banner banner banner
Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler
Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler
Оценить:
 Рейтинг: 0

Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler

“Nereden geldiğim de nereye gittiğim de önemsiz.” demiş derviş. “Kendimi arıyorum!”

Aklı nar heybesinde olan Hoca, dervişin sözünü fırsat bilip:

“Eğer…” demiş. “Her bilgi karşılığında bir nar verirsen kendini bulmana yardım ederim.”

Dünya malına yüz çeviren adamcağız; dünyadan ahiretten, geçmişten gelecekten birçok soru sormuş. Hoca da soruları, nar karşılığında, güzel güzel yanıtlamış. Derken, en can alıcı soru sorulunca, Hoca’nın ağzını bıçak açmaz olmuş. Derviş:

“Herhâlde bilemedin.” deyince Hoca:

“Sen öyle san.” demiş. “Heybede nar kalmayınca bende cevap tükendi!”

Bir Oğlun Oldu

Hoca’nın karısı ilk çocuğuna gebeymiş. Gebelik ki ne gebelik! Canı ne çektiyse Hoca bulup buluşturmuş, hatuncağızı kuş sütüyle beslemiş. Kadın da nazlı mı nazlı. Doğrusu Hoca’ya yaptırmadığı şey kalmamış. Bir gün Hoca bir iş için gittiği Konya’dan dönüşünde, cimri komşusu:

“Hoca’m.” demiş. “Nur topu gibi bir oğlun oldu, gözlerin aydın olsun; müjdeliğimi isterim!”

“Git işine be adam.” demiş, Hoca. “Oğlum olduysa benim oldu, bundan sana ne?”

Biraz Ondan Biraz Bundan

Hikâye bu ya, Nasreddin Hoca, Subaşı ve Kör Kadı sohbet ediyormuş. Kör Kadı lafın en tatlı yerinde:

“Hoca’m, çok konuşan çok yanılır derler. Sen de biraz öylesin.” deyince:

“Hayır.” demiş Hoca. “Bir defasında parmağım gözüne Kör Kadı diyecektim ama dilimi tuttum.”

Kör Kadı bakmış ki kurnazlığı ile kendisi zor duruma düşüyor.

“Hoca’m.” demiş. “Seni bir türlü çözemedim. Cin desem değilsin, öküz desem o da değil.”

Hoca bir sağındaki Kör Kadı’ya bakmış, bir solundaki Subaşı’ya:

“Biraz ondan, biraz bundan.” demiş. “İkisinin ortasıyım.”

Biraz da Ben Öleyim

Hoca’yı bir ahbabı iftara davet etmiş. Sofra tamam kurulmuş, kulaklar ezanda iken ortaya iftar aşı konmuş. Ev sahibi kepçe gibi bir kaşık alırken Hoca’ya da çay kaşığına yakın bir kaşık vermişler. Ezan okunur okunmaz ev sahibi o kocaman kaşıkla peş peşe iftar aşını cennetlik mideye indiriyor, her seferinde “Oh, öldüm!” diyormuş. Hoca bakmış olacak gibi değil; yemek bitti bitecek, bitmese bile bu küçücük kaşıkla sahura kadar yese iftarı edemeyecek. Sonunda dayanamayıp o kocaman kaşığı adamın elinden kaptığı gibi yemeğe daldırmış:

“Senin öldüğün yeter, biraz da ben öleyim!”

Bize Niye Uğramıyor?

Elde dedikodu mu yok; Hoca’nın yolunu çeviren bir kara dilli:

“İki gözüm Hoca, senin hatun bir günde kırk kapının ipini çekiyor, sabahtan akşama geziyor.” deyince bizim Hoca, itiraz etmiş:

“Vallahi benim zerrece haberim yok, öyle olsaydı bizim eve de uğrardı!”

Boğazımda Yangın Var

Nasreddin Hoca bir gün yemekte ihtiyatı elden bırakmış. Çok acıktığından mı, yoksa üşüdüğünden mi bilinmez; yüzüne tüten sütlü bulgur tasını ağzına dayadığı gibi içmeye kalkmış. Kalkmış ama tası elinden fırlatmasıyla soluğu kapıda alması bir olmuş. Bir yandan avuç avuç kar yutuyor, bir yandan bağırıyormuş:

“Yetişin ey Müslümanlar, boğazımda yangın var.”

Borcuna Sadık Müşteri!

Bizim Nasreddin Hoca’nın yapmadığı iş olur mu? Bir dönem de pazarda meyve sebze satmaya başlamış. Sizlere ömür, vefat eden bir ahbabının hanımı, tezgâhına gelerek narlara, incirlere, şeftalilere bakmış; hepsinin fiyatını sormuş. Lakin, ne alıyor ne de tezgâhın önünden ayrılıyormuş. Hoca, kadına:

“Hele şu incirden bir tat.” demiş… “Parası kolay, bugün olmazsa yarın ödersin.”

“Yok tadamam.” demiş kadın. “Niyetliyim de. Yedi yıl önceden oruç borcum vardı, onu ödüyorum! İyi görünüyor, sen üç beş okka tart bundan!”

Söylediğine bin pişman:

“Tanrı’ya borcunu yedi yıl sonra hatırlayan kişi kula borcunu tanır mı?” demiş.

Boş Tencere

Nasreddin Hoca misafiri çok severmiş. Her akşam üç beş ahbabıyla gelir evde ne varsa, Allah ne verdiyse yerler içerlermiş.

Yine bir gün arkadaşlarıyla eve geldiğinde Hoca’nın karısı:

“Aman Hoca.” demiş. “Gözünü seveyim, evde zırnık yiyecek yok. Komşulardan istemeye de yüzüm kalmadı. Şimdi ben ne yapayım?”

Hoca eline bir boş tencere alıp misafirlerin yanına gelmiş.

“Dostlarım.” demiş. “Evde yağ, pirinç, un… Bulunsaydı, işte bu tencerede size çorba yapacaktım!”

Bozukluk Bal Çömleğinde

Allah hiçbir şehrin başına vermesin, Konya kadısı rüşvetçinin tekiymiş. Az çok bir şey almadan parmağını oynatmazmış. Hikâye bu ya, Hoca’nın Konya’da kadılık bir işi çıkmış. Hemen bir çömlek bal hazırlayıp Kadı’ya götürmüş. Kadı çömleğin ağzını açıp şöyle bir bakmış; of, mis gibi oğul balı! Hoca’nın istediği ilamı kaşla göz arasında vermiş.

Gelgelelim Kadı o akşam eve varır varmaz çömleği sofraya koymuş. Kaşığı daldırmış ki bir de ne görsün; çömleğin üstü bal; altı bildiğimiz çamur. Ertesi gün adamını Hoca’ya göndermiş. Adamcağız:

“Hoca Hazretleri…” demiş. “Kadı Efendi acele seni istiyor; dün verdiği kâğıtta bir bozukluk varmış; düzeltilmesi gerekiyormuş!”

“Var git Kadı’ya söyle…” demiş Hoca. “O bozukluk ilamda değil, bal çömleğinde!”

Boy Abdesti

Elde münasebetsiz mi yok; kum gibi mübarek… İşte bunlardan bir tanesi:

“Hoca’m, sen bu işleri bilirsin, Akşehir Gölü’nde boy abdesti alırken ne yana döneyim?” diye sormasın mı?

Hoca:

“Madem bana sordun…” demiş. “Elbisenin olduğu tarafa dön!”