Eski bir arkadaş ile karşılaşan Muktim'in hatıralarını andığı bir gecenin ardından, pencereden gördüğü Zeliha ve her hafta sonu yalnız yaşadığı evine gelen kız kardeşiyle sevimli yeğeni; onun dününde ve bugünündeki hüzünlerini taşıyor. Tıpkı sevgili yeğeninin banyodaki su dolu leğen üzerinde yüzdürüp batırdığı kâğıttan kayıklar gibi. “Pek canını sıkmak istemem ama buraların da kaçıp geldiğin büyük kenti aratmayacak hâle geldiğini, belki de kötü bir aslın daha kötü bir taklidi olmaya başladığını pek bilmiyorsun. Yani anlayacağın, buraların da cennete benzer bir hâli yok. Belki bir iki şey dışında burada da her şey pahalı; tiyatro yok, sinema yok, üzerinde rahatça gezip dolaşacağın bir yer yok, kitap yok kitapçı yok. Eskiden beri var olanlardan biri işkembeci, biri kasetçi oldu. Sessizlik var, hantallık var. Büyük kentlerden küçük kentimize gelen ve yaşam yerine ölümü anlatan, insan gözü ne görüyorsa onu anlatmak yerine, ulaşılması imkânsız ve olmayan bir sürü zırva şeye ağıtlar düzen büyük şarkıcılar var. Artık bu küçük kentin küçük insanları, küçük salonlara sığmadıkları için stadyumlara doluyorlar. Ama oraya da sığmayıp sokaklara taşıyorlar. Bu küçük kentin insanları dinledikleri bu şarkıcılara ağlıyorlar; ağlarken de üşenmeyip birbirlerini dövüyorlar. Zaten bu akşam seni buraya belki de onun için getirdim. Belki de buraya kaçtım, seni de kaçırdım.”