banner banner banner
Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4
Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4


3. Lord Backwater’ın Desborough’su (sarı kep ve ceket)

4. Albay Ross’ın Gümüş Şimşek’i (siyah kep ve kırmızı ceket)

5. Balmoral dükünün Iris’i (sarı kep ve siyah ceket)

6. Lord Singleford’ın Rasper’ı (mor kep ve siyah ceket)

“Tüm ümitlerimizi sizin sözünüze bağlamıştık.” dedi Albay Ross. “Ah, o da ne? Gümüş Şimşek mi?”

“Gümüş Şimşek beşe dört!” diye bir ses geldi. “Gümüş Şimşek beşe karşı dört! Desborough’ya karşı beşe on beş! Beşe dört ganyan!”

“Sayıları yazdılar!” diye bağırdım. “Altısı da yarışta.”

“Altısı mı? O hâlde benim atım da yarışta!” diye bağırdı albay heyecanlanarak. “Ama onu göremiyorum. Benim renklerimi göremiyorum.”

“Sadece beş tanesi geçti. Şu gelen o olmalı.”

Ben konuşurken güçlü, doru bir at, çevrili alandan azametle çıkarak eşkin gidişiyle önümüzden geçti. Sırtında albayın bilindik renkleri olan siyah ve kırmızı vardı.

“O benim atım değil ki!” diye bağırdı sahibi. “Bu atın hiçbir yerinde tek bir beyaz kıl bile yok. Siz ne yaptınız Bay Holmes?”

“Her neyse bakalım nasıl yarışacak.” dedi arkadaşım temkinli bir tavırla. Birkaç dakika dürbünüyle baktı. “Müthiş! Harika bir başlangıç!” diye bağırdı. “Geliyorlar! Dönemeçten dönüyorlar!”

Bulunduğumuz yerden atları çok iyi görebiliyorduk. Altı at bir süre başa baş gitti ama yarışın yarısına doğru Mapleton ahırlarının sarı renkli hayvanı ileri fırladı. Yarışın sonuna doğru ise albayın atı, Desborough’uya altı boy fark attı. Balmoral dükünün Iris’i ise ancak üçüncü olabildi.

“Öyle ya da böyle, bu benim yarışım.” dedi albay elini gözlerinin üzerine koyarak. “İtiraf etmeliyim ki hiçbir şey anlayamıyorum. Gizemli davranışlarınızı fazla uzatmadınız mı Bay Holmes?”

“Elbette, albayım, her şeyi öğreneceksiniz. Hep beraber gidip ata bir göz atalım. İşte burada!” dedi, sadece sahiplerinin ve arkadaşlarının rahatça girip çıktığı kapalı alana vardığımızda. “Yüzünü ve bacağını alkol ile temizlediğinizde onun Gümüş Şimşek olduğunu göreceksiniz.”

“Beni şaşırtıyorsunuz!”

“Onu bir dolandırıcının elinde buldum ve aynen olduğu gibi yarışlara sokmaya cesaret ettim.”

“Sevgili bayım, mucizeler yarattınız! Atım çok formda ve iyi görünüyor. Bundan daha iyi yarışamazdı. Yeteneklerinizden şüphe duyduğum için binlerce kez özür diliyorum. Atımı geri getirmekle bana büyük bir iyilik ettiniz. Eğer John Straker’ın katilini de yakalarsanız daha da büyük bir iyilik etmiş olacaksınız.”

“Yakaladım bile!” dedi Holmes sessizce.

Albayla ikimiz hayretler içinde ona bakakaldık. “Yakaladınız mı? Nerede peki?”

“Burada.”

“Burada mı? Nerede?”

“Şu an benim yanımda duruyor.”

Albayın yüzü sinirden kıpkırmızı kesildi. “Size borçlu kaldığımı biliyorum, Bay Holmes.” dedi. “Ama takdir edersiniz ki söyledikleriniz ya kötü bir şaka ya da iftira.”

Sherlock Holmes güldü. “Size temin ederim ki işlenen suç ile sizin aranızda bir bağ kurmak istemedim.” dedi. “Gerçek katil tam arkanızda duruyor.” Bir adım atarak elini safkanın parlak boynuna koydu.

“At mı?” diye albay ile ikimiz aynı anda bağırdık.

“Evet, at yaptı. Kendisini korumak amacıyla yaptığını söylersem suçunu belki biraz olsun hafifletebiliriz. John Straker güveninizi kesinlikle hak etmeyen bir adamdı. Zil çaldı ve ikinci yarışta biraz para kazanmak istediğimden size daha ayrıntılı yapacağım açıklamamı biraz erteleyeceğim.”

O gece Londra’ya dönerken yataklı kompartımanın köşesi bize aitti ve pazartesi akşamı Dartmoor ahırında yaşanan olayları ve her şeyi ortaya koyan yöntemlerini anlatan arkadaşımızı dinlerken, sanıyorum Albay Ross ve benim için oldukça kısa süren bir yolculuk olmuştu bu.

“İtiraf ediyorum!” dedi. “Gazete yazılarından oluşturduğum teoriler tamamıyla hatalıydı; ama ta başından beri, önemli ayrıntılar olduğundan emindim. Aleyhindeki delillerin yetersiz olmasına rağmen Devonshire’a, Fitzroy Simpson’ın gerçek zanlı olduğu inancıyla gittim.

Arabada seyisin evine yaklaşırken baharatlı pirzolanın öneminin farkına vardım. Hepiniz indikten sonra benim dalgın dalgın oturduğumu hatırlayacaksınız. Bu kadar açık seçik bir ipucunun üstünde durmamamı garipsemiştim.”

“Doğrusunu isterseniz…” dedi albay. “Ben şimdi bile anlayamıyorum.”

“Mantık zincirimin ilk halkasıydı. Toz hâline getirilmiş afyonun tadı yavan değildir. Çok nahoş olmasa da yine de anlaşılabilir. Herhangi bir yemeğe karıştırıldığında yiyen kişi şüphesiz anlar ve daha fazla yiyemez. Düşünün, bu tadı ancak baharat bastırabilirdi. Fitzroy Simpson denilen bu yabancı, o gece seyisin evinde akşam yemeğinin içinde baharat olacağını tahmin bile edemezdi ve toz hâlindeki afyonun tadını bastırabilecek bir yemeğin pişirileceğini bilmesi tamamen anormal bir tesadüf olurdu. Mantıksızlık olurdu. Bu nedenle Simpson’ı davadan eledim ve o geceki akşam yemeğinde baharatlı pirzolayı tercih edebilecek iki kişinin, yani Straker ve eşinin üzerinde yoğunlaştım. Seyis yamağı için bir tabak kenara konulduktan sonra afyon eklenmişti çünkü diğerlerine bir şey olmamıştı. O hâlde hizmetçi görmeden o ilacı yemeğe katan kim olabilirdi?

Bu sorunun cevabını vermeden önce köpeğin sessiz kalmasının önemini fark ettim; çünkü doğru bir varsayım, istisnasız, peşinden diğerlerini getirir. Simpson olayında bir köpeğin ahırlarda kaldığını öğrendim ve birinin atı alıp götürdüğü sırada samanlıkta uyuyan iki genci uyandıracak kadar havlamadığını fark ettim. Belli ki gece yarısı gelen ziyaretçiyi iyi tanıyordu.

Gecenin bir yarısında John Straker’ın ahırlara gidip Gümüş Şimşek’i dışarı çıkardığına emindim ya da neredeyse emindim. ama amacı neydi? Açıkça sahtekârlık yapacaktı, yoksa niye seyis yamağını uyutsun ki? Ne yapacağımı bilmez hâldeydim. Bundan önce birçok olayda seyislerin kendi atlarına değil de başka bir ata para yatırıp kendilerininkini yarış dışı ettiklerini ve büyük miktarlar kazandıklarını biliyordum. Böylece dolandırıcılıkla diğerlerinin kazanmalarına engel olmuşlardır. Bazen bunu yarışta hallederler, bazen de daha zekice bir yol bulurlar. Buradaki durum neydi? Cebinden çıkanların bir sonuca varmamda bana yardımcı olacağını umdum.

Ve öyle de oldu. Ölü adamın elindeki tuhaf bıçağı unutmuş olamazsınız. Aklı başında hiçbir adam o bıçağı silah olarak kullanmaz. Dr. Watson’un dediği gibi cerrahi ameliyatlarda kullanılan hassas bir bıçaktır o. Ve hassas bir ameliyatta kullanılacaktı o gece. Hipodromlardaki engin deneyimlerinizden biliyorsunuzdur Albay Ross, bir atın bacağındaki tendonlara ufak bir çeltik atıldığında deri altından yapıldığı için hiç iz bırakmaz. Böyle bir atta hafif bir aksaklık olur. ancak aşırı çalışmaktan ve romatizmadan kaynaklandığı düşünülerek pek üzerinde durulmayacaktır.”

“Hain! Rezil!” diye bağırdı albay.

“John Straker’ın atı fundalığa götürme sebebi de anlaşılıyor artık. Böylesine hassas bir hayvan, bıçağın sivri ucunu hissettiği an en derin uykusunda olanları bile uyandırabilirdi. Bu nedenle kesinlikle bu işlemi açık havada yapmalıydı.”

“Nasıl da kör gibi davranmışım!” diye bağırdı albay. “Bu yüzden kibrite ve muma ihtiyacı oldu.”

“Şüphesiz kişisel eşyalarını incelerken sadece suçu işleyiş yöntemlerini değil, aynı zamanda gerekçelerini de keşfettim. Görmüş geçirmiş biri olarak albay, insanların başkalarının faturalarını ceplerinde taşımadıklarını bilirsiniz. Ben Straker’ın ikinci bir hayat yaşadığı ve başka bir düzeni olduğu kanaatine vardım. Faturaların içeriğinden oldukça pahalı zevkleri olan başka bir kadının varlığı anlaşılıyordu. Hizmetkârlara karşı ne kadar eli açık davransak da onların, eşlerine pahalı giyecekler almalarını sağlayamayız. Fark ettirmeden Bayan Straker’ı şapka hakkında sorguladım ve eline asla ulaşmadığı konusunda tatmin olduktan sonra, kadın şapkacısının adresini not ederek Straker’ın fotoğrafıyla birlikte esrarengiz Derbyshire hakkında bilgi toplamak amacıyla oraya gittim.

Ondan sonrası kolay oldu. Işığın görünmemesi için Straker atı çukur bir yere götürdü. Kaçarken Simpson kravatını düşürmüştü ve Straker bunu görünce almıştı, belki de atın bacağını bununla sıkıca sarmak niyetindeydi. Çukurlu kısma girdikten sonra atın arkasına geçip kibriti yaktı ancak hayvan içgüdüleri sayesinde kendisine bir kötülük yapılacağını düşünerek aniden parlayan ışıktan çok korktu ve etrafa saldırmaya başladı. Bu esnada atın çiftesi Straker’ın alnına isabet etti. İşini daha rahat yapabilmek amacıyla paltosunu yağmura rağmen çıkarmıştı ve bu nedenle düşerken bıçak derin bir yara açtı baldırında. Her şey anlaşıldı mı?”

“Mükemmel!” diye bağırdı albay. “Mükemmel! Sanki oradaydınız!”

“İtiraf etmeliyim ki en son atışım çok zordu. Straker gibi kurnaz bir adamın biraz deneme yapmadan tendonlara zarar verme işlemini kolay kolay yapamayacağını anladım. ancak neyin üzerinde deneme yapabilirdi? Koyunlar gözüme çarptı ve çok şaşırmama rağmen sorduğum bir soru şüphelerimi doğruladı.”

“Her şeyi açık ve net anlattınız, Bay Holmes.”

“Londra’ya döndüğüm zaman şapkacıyı aradım. Straker’ın, tabii Derbyshire adıyla, çok iyi bir müşterisi olduğunu söyledi; pahalı kıyafetlere düşkün çok havalı bir eşi varmış. Şüphesiz bu kadın onu çok büyük borçlar altına soktu ve bu nedenle böyle bir plan yapmak durumunda kaldı.”

“Tek bir nokta dışında her şeyi aydınlattınız.” dedi albay. “At neredeydi?”

“Ah, komşularınızdan biri onu bağlamış ve bakımını üstlenmişti. Bu noktada bazı şeyleri göz ardı etmemiz gerektiğine inanıyorum. Yanılmıyorsam burası Clapham Junction, yaklaşık on dakika içinde Victoria’da olacağız. Eğer daireme gelip size bir puro ikram etmeme izin verirseniz sizde merak uyandıran her türlü sorunuza cevap vermeye hazırım.”

Soluk Yüz

Arkadaşımın olağanüstü yeteneklerini ortaya koyan sayısız kısa hikâyesini yayımlarken bu ilginç dramalarda önceleri dinleyici, daha sonraları da aktör olarak görev almış olmam nedeniyle, onun başarısızlıklarından çok başarılarının üzerinde durmuş olmam doğaldır. Bu da onun ününün hatırına, fazla abartılı bir davranış sayılmazdı. Holmes’un aklını kaçırmak üzere olduğunu düşündüğümüz zamanlar -ki bu durumlarda onu bazen yanlış anlayabiliyoruz- gerçekte enerjisinin ve yeteneklerinin doruk noktasına çıktığı anlar olurdu. Başarısızlığa uğradığı zamanlarda ise zaten başkaları da olayları çözemiyor, hikâye de sonsuza kadar sonuçsuz kalıyordu. Ancak ara sıra yanıldığı zamanlarda gerçekler şans eseri ortaya çıkabiliyordu. Elimde yaklaşık yarım düzine bu tür olaylara dair notlar var ve oldukça ilgi çeken iki tanesinden birini size şimdi aktarmaya çalışacağım.

Sherlock Holmes çok nadiren, laf olsun diye egzersiz yapan bir adamdır. Az sayıda erkek onun gibi bir kas gücüne sahiptir. Şüphesiz Holmes gördüğüm en iyi boksörlerden biriydi ama vücut çalıştırmaya amaçsız bir çaba gözüyle bakar, profesyonel görevinde gerekmediği sürece, çok nadiren harekete geçerdi. Aynı zamanda yorulmak ve bıkmak bilmez bir insandı. Ama bunlar yine de sağlıklı yaşamak için yapılması gereken antrenmanlar yerine geçmezdi. Yediklerine hiç dikkat etmezdi. Alışkanlıkları ise aşırı derecede sadeydi. Kokain kullanımı dışında hiçbir kötü alışkanlığı yoktu ve sadece davaları yetersiz, gazeteleri saçma sapan bulduğu zamanlarda varoluşun sıradanlığından kurtulabilmek amacıyla kullanırdı.

İlkbaharın başlarında, karaağaçların zayıf, yeşil filizlerinin yavaş yavaş boy verdiği bir dönemde rahatlamak amacıyla benimle birlikte parkta yürümeye ikna oldu. Birbirleriyle çok samimi iki arkadaşa yakışır biçimde, çoğu zaman sessizce yaklaşık iki saat kadar gezinip durduk. Baker Caddesi’ne tekrar döndüğümüzde saat beşe geliyordu.