banner banner banner
Efendi ile Uşak
Efendi ile Uşak
Оценить:
 Рейтинг: 0

Efendi ile Uşak


Hanım: “Onu bana bırak, o işi ben gördürürüm…”

Uşak, efendisine dönerek sordu:

“Ne diyorsun? Gelecek miyim?”

“Kocakarıyı hoşnut etmek lazım… Fakat geleceksen (gülerek ve gözünün ucu ile adamcağızın kısa, yağlı, etekleri tel tel olmuş, arkası ve koltuk altı pırtıl gocuğuna bakarak) az daha sıcak tutar bir şey giymelisin.” dedi.

Uşak, aşçının kocasına seslendi:

“İki gözüm, gel, az şu hayvanı tut.”

Çocuk tiz bir sesle “Ben tutayım, ben…” diye fırladı, soğuktan kıpkırmızı olmuş ellerini cebinden çıkararak dizgine sarıldı.

Efendi (eğlenerek uşağa) “Fakat uzun boylu süslenmeye kalkma. Çabuk ol.” dedi.

Uşak “Göz açıp kapayıncaya kadar buradayım!” diyerek hizmetçilere mahsus daireye koştu.

Orada aşçı kadına “Güzelim, aman benim şu paltomu yetiştir, sobanın yanında asılı, kuruyor. Efendi ile gidiyoruz.” dedi.

Bir yandan bunu söylüyor, öbür yandan bir çividen sarkan kuşağını kapıyordu.

Yemekten sonra biraz uyumuş ve şimdi kocasıyla karşı karşıya içmek üzere çay semaverini ısıtmış olan kadın, uşağı güler yüzle karşıladı, kendini onun rüzgârına vererek büyük bir çabuklukla paltoyu yakaladı ve silkmeye başladı.

Uşak “Şimdi kocanla kekâh,[1 - Kekâh: Kekâ; keyifli bir durumu anlatırken “ne güzel, ne iyi” anlamlarında söylenen bir söz. (e.n.)] kim bilir ne keyifler edeceksiniz…” diyordu.

Adamcağız kiminle baş başa kalsa hemen havadan bir laf bulur, herkesin iyi, rahat ve zevkte olması temennilerini sunardı. Şimdi kuşağını sıkı sıkı sarmış, bir türlü düzelmek bilmeyen karnını biraz bastırmıştı.

Bu sefer kadına değil, kuşağına seslendi:

“Âlâ… Haspa ne de yakışır!.. Hem şimdi çözülmek değil, gevşeyemezsin bile!”

Kollarını serbestletmek için omuzlarını kaldırdı, indirdi, paltosunu geçirdi, arkasını gerdi, hareketlerinde kolaylık temin etmek istiyordu. Yerden parmaksız eldivenlerini aldı ve “Her şey yolunda!..” dedi.

Aşçı kadın: “Çizmelerini de değiştirmeliydin, ayağındakiler pek berbat…”

Adamcağız biraz düşündü.

“Evet, iyi olurdu… Fakat bunlar da olur, uzağa gitmiyoruz.” diyerek seğirtti.

Kızağın yanına gelince evin hanımı sordu:

“Oğlum üşümeyecek misin?”

O, “Neden üşüyecekmişim!” diyerek samanları çekti, onlarla ayaklarını örteceğini anlattı ve güzel hayvan için lüzum görülmesi âdet olmayan kamçıyı da alt tarafa soktu.

Efendi kızağa yerleşti. Birbiri üstüne iki kürk ile örtülü olan arkası, kızağı kaplamış gibiydi. Dizginleri aldı, hayvana yol verdi. Uşak harekete geçmiş olan kızağa atladı ve bir ayağını sarkık bırakarak öbürünü altına aldı.

II

Kızak ayaklarını gıcırdatarak sarsıldı, dinç hayvan katılaşmış bir kar tabakasıyla örtülü olan yola girdi.

Veliahdının kızağın arkasında asılmış olduğunu gören efendi şakrak bir eda ile -çocuğa- “Çapkın, ne yapıyorsun?” -uşağına- “Sen şu kamçıyı bana uzat!” diyor, -çocuğa dönerek- “Haydi ananın yanına!” emrini veriyordu. Çocuk yere atladı. Hayvan yürüyüşünü artırdı, rahvandan tırısa geçti.

Oturdukları köyde topu topu altı ev vardı. En sondaki demircinin evini de geçer geçmez rüzgârın sandıklarından çok daha kuvvetli olduğunu gördüler. Yol hemen hemen seçilmiyordu. Kızağın ayaklarının açtığı izler rüzgârların savurduğu karlarla hemen kapanıyor, yolu ancak geçtikleri ovadan daha yüksekte olmasıyla ayırt edebiliyorlardı.

Tarlaların üstünde kar kasırgaları koşuşuyor, yerle göğün kavuştukları çizgi ayırt olunmuyordu. Her zaman çok iyi seçilen orman, toz hâlinde savrulan karlardan zaman zaman ancak siyah bir leke gibi görünüyordu. Rüzgâr soldan esiyor ve Toru atın yelesini ve büyük bir düğüm yapılmış olan sık kuyruğunu hep sağa doğru uçuruyordu. Rüzgârın altında uşağın büyük yakası burnuna, yanaklarına yapışıyordu.

Hayvanıyla da gurur duyan efendi: “Toru tam yürüyüşüyle gidemiyor, kar fazla. Onunla bir kere P…’ ye gittim. Beni yarım saat içinde götürmüştü…” dedi.

Yakasının kalkıklığı yüzünden bir şey işitememiş olan uşak sordu: “Ne?”

Efendi bu sefer bağırdı:

“Beni P…’ye yarım saat içinde götürmüştü…”

Uşak “Diyecek yoktur, emsalsiz bir attır…” dedi.

Bir an sustular; fakat efendi konuşmak sevdasında idi.

“Eh evlat, bahara bir beygir alacak mısın?”

Uşak paltosunun yakasını indirerek cevap verdi:

“Çaresiz alınacak. Oğlan büyüdü. Artık çift sürmelidir…”

“Âlâ, bizim kemikliyi al, sana ucuz veririm.”

Uşağın o cevabı üzerine efendinin tamah damarları kabarmıştı. Satılık malının kusurlarını örtmek hususunda yüksek bir dereceye varınca bütün hünerlerini kullanmaya hazırlandı; fakat beygirin ancak yedi rublelik bir yadigâr olduğunu bilen ve efendisinin kendisine yirmi beş rubleye satacağını, sonra altı ay beş para koklatmayacağını bilen uşak, efendisini önleyerek: “Bana on beş ruble verirseniz daha iyi edersiniz. At pazarından bir şey seçerim.” dedi.

“Kemikli iyi bir beygirdir. Ben senin iyiliğini isterim. Zaten vicdanım rahattır, ömrümde kimselere fenalık etmemişimdir. Sana zararına bile veririm. (mal satar veya alırken kullandığı tavrı ile ve yüksek sesle) Şerefim hakkı için ben başkalarına benzemem! Sahiden iyi bir beygirdir!”

Uşak içini çekti: “Ona ne şüphe!”

Efendisinin susmasından istifade ederek hemen yakasını yeniden kaldırdı, yüzünü tamamen örtmüş oldu.

Bu şekilde hiç konuşmayarak yarım saat kadar gittiler. Uşak elinin üstünde, kürkünün yırtık olduğu kol tarafında rüzgârın tesirini duyuyordu. Büzülüyor, ağzını örten yakasının içine nefes veriyordu. Vücudunun üşüdüğü yoktu.

Karamihevo’ya geçen yol daha işlekti, iki yanında yolu gösteren levhalı kazıklar vardı; fakat daha uzundu. Doğru giden yol daha kestirme olmakla beraber o kadar işlek değildi; yolları gösteren kazıkları daha seyrekti, hem karla örtülmüşlerdi.

Uşak biraz düşündükten sonra “Karamihevo uzun tutar; fakat yol daha iyidir.” dedi.

Doğru yoldan gitmek isteyen efendi reddetti:

“Dosdoğru gidersek dereyi keseriz, şaşırmak imkânı yoktur, sonra da orman…”

Uşak “Siz bilirsiniz!” diyerek yakasını yeniden örttü.

Efendi dediğini yaptı. Yarım kilometre kadar daha ilerleyince sola saptı, orada birkaç kurumuş yapraklarıyla bir meşe dalı sallanıyordu. Bu dönüm noktasından sonra rüzgâr üzerlerine tam karşıdan diklemesine geldi. Kar yağmaya başladı.