Книга Avonlea Günlükleri - читать онлайн бесплатно, автор Люси Мод Монтгомери. Cтраница 3
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Avonlea Günlükleri
Avonlea Günlükleri
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Avonlea Günlükleri

Yaşlı Hanım aniden evine döndü. Korkunç bir şeydi bu. Sylvia o partiye gitmeliydi evet gitmeliydi! Ama nasıl olacak bu iş? Annesinin ipek elbiseleri ile ilgili vahşi düşünceler geçti aklından. Ancak hiçbiri olmazdı, elbiseleri düzeltecek zaman olsa bile olmazdı. Yaşlı Hanım yok olan zenginliğinden dolayı hiç böyle pişman olmamıştı.

“Evde sadece iki dolarım var.” dedi. “Onunla da yumurtacı bir sonraki gün gelinceye dek idare etmem lazım. Evde satabileceğim bir şey var mı? Herhangi bir şey? Evet, evet üzüm sürahisi!”

O zamana kadar Yaşlı Hanım üzüm sürahisini satmayı aklından bile geçirmemişti. Üzüm sürahisi iki yüz yıllıktı ve var olduğundan beri hep Lloyd ailesindeydi. Sürahi büyük, geniş gövdeliydi ve pembe yaldızlı üzümlerle süslenmişti. Bir tarafına da bir şiir işlenmişti. Yaşlı Hanım’ın büyük büyükannesine düğün hediyesi olarak verilmişti sürahi. Kendisini bildi bileli oturma odasındaki büfenin en üst rafında dururdu ve kullanılamayacak kadar değerliydi.

İki yıl kadar önce eski porselenleri toplayan bir kadın Spencervale’i keşfe çıkmış, üzüm sürahisinin lafını duymuştu. Sonra da cesurca Lloyd evine gelip onu almayı teklif etmişti. Bu kadın, Yaşlı Hanım tarafından asla unutamayacağı bir şekilde ağırlanmıştı. Ancak akıllı bir kadın olduğundan kartını bırakmıştı. Olur da Bayan Lloyd fikrini değiştirirse sürahiyi satın almaya hazırdı. Aile yadigârı eserlerle ilgili hobileri olan insanlar böylesi terslemelere aldırmamalılardı. Hem üzüm sürahisini gerçekten istiyordu.

Yaşlı Hanım kartı parçalara ayırmış olsa da adı ve adresi hatırlıyordu. Büfeye gitti ve kıymetli sürahiyi aldı.

“Ondan ayrılacağımı hiç düşünmezdim.” dedi efkârla. “Ama Sylvia elbisesini almalı ve başka yolu yok. Ne de olsa ben öldükten sonra sürahiye sahip olacak kimse yok. Yabancıların eline geçer o zaman. Şimdi geçse de olur. Yarın sabah gideceğim. Parti cuma gecesi olduğundan kaybedecek vakit yok. On yıldır şehre inmedim. Şehre gitmek, sürahiyi kaybedecek olmaktan daha çok korkutuyor beni. Ama Sylvia için bunu yapmalıyım.”

Spencervale’de, Yaşlı Lloyd Hanım’ın şehre inişi ve dikkatle taşıdığı kutu konuşuldu ertesi gün. Nereye gittiğini merak ettiler. Yaşlı Hanım’ın parasını yatağının altındaki siyah kutuda saklamaktan korkmaya başladığını düşündüler. Çünkü Carmody’de iki hırsızlık olayı olmuştu. Parasını bankaya götüreceğini düşündüler.

Yaşlı Hanım, porselen koleksiyoncusunun adresini aradı. Ölmüş ya da gitmiş olmasından çok korkuyordu. Ancak koleksiyoncu oradaydı ve hayattaydı. Üstelik üzüm sürahisine sahip olmak için hâlâ istekliydi. Yaşlı Hanım çiğnenmiş gururunun getirdiği acıyla solmuştu. Sürahiyi satıp oradan ayrıldı. Sürahiyi sattığı anda büyük büyükannesinin mezarında ters döndüğünü düşündü. Ailesinin geleneklerine ihanet etmiş gibi hissetti.

Ancak en ufak bir tereddüde kapılmadan büyük bir mağazaya girdi. Basit fikirli, yaşlı insanlara, dünyadaki tehlikeli gezintilerinde rehberlik eden o özel ilahi güç yanındaydı. Sevimli bir tezgâhtar ne istediğini anladı ve istediği her şeyi tedarik etti. Yaşlı Hanım ince muslinden bir elbise ile ona uygun eldivenler ve ayakkabılar seçti. Hepsinin derhâl hızlı nakliye ile Spencervale’de William Spencer’ın evinde kalan Bayan Sylvia Gray’e yollanmasını istedi.

Sonra parayı, yani sürahinin bütün ederini, tren yolculuğu için bir buçuk dolar ayırdıktan sonra, ödeyip yüce ve umursamaz bir tavırla oradan ayrıldı. Mağazanın koridorundan dimdik bir şekilde yürürken şık, iri yapılı zengin bir adamla karşılaştı. Göz göze geldiklerinde adamın yumuşak yüzü kızardı, şapkasını kaldırdı ve kafası karışmış bir hâlde baş selamı verdi. Yaşlı Hanım ise adam orada değilmiş gibi bakmaya devam etti. Onu tanımamış gibi oradan geçti. Adam kadının arkasından bir adım atıp sonra döndü. Yüzündeki nahoş gülümsemeyle omuz silkti.

Oradan dışarı çıkarken tiksinti ve nefretle dolan kalbinin nasıl kavrulduğunu kimse bilemezdi. Andrew Cameron ile karşılaşacağını bilseydi Sylvia’nın hatırı için bile şehre inmezdi. Onu sadece görmüş olmak bile mühürlediği bir acıyı yeniden depreştirdi. Ancak Sylvia’yı düşünmek acısını engelledi ve zafer kazanmış gibi gülümsedi. Bu nahoş karşılaşmadan doğru bir şekilde kurtulduğunu düşündü. Hiçbir şekilde gücünü kaybetmemiş, kızarmamış ve aklına mukayyet olmuştu.

“Yaptığı şaşılacak şey değil.” dedi Yaşlı Hanım kinle. Adamın, dünyaya gösterdiği o boyun eğmezliği, kendisinin karşısında kaybetmiş olması Yaşlı Hanım’ı mutlu etmişti. Onun kuzeniydi ve Yaşlı Lloyd Hanım’ın hayatta nefret ettiği tek insandı. Ruhundaki en derin duygularla nefret ediyor ve iğreniyordu ondan. Yaşlı Hanım onun varlığını dikkate almaktansa ölmeyi tercih edeceğini düşündü.

O sırada Andrew Cameron’ı kararlılıkla kafasından çıkardı. Onu ve Sylvia’yı aynı anda düşünmek kutsal bir şeye saygısızlık etmek gibiydi. O gece yorgun başını yastığa koyduğunda o kadar mutluydu ki üzüm sürahisinin durduğu boş rafı düşünmek sadece anlık bir acıya sebep oldu.

“Sevdiklerimiz için fedakârlık yapmamız güzel.” diye düşündü Yaşlı Hanım.

İstek beslendiği şeyle büyür. Yaşlı Hanım mutlu olduğunu düşünüyordu; ancak cuma akşamı geldiğinde Sylvia’yı parti elbisesi ile göremeyeceği kadar şiddetli bir ateşe yakalandı. Onu elbise içinde hayal etmek yeterli değildi. Hiçbir şey onu görmenin yerini tutamazdı.

Yaşlı Hanım kararlılıkla, “Onu göreceğim.” dedi Sylvia’nın odasından çıkıp köknarların arasında parlayan ışığa bakarken. Koyu renkli bir şala bürünüp sıvıştı. Dereye ve oradan da orman yoluna kadar sessizce yürüdü. Sisli bir geceydi. Ay ışığı gökyüzünü aydınlatıyordu. Yoncaların aromasını taşıyan bir rüzgâr yoldan aşağı kendisini karşılamak üzere esiyordu.

“Keşke senin kokunu, ruhunu alıp onun hayatına dökebilseydim.” dedi rüzgâra yüksek sesle.

Sylvia Gray odasında, partiye gitmek üzere hazır vaziyette bekliyordu. Karşısında Bayan Spencer, Amelia Spencer ve küçük Spencer kızları vardı. Yarım daire şeklinde etrafını çevrelemiş hayranlıkla seyrediyorlardı onu. Ancak bir izleyici daha vardı. Dışarıda, leylak çalısının yanında Yaşlı Lloyd Hanım vardı. Sylvia’yı zarif elbisesinin içinde net bir şekilde görebiliyordu. O gün kayın ağacına bıraktığı açık pembe güller saçlarındaydı. Ancak güller yanakları kadar pembe değillerdi ve gözleri yıldızlar gibi parlıyordu. Amelia Spencer, Sylvia’nın saçındaki güllerden birini düzelttiğinde Yaşlı Hanım onu deli gibi kıskandı.

“Bu elbise sana özel yapılsaydı bu kadar güzel durmazdı.” dedi Bayan Spencer hayranlıkla.

“Ne kadar da güzel değil mi Amelia? Bu elbiseyi kim göndermiş olabilir?”

“Ah, o iyilik perisinin Bayan Moore olduğuna eminim.” dedi Sylvia. “Bunu onun dışında yapacak kimse yok. Bu yaptığı çok ince bir davranış. Janet ile birlikte partiye gitmeyi çok istediğimi biliyordu. Keşke teyzeciğim beni görebilseydi.” Sylvia bütün neşesine rağmen iç çekti. “Onun dışında beni önemseyen kimse yok.”

Ama Sylvia ne kadar da yanılıyordu! Bir başka kişi vardı. Hem de ona çok değer veren biriydi bu kişi! Hevesli bakışlarla leylak çalısının yanında duran ve ay ışığının aydınlattığı meyve bahçesine doğru gizlice, âdeta bir gölge gibi ilerleyip ormandan geçerek evine giden Yaşlı Hanım vardı. Sylvia’nın güzelliğinin kendisine o yaz gecesinde eşlik ettiği Yaşlı Hanım…

4. Ağustos Zamanı

Bir gün rahibin eşi, Spencervale ahalisinin adım atmaktan korktuğu yere koşa koşa gitti. Yaşlı Lloyd Hanım’a cesurca uğrayıp iki haftada bir pazar günleri bir araya gelen Dikiş Dikme Topluluğu’na katılmak isteyip istemediğini sordu.

“Trinidad’daki misyonerliğimize yollamak üzere bir kutu hazırlıyoruz.” dedi rahibin eşi. “Sizin de aramıza katılmanızdan memnun oluruz Bayan Lloyd.”

Yaşlı Hanım mağrur bir tavırla onu reddetmek üzereydi. Misyonerliklere ya da dikiş dikme topluluklarına karşı olduğundan değil ama. O topluluktaki herkesin dikiş malzemeleri temin etmek için haftada on sent ödemesi gerektiğini biliyordu. Zavallı Yaşlı Hanım buna güç yetiremezdi. Ancak ani bir düşünce ile dudaklarının ucuna kadar gelen reddetme ifadesini dizginledi.

“Bu topluluğa bazı genç kızlar da katılıyordur zannedersem.” dedi ustalıkla.

“Ah, evet hepsi geliyor.” dedi rahibin karısı. “Janet Moore ve Bayan Gray en hevesli üyelerimizden. Bayan Gray’in cumartesi öğleden sonralarını ayırması çok hoş. Çünkü bu gün öğrencilerden boş kaldığı tek gün. Kendisi çok iyi huylu.”

“Topluluğunuza katılacağım.” dedi Yaşlı Hanım derhâl. Bunu yapmaya kararlıydı. Gerekli ödemeyi yapabilmek için günde sadece iki öğün yemek yemek zorunda kalacak olsa da.

Bir sonraki pazar günü, James Martin’in evindeki Dikiş Topluluğu’na katıldı ve onlar için çok güzel şeyler dikti. O kadar ustaydı ki düşünmesine bile gerek yoktu. Bu da olumlu bir şeydi çünkü zihni karşı köşesinde Janet Moore ile birlikte oturan Sylvia ile meşguldü. Zarif elleriyle küçük bir çocuk için kalın bir gömlek dikiyordu kızcağız. Sylvia’yı, Yaşlı Lloyd Hanım’la tanıştırmak kimsenin aklına gelmedi ve o bu durumdan memnundu. Güzelce dikmeye devam edip karşıdaki kızların sohbetini pürdikkat dinledi. Sylvia’nın doğum gününün 20 Ağustos’ta olduğunu öğrendi. O andan itibaren Sylvia’ya bir doğum günü hediyesi verebilmenin ateşiyle kavruldu. Bu düşünce gecenin büyük bir kısmında uyanık kalmasına sebep oldu. Üzücü bir şekilde ulaştığı sonuç, detaylıca düşünse de bunun söz konusu olmadığıydı. Yaşlı Lloyd Hanım bundan dolayı gülünç bir şekilde endişelendi. Bu fikir bir sonraki dikiş gününe kadar musallat oldu ona.

Bu kez Bayan Moore’un evinde buluşuldu. Bayan Moore, Yaşlı Lloyd Hanım’a karşı özellikle nazikti. Hasırdan yapılma sallanan sandalyeyi salona taşımakta ısrarcı oldu. Yaşlı Hanım genç kızlarla oturma odasında oturmayı tercih etse de bu nazik teklifi kabul etti ve ödülünü aldı. Sandalye salon kapısının hemen arkasındaydı. Janet Moore ile Sylvia Gray bir ara holdeki merdivenlere oturdu. Akçaağaçlardan esen soğuk bir rüzgâr ön kapıdan içeri giriyordu.

En sevdikleri şairlerden bahsediyorlardı. Janet, Byron ve Scott’u seviyordu. Sylvia ise Tennyson ve Browning’e meyilliydi.

“Biliyor musun?” dedi Sylvia yumuşak bir şekilde. “Benim babam bir şairdi. Bir zamanlar ufak bir şiir kitabı yayınlandı ve ben bu kitabı hiç göremedim Janet. Ne kadar da görmek isterdim hâlbuki! O üniversitedeyken basılmış. Arkadaşlarına vermek üzere az ve özel bir baskı yapılmış. Bir daha da hiç basılmadı şiirleri. Babamın şiir kitabına sahip olmayı o kadar isterdim ki… Onun yazılarından hiçbir şey yok elimde. Eğer ki olsaydı ona ait bir şeye sahip olmuş gibi olurdum. Kalbine, ruhuna, iç dünyasına sahip olmuş olurdum. Benim için bir isimden daha fazla bir şey olurdu.”

“Babanın elinde yok muymuş hiç? Annende yok muydu ya da?” diye sordu Janet.

“Annemde yoktu. O ben doğduğumda ölmüş biliyorsun. Ama teyzem, annemin kitapları arasında babamın şiirleri olmadığını söyledi. Annem şiir sevmezmiş. Teyzem de şiir sevmediğini söylüyor. Annem öldükten sonra babam Avrupa’ya gitti ve ertesi sene orada öldü. Oradaki eşyalarından hiçbirini bize yollamadılar. Gitmeden önce kitaplarının çoğunu satmış ve en sevdiği birkaç kitabı benim için saklasın diye teyzeme vermiş. Ama bunlar arasında kendi kitapları yoktu. Onun şiir kitabının bir baskısını bulabileceğimi zannetmiyorum ama bulabilsem çok mutlu olurdum.”

Yaşlı Hanım eve gittiğinde kitaplarının olduğu çekmeceyi açıp sandal ağacından yapılma bir kutu çıkardı. Pelür kâğıdına sarılı ufak, ince bir kitap vardı kutunun içinde. Yaşlı Hanım’ın sahip olduğu en değerli varlığıydı. Kitabın ön sayfasında şöyle yazıyordu: “Margaret’a, yazardan sevgilerle.”

Sarı sayfaları titreyen parmaklarıyla çevirdi. Gözleri dolmuştu. Yıllar boyunca yürekten ezberlediği o şiirleri okudu. Bu kitabı Sylvia’ya doğum günü hediyesi olarak vermek istiyordu. Eğer ki hediyelerin değeri onları vererek yapılan fedakârlıkla ölçülüyor olsaydı bu verilebilecek en değerli hediyelerden biri olurdu. Bu küçük kitabın içinde ölümsüz bir aşk vardı. Eski kahkahalar, eski gözyaşları, bir gül gibi yıllar önce açan eski güzellik vardı. Sırrını açık edecek ön sayfayı yırttı ve Sylvia’nın doğum gününden bir gece önce, karanlığın korumasında, ara yollardan ve arazilerden âdeta alçak bir iş yaparmışçasına geçip postanenin de olduğu ufak Spencervale dükkânına gitti. Kapıdaki aralıktan ufak paketi attı ve sonra evine döndü. Tuhaf bir kayıp ve yalnızlık hissi yaşıyordu. Âdeta kendisi ve gençliği arasındaki son bağı vermiş gibiydi. Ancak bundan pişmanlık duymuyordu. Sylvia mutlu olacaktı ve bu Yaşlı Hanım’ın kalbine hükmeden bir tutkuydu.

Ertesi gece Sylvia’nın odasındaki ışık geç saatlere kadar yandı ve Yaşlı Hanım bunu zafer kazanmışçasına izledi. Çünkü bunun anlamını biliyordu. Sylvia babasının şiirlerini okuyordu. O da kendi karanlığında, mısraları mırıldanarak okudu şiirleri. Kitabın ruhuna, Leslie’nin el yazısıyla kendisi için yazdığı o sayfaya hâlâ sahip olduğu için kitabı vermenin pek de anlamı yoktu ne de olsa. Artık kimsenin kendisine seslenmek için kullanmadığı o isme hitaben yazılmıştı o sayfa.

Ertesi hafta, Dikiş Topluluğu’nda, Yaşlı Hanım büyük koltukta otururken Sylvia Gray de yanına oturdu. Yaşlı Hanım’ın elleri az bir miktar titredi. Trinidad’daki yanık tenli işçiye Noel hediyesi olarak verilen o mendilin bir tarafı, diğer üç taraftaki kadar düzgün işlenmemiş oldu böylece.

Sylvia topluluktan, Bayan Marshall’ın yıldız çiçeklerinden bahsetti. Yaşlı Hanım âdeta cennette gibiydi. Yine de keyfini belli etmemeye çalıştı. Hatta her zamankinden daha ciddi ve resmîydi. Sylvia’ya Spencervale’i sevip sevmediğini sordu. Sylvia:

“Çok seviyorum. Buradaki herkes bana çok iyi davranıyor. Ayrıca…” Sylvia burada Yaşlı Hanım dışında kimsenin duymayacağı şekilde sesini alçalttı. “Benim için en güzel, en muhteşem şeyleri yapan bir iyilik perisi annem var.”

İçgüdüleri gelişmiş bir kız olan Sylvia, bunları söylerken Yaşlı Lloyd Hanım’a bakmadı. Ancak baksaydı da bir şey göremezdi. Bir Lloyd olmak kolay değildi öyle.

“Ne kadar da ilginç.” dedi umursamaz bir şekilde.

“Değil mi? Ben ona çok minnettarım ve beni ne kadar mutlu ettiğini bilsin isterdim. Bütün yaz boyu güzel çiçekler ve yemişler buldum yolumun üzerinde. Bana parti elbisemi onun yolladığından eminim. Ancak bana en güzel hediyeyi geçen hafta doğum günümde verdi. Babamın şiir kitabını yani. Kitap elime geçtiğinde nasıl mutlu olduğumu anlatamam. İyilik perisi annemle tanışıp ona teşekkür etmek isterdim.”

“Nasıl da ilginç bir gizem değil mi? Peki kim olduğunu biliyor musunuz?”

Yaşlı Hanım bu tehlikeli soruyu başarıyla sordu. Eğer ki Sylvia’nın, Leslie Gray ile aralarındaki eski aşkı bilmediğinden emin olmasaydı bu kadar başarılı olamazdı. Mevcut durumda Sylvia’nın şüpheleneceği son insan olduğundan fazlasıyla emindi.

Sylvia kısa bir an için tereddüt etti ve şöyle dedi: “Kim olduğunu öğrenmek için uğraşmadım. Çünkü bilmemi istediğini zannetmiyorum. Öncelikle çiçekler ve elbise gizemini çözmeye çalıştım. Ama kitap elime geçtiğinden beri bütün bunları yapan kişinin iyilik perisi annem olduğuna emin oldum. Onun gizli olma isteğine saygı duyuyorum. Her zaman da saygı duyacağım. Belki bir gün kendisi açıklar. En azından bunu ümit ediyorum.”

“Ben bunu ümit etmezdim.” dedi Yaşlı Hanım cesaretini kırarcasına. “İyilik perileri, en azından benim okuduğum masallardaki iyilik perileri, tuhaf ve aksi insanlar. Gizemli kaldıklarında yüz yüze görüldüklerinden daha hoş olurlar.”

“Benim perimin tam tersi olduğuna eminim ve onu ne kadar çok tanırsam kişiliği o kadar etkileyici olacaktır.” dedi Sylvia neşeyle.

Bayan Marshall tam o sırada geldi ve Bayan Gray’den şarkı söylemesini istedi. O da severek kabul etti bu ricayı. Yaşlı Hanım yalnız kaldığına memnun oldu. Sylvia ile arasındaki konuşmayı eve gittiğinde düşününce konuştuğu sırada keyiflendiğinden daha fazla keyiflendi. Yaşlı bir hanım kafasına bir şeyler taktığında gerilir ve düşünceleri o anki keyiflerden uzaklaşır. Bir miktar endişeyle Sylvia’nın kendisinden gerçekten şüphelenip şüphelenmediğini merak etti. Sonra bunun mümkün olmadığı sonucuna vardı. Kötü, içine kapanık, arkadaşsız, herkes on ya da on beş sent verirken dikiş topluluğuna sadece beş sent veren Yaşlı Hanım’ın güzel parti elbiseleri bağışlayan ve romantik, ümit vadeden genç şairlerden hediye alan iyilik perisi olduğuna kim ihtimal verebilir?

5. Eylül Zamanı

Eylül ayı geldiğinde yaza bakan Yaşlı Hanım, tuhaf bir şekilde mutlu bir yaz geçirdiğine kanaat getirdi. Pazarlar ve Dikiş Topluluğu hayat şiirinin altın anları gibiydi. Bambaşka bir kadındı âdeta. İnsanlar da onun farklı olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Dikiş Topluluğu’ndaki kadınlar, onun hoş hatta dost canlısı olduğuna hükmedip hakkında yanlış kanaat edindikleri sonucuna vardılar. Tuhaf yaşamının sebebini kötülüğüne değil de sıra dışılığına yordular. Sylvia Gray dikiş günleri yanına gelir onunla konuşurdu ve Yaşlı Hanım söylediği her bir söze fazlasıyla değer verirdi. Bu sözleri yalnız gecelerinde defalarca tekrar ederdi.

Sylvia sorulmadığı müddetçe kendinden ya da planlarından bahsetmezdi. Yaşlı Hanım’ın utangaçlığı da şahsi sorular sormasını engellerdi. Bu sebepten konuşmaları yüzeysel kaldı ve Yaşlı Hanım, çok sevdiği Sylvia’nın en büyük arzusunun ne olduğunu kendisinden değil de rahibin karısından öğrendi.

Eylülün sonlarına doğru bir akşam rahibin karısı eski Lloyd Hanesi’ne uğradı. Kuzeydoğu taraflarından soğuk bir rüzgâr evin saçaklarına doğru kükreyerek esiyordu. Âdeta, “Ekin bitti yaz sona erdi.” diyordu ve Yaşlı Hanım, Sylvia için bir sepet örerken onu dinliyordu. Bir önceki gün Avonlea’nin kumlu tepelerine kadar yürüdüğünden çok yorgundu. Kalbi de hüzünlüydü. Hayatına renk katan bu yaz neredeyse bitmek üzereydi ve Sylvia Gray ekim sonunda Spencervale’den ayrılacağını söylüyordu. Bu düşünce Yaşlı Hanım’ın kalbini kurşun gibi ağırlaştırmıştı. Bu sebepten rahibin karısının gelişini kendisini oyalayacak bir şey olarak karşıladı. Her ne kadar kadının yeni kilise halısı için bağış istemesi ihtimalinden deli gibi korksa da. Yaşlı Hanım tek bir sent veremezdi çünkü.

Ancak rahibin karısı Spencerların evine giderken öylesine uğramıştı ve utanç verici bir ricada bulunmadı. Bunun yerine Sylvia Gray’den bahsetti. Kadının sözleri Yaşlı Hanım’ın kulağına tarif edilmez güzellikte bir müziğin inciden notaları gibi döküldü. Rahibin karısı Sylvia’dan övgüyle bahsetti. Çok tatlı ve güzel olduğunu söyledi.“Böylesi bir güzel ses…” dedi rahibin karısı coşkuyla. Sonra da iç çekerek ekledi: “Bu güzel sesi hakkıyla eğitemeyecek olması ne talihsizlik. Muhteşem bir şarkıcı olabilirdi. İşinin ehli müzik eleştirmenleri böyle demiş ona. Ama o kadar fakir ki buna imkânı yok. Tabii Cameron burslarından alamazsa. Bu burslardan da pek ümidi yok. Hâlbuki ona eğitim veren profesör adını yollamış.”

“Cameron bursları nedir?” diye sordu Yaşlı Hanım.

“Sanırım milyoner Andrew Cameron’ı duymuşsunuzdur.” dedi rahibin karısı. Yaşlı Hanım’ın ailesindeki kirli çamaşırlardan bahsettiğinin fazlasıyla farkında değildi.

Yaşlı Hanım’ın beyaz suratı aniden renklendi. Âdeta sert bir el yanağına tokat atmış gibiydi.

“Evet, duydum.” dedi.

“Çok güzel taptığı bir kızı varmış ve bu kızın sesi çok güzelmiş. Eğitim alması için onu yurt dışına yollayacakmış ancak kız ölmüş. Adam üzüntüden perişan olmuş anladığım kadarıyla. O zamandan beri her sene genç bir kızı bir yıllığına en iyi hocalardan müzik eğitimi alması için Avrupa’ya yollarmış kızının hatırına. Şimdiye kadar dokuz on kızı yollamış. Ancak korkarım Sylvia Gray’in pek şansı yok. Kendisi de şansı olmadığını düşünüyor.”

“Neden?” diye sordu Yaşlı Hanım canlanarak. “Bayan Gray’in sesine denk çok az ses olduğuna eminim.”

“Doğru. Ama bu burslar şahsi işler ve Andrew Cameron’ın keyfine kalmış. Onu tanıyan arkadaşlara sahip bir kız olursa onların tavsiyesiyle o kızı yolluyor. Geçen sene sesi pek güzel olmayan ama babası Cameron’ın eski bir iş arkadaşı olan bir kızı yollamış. Ama Sylvia, kaba tabirle, kendisine torpil getirecek kimseyi tanımıyor. Andrew Cameron ile de tanışıklıkları yok. Neyse ben gideyim. Cumartesi Manselerde görüşürüz Bayan Lloyd. Bu hafta orada toplanıyoruz.”

“Evet, biliyorum.” dedi Yaşlı Hanım âdeta orada değilmişçesine. Rahibin karısı gittiğinde sepeti bırakıp uzun süre oturdu. Elleri kucağında öylece durdu ve iri siyah gözleri hiçbir şey görmeden karşısındaki duvara baktı.

Yaşlı Hanım o kadar acınası bir fakirlik çekiyordu ki Dikiş Topluluğu’na para vermek için haftada altı peksimetten az yemek zorunda kalıyordu. Ancak Leslie Gray’in kızını Avrupa’ya müzik eğitimi için yollama gücüne sahipti. Eğer ki Andrew Cameron’a torpil yaptırtmayı seçerse. Yanına gidip gelecek sene Sylvia Gray’i yurt dışına yollamasını isterse bunun gerçekleşeceğine şüphe yoktu. Her şey ona bağlıydı. Ama, ama gururunu çiğneyip kendisine büyük yanlış yapan o adamdan bir ricada bulunması gerekecekti.

Babası Abraham Lloyd, yıllar yıllar önce Andrew Cameron’ın tavsiyesi ve baskısıyla küçük servetini başarısız olmuş bir işe yatırınca bütün aile acı bir fakirliğe mahkûm olmuştu. Cameron’ın bu yanlışı affedilebilirdi belki. Ancak dayısının yatırımıyla ilgili bir hatadan daha büyük bir yanlış yaptığından kuvvetle şüpheleniliyordu; hatta bu neredeyse kesindi. Hukuki olarak hiçbir şey kanıtlanamazdı tabii. Fakat ince işleriyle tanınan Andrew Cameron, kendisinden çok daha iyi durumdaki adamları mahveden bu karışıklıktan çok daha zengin bir şekilde sıyrılmıştı ve Yaşlı Doktor Lloyd, yeğeninin kendisini kasten mahvettiğini düşünerek kalbi parçalanmış bir vaziyette vefat etti.

Andrew Cameron’ın yaptığı şey tam olarak bu değildi. Amcasına ilk başta iyi niyetle yaklaştı. Ancak sonunda “herkes kendi çıkarına bakar” düsturuyla kendisini haklı çıkardı.

Margaret Lloyd onu haklı bulmadı. Sadece servetini kaybetmiş olmaktan dolayı değil, babasının ölümünden de onu sorumlu tuttu ve asla affetmedi. Abraham Lloyd öldüğünde Andrew Cameron belki de vicdanı sızladığından gösterişli bir şekilde hiç rahatsız olmadan Bayan Lloyd’un yanına geldi ve ona maddi yardımda bulunmayı teklif etti. Hiçbir eksiklik çekmeyeceğini söyledi ona.

Margaret Lloyd bu teklifi âdeta yüzüne çarptı. Ona büyük bir tutkuyla kendisinden tek bir kuruş ya da iyilik kabul etmektense ölmeyi tercih edeceğini söyledi. Cameron ise sakinliğini muhafaza eder gibi görünerek Bayan Lloyd’un kendisiyle ilgili böylesine haksız fikirleri olmasından dolayı üzüldüğünü ifade etti. Her zaman onun arkadaşı olacağını ve ne zaman isterse elinden geldiğince ona yardım edeceğini yağcı bir tavırla söyledi.

Yaşlı Hanım yirmi yıl boyunca bu fakir evinde Andrew Cameron’dan hiçbir iyilik istemeden öleceğini düşündü. Eğer ki kendisi için iyilik isteyecek olsaydı bunu yapmazdı. Ama Sylvia için! Sylvia için gururunu ayaklar altına alabilir miydi?

Bu sorunun cevabını vermek, üzüm sürahisi ve şiir kitabında olduğu kadar kolay değildi. Tam bir hafta boyunca Yaşlı Hanım gururunu ve öfkesini düşündü. Bazen uykusuz gecelerinde saatlerce dargınlıkların ve kinin önemsiz olduğunu, bunları aştığını düşündü. Ancak gündüz vakti babasının resmi duvardan bakarken ya da Andrew Cameron’ın dolandırıcılığı yüzünden giymek zorunda olduğu demode elbisesinin hışırtısını duyarken dargınlığı ve kini onu yeniden ele geçirdi.

Ne var ki Sylvia’ya olan sevgisi öylesine güçlü, derin ve hassastı ki en nihayetinde hiçbir duygu buna karşı koyamazdı. Sevgi, mucizeler yaratıyordu ve bu gücünü soğuk, yavan bir sonbahar sabahında Yaşlı Hanım Charlottetown’a gitmek üzere Bright River tren istasyonuna yürüdüğü sırada gösterdiği gibi göstermemişti hiç. Ona biletini satan biletçi Yaşlı Lloyd Hanım’ın alışılmışın dışında solgun ve zayıf olduğunu düşünmüştü. Akşam yemeğinde karısına, “Sanki bir hafta boyunca bir damla uyku uyumamış ya da tek lokma yemek yememiş gibiydi.” dedi. “Sanırım işlerinde bir sıkıntı var. Bu yaz ikinci kez şehre iniyor.”

Yaşlı Hanım şehre ulaştığında yetersiz yemeğini yedi ve Cameron fabrikaları ile depolarının olduğu bölgeye yürüdü. Bu onun için uzun bir yolculuktu; ancak arabaya güç yetiremezdi. Andrew Cameron’ın parlak ve lüks çalışma odasına yönlendirildiğinde çok yorgun hissediyordu.

İlk baştaki şaşkın bakışlarının ardından ışıldayarak öne çıktı ve elini uzattı Cameron.

“Kuzen Margaret! Ne kadar da hoş bir sürpriz. Lütfen oturun, buyurun, bu daha rahat bir koltuktur. Bu sabah mı geldiniz? Spencer-vale ahalisi nasıl?” Yaşlı Hanım, onun ilk sözleriyle kızardı. Annesinin, babasının ve sevgilisinin onu çağırdığı ismin Andrew Cameron’ın dudaklarından döküldüğünü duymak kutsal bir şeye saygısızlık gibiydi. Eğer ki Andrew Cameron’dan iyilik istemeye dayanabiliyorsa daha az acı olan şeylere de dayanabilirdi ama. Sylvia’nın hatırına elini sıktı ve gösterdiği koltuğa oturdu. Ancak hiçbir insan evladının hatırı için tavırlarına ya da sözlerine zorlama bir samimiyet katamazdı. Lloyd sadeliğiyle derhâl konuya girdi.