banner banner banner
Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4
Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4


“Oraları tekrar ziyaret etmeyi düşünüyor muydu?”

“Hayır.”

“Peki, mektup alır mıydı?”

“Hayır.”

“Teşekkür ederim. Bu durumu düşünmek için biraz süre istiyorum. Bu ev tamamen terk edildiyse işimiz zorlaşabilir. Diğer yandan eğer evdekiler, siz gelmeden önce uyarılıp dışarı çıktılarsa -ki öyle olduğunu tahmin ediyorum- geri dönebilirler ve bu durumda biz de meseleyi kolayca çözebiliriz. Size tavsiyem şudur, tekrar Norbury’ye dönün ve evin pencerelerini yeniden inceleyin. İçeride olduklarına emin olursanız, sakın zorla girmeye kalkışmayın, lütfen arkadaşımla bana bir telgraf çekin. Elimize ulaştığında bir saat içinde yanınızda olacağız ve bu meseleyi kökünden çözeceğiz.”

“Ya hâlâ boş ise?”

“Böyle bir durumda yarın yanınıza geleceğiz ve olayları konuşacağız. Hoşça kalın ve en önemlisi sebepsiz yere endişeye kapılmayın.”

“Korkarım ki işler pek yolunda değil Watson.” dedi arkadaşım, Bay Grant Munro’yu kapıdan geçirdikten sonra. “Sen ne diyorsun olanlara?”

“Çok çirkin görünüyor.” diye cevap verdim.

“Evet. Yanılmıyorsam işin içinde şantaj var.”

“Şantajcı kim peki?”

“Evin tek rahat odasında yaşayan ve şöminenin üzerine kadının resmini koyan yaratık olsa gerek. İnan bana Watson, penceredeki soluk yüz çok ilgimi çekiyor ve ben bu davayı dünyada kaçırmam.”

“Teorin nedir?”

“Aslında geçici bir teorim var. Haklı çıkmazsam şaşarım. Bu kadının ilk kocası o evde yaşıyor.”

“Neden böyle düşünüyorsun?”

“Kadının, kocasının eve girmemesi için çırpınmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Anladığım kadarıyla olaylar şöyle gelişti: Bu hanım Amerika’da evlendi. Kocası kötü alışkanlıklar edindi ya da kötü bir hastalığa yakalandı mı desek; mesela cüzzam gibi? En sonunda kocasından kaçtı, İngiltere’ye döndü, adını değiştirdi ve yeni bir başlangıç yapmak için hayatına yön verdi. Üç yıldır evliydi ve güvende olduğunu düşünüyordu. Yeni kocasına da uydurma bir isim adına düzenlenmiş bir ölüm belgesi gösterdi ama bir gün ilk kocası ortaya çıktı. Kadına mektup gönderip gerçekleri anlatmakla tehdit etti. Kadın kocasından yüz sterlin isteyerek onu susturacağını sandı. bu o kadar da işe yaramadı ve bir süre sonra kadının oturduğu yere geldiler, ikinci kocası kır evine yeni birilerinin taşındığını söyleyince kadın bunların kim olduğunu anladı. Kocası uyur uyumaz kendisini huzur içinde bırakmaları konusunda onları ikna etmekte kararlıydı; ancak başarısızlığa uğrayınca ertesi sabah tekrar gitti ama bu sefer kocasıyla karşılaştı. Oraya bir daha gitmeyeceğine söz verdi kocasına ama iki gün sonra, kendisinden istenilen fotoğrafı da yanına alarak onları tekrar ikna etme çabasına başvurdu. Görüşme sırasında hizmetçi hemen yanına koşturup kocasının geldiğini haber verdi. Kadın, kendisini onu evde bulamayınca kır evine geleceğini bildiğinden herkesi arka kapıdan ağaçlık alana götürerek sakladı. Bu sebepten kocası evin terk edildiğini düşündü. Bu gece incelemelerde bulunmak üzere gittiğinde hâlâ kimsenin evde ikamet etmediğini görürse herhâlde bu olaya benim kadar şaşıran olmaz. Teorim hakkında ne düşünüyorsun?”

“Sadece tahminlerde bulunuyorsun.”

“En azından gerçeklerle örtüşüyor. Yeni gerçeklerle yüzleştiğimizde ve örtüşmediğini gördüğümüzde işte o zaman tekrar düşünürüz. Zaten Norbury’deki arkadaşımızdan haber almadığımız müddetçe elimiz kolumuz bağlı.”

Haberin gelmesi için çok fazla beklemedik. Çayımızı bitirmek üzereyken haber elimize ulaştı. “Evde hâlâ ikamet ediyorlar.” yazıyordu. “Penceredeki yüzü tekrar gördüm. Yedi treniyle sizi karşılayacağım ve o saate kadar bir şey yapmayacağım.”

Vagondan indiğimizde bizi platformda bekliyordu ve istasyonun ışıkları altında onun çok solgun olduğunu ve üzüntüden titrediğini görebiliyorduk.

“Hâlâ oradalar Bay Holmes.” dedi eliyle arkadaşımın kolunu tutarak. “Gelirken kır evinin ışıklarını gördüm. Bu meseleyi tamamen halledelim.”

“Planınız nedir?” diye sordu Holmes ağaçlarla çevrelenmiş yolda yürürken.

“İçeri zorla girip orada kimlerin yaşadığını öğreneceğim. İkinize de şahit olarak ihtiyacım var.”

“Bu sırrı çözmemeniz konusunda ısrar eden eşinize rağmen sonuna kadar gitmekte kararlısınız demek.”

“Evet, kararlıyım.”

“Bence doğrusunu yapıyorsunuz. Gerçekler, sonsuz şüphelerden daha iyidir. Bir an önce gidelim. Gerçi yasalara karşı geliyoruz ama yine de buna değer.”

Çok karanlık bir geceydi. Ana yoldan, her iki tarafı çalılıklar ve derin tekerlek izleriyle kaplı dar bir yola saptığımızda yağmur çiselemeye başlamıştı. Bay Grant Munro sabırsızca ilerlerken biz, onu takip etmekte zorlanıyorduk.

“Oradaki ışıklar benim evime ait.” diye mırıldanarak ağaçlar arasındaki parıltıya işaret etti. “Burası da girmeyi planladığımız kır evi.”

O konuşurken bir yola saptık ve hemen karşımızda bir ev göründü. Karanlıkta, toprağın üzerine yansıyan küçük, sarı bir ışık, kapının tamamen kapalı olmadığını gösteriyordu. Üst kattaki bir oda ise pırıl pırıl aydınlatılmıştı. Pencereye bakarken bir karaltının hızla hareket ettiğini gördük.

“İşte yaratık!” diye bağırdı Grant Munro. “Orada birinin olduğunu siz de görebilirsiniz. Beni takip edin ve artık olanları öğrenelim.”

Kapıya yaklaşırken içeriden bir kadın fırladı ve lamba ışığının altında durdu. Karanlıkta yüzünü pek seçemiyordum ama kollarını yalvarırcasına öne doğru tutuyordu.

“Tanrı aşkına yapma Jack!” diye bağırdı. “Bu gece geleceğini tahmin ettim. Lütfen iyi düşün, tatlım! Bana tekrar güven, pişman olmayacaksın!”

“Sana fazlasıyla güvendim Effie!” dedi sert bir tavırla. “Bırak beni! Geçmeliyim. Arkadaşlarım ve ben bu meseleyi kökünden çözeceğiz!” Eşini bir kenara itti ve biz de onu hemen arkasından takip ettik. Kapıyı açar açmaz yaşlı bir kadın önüne atlayarak onu durdurmaya çalıştı ama o, kadını kenara fırlattı ve hepimiz merdivenleri tırmanmaya başladık. Grant Munro, ışıklandırılmış odaya bir hışımla girerken biz de onun arkasındaydık.

Konforlu, iyi döşenmiş odada, masanın ve şöminenin üstünde olmak üzere ikişer mum yanıyordu. Köşede, bir masanın üzerine eğilmiş, küçük bir kız çocuğuna benzeyen biri vardı. İçeri girdiğimizde yüzü bize dönük değildi. Üzerinde kırmızı bir elbise ile beyaz eldivenleri vardı. Bize hızla döndüğünde ben şaşkınlık ve korkudan ufak bir çığlık attım. Bize çevirdiği yüzü çok tuhaf bir şekilde solgundu ve herhangi bir ifadeden yoksundu. Bir dakika sonra olayın gizemi çözüldü. Holmes bir kahkaha atarak elini çocuğun kulağının arkasına götürdü ve maskesini çıkardı. Bembeyaz dişleriyle şaşkın şaşkın yüzlerimize gülümseyerek bakan küçük, kömür gibi bir siyah kız duruyordu karşımızda. Onun neşesi karşısında ben de kahkahayı patlattım ama Grant Munro elini boğazına götürerek gözlerini ona dikip bakakalmıştı.

“Tanrı’m!” diye bağırdı. “Bunun anlamı ne?”

“Ben sana anlatacağım.” diye bağırdı gururlu bir ifadeyle içeriye koşturan Effie. “Sana anlatmamak için çok uğraştım ama olanlar oldu artık. Kocam Atlanta’da öldü. Çocuğum ise kurtuldu.”

“Çocuğun mu?”

Göğsünden büyük, gümüş bir madalyon çıkardı. “Bunu açık hâlde hiç görmedin değil mi?”

“Açılmadığını sanıyordum.”

Bir yaya dokunur dokunmaz ön kapak dönüverdi. İçinde çok yakışıklı, zeki görünümlü bir erkeğin resmi vardı; ancak siyah olduğu gözden kaçmıyordu.

“Bu Atlantalı John Hebron.” dedi kadın. “Dünyaya ondan daha asil bir erkek gelmemiştir. Onunla evlenebilmek için ailemi reddettim ve evliliğimiz boyunca bir kez bile pişman olmadım. Tek çocuğumuzun onun tarafına benzemesi büyük talihsizlikti. Genelde böyle olurmuş. ama küçük Lucy babasından bile daha koyu tenli oldu. Açık veya koyu, o benim küçük kızım ve annesi onu çok seviyor.” Bu sözleri duyar duymaz küçük kız annesine koşarak sarıldı. “Onu Amerika’da bırakmamın sebebi sağlığının iyi olmayışıydı. Hava değişikliğinin ona iyi gelmeyeceğini düşündüm.” diye devam etti. “Bir zamanlar bizimle çalışan güvenilir, İskoç bir kadına emanet ettim onu. Fakat sen karşıma çıktığında ve seni sevmeye başladığımda sana çocuğumdan bahsetmeye çekindim Jack. Tanrı affetsin seni kaybetmekten korktum ve anlatmaya cesaret edemedim. İkinizin arasında bir seçim yapmalıydım ve kendi küçük kızıma sırtımı dönme zayıflığını gösterdim. Üç yıldır onun varlığını senden gizli tutuyordum ama bakıcısından haberlerini alıyor, her şeyin yolunda gittiğini öğreniyordum; ancak onu görme ihtiyacını hissettim. Karşı koymaya çalıştım ama boşunaydı. Tehlikeli olacağını bilmeme rağmen birkaç haftalığına da olsa onu buraya getirtecektim. Bakıcıya yüz sterlin gönderdim ve kır evi hakkında bilgi verdim. Böylece komşu olarak gelecekti ve benimle olan bağlantısı anlaşılmayacaktı. O kadar dikkatle önlem aldım ki gündüz çocuğu dışarı çıkarmıyor, yüzünü ve ellerini örtüyordum. Böylece mahallede siyah bir çocuğun olduğu dedikodusunu engellemiş oldum. Biraz daha ihtiyatlı olsaydım daha iyi olurdu ama gerçeği öğrenmenden o kadar korkuyordum ki…

Kır evine kiracıların taşındığını ilk sen söyledin. Sabahı beklemem gerektiğini biliyordum ama çok heyecanlanmıştım ve seni uyandırmanın ne kadar zor olduğunu bildiğimden gizlice oraya gitmeye karar verdim. fakat beni giderken gördün, bu da sorunların başlangıcı oldu. Ertesi gün benim sırrım senin insafına kalmıştı; ama asilce davranarak daha fazla üstelemedin. ancak üç gün sonra, sen ön kapıdan girmeye çabalarken bakıcısı ile kızım güç bela arka kapıdan kaçabilmişti. Artık her şeyi öğrendiğine göre çocuğuma ve bana ne olacağını sorabilirim sana.” dedi ve ellerini birleştirerek kocasının vereceği cevabını bekledi.

Grant Munro çok uzun geçen iki dakika sonunda sessizliğini bozdu, verdiği cevabı hâlâ sevgiyle hatırlarım… Küçük çocuğu kollarına aldı, öptü ve onu taşırken diğer elini eşine uzattı, kapıya doğru yöneldiler.

“Sanıyorum bunu evde daha rahat konuşuruz.” dedi Grant Munro. “Mükemmel bir adam olmayabilirim Effie ama düşündüğünden daha iyi biri olduğumu sanıyorum.”

Holmes ile beraber onları yol boyunca takip ederken arkadaşım bir ara kolumu çekiştirdi.

“Sanıyorum Londra’ya dönsek daha iyi olacak.” dedi.

O gece geç saatlerde, mumuyla beraber odasına çekilene kadar olay hakkında tek bir kelime dahi etmemişti.

“Watson…” dedi odasına giderken. “Eğer kendime fazla güvenmeye başlarsam ya da bir vakaya hak ettiğinden daha az özen gösterirsem lütfen kulağıma ‘Norbury’ diye fısılda. Ben de sana sonsuza dek minnettar kalayım.”

Borsa Kâtibi

Evlendikten kısa bir süre sonra Paddington bölgesinde bir muayenehane buldum. Yaşlı Bay Farquhar’dan devraldığım muayenehane, bir zamanlar muhteşem iş yapıyordu ama yaşı icabı ve yakalandığı Kore hastalığı yüzünden Bay Farquhar çok zayıflamıştı. Halk, kendisine derman bulamayanın başkasına da derman bulamayacağı inancında olduğu için bu doktorun şifa verebileceği konusuna şüpheyle bakmaya başlamıştı. Bu nedenle meslektaşım güçsüzleştikçe kazancı da düşüşe geçti. Ben devraldığımda geliri yılda on iki binden, üç binin biraz üstünde bir miktara kadar gerilemişti. ancak ben, gençliğime ve enerjime güveniyordum ve birkaç yıl içinde burayı eski parlak günlerine kavuşturacağıma inanıyordum.