Книга Yaşam Savaşı - читать онлайн бесплатно, автор Чарльз Диккенс. Cтраница 2
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Yaşam Savaşı
Yaşam Savaşı
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Yaşam Savaşı

“Et?” dedi Britain, elinde servis çatalı ve bıçağıyla Mr. Snitchey’ye yaklaşıp soruyu âdeta ateş eder gibi yönelterek.

“Kesinlikle.” diye cevap verdi Avukat.

“Siz ister misiniz?” dedi Craggs’e.

“Yumuşak ve çok pişmiş tarafından.” diye cevapladı, söz konusu beyefendi.

Bu istekleri yerine getirdikten ve Doktor’a da cömert bir porsiyon verdikten sonra (diğerlerinin bir şey yemek istemediklerini biliyor gibiydi) ekibe uygun kaçacak mümkün olan en yakın mesafede durup haşin gözlerle herkesin yeme ve içme hâlini izlemeye koyuldu. Ancak çok geçmeden yüzündeki ifade yumuşadı. Bunun sebebi çok da düzgün dişlere sahip olmayan ve neredeyse boğulacak gibi olan Mr. Craggs’in büyük bir heyecanla: “Gitti sanıyordum!” diye bağırmasıydı.

“Ee, Alfred.” dedi Doktor. “Hazır kahvaltıdayken biraz iş konuşalım.”

“Hazır kahvaltıdayken.” dedi, oradan yakın zamanda ayrılmak gibi bir niyetleri olmadığı görünen Snitchey ve Craggs.

Alfred kahvaltı etmiyordu ve hâlihazırda işle yeteri kadar meşgul olmasına rağmen saygıyla cevapladı: “Eğer isterseniz efendim.”

“Ciddileşmek gerekirse.” dedi Doktor. “Yani böylesine…”

“Bir saçmalık içinde mi efendim?” diye öneride bulundu Alfred.

“Böylesine bir saçmalık içinde.” dedi Doktor. “Pek çok açıdan dördümüz için hoş şeyleri ve uzun süreli güzel bir dostluğu hatırlatan bu çifte doğum günü vesilesiyle tam da ayrılık vaktinin arifesinde burada buluşmuşken, bu konuyu açmak yerinde olacaktır.”

“Ah! Evet, evet, Doktor Jeddler.” dedi genç adam. “Çok yerinde. Hem de öyle yerinde ki… Bunu içtenlikle söylediğimi biliyorsunuz ve ben de sizin aynı şekilde hissettiğinize eminim. Bu konuşma sonrasında bu evi sizin hizmetinizde biri olarak terk edeceğim. Arkamızda yılların dostluğu var ve böyle bir şey yenilenemez ancak yeniliklere açıktır.” Yanında oturan Marion’a baktı. “İlişkimiz o kadar değerli ki şimdi konuşmaktan çekiniyorum. Haydi ama!” diye ekledi bir anda hem kendini hem de Doktor’u heyecanlandırarak. “Bu koca saçmalık denizinde bana kalırsa ufak bir ciddiyet tanesi olduğunu söylemek mümkün. Bugünlük anlaşalım, gerçekten ciddiyeti hak eden bir konu var.”

“Bugünlük ha!” diye bağırdı Doktor. “Duydunuz mu! Ha, ha, ha! Bu aptal yılın onca günü varken, bugün ha. Bugün bu topraklarda büyük bir savaş verildi. Şu an oturduğumuz yerde iki kızımı bu sabah dans ederlerken gördüm. Bu ağaçlardan yiyelim diye meyve toplandı. O ağaçların köklerinde toprak değil insan kalıntıları var. O kadar çok hayat kaybedilmişti ki benim hatırladığım kadarıyla, nesiller sonra bile bir kilise avlusu dolusu kemik ve kemik kalıntısı, kafatası parçaları ayaklarımızın dibindeki topraktan toplanıyordu. Yine de savaştaki yüz kişi bile ne uğruna ya da neden savaştıklarını bilmiyordu, zafere sevinen yüz şakşakçı bile neye sevindiğinin farkında değildi. Hatta onu bırak, yüz kişinin yarısı kadarı bile neyin kazanılıp neyin kaybedildiğini bilmiyordu. Bugün bile savaşın nedeni ve faydalarıyla ilgili aynı fikirde olacak yarım düzine adam çıkmaz. Kısacası katledilenlerin yasını tutanlar dışında kimsenin bir şey bildiği yoktu. Ciddi iş ha!” dedi Doktor gülerek. “Ne sistem ama!”

“Ama tüm bunlar…” dedi Alfred. “Bana ciddi gibi geliyor.”

“Ciddi ha!” diye bağırdı Doktor. “Eğer böyle şeylerin ciddi olmasına izin verirsen ya delirirsin ya ölürsün ya da dağın tekine tırmanıp keşiş olursun.”

“Ama bunlar çok uzun süre önce olmuş.” dedi Alfred.

“Uzun zaman önce mi!” diye cevapladı Doktor. “Dünya en başından beri ne yapıyor sanıyorsun? Başından beri ne yapıyor sanıyorsun? Açıkçası ben bilmiyorum!”

“Biraz kanunlara bağlı olduğu kesin.” diye yorumda bulundu Mr. Snitchey, çayını karıştırarak.

“Ama kanunlardan caymak da hep çok kolay olmuştur.” dedi ortağı.

“Eğer bu dediğime kırılmazsanız Doktor.” diye lafını sürdürdü Mr. Snitchey. “Zira tartışmalarımız sırasında defalarca kez benim fikrime maruz kaldınız ve ben hep kanunların yerleşmesi ile bir hukuk sisteminin ortaya çıkması sonucu artık olayın ciddi bir yöne kaydığını, somut ve bir amaca hizmet eden bir…”

Clemency Newcome masaya çarptı, fincan ve tabakların takırdamasına sebep oldu.

“Aman yahu! Orada ne oluyor?” diye bağırdı Doktor.

“Hepsi bu anasının gözü mavi çantanın başının altından çıkıyor.” dedi Clemency. “Hep birilerinin takılmasına sebep oluyor!”

“Bir amaca ve niyete hizmet etmesini sağlıyor diyordum.” diye lafını sürdürdü Snitchey. “Bu da saygı uyandırıyor. Hâlâ hayat bir saçmalık mı Doktor Jeddler? Kanunlara rağmen?”

Doktor güldü ve Alfred’e baktı.

“Yine de elbette savaş aptallıktır.” dedi Snitchey. “O konuda hemfikiriz. Örneğin burada mutlu bir ülke var.” dedi, çatalıyla etrafı işaret ederek. “Bir zamanlar askerlerle dolup taşıyordu ve hepsi de işgalciydi. Kılıçlarıyla etrafı yakıp yıkıyorlardı. He, he, he! Bir insanın kendi rızasıyla böyle bir yıkıma maruz kalması! Aptallık, ziyan, gerçekten saçmalık. İnsan düşününce hemcinslerine gülüyor. Ama bu mutlu ülkeyi olduğu gibi kabul etmeli. Kanunları da mülkle ilgili olarak düşünmek gerek. Gerçek mülkün vasiyeti ve kullanımı, ipoteği ve kefareti, kiralanması ve kullanım hakkı düşünülmeli.” dedi Mr. Snitchey. Bunu o kadar büyük bir duyguyla söyledi ki söylerken dudaklarını şapırdattı. “Unvan ve unvan beyanına yönelik karmaşık kanunları, bunlarla ilgili anlaşmazlıkları ve Parlamentodan çıkmış çeşitli kanun maddelerini de unutmamak gerek. Bir davayı gerekli kılabilecek, sayısız ustalık gerektiren ve bitmek tükenmek bilmeyen Yargıtay davalarını düşünün. Kabul etmeniz gerekir ki bu dünyada hepimize bir yer var bana kalırsa!” dedi Mr. Snitchey, ortağına bakarak. “Hem kendi adıma hem de Craggs adına konuşuyorum diyebilir miyim?”

Mr. Craggs onay verdi ve nedense bu konuşma nedeniyle biraz canlanmış olan Mr. Snitchey, biraz daha et ve çay alabileceğini bildirdi.

“Ben prensip olarak hayata karşı gelmem.” diye ekledi, ellerini kavuşturup kıkırdayarak. “Hayat dediğin şey aptallıktan başka bir şey değil, hatta daha da beteri. Yok efendim güven, değer ve bencillikten uzak mesleklermiş. Ba, ba, bak sen! Hepsinin ne mal olduğunu gördük. Ama hayatı da hafife almamak gerek. Oynanacak bir oyun var ve bu sahiden de çok ciddi bir oyun! Herkes senin rakibin. Ah! Sahiden de ilginç bir şey değil mi? Jeddler, yapabileceğin tek şey gülmek ama çok da abartmamak. He, he, he! Çok da abartmamalı.” diye tekrarladı Snitchey. Sanki: “Bence sen de böyle yapmalısın!” demek ister gibi başını sallayıp göz kırparak.

“Eee Alfred!” diye bağırdı Doktor. “Buna sen ne diyorsun?”

“Diyorum ki efendim.” dedi Alfred. “Bana kalırsa, bana ve sanıyorum ki kendinize de yapabileceğiniz en büyük iyilik bazen güneşin her gün doğduğu yaşam denilen bu büyük savaştaki, bu ve bunun gibi savaş alanlarını unutmak olur.”

“Gerçekten de onun fikrini değiştiremezsiniz Mr. Alfred.” dedi Snitchey. “O dediğiniz yaşam savaşındaki savaşçılar çok hevesli ve çok da amansızlardır. Çok fazla asma ve kesme, insanların kafasını uçurma, yıkma ve üstünden geçme durumu vardır. Sahiden de fena bir iş bu.”

“Bana kalırsa Mr. Snitchey.” dedi Alfred. “O dediğinde sessiz zaferler ve mücadeleler, büyük fedakârlıklar ve asil kahramanlık gösterileri -bütün komikliği ve tezatlıklarına rağmen- o kadar da imkânsız değil çünkü dünyevi bir amaç ve izleyici olmadan her gün kıyıda köşede, ufak evlerde, erkek ve kadınların kalplerinde yapılıyorlar. Hatta bunların en ufak göstergesi en kalpsiz adamı bile yumuşatabilir, onu inanç ve umutla doldurabilir. İnsanların dörtte ikisi bunu savaşarak, dörtte biri de kanunlar aracılığıyla yapıyor ve bu, cesaret gerektiren bir iş.”

İki kız kardeş de onları merakla dinliyordu.

“İyi, iyi!” dedi Doktor. “Ben bu yaştan sonra artık dostum Snitchey için de olsa, ev hayatı sınavını seneler önce verdiğini söyleyen, o zamandan beri çeşitli kişilerle hayatın tadını çıkaran ve seninle aynı kafa yapısına sahip olan (gerçi o çok daha az makul ve daha inatçı biridir, kadın olduğundan dolayı) ve anlaşamadığımız için nadiren görüştüğümüz evde kalmış kız kardeşim Martha Jeddler için de olsa fikrimden dönmem. Ben bu savaş meydanında doğmuşum. Daha küçük bir çocukken bile aklımda savaş meydanının gerçek tarihi dönüp duruyordu. O zamandan beri de her ne kadar etrafım iyi analar ve benimkiler gibi iyi kız çocuklarıyla dolu olsa da gözüm bu çılgın savaş meydanı dışında bir şey görmedi. Aynı tezatlık her şeyin başını çekiyor. Bir insan böylesine hayret verici uyumsuzluklar karşısında ya güler ya da ağlar. Ben gülmeyi tercih ediyorum.”

Sırasıyla her konuşmacıyı olabildiğince dikkatli ve nemrut bir ifadeyle dinleyen Britain’ın ağzından kaçan kasvetli ses eğer bir gülme isteği olarak adlandırılırsa, onun da aynı fikirde olduğunu söylemek mümkün olabilirdi. Ancak yüzünde ne gülme öncesi ne de gülme sonrası en ufak bir değişim olmuştu. Hatta sesten ürken birkaç misafir kaynağı bulmak umuduyla etrafa bakınsalar da kimseyi göremediler. Şüpheliyi tek keşfeden, görevdeki diğer hizmetli Clemency Newcome olmuştu. O da en sevdiği uzuvları olan dirseklerinden biriyle adamı dürterek neye güldüğünü sordu.

“Sana değil!” dedi Britain.

“O zaman kime?”

“İnsanlığa.” dedi Britain. “Şaka oydu.”

“Bu da efendisi ve avukatlarla vakit geçire geçire iyice şaşırdı!” diye bağırdı Clemency, aklı başına gelsin diye adamı diğer dirseğiyle dürterek. “Tam karşında olduklarını görmüyor musun? Uyarı mı almak istiyorsun?”

“Benim bir şey bildiğim yok.” dedi Britain, ağır gözler ve ifadesiz bir yüzle. “Hiçbir şey umurumda değil. Bir şey anlatmaya çalıştığım yok. Bir şeye inandığım yok. Bir şey istediğim de yok.”

Gene durumunun bu bedbaht özeti ümitsizlik nedeniyle biraz abartılmış olsa da Benjamin Britain -Bazen Büyük Britanya’dan farkı olsun diye Ufak Britain diye anılırdı. Yani sanki biri Eski İngiltere diğeri de Yeni İngiltere gibisinden.– gerçek durumunu aslında kelimelerle anlatılabileceğinden çok daha güzel anlatmıştı. Rahip Bacon için hizmetlisi Miles neyse, Doktor için de o olduğundan ve Doktor’un günbegün değişik kişilere varlığının bir kaza ve saçmalık olduğunu anlatmasını dinlediğinden, bu zavallı hizmetkâr öyle bir iç çatışma ve karmaşaya düşmüştü ki doğruluğun dibi bile onun düşüncelerinin derinliğiyle karşılaştırıldığında yüzeysel kalıyordu. Açık ve net biçimde anladığı tek şey bu tartışmalara Snitchey ile Craggs tarafından sunulan savlar olsa da bunlar da hiçbir zaman meseleyi netleştirmez, yalnızca Doktor’a avantaj sağlar ve haklılığını kanıtlardı. Bu nedenle hukuk bürosu sakinlerini akıl durumunun sebebi olarak görür ve onlara mesafeli davranırdı.

“Ama bu bizim meselemiz değil, Alfred.” dedi Doktor. “Bugün madem benim yandaşım olmayacaksın -kendin dedin- ve âdeta ilkokul ile Londra’daki eğitimlerinin sana sağladığı engin öğrenimlerinin tümünü lütfetmekten geri durduğun için ki zaten benim gibi basit bir köy doktoru buralarda öğrendiklerini anlamlandırma yetisine sahip değildir, bir de buna ek olarak dünyaya açılacaksın. Zavallı babanın yasakları artık geçerli olmadığından git ve kendinin efendisi ol, onun ikinci arzusunu yerine getirerek yabancı tıp okullarında üç sene geçir. Zaten bu zaman bitmeden çok önce bizi unutmuş olursun. Ne üç yılı! Altı ayda unutursun sen bizi!”

“Eğer unutacak olsam ki unutmayacağımı biliyorsunuz, sizinle neden konuşayım!” dedi Alfred gülerek.

“Ben bilmem!” diye cevapladı Doktor. “Sen ne diyorsun Marion?”

Fincanıyla oynayan Marion, kelimelerle söylemese de sanki Alfred’in, yapabilse her şeyi unutmaya hazır olduğunu söylüyor gibiydi. Grace kızarmaya başlayan bu yüzü kendi yanağına yapıştırıp gülümsedi.

“Umarım fazla güvensiz davranmamışımdır.” dedi Doktor. “Ama her ne olursa olsun bugün resmî görevlerimden azat ediliyorum diyebiliriz. Snitchey ve Craggs dostlarımız da bir dolu hesap kitap ve belgeyle fonları sana devretmek (keşke daha fazlası olsaydı ama artık sen büyük adam olup o işi halledersin) ve o tarz işler için buradalar. İşimiz birkaç belge imzalayıp yolumuza bakmak.”

“Biz de kanunlar uyarınca şahit olacağız.” dedi Snitchey, tabağını ileri itip ortağının çıkardığı kâğıtları masaya koyarak. “Bendeniz ve Craggs, fon söz konusu olduğunda Doktor Bey’le ortak olduğumuzdan iki hizmetlinizin de imzaları onaylamasını rica edeceğiz. Okuma yazmanız var mı Mrs. Newcome?”

“Evli değilim efendim.” dedi Clemency.

“Ah, affedersiniz. Bunu tahmin etmeliydim.” diyerek kıkırdadı Snitchey, gözünü bu olağanüstü şahsiyetin üstünde gezdirerek. “Okuma yazmanız var mı?”

“Biraz.” diye cevapladı Clemency.

“Evlilik sözleşmesi, sabah ve akşam gazeteleri ha?” diye yorumda bulundu Avukat, şakayla karışık.

“Hayır.“ dedi Clemency. “O kadar zorunu değil. Ben yüksük okuyabiliyorum.”

“Yüksük okuyabiliyorsun ha!” dedi Snitchey. “Sen neden bahsediyorsun genç kadın?”

Clemency başını salladı. “Bir de muskat rendesi.”

“Bu da ne deli şey çıktı başımıza! Tam Yüksek Yargıç’ın karşısına çıkarmalık.” dedi Snitchey, kadına bakarak.

“Üstüne kayıtlı bir mal olsa belki.” dedi Craggs.

Ancak Grace araya girip bu nesnelerin her birinin üstünde bir slogan işlenmiş olduğunu ve böylece kendisine pek kitap okuma şansı verilmemiş olan Clemency Newcome’ın cep kütüphanesini oluşturduğunu söyledi.

“Ah öyle desene! Miss Grace!” dedi Snitchey. “Evet, evet. Ha, ha, ha! Dostumuzun bir aptal olduğunu sandım. Gerçekten tam bir aptala benziyor.” diye homurdandı, burnu büyük bir edayla. “Peki yüksükte ne yazıyor Mrs. Newcome?”

“Ben evli değilim, beyefendi.” dedi Clemency.

“Neyse Newcome, o zaman. Oldu mu şimdi?” dedi Avukat. “Yüksükte ne yazıyor Newcome?”

Clemency’nin nasıl bu soruya cevap vermeden önce ceplerinden birinin derinliklerine bakıp yüksüğü bulamadığını, sonra da öbür cebini açıp sanki en derinlerde çok değerli bir inci varmış ve o da kazıya başlamış gibi her birini tutması için Britain’a verdiği; mendil, dibi kalmış bir mum, pörsümüş bir elma, bir portakal, şans parası, kuzu kemiği, asma kilit, iğnedanlık, daha çok bahçe makasına benzeyen kılıflı bir makas, bir avuç kadar incik boncuk, birkaç parça pamuk, bir çalışma odasına sığacak kadar parşömen kâğıdı, bir kurabiye gibi alakasız parçalar çıkardığını anlatmaya kelimeler yetmez.

Ya da cebinin âdeta boğazına yapışıp onu nasıl köle ettiğini (çünkü cebin en yakın kaçış yoluna için sağa sola oynamak gibi bir eğilimi vardı) anlatmamız da güçtü çünkü insan anatomisi ve yer çekimiyle görünüşte uyumsuz bir tavır takınmıştı. Sonunda yüksüğü zafer edasıyla parmağına geçirdi ve muskat rendesini salladı. Bu incik boncuk üzerinde artık ne kadar edebî metin kalmışsa açıkça görülüyordu ki fazla sürtünmeden dolayı bozulmakta ve solmaktaydı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов