banner banner banner
Efendi ile Uşak
Efendi ile Uşak
Оценить:
 Рейтинг: 0

Efendi ile Uşak


Kızağı hep efendi kullanıyordu. Yanaklarını şişirtiyor, bıyıklarına nefes veriyordu. Uşak uyukluyordu. Böylece on dakika sessiz geçti. Efendi birden bir şeyler söyledi. Uşak gözlerini açarak sordu:

“Ne?”

Efendi cevap vermedi. Eğiliyor; ileriye, geriye bakıyordu. Hayvan ilerliyor, ter içinde kalmış olan tüyleri boynunda ve bacakları arasında kıvrılıyordu.

Uşak tekrarladı:

“Ne var? Nedir?”

Efendi, hiddetli hiddetli onu taklit etti:

“Ne var? Nedir? Ne olacak, hiç kazık yok, yol işareti yok, demek yoldan çıkmışız…”

Uşak “Sen biraz dur. Ben bir bakayım…” diyerek kızaktan hafifçe atladı, kırbacı samanın altından çekerek hayvanın soluna, oturduğu tarafa doğru yürüdü. O yıl kar bol değildi. Güçlük çekmeyerek yürünebiliyordu. Öyle olmakla beraber bazı yerlerde dizlerine kadar batıyordu. Kısa bir zamanda çizmelerinin içi karla doldu. Ayağıyla, kırbacın sapı ile yeri yokluyor, yolu bir türlü bulamıyordu. Geri döndüğü zaman efendi sordu:

“Peki, ne olacak?”

“Bu tarafta bir şey bulamadım, şuralara da gidip bakmalı!”

“Önümüzdeki şu donuk leke nedir, oraya bir bak…”

Uşak gösterilen tarafa gitti ve kara lekeye yaklaştı. Bu çıplak bir tarla idi ki, rüzgârın önüne kattığı hafif toprakları âdeta karı siyaha boyamıştı. Sağına da baktı, yokladı, üstünü başını kaplayan karları silkti, çizmelerini salladı, kızağa bindi.

Kati bir sesle “Sağa gitmeli, rüzgâr solumuzda idi, şimdi dosdoğru yüzüme vuruyor, (amirane) sağa döndür!” dedi.

Efendi uşağa itaat ederek kızağı sağa döndürdü; fakat yoldan eser yoktu… Bu şekilde de bir zaman gittiler. Rüzgâr dinmiyordu, kar yağıyordu.

Uşak bu hâllerden memnun bir hâlde “Efendi, besbelli ki, yolu kaybettik.” dedi.

Efendi karın altından beliren karamsı kamışları göstererek sordu:

“Şunlar ne?”

Ter içinde kalmış ve nefes alırken iki böğrü atmakta olan atı durdurarak yeniden sordu:

“Şunlar ne? Neredeyiz?”

“Zaharof’un tarlalarındayız. Yani yoldan çıkmışız.”

“Yalan söylüyorsun!”

“Yok ben yalan söylemem. Doğru söylüyorum. Zaten kızağın çıkardığı ses de bunu söylüyor. Meşhur patates tarlalarından geçiyoruz. İşte şu yapraklar, dallar da bunu gösteriyor.”

“Amma da çile ha! Peki, şimdi ne yapacağız?”

“Dosdoğru önümüze gideceğiz. Yapacak başka şey yok. Elbette bir yere varacağız, ya çiftliğe yahut da tarla sahibinin binalarına…”

Efendi gene itaat etti, hayvanı uşağın dediği yolda kullanmaya başladı. Bu şekilde de yeniden epey yol aldılar. Bazen çıplak çayırlıklardan geçiyorlar, o zaman kızağın tekerlekleri donmuş toprak yığınları üzerinde gıcırdıyordu; bazen saman kökleri dolu tarlalardan aşıyorlar, buralarda zaman zaman karlar altından başını çıkarmış kuru saman dalları gözüküyordu; bazen de üzerinde hiçbir şey görülmeyen bembeyaz derin bir kar tabakasına dalıyorlardı.

Kar yukarıdan yağıyor; fakat arada bir de kasırga hâlinde yerden göğe doğru kalkıyordu. Görülüyordu ki, Toru çok yorulmuştu; ter içinde kalan tüyleri kıvrım kıvrım oluyor, gene donla örtülüyordu. Artık yavaş gidiyordu. Birden ayağı sürçtü veya bir hendeğe yahut da bir batağa düştü. Efendi hayvanı durdurmak istedi, uşak bağırdı:

“Ne yapıyorsun, serbest bırak ki kendini kurtarsın.”

Uşak kızaktan atladı, kara bata çıka “Deh güzelim, deh! Güzel Toru deh!” diye dostça seslendi.

Hayvan kendini toparladı ve bir hamlede donla katılaşmış olan yığına sıçradı. Bir hendeğe düştükleri anlaşıldı.

Efendi “Neredeyiz yahu!” diye sordu.

“Elbette öğreneceğiz, hele bir ilerleyelim, elbet bir yere varacağız.”

Efendi karların arkasından donuk bir yığın hâlinde görünen bir yeri işaret etti: “Şurası Goriaçkino Ormanı olmasın?”

“Gidelim, ne olduğunu görürüz.”

Uşak o taraftan rüzgârın kuru kavak yaprakları getirdiğini fark etmiş ve o itibarla görünen yerin orman değil bir köy, oturulan bir yer olduğuna hükmetmişti. Her nedense bunu söylemek istememişti. Gerçekten bir kilometre bile ilerlemeden kavak silüetlerini görmüşlerdi.

Uşak iyi akıl yürütmüştü. O karalık, orman değil, bir sıra dikilmiş yüksek kavak ağaçları idi ki, ötelerinden berilerinden ölü yapraklar ses veriyorlardı. Bunlar besbelli bir hendek boyuna, bir samanlığın istikametine dikilmiş olacaklardı. Kuruntular içinde ses veren ağaçlara yaklaştıkları zaman hayvan birden ön ayaklarını kızaktan daha yükseğe kaldırdı, bir yığının üstüne atıldı, sola döndü. Yola çıkmışlardı. Uşak “Nereye olduğu belli değil ama işte bir yere geldik!” dedi.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 810 форматов)