlar hakkında tuhaf şeyler söyleyip ona gülecek olsalar da gitmeliydi.
Spencervale cemaati ertesi gün ufak çaplı bir hareketlilik tecrübe etti. Ayinin başlamasından kısa süre önce Yaşlı Lloyd Hanım, kilise sıralarının arasından geçip uzun zamandır kimsenin oturmadığı, kürsünün karşısındaki Lloyd sırasına oturdu.
Ruhu kıvranıyordu. Evden çıkmadan önce aynaya baktığında gördüğü yansımayı hatırladı. Otuz sene öncesinin modasına ait eski siyah elbise ve satenle büzgülü tuhaf küçük bone… Dünyanın onu ne kadar tuhaf gördüğünü düşündü.
İşin aslı azıcık bile tuhaf görünmüyordu. Bazı kadınlar tuhaf görünebilirlerdi belki. Ama Yaşlı Hanım’ın azametli duruşu ve silüeti alttan alta kıyafet giyinme işini hallettiğini emir buyuruyordu.
Yaşlı Hanım bunu bilmiyordu. Bildiği şey, o sırada yan sıraya oturan mağazacının karısı Bayan Kimball’ın son moda kumaşlardan ve modelden yapılma bir kıyafet giydiğiydi. O ve Bayan Kimball aynı yaşlardaydılar. Bir zamanlar Bayan Kimball, Margaret Lloyd’un kıyafetlerini uzak bir mesafeden taklit etmekle yetinirdi sadece. Ancak mağazacı ona evlenme teklif etmişti ve her şey farklıydı artık. Yaşlı Lloyd Hanım ise orada oturmuş bu farklılığı acı bir şekilde hissediyor ve geldiğine birazcık pişman oluyordu.
Sonra sevgi meleği aniden bu aptalca düşüncelerine dokundu. Kibri ve aşırı gururu daha önce hiç kaybolmadıkları gibi kayboldu. Sylvia Gray koroya geldi. Öğlen güneşi güzelim saçlarına bir hale misali düşerken öylece oturuyordu. Yaşlı Hanım ona tatmin edilmiş bir hasretin getirdiği coşkuyla baktı. O andan itibaren ayin onun için kutsal bir hâle büründü. Kutsanmış şeyler ister ilahi ister insani olsun bencil olmayan bir sevgi aracılığı ile gelirlerdi. Tür olarak değil de derece olarak farklılık gösteren aynı şeyler değiller miydi aslında?
Yaşlı Hanım, Sylvia’ya daha önce hiç böyle uzun ve tatmin edici bir bakışla bakmamıştı. Önceki bakışları kaçamak ve gizliydi hep. Şimdi ise orada oturmuş ve aç kalbini tatmin edercesine bakıyordu ona. Büyüleyici hareketlerini ve tatlılığını memnuniyetle izliyordu. Sylvia’nın parlak saçları alnının arkasında dalgalanıyordu. Cesur ya da meraklı bir bakışa tesadüf ederse uzun kirpikli göz kapaklarını aniden kapattığı tatlı bir hareketi vardı. Leslie Gray’in ellerine benzeyen zarif güzel elleri ile ilahi kitabını tutuyordu. Siyah bir etek ve bluzdan oluşan sade bir kıyafeti vardı. Ancak korodaki diğer kızlar, bütün ince tüylü elbiselerine rağmen eline su dökemezlerdi. Yumurtacı kilise dönüşünde karısına böyle demişti.
Yaşlı Hanım açılış ilahilerini büyük bir keyifle dinledi. Sylvia’nın sesi hepsininkini bastırıyordu.
Kilise görevlileri para toplamak için ayağa kalktığında cemaat içindeki bastırılmış coşku canlandı. Sylvia ayağa kalktı ve orgun başındaki Janet Moore’un yanına geldi. Sonra güzel sesi binanın içinde melodinin ruhu gibi süzülmeye başladı. Hakiki, berrak, güçlü ve tatlıydı bu ses.
Spencervale’de Yaşlı Lloyd Hanım dışında kimse böyle bir ses duymamıştır. Sesten anlayacak kadar güzel ses duymuştu gençliğinde. O kızın büyük bir yeteneği olduğunu anladı. Ona bir gün ün ve servet getirebilecek bir yetenekti bu. Tabii eğitilip geliştirilirse.
“Ah kiliseye geldiğime çok mutlu oldum.” dedi Yaşlı Lloyd Hanım.
Solo sona erdiğinde vicdanı, gözlerini ve düşüncelerini Sylvia’dan ayırıp rahibe sabitlemeye mecbur bıraktı Yaşlı Hanım’ı. Rahip, Yaşlı Lloyd Hanım’ın kiliseye kendi hatırına gelmesiyle övünüyordu. Buralarda yeniydi ve Spencervale cemaatinden sadece son birkaç aydır sorumluydu. Kendisi akıllı ufak bir adamdı ve vaazının şöhretinin Yaşlı Lloyd Hanım’ı kiliseye getirdiğine ciddi ciddi inanıyordu.
Ayin sona erdiğinde komşular Yaşlı Hanım’la konuşmaya geldiler. Nazikçe gülümseyip ellerini uzattılar. Mademki doğru yönde bir başlangıç yapmıştı onu şevklendirmek gerekiyordu. Yaşlı Hanım komşularının samimiyetinden memnun kalmıştı. Eski günlerinde gördüğü hürmeti sezinlemişti. Kendisine yaklaşan herkesi göstermeye mecbur bırakan hürmetti işte bu. Yaşlı Hanım demode bonesi ve eski kıyafetine rağmen bu saygıya hâlâ sahip olduğunu görünce şaşırmıştı.
Janet Moore ve Sylvia Gray kiliseden beraber döndüler. “Yaşlı Lloyd Hanım’ı gördün mü?” diye sordu Janet. “İçeri girdiğinde hayretler içinde kaldım. Hatırladığım kadarıyla kiliseye hiç gelmedi. Ne de garip biri öyle. Kendisi çok zengin ama hâlâ annesinin eski kıyafetlerini giyiyor ve asla yeni bir şey satın almıyor. Bazı insanlar onun kötü olduğunu düşünüyor ama…” diyen Janet cömertçe ekledi. “Ben sadece sıra dışı olduğunu düşünüyorum.”
“Onun Bayan Lloyd olduğunu görür görmez anladım. Kendisini daha önce hiç görmediğim hâlde.” dedi Sylvia hülyalı bir şekilde. “Ben de onu bir sebepten görmek istiyordum. Çarpıcı bir yüzü var. Onunla tanışmak, onu tanımak isterim.”
“Bunu yapabileceğini zannetmem.” dedi Janet umursamazsa. “Genç insanları sevmez ve hiçbir yere gitmez. Onu tanımak isteyeceğimi düşünmüyorum. Tanısam ondan korkardım. Haşmetli tavırları ile tuhaf, delici gözleri var.”
“Ondan korkmamalıyım.” dedi Sylvia, Spencer yoluna girdiği sırada kendisine. “Ancak onunla tanışacağım beklentisine de girmemeliyim. Eğer kim olduğumu bilseydi benden rahatsız olurdu. Leslie Gray’in kızı olduğumun farkında değildir herhâlde.”
Demiri sıcakken dövmenin iyi olacağını düşünen rahip, ertesi günü Yaşlı Lloyd Hanım’ı çağırmaya gitti. Onunla ilgili duydukları korkmasına ve titremesine sebep oluyordu. Ancak kadın, soylu tavırlarıyla öylesine hoş bir insandı ki eve döndüğünde Spencervale ahalisinin Bayan Lloyd’u anlamadığını söyledi karısına. Bu kesinlikle doğruydu. Ancak rahibin de onu anlamadığına şüphe yoktu.
Bir nezaketsizlik yapsa da Yaşlı Hanım bunu yüzüne vurmadı. Rahip de ne yaptığını anlamadı zaten. Giderken, “Gelecek pazar kilisede sizi görmeyi ümit ediyorum Bayan Lloyd.” dedi.
“Kesinlikle.” dedi Yaşlı Hanım vurgulayarak.
3. Temmuz ZamanıTemmuz’un ilk günü Sylvia, huş ağacından kayık bir tabağa koyulmuş çilekler buldu kayın ağacının kovuğunda. Bunlar, Yaşlı Hanım’ın kendi gizli yerlerinden birinde bulduğu mevsimin ilk meyveleriydi. Zaten az olan yemeğine lezzetli bir katkı sağlayacak olsalar da onları yemeyi aklından geçirmedi. Sylvia’nın çayını içerken onların keyfini çıkaracağı düşüncesi onu daha çok mutlu ediyordu. O andan itibaren çilekler çiçeklerin yerini aldı. Çileklerden sonra çay üzümü ve ahududu geldi. Çay üzümleri oldukça uzakta yetiştiğinden uzunca yürümesi gerekiyordu. Bazen kemikleri bundan dolayı geceleri ağrırdı ama Yaşlı Hanım buna aldırmazdı. Kemik acısına dayanmak ruhun acısına dayanmaktan daha kolaydı. Ruhu da uzun yıllar sonra ilk kez ağrımıyordu. İlahi bir gıdayla besleniyordu ruhu.
Bir akşam Kambur Jack, Yaşlı Hanım’ın kuyusundaki bir bozukluğu düzeltmeye geldi. Yaşlı Hanım onu nezaketle karşıladı. Gün boyu Spencerlarda çalıştığını biliyordu ve Sylvia’ya dair bir miktar bilgi kırıntısına sahip olabilirdi.
“Zannedersem müzik öğretmeni bu akşam biraz keyifsiz.” dedi Kambur Jack, William Spencer’ın yeni pompası, Bayan Spencer’ın yeni çamaşır makinesi ve Amelia Spencer’ın yeni erkeği ile ilgili uzun uzun bilgi vermek suretiyle Yaşlı Hanım’ın sabrını zorladıktan sonra.
“Neden?” dedi Yaşlı Hanım rengi atarak. Sylvia’ya bir şey mi olmuştu acaba?
“Kendisini Bayan Moore’un şehirdeki abisinin evindeki partiye davet etmişler. Onun da giyebileceği bir elbisesi yok.” dedi Kambur Jack. “Çok gösterişli insanlar ve herkes gidecek. Bayan Spencer bana anlattı. Teyzesinin doktor faturasını ödediğinden Bayan Gray’in elbise almaya gücü yetmiyormuş. Belli etmese de bundan dolayı çok üzgünmüş. Bayan Spencer dün gece yatağa girdikten sonra ağladığını söyledi.”