banner banner banner
Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün
Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün
Оценить:
 Рейтинг: 0

Türkiye’yi Sarsacak 10 Gün

Tek eksiğinin erkek evlat olduğu o güzel günlerde her şey yolundaydı.

Mesut Yılmaz’ı ropdöşambırla karşıladığı, uğurladığı zamanları hatırladı.

“Ne günlerdi be!” diye hayıflandı.

Sirkeci’de yedek parça dükkânı olduğu günlerden nerelere gelmişti.

Bir gün az daha kirada oturduğu dükkânın sahibini gırtlaklayacaktı.

Birkaç ay kirasını geciktirince konuya komşuya iyice rezil olmuştu.

Sonra ne olmuşsa olmuş hem kirasını koçlar gibi ödemeye başlamıştı hem de işler bayağı bir düzelmişti.

Ford bayiliği o günlerde gelmişti.

Daha dün gibiydi.

Koçlar kestirmişti sürüyle.

Yine geçmişe daldı.

Ya o şarabını içerken 28 Şubat’ın kudretli ve müstakbel genelkurmay başkanı Çevik Bir’in esas duruşta talimatlarını almasına ne demeliydi?

“Ah ah!” dedi.

Yıllardır Hilton’un bir imar planını halledememişti.

Bir rafineri bile kuramamıştı.

Milyarlarca avro bankalarda repoda bekliyordu.

Şükür bir derdi, sıkıntısı yoktu.

Kredi kartlarına taksit yaptırıyor da değildi.

Ama güç başka bir şeydi.

“Milliyet” ve “Vatan”ı satmak zorunda kalmıştı.

Oysa o hep almaya alışkındı.

Dışbank’ı, İş Bankası’nın kredisiyle almıştı. Petrol Ofisini de İş Bankası’yla birlikte almışlardı. Derken hop gelmişti milyarlarca avrocuklar.

Hilton işi elinde patlamasaydı iyiydi.

Adam miting meydanlarında bas bas bağırmıştı Hilton arazisi ile ilgili.

Ya şu zıpçıktı Fatih Altaylı’ya ne demeliydi?

Yok efendim hiçbir yolsuzluğa göz yummazmış!

“Ulan senin…” dedi. Sevincinin ortasında bile aklına geldiğinde ifrit olmuştu Altaylı’ya.

Keşke şu Altaylı’yı, eşek Altaylar’dan gelinceye kadar bir pataklatsaydı.

Sanal âlemde ne diyorlardı: Yok insanın bilmem kaç kemiği varmış, o kadar kemiği dururken, gele gele gelip biri kalbini kırarmış.

Altaylı da hem kalbini kırmış hem de ne kadar süfli biri olduğunu ortaya koymuştu.

TV’de her seyrettiğinde kanı tepesine sıçrıyordu Altaylı’yı.

Almanya’da her yıl kanını değiştirdiği kliniğin doktorları, “Stresten uzak dur.” diyorlardı.

Söylemesi kolaydı tabii…

Ne de olsa “Deccal”le aynı ülkede yaşamıyorlardı bu doktorlar.

Hemen medya yöneticilerini çağırdı.

Adının, olabildiği kadar bütün gazete ve dergilerin künyelerine en büyük puntolarla yeniden yazılmasını emretti.

Bütün televizyon kanallarında en hızlı, ritmi en yüksek programlar yayımlanmasını söyledi.

Ertuğrul’a en iyi arka kapak güzeli fotoğrafını, ön sayfaya taşımasının iyi olacağını hatırlattı.

Ertuğrul Özkök, tam o anda en son aldığı Petrus şaraplarını yine gazeteye ödettiğini düşünüyordu. Maaşından ödeyecek olsaydı kredi kartına taksit yaptırmak zorunda kalırdı.

Amiral gemisinden indiğinden bu yana arayan soran kalmamıştı neredeyse.

Neredeydi o Manukyan’ın dükkânının telefonu gibi çalan telefonlarının olduğu günler…

Genelkurmayın basın müşaviri bile nazlanıyordu telefonuna çıkmak için.

Bakanlar açmıyordu telefonunu; oysa o bakanların telefonunu açmazdı geçmiş zamanlarda.

Ertuğrul Özkök, sevinçten Petrus şaraplardan birini çoktan midesine indirmişti.

Kafası hafif değil, bayağı dumanlanmıştı.

Aydın Doğan, Rahmi kardeşine verdi haberi.

Duymuş olabilirdi Rahmi.

Olsun, dedi. Hiç olmazsa geyik yaparız! diye düşündü.

***

Rahmi de sevinçliydi.