banner banner banner
Sherlock Holmes Dörtlerin Yemini Bütün Maceraları 2
Sherlock Holmes Dörtlerin Yemini Bütün Maceraları 2
Оценить:
 Рейтинг: 0

Sherlock Holmes Dörtlerin Yemini Bütün Maceraları 2


“Ah, buna şans denir. Olasılıkları dengede tutabildim. Bu kadar isabetli olacağımı tahmin etmedim.”

“Yani hepsi sadece bir tahmin değil miydi?”

“Hayır, hayır… Ben hiç tahminde bulunmam. Şaşırtıcı bir huy, zihinsel yetileri yok eder. Bunlar sana tuhaf geliyor çünkü ne benim düşüncelerimi takip edebiliyorsun ne de önemli çıkarsamalara bağlı olabilecek birçok gerçeği gözlemleyebiliyorsun. Mesela, konuşmaya ağabeyinin özensiz olduğunu söylemekle başlamıştım. Saat kılıfının alt kısmını incelediğinde sadece iki yerinde ufak oyuklar görmüyorsun, her tarafında çizikler görüyorsun ve bu da aynı cepte bozuk para ya da anahtar gibi sert cisimler taşımayı âdet edindiği için olmuş olmalı. Elbette bu kadar değerli bir saate karşı böyle davranan birine özensiz demek oldukça normaldir. Bu kadar değerli bir şeye sahip olmak başka hususlarda rahatça geçimini sağladığını gösteren bir çıkarsamadır.”

Onu anladığımı göstermek için kafamı salladım.

“İngiltere’de tefeciler bir saat aldıklarında kılıfın içine bir iğneyle etiketi kazırlar. Etiket yapıştırmaktan daha kullanışlıdır çünkü böylece sayılar ne kaybolur ne de değiştirilebilir. Merceğimle baktığımda sadece dört sayının bu şekilde kazındığını görebiliyorum. Buradan çıkarılacak ilk sonuç, ağabeyinin maddi durumunun pek iyi olmayışı. İkinci sonuç ise ara sıra refah içinde günler geçirmiş olması; yoksa saati geri almak için borcunu ödeyemezdi. Son olarak anahtar deliğinin bulunduğu iç tabakaya bakmanı istiyorum. Deliğin çevresindeki binlerce çiziğe bak; anahtarın girdiği yerdeki izlere… Kendisine hâkim bir adam onları nasıl yapabilir? Ancak bir ayyaşın saati bu izlerle dolu olur. Akşamları saatini kurar ve titrek eliyle bu izleri bırakır. Gizem neresinde bunun?”

“Gün gibi açık.” dedim. “Sana yaptığım haksızlıktan dolayı çok pişmanım. Yeteneğin karşısında daha inançlı olmalıydım. Bu aralar herhangi bir iş üzerinde olup olmadığını öğrenebilir miyim?”

“Hayır, değilim. Bu yüzden kokain içiyorum. Beynimi çalıştırmadan yapamıyorum. Başka ne için yaşanır ki? Burada, pencerenin önünde dur! Bundan daha sıkıcı, daha kasvetli, daha boş bir dünya var mı? Sarımsı sis, cadde boyunca savrularak kül rengi evlerin üstünü nasıl da örtüyor. Daha yavan, daha gerçek bir umutsuzluk var mı? Doktor belirli güçlere sahip olmanın ne yararı var, bunları kullanacak bir alanın yoksa? Suç sıradan, var olmak sıradan ve bu sıradanlık bütün dünyada var.”

Tam ağzımı açmış cevap vermek üzereydim ki kapımız vuruldu ve ev sahibi elinde bir kart ile içeri girdi.

“Genç bir kadın sizi görmek istiyor efendim.” dedi arkadaşıma.

“Bayan Mary Morstan.” diye okudu karttan. “Hımm! Bu adı hatırlamıyorum. İçeri girmesini söyleyin, Bayan Hudson. Gitme doktor, kalmanı tercih ederim.”

2. BÖLÜM

Dava Raporu

Bayan Morstan kararlı adımlarla ve sakin bir tavırla odamıza girdi. Sarışın, ufak tefek, zarif bir bayandı. Kıyafeti ise zevk sahibi olduğunu gösteriyordu. Sade ve süssüz olan kıyafeti kısıtlı bir bütçeye sahip olduğunun işaretçisiydi. Kısaltılmamış ve örgüsüz elbisesi, griye kaçan bej rengindeydi ve aynı sıkıcı renk tonunda, kenarına beyaz tüy iliştirilmiş bir türbanı vardı. Ne güzel bir yüze ne de pürüzsüz bir cilde sahipti; ama yüz ifadesi tatlı ve sevimli, kocaman mavi gözleri de canlı ve sempatikti. Birçok ülkede ve üç farklı kıtada kadınlarla yaşadığım deneyimlerimde, bu kadar saf ve hassas görünümlü bir yüze hiç rastlamadım. Sherlock Holmes’un onun için çıkardığı sandalyeye otururken dudaklarının ve ellerinin titrediğini fark etmemek mümkün değildi. İçten içe ızdırap çektiği her hâlinden belliydi.

“Size geldim, Bay Holmes…” dedi. “Çünkü patronum Bayan Cecil Forrester’ın ufak bir ailevi sorununu çözmekte yardımcı olmuştunuz. İyi niyetinizden ve becerilerinizden çok etkilenmişti.”

“Bayan Cecil Forrester…” diye tekrar etti Holmes hatırlamaya çalışarak. “Sanıyorum ona ufak bir yardımım dokunmuştu. Hatırladığım kadarıyla çok basit bir davaydı.”

“O öyle düşünmüyor ancak benimki çok basit bir dava değil. İçinde bulunduğum durumdan daha tuhaf ve izah edilemez bir şeyi hayal bile edemiyorum.”

Holmes ellerini ovuşturdu, gözlerinin parladığını fark ettim. İyice konsantre olmuş vaziyette sandalyesinden eğilip keskin, şahin bakışlı kadına baktı.

“Anlatın.” dedi ciddi bir ses tonuyla.

Orada bulunduğum için kendimi huzursuz hissettim.

“İzninizle ben gideyim.” dedim ayağa kalkarak.

Genç kadın beni durdurmak için eldivenli elini kaldırdığında çok şaşırdım.

“Arkadaşınız…” dedi. “Burada kalırsa benim için takdiri imkânsız bir hizmette bulunacaktır.”

Tekrar sandalyeme oturdum.

“Kısacası…” diye devam etti. “Durum şöyle… Babam Hindistan’daki bir alayda subaydı. Ben çok küçükken beni eve geri yollamış. Annem ölmüştü ve İngiltere’de hiç akrabam yoktu. Bu nedenle Edinburgh’da rahat bir yatılı okula yerleştirildim ve on yedi yaşına kadar orada kaldım. 1878 yılında, alayının komutanı olan babam, bir yıllık izin alarak eve döndü. Londra’dan bana telgraf çekerek sağ salim geldiğini ve hemen kendisinin yanına gitmemi istediğini yazmıştı. Langham Otelinde kaldığını söyledi. Hatırlıyorum; mesajı sevgi doluydu. Londra’ya ulaşır ulaşmaz doğru Langham’e gittim. Bana, babamın orada kaldığını ancak bir gece önce çıkıp henüz geri dönmediğini söylediler. Bütün gün ondan haber bekledim. O gece otel yöneticisinin tavsiyesiyle polisi aradım ve ertesi sabah bütün gazetelere ilan verdim. Araştırmalarımızdan hiçbir sonuç alamadık ve o günden beri talihsiz babamdan haber yok. Eve ne umutlarla geldi, biraz huzur, biraz rahatlık istedi ama onun yerine…”

Elini boğazına götürerek cümlesini tamamlayamadan hıçkırıklara boğuldu.

“Ne zaman oldu?” diye sordu Holmes, not defterini açarak.

“3 Aralık 1878’de kayboldu; yaklaşık on yıl önce.”

“Peki ya bavulları?”

“Onlar otelde kaldı. İçinde ipucu niteliğinde olan hiçbir şey yoktu: biraz giyim eşyası, birkaç kitap ve Andaman Adaları’ndan bir sürü eşya… Babam oradaki mahkûmlardan sorumlu subaylardan biriydi.”

“Şehirde arkadaşı var mıydı?”

“Sadece bir tanesini tanıyorum: Binbaşı Sholto. Babamın alayından, Otuz Dördüncü Bombay Piyade Taburu’ndan. Binbaşı daha önceden emekli olmuş ve Yukarı Norwood’da yaşamaya başlamıştı. Tabii onunla hemen irtibata geçtik ama babamın İngiltere’de olduğunu bile bilmiyordu.”

“Tuhaf bir dava.” dedi Holmes.

“Daha size en tuhaf yanını anlatmadım. Yaklaşık altı yıl önce -aslında tam olarak 4 Mayıs 1882’de- ‘The Times’ gazetesine bir ilan verilmiş. İlanda Bayan Mary Morstan’ın, yani benim adresimin arandığı ve ortaya çıkmamın kendi yararıma olacağı yazıyordu. Altında ne bir isim ne de bir adres vardı. Ben işte o günlerde Bayan Cecil Forrester’ın evinde mürebbiye olarak çalışmaya başlamıştım. Onun tavsiyesiyle adresimi yayımladım. Aynı gün içinde bana postayla küçük bir karton kutu geldi. İçinden çok büyük ve parlak bir inci çıktı. Yazılı hiçbir şey yoktu. O zamandan beri her yıl aynı tarihte, bir kutu içinde benzer bir inci gönderilir. Ama gönderen hakkında hiçbir ipucu bulamadık. Bir uzman, bu incilerin nadir bulunduğunu ve çok kıymetli olduklarını söyledi. Ne kadar güzel olduklarını kendiniz de görebilirsiniz.”

Konuşurken basık bir kutu açtı ve hayatımda gördüğüm en nadide altı inciyi gösterdi.

“Anlattıklarınız çok ilginç.” dedi Sherlock Holmes. “Başka bir şey hatırlıyor musunuz?”

“Aslında bugün bir şey oldu. Bu nedenle size geldim. Bu sabah bu mektubu aldım. Herhâlde kendiniz okumak istersiniz.”

“Teşekkür ederim.” dedi Holmes. “Zarfı da alayım lütfen. Posta damgası Londra, S. W. Tarih 7 Eylül. Hımm! Adamın parmak izi var köşede, herhâlde postacınındır. Kaliteli kâğıt. Zarfların tanesi altı peni. Kırtasiye konusunda seçici. Adres yok.

Bu gece saat yedide Lyceum Tiyatrosunun sağındaki üçüncü sütunda ol. Eğer çekiniyorsan iki arkadaşını getirebilirsin. Sana haksızlık edilmiş ve artık adaleti bulacaksın. Sakın polis çağırma! Eğer çağırırsan her şey boşa gider.

Meçhul arkadaşın!

Bu gerçekten oldukça gizemli. Ne yapmayı düşünüyorsunuz, Bayan Morstan?”

“Ben de size bunu sormak için geldim.”

“O zaman gitmeliyiz. Siz ve ben, evet… Dr. Watson da gelmeli. Haberciniz iki arkadaş diyor. Bizim daha önceden birlikte çalışmışlığımız var.”

“Gelir mi acaba?” diye sordu. Sesi ve yüz ifadesiyle rica ettiği her hâlinden belliydi.

“Onur duyarım ve mutlu olurum.” dedim hararetle. “Umarım bir yardımım dokunur.”

“İkiniz de çok iyisiniz.” dedi kadın. “Yalnız başıma bir hayat sürüyorum ve benimle gelmesini rica edebileceğim bir arkadaşım yok. Saat altıda gelirsem sizin için uygun olur mu?”

“Uygun ama saat altıyı geçirmeyin lütfen!” dedi Holmes. “Bir nokta daha var. Bu el yazısıyla inci kutusunun gönderildiği paketin üzerinde bulunan adresin yazısı aynı mı?”

“Yanımdalar.” dedi ve yarım düzine kağıt çıkarttı.

“Örnek bir müşterisiniz. Doğru sezgilere sahipsiniz. Şimdi bakalım.” Adres kâğıtlarını masaya serip her birini hızla gözden geçirdi. “Mektup dışında diğerleri sahte el yazısıyla yazılmış.” dedi. “Ancak yazar hakkında hiç şüphe yok. Bak ‘e’ harfini bastırarak yazmış sondaki ‘s’ harfinin kıvrımı da dikkat çekici. Kesinlikle aynı kişi tarafından yazılmış. Sizi boşuna ümitlendirmek istemiyorum Bayan Morstan ama bu el yazısıyla babanızınki arasında benzerlik var mı?”

“Daha ilgisiz bir şey olamazdı.”

“Öyle diyeceğinizi biliyordum. O zaman saat altı gibi sizi bekleyeceğiz. İzin verirseniz kâğıtlar bende kalsın. O saate kadar biraz daha göz atabilirim. Şimdi saat üç buçuk. Au revoir, Bayan Morstan!”