banner banner banner
Billur Köşk Masalları
Billur Köşk Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Billur Köşk Masalları


“Ey benim sultanım, oğlum, gece gündüz, sabahlara kadar ağlıyor, kendisini öldürecek diye korkuyorum! Ne olursa senden olur, bir kerecik yüzünü göster, biraz gönlü rahatlasın!”

“Ey ana! Ben kendimi öyle değme şeylerle göstermem!”

Kadın, genç kızın bir maksadı olduğunu anlayarak sordu:

“Peki sultanım, ne dilersin ki biz de yapıp senin gönlünü alalım?”

Banu cevap verdi:

“Ana, sana doğrusunu söyleyeyim mi? Altından bir köprü yaptır, her tarafını has bahçenin gülleriyle süsle; hükümdarın oğlu bu köprünün bir ucuna yatağını sersin, otursun, beni beklesin ben gider onun koynuna girerim!”

Kadın kalkıp saraya geldi.

Oğlu:

“Aman anne. Ne yaptın? Ne oldu?” diye sorunca kadın anlattı:

“Evladım, o kız kesip attı: Etrafı has bahçenin gülleriyle süslü bir altın köprü istiyor. Sen bu köprünün bir ucuna yatağını sereceksin, o da gelip koynuna girecek. Artık sen çaresine bak!”

Hükümdarın oğlu, kızın istediği gibi, altından bir köprü yaptırdı, etrafını has bahçenin gülleriyle süsledi, bir ucuna yatağını serdi, oturdu, genç kızı bekledi.

Kız, haber aldı; giyindi, kuşandı, ihtişamla köprüden geçerken yüzüne güllerden birinin dikeni batmaz mı! Kız “Ay yüzüm!” diye gerisin geriye döndü, konağına geldi.

Hanın oğlu, bunu görünce annesine:

“Aman anne, kızı göremedim, elden gitti!” dedi. Annesi kızın evine koştu, genç kıza dedi ki: “Ey kızım, niçin oğlumun yanına gitmedin?”

Genç kız, şu cevabı verdi:

“Ey ana, yüzüme, gül dikeni battı, köprü de sizin olsun, oğlunuz da!”

“Kızım, ne yapalım, sen hepsine bir bahane buluyorsun.”

“Ey ana, sana doğrusunu söyleyeyim; şimdi bir altın köprü daha yaptırsın; bir tarafına altın, öteki tarafına gümüş şamdanlar koydursun. Ondan sonra, kendini öldürsün, köprünün bir ucuna mezarı kazılsın. Bu mezarda yatsın, ben gider, başucunda dururum, o da bana doya doya bakar!”

Kadın, hiddetle saraya geldi, kızın söylediklerini oğluna anlattı:

“Oğlum, kızın yüzüne diken batmış, o da dönüp konağa gelmiş, ‘Şimdi ne yapalım?’ diye sordum. ‘Evvelki gibi bir altın köprü yaptırın; bir tarafına altın, öteki tarafına da gümüş şamdanlar koydurun, ondan sonra oğlun kendini öldürsün, köprünün bir ucuna mezarı kazılsın, bu mezarda yatsın, ben gider, başucunda dururum, o da bana doya doya bakar!’ dedi.”

Hükümdarın oğlu cevap verdi:

“Anneciğim, ben yalancıktan ölür, mezara girer, onu beklerim, bakalım bu seferde ne bahane bulacak?” dedi.

Ertesi gün, altın köprünün bir tarafına altın, öteki tarafına gümüş şamdanlar kondu. Hanın oğlu mezarın içine girerek kızı bekledi.

Hâlbuki genç kız, havuzdan gemiyi çıkarttı, sabahleyin, gemi ile beraber köprüye geldi. Hükümdarın oğlunun mezarına yaklaştı. Ona dedi ki:

“İşte gemi, işte deniz! İstanbul’a pupa yelken!”

Bunu söyledikten sonra gemisine bindi, köprüden uzaklaştı, bir saniye durmadan yürüdü, yürüdü…

Hükümdarın oğlu, geminin böyle durmadan uzaklaştığını görünce büyük bir çığlık kopararak annesine koştu:

“Eyvah!.. Anne, bütün kabahatler bende!.. Ben bu genç kızı şimdi tanıdım!” dedi. Aklı başına gelerek babasına koştu:

“Babacığım! Bana izin ver, seyahat edeceğim.” dedi. Babası izin verdi. Hükümdarın oğlu, annesinin elini öperek:

“Anneciğim! Bana yol göründü, gitmek lazım!” dedi. Saraydan çıkarak bir gemiye bindi, yola düzüldü, Billur Köşk’e gitti.

Genç kız, hükümdarın oğlunun geldiğini görünce hemen cariyelerini gönderdi, onu yukarıya aldırdı.

Genç kız ile hükümdarın oğlu karşı karşıya geldiler.

Hükümdarın oğlu boynunu bükerek genç kıza:

“Sultanım, bu kadar cefalar ettin, bana yazık değil mi? Niçin beni bu derece üzdün?” diye sordu.

Genç kız da boynunu büktü, zümrüt gibi parlayan güzel mavi gözlerinin ucuyla hükümdarın oğluna bakarak dedi ki:

“Hatırlıyor musun? Bu köşkün karşısına gemiyle geldiğin zaman sen de bana böyle yapmıştın. Bana yazık değil miydi?”

Bu sözler üzerine hükümdarın oğlu, genç kızın ayaklarına kapandı, onun bahar çiçeği gibi taze ve yumuşak ayaklarını öptü, öptü, öptü…

“Sultanım, bütün kabahatler bende! Kusurlarımı affet!” dedi.

İki sevgili, kucak kucağa sarıldılar, saatlerce birbirlerinden ayrılmadılar.

Genç kız, babasına giderek olan biten şeylerin hepsini birer birer anlattı. Han bunlara sevindi, Allah’a şükretti.

Ertesi gün derhâl nikâhları kıyıldı, kırk gün, kırk gece düğün yapıldı. Bu düğünün renkleri ve ışıkları göğe çıktı, bu düğünün seslerini yıldızlar da işittiler.

Darısı bütün âşıklarla maşukların başına…

Helvacı Güzeli

Eski zamanlarda, gayet namuslu bir karı kocanın, bir oğlu, bir de kızı vardı. Bu ana baba, kızlarını hiç mi hiç sokağa çıkarmazlardı.

Bir gün, babası, oğlunu alarak hacca gitmek istedi, kendisine dedi ki:

“Hanım, bu kızı sana emanet ediyorum. Sakın bir cahillik edip de onu sokağa çıkarma, erzakınızı müezzin alsın, ufak tefek işlerinizi müezzin görsün. Ben kendisine tembih ederim!”

Baba ile oğul, helalleştikten sonra evden ayrıldılar. Hac yolunu tuttular.

Artık, bu ana kızın bütün işlerini müezzin görüyordu.

Bir gün, bu müezzin, ezan okumak için minareye çıkmıştı; kendisine emanet edilen kızı bahçede su çekerken gördü. Gözleri kamaştı: Ne güzel kız! diye düşündü ve hemen kıza âşık oldu.

Evine geldiği zaman, komşularından ihtiyar, ahlaksız bir kadını çağırttı. Ona on lira vererek dedi ki: