Книга Kara Melekler - читать онлайн бесплатно, автор Francois Mauriac. Cтраница 3
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Kara Melekler
Kara Melekler
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Kara Melekler

Mathilde gülerek: “Her birimiz bir taraftan saadete nail olduk. Fakat Adila çabuk nişanlının ismini söyle… Ben tanıyor muyum?”

“Güzelim anlamıyor musun? Burada odanın içinde duruyor…”

İhtiyatlı konuşuyordu. Mathilde tekrar tekrar:

“Ne? Bu bir latife mi?” dediğini rüyada gibi işitiyordum.

Bunun bitmesini bekliyordum. Ne zaman ki genç kız bana hitap etti:

“Bu doğru değil, değil mi Gabriel?”

Kekeledim:

“Ümit ederim ki doğru değildir…”

O vakit Adila bir ders okur gibi mutedil bir sesle benim inkâr edemeyeceğimi, ikimizin de birbirimize söz vermiş olduğumuzu temin etti.

Mathilde bana yavaşça soruyordu:

“Seninle eğleniyor mu? Cevap ver! Cevap versene!”

Ben belirsiz bir ret hareketi yaptım. Mathilde’in kesik kesik sözlerini onların manasını anlamaksızın işitiyordum.

Şuursuz uzun bir zamandan sonra kesik bir sesle onun ne demek istediğini anladım:

“Her şey anlaşıldı: Sen benim bu kadar budala olacağımı zannetmiyordun. Hâlbuki onun başarısından emindin… Mühim olan senin aileye kabulündü. Sen bu hesabı yaptın ha Gabriel? Sen bu hesabı yapabildin!”

Mathilde’in “Kim seni buna muktedir zannederdi…” dediği vakit Adila’nın bakışını asla unutamayacağım.

Gerçi benim hayatımı tanıyan herkes için Mathilde’in hiddet ve alınganlığına gülmeden katılmamak mümkün değildi.

“Korkma, onu elinden almaya kalkmayacağım!” diye haykırıyordu. “Sen de bilirsin ki bu kolay bir şeydir! Lakin onu iyi sakla ihtiyar kadınım.”

Adila bu sırada duvardan ayrıldı ve gözleri yarı kapalı çabucak dedi:

“Maksat ben değilim… Fakat bizim bir ufak oğlumuz var. Adı Andrés’tir. Beş yaşındadır.”

Mathilde şaşkın bir tavırla mırıldanıyordu: “Sen… Bir çocuk?” ve gülüyordu.

Nihayet sallana sallana odadan çıktı ve koridorda düştüğünü işittik. Ben atıldım. Ancak Adila beni sertçe itti. Bu dakikada ona meydan okumak tehlikeli olurdu. Teyzesinin kızının yanında diz çökmüş, onun başını tutuyordu. Ben onu o hâlde bıraktım ve arkama dönmeksizin merdiveni indim. Ayaklarımın altında su birikintilerinin soğuğunu hissediyordum. Yolun beyazlığı önümü aydınlatıyordu. Fakat bazen onu kaybediyor ve çamlara çarpıyordum. Şüphesiz bu an, hayatımın kendimi öldürmeye en müsait anlarından biri oldu. Fakat içimden sabırsız bir ses, sanki beni orada görmeyi ümit etmeyen birinin sesi “Hayır, sen çok korkaksın!” diye tekrarlıyordu. Çünkü benim alçak ve yüreksiz olduğum doğrudur ve bizim bütün kötülüklerimiz arasında özellikle bunun bizi kurtardığı vakidir. Gece ıslanmış, karnım aç, ellerim kanlı. Fakat kendim heyhat! Canlı… Pek canlı olarak döndüm.

Rahip Efendi acele etmeliyim, yoksa sonuna kadar beni takip edecek kuvvetiniz olmayacaktır. Ertesi gün Mathilde tekrar gitti. Adila yine Liogeats’te bulduğum kayıtsız, muti, mütevekkil kız olmuştu. Lakin evlenme merasimimiz köyde icra olunamadı: Dul kadınlar ve harp malulleri tarafından dehşetli mektuplar aldım. Şatonun penceresi altında gürültü patırtı yaptılar. Geceleyin otomobille kaçmaya ve bir uzak istasyondan şimendifere binmeye mecbur oldum. Adila Paris’te beni buldu; orada yalnız şahitlerimizin huzurunda evlendik. Birkaç hafta sonra Mathilde de Symphorien Desbats ile evleniyordu.

Evlenmede mallara iştirak usulünü istemiştim. Adila her istediğimi körü körüne kabul ediyordu. Andrés’in menfaatlerini düşünmeksizin ormanlarından bir kısmını kestirip paraya çevirmeye ve parayı benim adıma yatırmaya razı oldu. Örneğini verdiğim bir vasiyetnameyi imzaladı. Bununla beraber onun öleceğini hiçbir şey ihsas etmiyordu. Bahusus zannetmeyiniz… Benden şüphe etmeyiniz… Mütarekeden bir sene sonra gribe yakalandı ve hastalığın geçtiği gibi göründüğü bir zamanda telef oldu. O sizin tabiriniz veçhile iyi bir ölümle öldü. Fakat büyük fikirler ve hisler açığa çıkmadı. Bununla beraber kapıdan bir iki söz işittim: Yalnız beni düşünüyordu, çocuğunun ismini bile telaffuz etmiyordu… İtiraf ediniz ki nefsini azaba sokarak, mağfirete nail olmak fikri ve zaten bize tabi olmayan bir hayatın bu suretle feda edilişi tuhaf bir itikattır… Lakin ihtimal ki hakikat gariptir… Onun ölümüne ağladığımı ve hâlâ onu hayatımdan çıkmamış canlı bir mahluk gibi düşündüğümü söylersem bana inanır mısınız?

Tabii, ben serbest kalınca Aline benimle evlenmek istedi. Küreğe gitmeyi buna tercih ederdim. O da bunu çabucak anladı. O vakit tehditleri amansız bir şekil aldı. Symphorien Desbats’a müracaata mecbur oldum.

Siz onu tanırsınız. O zaman da zaten hasta idi. O, amiyane tabirle, hayat içinde boğulmuyordu. Eğer Mathilde benimle evlenmiş olsaydı herhâlde aşkı tanırdı… Şüphesiz uyanış dehşetli olurdu. Lakin birkaç hafta, belki birkaç ay zarfında o, aşkın ne olduğunu öğrenirdi. Onun izdivaç hayatının nasıl olabildiğini anlarsınız. Bununla beraber bir kızı dünyaya geldi. Catherine ismindeki bu çocuk doğduğu vakit kendi yerinde başkasını buldu; gerçi Adila öldükten sonra Mathilde bana bir mektup yazarak küçük Andrés ile kendisinin seve seve meşgul olacağını bildirmişti. Ondan beri daima onun eteği altında yaşadı.

Symphorien Debats beni ilk görüşte anladı. Gerçi hile ve dolaplarıma vâkıf olacak derecede muktedir değildi. O hakikaten benim gibi bir adam tasavvur edemez. Beni sadece alçak takımı gördü. Fakat onu alakadar eden kısımda beni böyle hükmetmesi lazımdı. Kanun, bir koca lehinde bir oğulu mirastan ne kadar mahrum etmeye müsait ise ben Adda’dan o kadar miras yemiştim. Aline’in ısrarları ve itiraf etmeliyim ki sürdüğüm hayat – amma ne hayat – çamlarımdan ne kalmışsa başta en ihtiyarlarını ve sonra en verimli olanlarını kesmeye beni mecbur ettiler. Bir gün Symphorien Debats beni Paris’te ziyarete geldi. Bana arazimi harap ettiğimi ve idare şeklini değiştirirsem bana yeterli bir gelir temin edeceğini söyledi. Öncelikle istediğim bütün parayı bana peşin verdi. Kendi ormanına bitişik olan benim ormanımı satın almak için çevirdiği dolaplardan size bahsetmeyeceğim. Andrés büyüdükçe o bir vasıta kullandı ki şüphesiz beni kendi nazarımda haklı gösteriyordu… (Sanki benim huyumda bir mahlukun böyle bir tecrübeye ihtiyacı vardı! Evet, oğlumdan bahsolunduğu vakit benim buna ihtiyacım vardır…) Özellikle karısı Mathilde’i teskin ediyordu. Çünkü Mathilde bana karşı Andrés’in hukukunu sanki kendi çocuğu imiş gibi koruyordu. Bugün Andrés’i öz kızı Catherine’e tercih ettiğini siz de iyi bilirsiniz. Kocasının benim daima paraya olan ihtiyacımı vesile ederek beni soyduğunu gördükçe ona karşı ne kadar kızdığını hatırlarım.

Fakat Debats arazimi ilk zuhur edecek talibe satmaktan kimsenin beni menedemeyeceğini söyleyerek onu susturdu. Ailenin elinden çıkarmaması daha hayırlı olurdu. Andrés’in zarar görmemesi için onu Catherine’e nişanlamaktan başka yapılacak bir şey yoktu. Bu suretle babası tarafından para karşılığında elden çıkarılmış olan mallarını izdivaç sebebiyle tekrar ele geçirecekti. Bu hesap anlamsız görünmüyordu. Çünkü Andrés ile Catherine, çocukluklarında birbirinden ayrılmazdılar. O hâlde Symphorien Desbats’ın hüsnüniyeti şüphe götürmezdi: Onun araziye muhabbeti ifraz ve taksimlerden dehşetine mucip oluyordu. Bizde de önceleri bu his, akraba arasında birçok izdivaca sebep olmuştu. Kısaca arazinin aile elinden çıkmaması için o bana bedellerini ödüyordu. Andrés de daha sonra bu araziye mutasarrıf olabilecekti.

Bu suretle Debats yavaş yavaş elimdekilerin hepsini almak için karısının ses çıkarmamasını emniyet altına almıştı. Andrés henüz Cernes ve Balizau çiftliklerine mutasarrıftı. Bunları annesinden miras almıştı ve onlarda benim hiç hakkım yoktu. Debats hakikaten çocuklarımızın evlenmelerine karar vermişse niçin Andrés’in elinde kalan bu son parçaya da göz dikmişti? Esasen evlendiği vakit oğlumun getireceği malı teşkil edecek olan bu arazinin mal etmesini temin için niye birçok vergi vermeliydi? İşte itiraf ediyorum ki benim zihnimi karıştıran bu idi. Yarı kötürüm olduğundan beri onun arazi muhabbeti merak derecesine vardığını ve bu hususta hiçbir söz dinlemediğini biliyordum. O hatta çocuklarımızın evlenmelerinin ancak bu iş bittikten sonra yapılabileceğini söylüyor. Velhasıl Andrés’i bunları satmaya ikna etmem için üzerime düşüyordu. Hâlbuki Rahip Efendi, biliyor musunuz, ben ki şimdi tanıdığınız babayım, doğumundan beri ilgi göstermediğim bu çocuk üzerinde çok nüfuzum vardır. O beni hakikatte ondan çaldığım parayı almak için Liogeats’e geldiğim vakit ancak görmüştü. Oğluma da kendimi beğendirdim. O benim son zaferimdir ve diğerleri gibi ondan istifade ediyorum, yalnız onu seviyorum.

Ben ne istersem o yapar, gerçi toprağa o da bağlıdır, fakat alçakça değil. Onda mülkiyet istidadı yoktur ve validesi ona çiftliklere alakadar olma ihsanını vermiştir. Onlarla meşgul oluyor ve Debats’ın garezkârane bir tavırla söylediği gibi onların tarafında bulunuyor… Çünkü kendi isteğiyle Symphorien Debats’ın çiftlik kâhyası olmuştur. Du Buch arazisinin büyük kısmına tasarruf ettiğine kanaat etmeyen bu tilki, bu ailenin son erkek neslini bir hizmetkâr gibi kullanıyor. Andrés buna tahammül ediyor, çünkü kendini şimdiden Catherine’in kocası sanıyor. Bunu kolaylıkla bir hasta merakı diye hayal ettiği cihetle Balizau ile Cernes’in vergilerini arttırmamak için onları müstakbeldeki kayınpederine mümkün olduğu kadar ucuz satmayı kabul edecekti. Desbats bu iş bittikten sonra hemen düğün gününü tayin edeceğine yemin ediyor, fakat ben onları muhafaza etmesini istiyorum Rahip Efendi. Biliyorum ki eğer iş olursa ben bir komisyon alacağım; Debats bana bir kıymet söyledi. Küçük de benim büyük müşkülat içinde olduğumu bildiğinden satış parasını bana avans vermeyi vadetti. Ona yüzde beş vereceğim. Ancak bunun bir tuzak olmadığını ve Andrés’i soyup soğana çevirdikten sonra ihtiyarın onu damat yapacağını kim bana temin eder? Bu adamın vaatleri noterde imza edilmiş olmadıkça ne kıymete haizdir? Yalnız ben her zamankinden ziyade Aline tarafından rahatsız ediliyorum. Senelerce çok emeğim bulundu, fakat ihtiyarlıyorum, aydan aya, haftadan haftaya ihtiyarlıyorum. Ne olursa olsun küçüğü soymayacağım… Balizaou ile Cernes’i elden çıkarmasın. Hiç olmazsa düğününün ertesi gününe kadar saklasın. Bu iyi sıçramak için geri geri gitmeye benzer: Ben komisyonumu ve Andrés’in ikraz edeceği parayı aldıktan sonra artık bekleyeceğim bir şey kalmaz… Debats’a kendimi teslim etmekten başka bir şey kalmaz. O belki Aline’den daha kuvvetli çıkar. Tevdi ettiğim esrarı beni mahvetmek için kullanmasa bile izdivacı yapmamaya bunda bir vesile bulur… Rahip Efendi siz yalnız, siz yalnız…

Bu şeyleri size yazmak ne cesaret! Bu vahşete sonuna kadar tahammül edebileceğinizi zannetmek ne hodbinlik! Mamafih beni okuyacağınızdan, şiddetle ileri gitmekte devam edeceğinizden asla şüphe etmem. Siz ki herkes gibi hükmetmezsiniz. Çünkü dünya adamı değilsiniz, siz ki temeli ve sebebi bilirsiniz, daha doğrusu hakiki illetleri ve derin sebepleri bizim anlamadığımızı bilirsiniz. Bu alçaklığın benim kuvvetimin fevkinde olduğunu, küçük Gabriel Gradére ile onun hayatının başlangıcında ona tayin ve tahsis edilen rol arasında fevkalade nispetsizlik olduğunu anlamışsınızdır. Evet, ben bir rol oynuyorum ki bunun için yaratılmışımdır: İnsani olmayan bu yükün altında eziliyorum. Birinin yardımına muhtacım ve yalnız siz…

I

Kalemini bıraktı, yazdığını tekrar okudu, kalktı. Mavi ipekten parça parça ve lekeli bir gecelik giymişti. Güneş yanığı altında çehresi, beyaz saçlarına rağmen genç görünüyordu. Açık renk gözleri çocukluktan beri değişmemişti. Kirli camlardan mağmum bir ışık giriyordu: Parmakları sıkıştıran ince demir panjurları büsbütün kapamak için tamamen kaybolması sabırsızlıkla beklenen Paris’in bu ışığı… Eşya 1925 senesindendi. Nikelli ve billurlu bu eşyaya, resimli duvarlara hayat bir şey ilave edememişti. Bunların hepsi son parçalarına kadar yeni kalacaklardı. Bununla birlikte bir karışıklık vardı. Hayattan değil, haraplıktan mütevellit bir karışıklık. Soğuk bir yemeğin kalıntısıyla bir tepsi halının üzerinde duruyordu. Her yerde sigara uçları… Birçok günden beri temizlik yapılmamıştı.

Gabriel Gradére kendine yatak hizmetini de gören sedir üzerine uzandı, kendi kendine söyleniyordu: “Niçin yazıyorsun? Bu ufak papaz sana ne yapabilir? Hem onu görmekten seni menederim. Onu tanımaktan seni menederim, onu bizim esrarımıza karıştırmaktan seni menederim!”

Üst katta bir çocuk bir gam çalmaya başladı. Gradére bundan hoşlandı. Çünkü sessizlikten nefret ederdi. Sükûnet nefes alıyordu. Hava ağırdı. Sıkıntılı ve durgundu. Hayır, fazla bir çeyrek saat daha kalamazdı. Acele ile geceliğini çıkardı, giyindi. Kendi arkasından kapıyı kapamak, anahtarı kilidin içinde çevirmek ne mutlu idi. Sanki Emile Zola sokağındaki bu evin duvarları arasına hayatının ve bütün hayatın düşmanını kapıyordu!

Bu saatte sokakta fenerlerin hepsi birden yanar. Süratli adımlarla genç gibi, uçarcasına, kendine mahsus yürüyüşle gidiyordu. Bir gazete satın aldı. Biri kendi izini kaybediyormuş gibi bir his duyuyordu. Onun çehresine kim bir isim takabilirdi? Sen Nehri’ni geçti, Auteuil kapısına kadar tramvay raylarını takip etti. Yazın dopdolu olan bu kahvenin taraçasında kimse yoktu. Fakat o üşümüyordu. Bir ispirto… Beklenen saadetin bu içkiden çıkarılabileceği önceden asla bilinmez. Bazen ispirto sizi kurtarır, fakat başka defalar hüznü arttırır, yeisi şiddetlendirir. Bu ispirto merhamet dolu olacaktı. Gradére korkmadan girmeye, uzanmaya, gözlerini kapamayabilirdi. Akşam yemeğini yiyemeyip tasarruf edecek, oradan geç çıkacak, her akşam Florence’teki kadının masasına oturacak, bir sandviç yiyecek ve parasını şampanya ile beraber kadın verecekti. Toprak ve yaprak kokulu bir orman havası mahallenin üstünden geçti. Acele ile döndü.

Kendi kendine: “Bak elektriği söndürmeyi unutmuşum.” dedi. “Aline! Orada ne yapıyorsun? Seni buraya gelmekten menetmiştim.”

Sedirin üzerine uzanan kadın kımıldanmadı. Boş bir Porto şarap şişesi yanında sigara içiyordu. Şapkasını ocağın üstündeki Buda heykelinin başına geçirmişti. Pudralı ablak çehresi yıkanmadan boyanmıştı. Kat kat boya içinde bulanık ve sulu gözleri parlıyordu. Ağzının yarığını kırmızı bir hat işaret ediyordu. Kalçalarına kadar kalkmş esvabı, suni ipek altında hâlâ ince bacaklarını meydana çıkarıyordu.

“Senin bana menedecek bir şeyin yok… Anahtar bende değil mi? İşte iki aydır bekliyorum.”

Bordeaux şivesini korumuştu. Gabriel onun yanına oturdu, bir sigara yaktı; usul usul ve güçlükle:

“Benim de Aline… Benim de artık bir şeyim yok… Günde yalnız bir defa yemek yiyorum.”

“Sen küçükten alabilirsin…”

Gabriel sertçe sözünü kesti.

“Hayır, küçükten bahsetme. Ben Andrés’i soymayacağım. Hayır, hiç olmazsa bunu yapmayacağım… Hayır! Hayır!”

“Fakat mademki o kendi razı…”

“Ondan istifade etmemeye bu da bir sebep değil mi?”

“Fakat mademki evlenmesi bu pazarlığa bağlı bulunuyor! Desbats sana bunu vadetti. Sana karşı hiçbir zaman sözünü tutmamazlık etmedi…”

Gabriel cevap vermeksizin basını sallıyordu.

“Öyle ise başka şey bul. Ben mutlaka senin çocuğunu soymanı istemem… Zaten bugün olmazsa yarın onu soyacaksın. İhtiyar kurt! Nihayet bunu yapacağını sen de biliyorsun. Fakat o vakte kadar…”

Kelimelerin sonunu telaffuz ederken mahsus sesini daha kuvvetleştiriyordu. Gabriel ayakta idi. Radyatöre dayanıyordu ve kadına bakıyordu, ona bakmaya kendini zorluyordu. Son bir defa bu kadınla münasebeti kesmek, onu dışarıya atmak… Niçin bunu bu akşam yapmayacaktı? Tehditlerini yapmaya kalkışması kadın için çok tehlikeli olacaktı. Polisin dikkatini celbetmek hiç işine gelmezdi.

Aline birdenbire: “Ne düşündüğünü biliyorum.” dedi.

Gabriel titredi. Kadın ondan bir sigara istedi ve kırmızı tırnakların daha kirli gösterdiği kısa elini uzattı:

“Beni bir şey yapmayacak mı sanıyorsun? Aldanıyorsun, yavrum, sen hepsini bilmiyorsun.”

Aline onu yanına oturmaya mecbur etmişti ve ona çok yakından söylüyordu:

“Tasavvur et ki biri, senin çok fenalık yapmış, hayatını kırmış, namusunu berbat etmiş olduğun yüksek tabakadan ve parayı esirgemeyen biri senden intikam almak için her şeyi yapmaya karar vermiş…”

O, kekeledi:

“Kimden bahsetmek istediğini bilmiyorum…”

Fakat derhâl aklına birçok isim geldi.

Kuvvetli bir sesle, “Herhâlde…” dedi. “Eğer bu mösyö benden intikam almak istiyorsa karşısında yalnız beni bulmayacaktır. Sen bununla övünebilirsin.”

“Çocuk! Hayır, fakat sen beni kim sanıyorsun?”

Dişlerini göstermemek için ağzını kapamış, boğazından gülüyordu:

“O defterlerini açtığı gün ben çoktan son günleri geçirmek için tedariki görmüş olacağım. Senin dediğin gibi bu mösyö evvelden benim bütün şartlarımı kabul ediyor, beni ecnebi bir memlekette ufak ve sakin bir yerde yaşatmayı üzerine alıyor… İnanmıyor musun?”

“Hayır, çünkü doğru olsaydı sen çoktan beri bunu kabul etmiş olurdun… Şüphesiz benim güzel gözlerim için reddetmemişindir.”

“Hayır, yavrum. Bu şüphesiz! Fakat ben buraya alışmışım… Seyahat beni açmaz… Yalnız Paris’te iyi yaşanılır. Görüyorsun ki ben övünmüyorum! İkimizin anlaşmamızda benim menfaatim var! Fakat bunu sen de istemelisin… Zarif ve nazik olmalı.”

Hiddetlenmeden rahatça konuşuyordu. Bu kabil pazarlıklara çok alışmıştı. Gabriel mütereddit bir sesle sordu:

“Söylediğin adam Marki midir?”

“Senden bir şey saklamak mümkün değil… Düşün biraz: Karısının mektupları, senin ona ödettiklerin ve bir de yalnız para olsa… Hem bu kadının, onun elinden aldığın ve bu suretle mahvettiğin bu kadının onun için ne olduğunu da biliyorsun. Bu yüzden kızının izdivacı bozuldu… Küçük kız asabından rahatsız oldu, deli gibi bir şey. Onu bir tedavi evine kapadılar…”

“Bu işe beni sevk eden sensin…”

Ve birdenbire ilave etti:

“Bir başkası onu mahvederdi… Bundan bahsetmeyelim.”

“Sen bahsediyorsun… Öyle ise?”

Değişik bir sesle cevap verdi:

“Ben yarın Liogeats’e gireceğim… Haydi, şimdi çekil buradan. Fakat biliyor musun, ben sana inanmam… Marki de Dorth bir rezalet çıkmasından çok korkar. O payını aldı, senin gibi bir kadınla münasebete girişmemek için üstüne para verir.”

Buna kızmadı:

“Beni kabul ettiğini mi zannediyorsun? Hayır, her şey vasıta ile görülüyor, o seni ele geçirmek istiyor, Fakat sessizce ve gürültüsüzce…”

Kadını kapıya doğru itiyor, o, dayanıyordu:

“Niçin bir telgraf göndermiyorsun? Benim şimdi paraya ihtiyacım var.”

“Hayır, ben komisyon parasını konuşmalıyım. Özellikle Andrés’in izdivacından emin olmam lazımdır.”

Güve yemiş eski bir kürke sarıldı:

“Sana bir hafta mühlet veriyorum. Eğer pazartesi günü bu saatte… İtiraf et ki ben iyi bir kızım!”

Gabriel yalnız kaldığı vakit pencereyi açtı ve rutubetli havayı teneffüs etti. Sanki odanın bir köşesinden biri kendini çağırmış gibi hızla döndü. Oda boştu, Fakat Aline’in kokusuyla ve o şişman vücudun buharlaşmasıyla doluydu. Pencereyi kapadı ve yüksek sesle:

“Kimse yok.” dedi.

Avare gözleri duvarlarda, tavanda, halıda dolaşıyordu; ta ki birdenbire hummalı bir acele ile şapkasını ve pardösüsünü aldı. Ve tekrar rastgele yürüdü. Bu saatte tenha rıhtımları geçti ve çok yorgun olmakla beraber yine çabuk adımlarla, genç gibi ve hemen kanatlanmış gibi yürüdü.

II

Uzun bir düdükten sonra ufak tren hareket etti ve Liogeats garı önünde durdu. Beş veya altı yolcu indi. Saat akşamın onu idi. Gabriel şapkasını gözlerine indirerek biletini memura verdi ve gazeteleri satın almak için gelmiş birçok halk ile dolu bekleme salonundan geçeceği yerde garın etrafını dolaştı. Bir bıçkı evinin kereste yığını arasından mehtapla aydınlanan yola çıktı.

Sağ elinde tuttuğu çanta hiç ağır değildi. Bu yola Büyük Cadde deniyordu; çünkü şimdiden uykuya dalmış olan köyü çepeçevre kuşatıyordu. Solda çamlık başlıyordu; süt gibi beyaz gece, onların tepesinden dere gibi dökülüyor, kabuklu kütükleri boyunca akıyor ve yerde karmakarışık çalılıklar arasına serpiliyordu. Sağ tarafta, köy dereden ve çayırlardan yükselen sis içinde saklı idi ve ormandan daha sessiz görünüyordu, çünkü ormanda bazen kısa bir hıçkırık gibi bir ses işitilir veya dalından kopan bir kozalak düşerek yere çarpardı. Fakat pek yorulmuş insanlar inlerinde uyuyorlardı ve bu ağır sürünün karışık nefesleri hissedilmiyorlardı.

Yol Balion deresinden geçer. Gabriel suyun çakıllar üzerinden aktığını, ilk çocukluğunda işittiğinden beri kesilmemiş olan bu gürültüyü dinliyordu… Bu cihan, bizim hakkımızda hüküm vermeyen, bununla beraber bize tesir yapmaktan geri durmayan ve bizde teessüfler, teessürler uyandıran bu madde… Bu gecenin derin ve tatlı şuursuzluğu!

Gabriel adımını yavaşlatıyordu. Bu ayın beyaz yolu üzerinde bulundukça çakıl yığınlarıyla kırılan gölgesi toprak için itiraf çılgınlığında bulunduğu genç rahibin gölgesinden daha çirkin gelmeyecekti. Yolun dönemecinde onun çirkin ve miskin evi görünüyordu.

Çocukken bir deli gibi koşmuş olduğu Liogeats’in bu yolu, onun memlekete ne yapmaya geldiğini bilmiyordu. Bakalım kendi de bunu biliyor muydu? Bütün teşebbüslerinin gayesi karışık ve karanlık değil miydi? Balizaou ile Cernes’i satmak için gelmişti. Fakat istemeye istemeye birkaç an içinde kararlaştırılmış olan bu seyahat başka zaruretlere tekabül edecekti. Dünyanın bu köşesinde gizli ve yerine getirilmesi mümkün olmayan bir şey için gelmişti. Bu köşedeki elli sene evvel o fakir yatak odalarının birinde böyle bir gecede dünyaya gelmişti. Tecrübesi onu aldatmıyordu: Hayatında bu ani ve evvelce tasarlanmamış seyahatler, daima bir tasavvurun icrasına delalet ediyordu. Kendini yumulmuş bir el içinde tutulan bir taş gibi hissedilmeyecek kadar sallanıyor gibi hissediyordu. Evet, bir çocuk elinin masum bir hayvana atacağı o çakıl taşı gibi hareketsiz, hiçbir vakit bu akşamki kadar bu müthiş uysallığı duymamıştı.

Balion’dan yükselen sise rağmen parmaklığa dayanarak bu şeffaf dumanın üzerine eğildi. Suyun akışına dikkat etti. Suda bir koku vardı: Bu çamur veya ıslak yosun kokusu değildi. Bu öyle anlaşılamaz bir koku idi ki, çocukluğundan beri bunu tanırdı. Kirli çocukluğu! Bununla beraber bu gece, onda iyilik ve sevgi kuvvetlerini harekete getiriyordu. Birdenbire talihinde yazılı olmayan bir harekette bulunmak, bir iş yapmak istemişti. Fakat bu ıssız yol üzerinde bu uykuya dalmış âlemde yapmaya heves edilecek tek bir fiil yoktu. Çukur kenarında hiçbir yolcu yatmıyordu ki onu kaldırıp yaralarını tedavi etsin. Hatta uyuşmuş bir kuş bile yoktu ki göğsünde ısıtsın…

Bununla birlikte şu vardı: İçinde duyduğu bu arzu… Bu faydasız arzu… Cehennemin kaldırımlarını döşediği söylenen bu niyetlerden biri vardı. Kâinat kendinde geriye dönüyordu: temiz ve rutubetli süt renginde bu gölge, geçmiş zamanda Du Buch’un küçük kızlarıyla beraber ıstakoz avlarken çıplak ayaklarının çiğnemiş olduğu bu hafızasız kıyılar arasında körü körüne akan bu su… Bereket versin ki bir bulutun örttüğü bu çayırların hafızası yoktu.

Üşümeye başladığından yürümeye koyuldu. Yolun bir dönemecinde caddenin şatoya giden yola geldiği mahalde papazın evinin miskin duvarlarını gördü. Genç bir adam orada uyuyordu. Hayatını nakletmek istediği bir adam. Ne delilik! O da şimdi siyah elbisesini atmış, kendine eziyet veren bütün ruhani idaresi altındaki adamlar gibi yorgun, mahzun ve onlarla aynı aciz ve fütur içinde, aynı karanlık içinde birleşerek uzanmıştır. Hayattakilerin bu mezarlığı herkesin, cellatların ve kurbanlarının nihayet gidecekleri köyün girişindeki mezarlığı hatırlıyordu. Acaba papazın kız kardeşi de iftiralara ve iğnemelere rağmen orada mıydı? Gabriel gözlerini kaldırdı: Mehtap kapalı panjurlara vuruyor, çatlamış duvarların üzerine yeşilimsi büyük safhalar koyuyordu. Fakat kapının önünde merdiven basamaklarına kadar doldurulmuş o yapraklar ve dallar ne idi? Henüz kesilmiş ve parlak defneyapraklarıyla karıştırılmış bu şimşir halısını merakla inceledi. Evlenenlerin kapısını düğün günü böyle donatmak köyün âdeti idi. Birdenbire Gabriel çirkin latifeyi anladı. Köylüler papazlarına fena bir oyun oynuyorlardı. Genç papaz sabahleyin dua vakti evinden çıktığı vakit bu çiçekler Liogeatslilerin kendi ile kız kardeşi olduğunu iddia ettiği kadın hakkında ne düşündüklerini ona hatırlatacaktı! Liogeats’te erken kalkarlar: Her ne kadar papaz altı buçukta dua okursa da onu gözetlemek için her pencere kepenginden gizlice bakanlar ve yolun kavak ağaçları arkasında zalim çocuklar bulunurdu. Şimdiki hâlde hainler uyuyordu. Yalnız tepede ay bu saatte yer üzerinde ne kadar hazin şey varsa onların bir köy papazının kapısındaki bu defneyapraklarını ve şimşir dallarını seyrediyordu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.