Geniş/açık mekânlar, anıların şimdiliğini harekete geçiren, özneyi, aşkın olana götüren özelliğiyle bireyin ontolojik olarak varoluşunu hızlandırırlar. Bachelard’ın dediği gibi “anılar hareketsizdir, mekânsallaştırıldıkları ölçüde sağlamlaşırlar.”87Bu mekânsallaştırma öykünün başkişisi, Kökö’nün bilinç dışının dışa vurumunda kendini gösterir; “Kökö evdeki eşyalara yavaşça baktı. Sonra morali yükseldi de konuşmaya başladı; Şey o zaman annem vardı, pilav, mantı, çüçbara (yemek türü) yapıyordu, çok çok lezzetliydi.” (H.Y.: 20) Mekân değişikliğiyle anıları tazelenen yetim Kökö, bilinçlilik haliyle öykü zamanından geriye gider. Rayımcan ve ailesinin tutumuyla farkındalık yaşayan Kökö, annesinin yemeklerini anımsar. Düşleminde tasarladığı sıcak aile özlemini bir nebze olsun giderir.
Kökö, mekânın insan psikolojisi üzerindeki olumlayıcı etkisiyle, tinsel olarak kendi oluşunu gerçekleştirmeye ilk adımı atar. Kendini büyüten Şeki’nin eziyetleri karşısında bu ailenin sıcaklığıyla mekân değiştirerek aileyle yaşamayı seçer. Bu adım onun hayatını anlamlandıracağı aydınlık günlerin habercisidir. “Yetim” öyküsünde geniş/açık mekân, başkişi Kökö’nün tinsel doğumunu gerçekleştirdiği alanlarla sınırlıdır. Doğanın onu kucaklayan görüngüsü ve Rayımcan ile ailesinin onu bağrına bastığı “ev” öyküde geniş/açık mekânlar olarak değerlendirilebilir.
2.2.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası
2.2.1.4.1. Çocuklar
Çocuk, masumiyetin timsali olarak öyküde ülkü değerler arsında kendine yer bulur. Farkındalık olgusuyla bilinçlilik haline dönüşen yaşamı onun deneyimleriyle şekillenir. İyi-kötü kavramsal davranışlar arasındaki gel-gitleri; aile, arkadaşlar, sosyal çevre gibi etkenler onun psikolojisinin şekillenmesinde önemli kavşaklardır. Yaradılış itibariyle “her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır”88 ve bu eksiklik duygusu çocuklukla başlar ergenlik döneminde kopmalar, sapmalar baş gösterir, ardından yetişkinlik döneminde tamamlanmayı bekler.
“Yetim” öyküsünün başkişisi on bir yaşındaki çocuk Kökö de böyle bir eksiklik duygusuyla hayata tutunmaya çalışır. Ancak bir çocuk için düzenli bir aile ortamında yetişmesi çok önemlidir. Kökö, anne ve babasını küçük yaşta kaybeden yetim bir çocuk olması dolayısıyla düzgün bir aile ortamında yetişemez. Bu da ona kötücül davranışlar kazandırır. Yanında yaşadığı teyzesi Şeki’nin onu ihmal etmesi sonucu çevresiyle uyum sorunu yaşar. Çünkü “çocuğun ihmal edilmesi, yetersiz organlara sahip bulunması da sosyal duygunun gelişmesini zorlaştırır.”89 Bu uyum sorunu da çocuğun saldırgan bir tavır içine girmesine yol açar. Çocuğun nevrotik bir kişilik edinme sürecine adım attığı bu anlarda çocuk, kendisiyle ve çevresiyle bir çatışma içine girer. Komşusunun tavuğunu çalması, en yakın ve tek arkadaşı ile kavga etmesi onun ruhsal çatışmalarının dışa vurumudur. Kökö’nün hırsızlık gibi alışkanlıklar kazanması ailesi öldükten sonra yanında kaldığı teyzesi Şeki ve dostu Çoro’nun kötücül davranışlarından kaynaklanır; “sümsük, iç içeceksen, içmeyeceksen çek git! Allah’ın belası haram! dedi Şeki annesi” (H.Y.: 8). İçinde yaşadığı çevrenin baskısına maruz kalan Kökö içsel bir yabancılaşma içine girer. Çocuğun “yaşamının gelişimi ancak koruyucu bir toplumun varlığıyla mümkün(dür)”90 Kökö’nün varlık alanını çiğneyen Şeki, Çoro gibi öteki güçler onun koruyucu bir aile isteğine olumsuz cevap verirler. Çoro ismi Kırgız Türkçesinde mecazı olarak “dönek: hislerinden sabit olmayan” anlamında kullanılır. İsminin anlamını taşıyan Çoro, Şeki’ye karşı hislerinde ciddi değildir. Gerek Kökö’den gerekse Şeki’den faydalanmaya çalışır. Kökö’ye devletin bağlayacağı yetim aylığından dolayı Şeki’nin de içki dükkânından yararlanmaya çalışan Çoro, adı gibi “dönek” yozlaşmış, çıkarcı bir karakterdir. Şeki yani gerçek adıyla şeker adıyla ters kurgulanan bir karakterdir. Çoro ile birlikte yetim çocuğa eziyet ederek kız kardeşinin emanetine ihanet eder.
Başkişi Kökö’nün hırsızlık yapması ve arkadaşıyla kavga etmesi onun düzgün bir aile ortamında yetişmemesiyle ilgilidir. Kökö, arkadaşı Rasul’un babası Rayımcan’ın ve ailesinin sahip çıkmasıyla artık bambaşka bir kişi olur. Bilinçlilik hali, onun dolayımlayıcısı Rayımcan’ın ve ailenin sevgisiyle gerçekleşir. Sevgi bu noktada öyküdeki önemli dönüşüm unsurdur. Erich Fromm’un dediği gibi, “sevgi etkin bir biçimde başka bir insanın içine nüfuz etmektir.”91 Kökö de uğradığı hakaret, nefret, aşağılama gibi davranışlardan sevgi ile kurtulur; “Saragul teyze de kendi kendine fısıldıyordu: Ne dersiniz biz çok çocuk sahibi de değiliz. Babasız, yalnız, zavallı yetimi biz evlat edinirsek nasıl olur! Rasulla kardeş gibi büyür” (H.Y.: 21). İçinde bulunduğu kaos ortamından Rayımcan ve ailesinin sevgisiyle çıkan Kökö, ontolojik olarak tinsel doğumunu gerçekleştirmek adına aradığı sığınağı bulur.
Öykünün bir diğer çocuk karakteri Rasul, “çok sakin bir çocuk(tur). Yüzü annesininki gibi bembeyaz, serserilikten hiç habersiz sade bir çocuk” (H.Y.: 12) olan Rasul, başkişinin dolayımlayıcısıdır. Kökö’nün tek arkadaşı olan Rasul, statik bir karakter olarak öykü kahramanı Kökö’nün farkındalık bilincinin oluşmasında etkin rol oynar. Kökö ile zıt kişilikte olması yaşadığı huzurlu rahat aile yapısı ile Kökö’nün imrendiği bir yerde bulunur. Kökö ile Rasul’un farklı kişilikte olmaları ve farklı şekilde yetiştirilmeleri aralarında çatışmaya yol açar; “dur sana gösteririm şimdi yumruklaşmayı! İkisi de bırakmak istemedi yumruklaşmaya başladı. Kökö daha uzun boylu olduğundan dolayı Rasul’u kafasına omzuna vurarak boynunu eğmeye çalışıyor, Rasul onun bacaklarını, böbreklerine tekme atıyordu” (H.Y.: 17). Aralarında yaşanan bu kavga iki çocuğu birbirinden uzaklaştırır. Kökö’nün olumsuz anlamda deneyimlediği hayatı karşısında Rasul’un düzgün, yolunda giden hayatı çatışmayı kaçınılmaz kılar.
Hayatında kaotik olarak açmazda olan Kökö, Frankl’ın“kuşkusuz insanın anlam arayışı içsel denge yerine içsel gerilim yaratabilir”92 sözünü desteklercesine, Rasul ile çatışır. Bu çatışmada onların iki farklı ailede yetişmesinin etkisi büyüktür. Kökö sevgiden mahrum sıcak bir yuvanın hasretiyle büyürken Rasul, iyi bir ailede yetişir; “tam bu vakitte karşıdaki büyük bir ayna gözüktü. Kökö bunu fark etmemişti. Meğer her şey gözüküyormuş. Hiç fark etmemiş. İşte en önde annesiyle ninesinin ortasında kendinden emin bir şekilde şık giyinen Rasul oturuyor. Ya Kökö? Giysisinin her yeri yamalı, elbisesinin tutacak yeri kalmamış yırtılmış. Sanki sokak köpeği (H.Y.: 21). Alıntıda İki farklı tablo çizen yazar-anlatıcı iyi bir ailenin çocuğun gelişimindeki önemine değinir. Psikojik bir travma geçiren Kökö’nün ruhsal olarak yaşadığı depresif anlarında, maruz kaldığı hakaret ve dayaklar onun ruhunda derin izler bırakır. Bu durum ilerde çocuğun “çarpık, yetersiz, yanlış yollar izleyen bir gelişim gösterme(sine)”93 yol açabilir. Kökö’nün aksine, Rasul’un yaşadığı ev ve düzenli aile hayatı onun ruhsal gelişimini olumlu yönde etkiler. Ailenin sahip çıkmasıyla Kökö, bilinçli bir kişiye dönüşür. Öyküde yarım bırakılan “devamında ne olacağı?” sorusu, başkişi Kökö’nün iyi bir ailenin yanında yaşayacak olması ile cevabını bulur.
Kasımbekov’un öyküde kurguladığı çocuk karakterlerle toplumsal bir mesaj verir. Yazar toplumsal bir olgu olan dağılmış, bozulmuş hatta yok olmuş ailelerin arkada bıraktıkları çocukların yaşadığı travma ile topluma faydalı birer fert olamayacağını göstermek ister. Örnek bir aile tablosu çizerek toplumun bireylerini, uyarır. Yozlaşan topluma doğru giden Kırgızları verdiği örnek aile ile düştüğü ve/ya düşmekte olduğu bataklıktan kurtarmaya çalışır. Aytmatov’un bir şekilde -annesi ve babası terk ettiği için- yetim ve hatta isimsiz çocuğun yaşadığı travma gibi bir örnek sunar. Savaş sonrası yetim kalan çocuklar veya dağılan aileler neticesinde bu tür çocukların sayısı artar. Toplum bir nevi kendi canavarını kendi eliyle yaratır.
2.2.1.4.2. Erkekler
Ataerkil toplumlarda, tarihin en eski dönemlerinden beri erkekler, toplumsal, kültürel ve ekonomik varoluş biçimlerinin ana belirleyicisi ve aynı zamanda soyun sürdürülmesi açısından başat unsur olmuştur. Erkek kavramı Kırgız toplumunda da benzer özellikleri ile gözlemlenir. Erkekler, sadece ekonomik işlerin altından kalkmakla yükümlü kişiler değil, aynı zamanda toplumun diğer soylarla savaşları, çatışmaları karşısında koruyucu bir güçtür. Bu açıdan, erkeklerin yozlaşması ya da farklı kültürlere karşı bir ilgi geliştirmesi, içinde bulundukları toplumun yavaşça kültürel ve milli açıdan yok olması anlamına gelebilir. Kasımbekov’un öykülerinde erkekler toplumsal normların kurucusu ve sürdürücüsü olduğu gibi, kimi zaman yozlaşarak ölümcül bir gelecek tasarımının belirleyicisi konumundadırlar.
“Yetim” öyküsü zıt karakterler etrafında kurgulanmıştır. Yazar, öyküde gerilimi farklı kişiliklerin çatışmalarıyla arttırır. Bir yanda, aydın ve bilge bir kişi öğretmen Rayımcan diğer yanda ise Çoro vardır. Bu iki zıt unsurun eylemleri öyküde başkişinin kişiliği üzerinde doğrudan etkili olur; “öğretmen Rayımcan. Beş altı senedir köyde çalışıyor. Kırdaç dolgun birisi. Onun yüzünü sert gösteren şey yüzündeki kesik izi. Ama gözü korkutan bir şey değil. O yirminci asrı titreten kanlı savaşın izi.” (H.Y.: 15) Öyküde, bu şekilde tasvir edilen Rayımcan, başkişi Kökö’de farkındalık oluşturur. O, bilinçli bir birey olarak değerlerini her şeyin üzerinde tutar. “Aydın olmanın özü çölde haykıran ses olmaktır.”94Rayımcan da hayatın dehlizlerinde yok olmaya bırakılmış başkişi Kökö’nün kendilik değerlerinin oluşmasında uyarıcı, biçimlendirici bir özellikle ona sahip çıkan bir dolayımlayıcı öznedir.
Nesneler dünyasında sıkışıp kalan yetim Kökö’ye şefkatlice yaklaşarak, onun kendi “ben”ini keşfetmesine yardımcı olan Rayımcan, onun yalnızlığa mahkûm olmasına engel olur. Öteki güçlerin yıkıcı/yok edici etkilerinden kaçıp değerler dünyasında kendi yer açmak isteyen Kökö, Rayımcan’ın kararlılığıyla kendilik değerlerine kavuşur. Rayımcan, değerlerine ve kendi öz güçlerine bağlı bir birey olarak yetim bir çocuğun yok oluş(una) seyirci kalmayarak bir anlamda kendini de değerler dünyasında konumlandırır.
Kasımbekov, öykülerinde kavramlar boyutunda çatışmayı sağlarken kişiler boyutunda da karşıt güçleri karşı karşıya getirir. Temsil ettiği değerleri ve bilinçlilik hali ile kendilik değerlerinin farkında olan kibar, erdemli öğretmen Rayımcan’ın karşısında; eğitimsiz, kaba saba görünümüyle Çoro yer alır. Çoro davranışlarıyla geçimsiz, sert, kaba bir kişiliktedir. Yazar onu şu şekilde tasvir eder; “(Çoro) Şekere laf atıp bozo içer. Köydekiler ona maden işçisi diyor; ama o Taş Kömüre gittiğinde hiç çekinmeden kolhoz adamıyım diye övünür. Ter dökmeden, kazanmayı sever, emekten kaçar, bazen gizlice tüccarlık yapar. İşte Çoro böyle birisi. Bir yere inşa ettiği ne evi ne bahçesi var. Derviş gibi hep gezer, dolaşır” (H.Y.: 10). Yaşamın aydınlık anlarından ve kendi değerler dizgelerine yabancılaşan Çoro, güç, para, ünü erekleştirip, bu eylemiyle kişisel çıkarı açısından yararlı şeyler yaptığı yanılmasına kapılmakta ve yaşama sanatının anlamını yitirerek kendi gerçek ben’i dışında her şeye hizmet etme(siyle)95 kurgulanır. Rayımcan ne kadar merhametli, yardımsever ise, Çoro tam tersi bir karakter olarak kurgulanmıştır. Sarhoş, çıkarcı, merhamet duygusundan yoksun biri olarak narsist bir kişilik sergiler. Funk, narsist kişi için şu cümleleri aktarır;
Narsistik kişi, kendisini olumlu ve olumsuz anlamda muhteşem olarak algılar, kendini büyük bir günâhkar ya da işe yaramaz biri olarak yaşasa bile bu kez de olumsuz anlamdaki büyüklenmeciliği yüzünden acı çeker. Bu noktada narsistik öbür yüzünü (kendi zayıflığını, başarısızlığını, hata yapabilirliğini, korkaklığını, zavallılığını, bağımlılığını ya da tersine becerilerini, gücünü, yeteneklerini, onurunu) yadsır ve bunları çevresine yansıtır.96
Funk’un narsist kişi için çizdiği tablodaki olumsuzlanan değerlerin taşıyıcısı konumunda olan Çoro, kişisel eziklik ve eksiklik duygusunu çevresine “saldırarak” bastırır. O, narsist bir karakter olarak, kendi zayıf yanlarının verdiği hırsını, öfkesini çevresinden yani yetim Kökö’den çıkarır. Ona zorla içki içmesini söyleyip sonra da parasını ödemesini söyler; “içeceksin! diye kara bıyıklı Çoro daha sertleşti. İçmeyeceğim” (H.Y.: 9). Yetim bir çocukla alay etmesi; onun acıma, iyilik gibi duygulardan yoksun olduğunu gösterir. Öykünün öteki gücünü temsil eden Çoro’nun kendi ben’i ve çevresiyle yaşadığı çatışmada ezilen yetim Kökö olur.
Öykünün ülkü değerlerde97 alınabilecek diğer bir karakteri yüce birey “arketip”i98 Taşıbek’dir. Yaşının verdiği olgunluk ile aksakal olarak anlatıda geçen Taşıbek, müşkil çözücü rolüyle “kaosun kozmosudur.”99 Rayımcan’ın yetim Kökö’nün bakımını üstlenmek istemesi ve teyzesi Şeki’nin buna karşı çıkması sonucu yaşanan çatışmada, aksakal Taşıbek tıpkı Dede Korkut gibi gelerek sorunu çözer; “bir anda Taşıbek amca geldi. Rayımcan bu ne kavgası?” (H.Y.: 31) Rayımcan ile Şeki’nin Kökö için yaptığı tartışmayı araya girerek çözmesi onun gördüğü saygı ve sevgiyi gösterir. Sorunu çözerken takındığı bilgece tavır ve sarf ettiği bilge sözler onun Alp bilge tipi olduğunun göstergesidir.
2.2.1.4.3. Kadınlar
Kadın ilk yaradılışla birlikte mitik dünyası ve gizemli yönü dolayısıyla üzerinde en çok kafa yorulan konulardan biridir. Yunan mitolojisinde, gerek güzelliği gerek ihtirasları ile tanrıça olarak adlandırılan kadın, Kitab-ı Mukaddes’te erkeğin kaburgasından yaratılan bütünleştirici yönüyle anlatılır.100 Kadın bir noktada yaşamın kendisidir.101 Doğurganlığı dolayısıyla toprakla bir tutulan kadın, hayatın devamlılığını da sağlayan ana etkendir.
“Yetim” öyküsünde erkek karakterlerde olduğu gibi, zıt yönleriyle ele alınan kadın karakterler arasındaki çatışma da konu edilir. Kasımbekov, toplumun iki farklı yüzünü resmederken, Kırgız kadınının taban tabana iki zıt karakterini de karşılaştırır. Bir tarafta yetim Kökö’yü öteleyen ve onu bir meta olarak gören Şeki, diğer yanda yabancı bir çocuğu kendi çocuğu gibi bağrına basan Şirin yer alır.
Şeki, başkişi Kökö’nün teyzesi olarak takındığı tavır nedeniyle kart karakter olarak değerlendirilir.102 Onun çocuğa sadece devlet yardımını almak için bakması ve her defasında aşağılayıp, dövmesi de bunun göstergesidir. Annelik içgüdüsünü yaşa(ya)mayan Şeki bu içgüdünün kadına kazandırdığı sevgi, şefkat gibi duygulardan yoksun olarak Kökö’yü sarıcı değil, öteleyici bir tavır sergiler; “Şeker aslında evladı kesilmiş kadın. Doğuramadığından dolayı mı yoksa huyundan dolayı mı bu sene, yazın eşi ile ayrıldı.” (H.Y.: 10) anne olmanın tadına varamayan Şeki yetim çocuğu sahiplenme iç güdüsünden yoksundur.
Onun çocuğu büyütürken takındığı tavır, çocuğun kişiliği üzerinde doğrudan etkili olur; çünkü,“oğluna sürekli olarak “Ne kötü bir çocuksun”! diyen anne, sonunda ya bir hayduda ya da bir azize kavuşabilir. Çocuğun kimliği, onun anne babasının sözcüklerini nasıl anlamlandırdığına bağlıdır.”103 Çocuğun geleceğinin şekillenmesinde önemli bir aşama olan aile sevgisinin eksikliği Şeki’nin tavırlarından kaynaklanır. Kökö’nün hırsızlık yapmasında takındığı umursamaz tavır onun bu kötücül davranışı meşru görmesi, çocuğun olumsuz bir kişiliğe nasıl sahip olduğunun da göstergesidir. Çocuğun kişiliğinin gelişmesinde önemli bir kavşak olan okula göndermemesi bilginin önüne set ördüğünün göstergesidir. Foucault bilgi için; “Bilgi, bence, bireysel varoluşun bir kalkanı ile dış dünyanın kavranması işlevini görmelidir.”104der. Kökö’nün bireysel varoluşunu bu şekilde engelleyen Şeki, onun bilinçlilik halinin oluşumunu da geciktirir; “bacım, sen çocuğa iyi davranmıyorsun, okula da göndermiyormuşsun. Taş-kömürdeyken seni uyarmamış mıydım?” (H.Y.: 25) Rayımcan’ın bu serzenişi, Şeki’nin çocuğun eğitim hayatını nasıl elinden (ç) aldığının göstergesidir. Kadına yüklenen kutsal annelik vazifesinden mahrum kalan Şeki, Kökö’nün gelişiminde daha çok olumsuzlayıcı özelliğiyle yer alır.
Öykünün diğer kadın karakterleri olan Rayımcan’ın eşi Şirin ve annesi Saragül ortada fazla görünmemekle birlikte, ülkü değerlerde yer alan figüratif karakterlerdir. Saragül ve Şirin merhametli birer anne figürü olarak kurgulanmıştır. Kırgız Türkçesinde “Sara” sözcüğünün anlamı; seçme, mumtaz, en iyi, en üstün olarak sözlükte geçer.105 “Sara” ve “gül” sözcüklerinden oluşan Saragül adının anlamı ise; en mümtaz, seçkin gül olarak bilinir. Şirin de adı gibi iyi huylu tasvir edilmiştir. Bu iki karakter de adlarının anlamıyla karakterleri uyumlu olarak anlatılmışlardır. Öyküde sabrı, hoşgörüyü, sevgiyi temsil eden Saragül ile Şirin varoluşunun girdabından boğulmak istenen Kökö’nün tinsel doğumunun gerçekleşmesinde etkin rol oynarlar.
Değerler dünyasında kendine yer bulmak isteyen özne, karşı güçler tarafından engellenir. Toplumsal yozlaşmanın görüngüsü olan bu gücü temsil eden Şeki, karşısında Saragül’ü ve gelini Şirin’i bulur; “Saragül teyze Rayımcan’a suratını asarak konuştu; Hayır, memleket o paraları kimsesiz yetimleri büyüyene kadar harcayasınız diye veriyor bunun gibilerin boğazına gitsin diye değil. Bacım sen yaşlanmış kuvvetsiz filan değilsin. Kendi emeğinle kazan, bozo satıp geçinmeyip herkes gibi çalış. Diyeceklerim bu kadar” (H.Y.: 26). Yetim Kökö’yü şahsi işlerinde kullanan ve üzerinden para kazanarak onu metalaştıran Şeki’ye karşı çıkan Saragül, çocuğun sömürülmesi karşısında dayanamaz. Birey olma edimini yaşayamayan Kökö’nün yitip gitmesine razı olmayan Saragül ve Şirin çocuğa sahip çıkarak onu kendi evlatları gibi büyütürler.
2.2.2. İzleksel Kurgu
2.2.2.1. Yuva/Ev
İnsanın hayatta kalma itkisi, diğer canlılarla benzer özellikler taşır. Ancak, diğer canlılardan farklı olarak, insan sadece bir barınak, korunak ihtiyacı arayışında olmaz. Bunun yanı sıra, içinde bulunduğu korunağı, sığınağı sevgi, ilgi ve sıcaklıkla işleyerek, bir tür psikolojik varlık alanı da oluşturur. Yuva’yı ev’den ayıran en önemi özellik, yuvanın varoluşsal bir mekan olarak, insanın duyguları ile beslenmesidir. Yuva, içindeki çocuklarla, anılarla ve birlikte geçirilen güzel anlarla, bir bütün olarak topluluğun kültür ve şefkat barınağına dönüşür. Ev yerinde durabilirken, yuva içindeki sevgi ve içtenlik duyguları kaybolduğunda kendisi de yok olur. Başka bir ifade ile ev fiziki yeri imlerken, yuva o yerin içindeki duygudur. Duygunun yitirilmesi fiziki mekanı ortadan kaldırmaz, ancak birlikte varoluşun yıkımına işaret eder.
Yuva ailenin biraradalığının sığınağı ve içtenlik mekânının diğer adıdır. Aile üyeleri sıcak bir yuvada huzur bulur. “Ben”i sağaltan ve koruyan bir unsur olan yuva ya da ev, “yaşamın tüm olumsuz sardırılarına karşı aynı kararlılıkla korur ve kollar.”106 İlk çağdan beri insanlar, vahşi yaşamın olumsuzlamalarından korunma içgüdüsüyle mağaralara, ağaç kavuklarına sığınmış; zamanla kulübelere, taş evlere ve gökdelenlere kadar süren bir dönüşümde kendilerine yaşam alanları oluşturmuşlardır. Ancak mekân bu noktada fiziksel yönü yanında, ruhsal yönden de insanın varoluşunun konumlanmasında önemli bir etken olmuştur.
Her çocuk toplumsal yaşama uyum sağlama sürecinde bir takım sorunlarla karşı karşıya kalır. Adaptasyonu şart koşan ve yaşaması için olanak sağlayan bir dünyayla karşı karşıya kalan çocuk, içgüdüsel ihtiyaçlarını karşılamada aşılması gereken engeller yüzünden tökezler.107 Çocuğun yaşadığı bu anlar, onun erken yaşta bilinçlenmesine ve hayatın zorluğuna karşı kalkan oluşturmasına neden olur. Dünyayla yüzleşmek ya da içinde yaşadığı çevreye uyum sürecinde çocuğu koruyan bir ailenin varlığı onun hayata tutunmasında ana etkendir. Ailenin verdiği huzur ve mekânın dinginliği çocuğun varoluşunu konumlandırmasında, kendini keşfetmesinde önemli rol oynar. Kasımbekov’un öykülerine bakıldığında kahramanların büyük çoğunluğunun kendini arayan çocuk karakterler olduğu görülür. Bu karakterlerin dış dünyanın zorluğu karşısında tökezlediği anlarda ailenin varlığı onları ayakta tutan bir dayanak olur. Yetim öyküsünde de yuvanın çocuğun gelişiminde ve hayata tutunmasında önemli rolü vardır.
Kasımbekov’un öyküleri arasında yuvanın insan psikolojisi üzerindeki etkisinin en çok görüldüğü öykü olan “Yetim”de içinde bulunduğu evde sıkılan/bunalan Kökö’nün doğduğu eve olan hasreti işlenir. Kökö’nün yaşadığı ev fiziki olarak öyküde, fazla tasvir edilmez; ancak başkişi üzerindeki olumsuz etkisi her yönüyle ele alınır; “Çoro, sarhoş halinde çocuğun kafasını koltukaltında tutarak birkaç defa tokat attı. (…) Kökö’nün gözyaşları sel oldu. Gözlerinden yaşla beraber zehirlerini de çıkardı. Bunların sadece kendilerine de değil evebeynlerine de küfür etti” (H.Y.: 9-10). Evin koruyucu, sağaltıcı etkisinin kaybolduğu bu kaos anlarında Kökö kendine yeni bir sığınak arar. Yetim büyümenin zorluğu altında ezilen küçük çocuk, öykünün yozlaşmış karakteri Çora’nın eziyet ve hakaretleri karşısında yitip gitme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Çocukluğun bu en hassas döneminde dönüştürücü unsur olan sevgi eyleminden uzak kalan Kökö, yuvanın getireceği sıcaklıktan da mahrum kalır.
Mekânın insan ruhu üzerindeki sağaltıcı etkisinden uzak olan Kökö, içinde bulunduğu yuvaya yabancılaşır ve kabuğuna çekilir. Kendini konumlandıramayan ben görüngüsüyle Kökö, yuvanın verdiği huzur ortamından da hızla uzaklaşır. Deneyimlediği kötü olaylar, onun yaşadığı evle yakından ilgilidir. Ailesini küçük yaşta kaybeden Kökö, teyzesi ile yaşamak zorunda kalır. Ancak teyzesi ve dostu Çoro, ona olmadık eziyetlerde bulunurlar. Yuva/ev’in bilinçlilik hali üzerindeki etkisi farklı mekânlarda açığa çıkar. Başkişi Kökö, yuva/ev değiştirince geçmişin kuşatıcı/yıkıcı etkisinden kurtulur. Yıllardır eksiklik duyduğu anne ve baba sevgisini Rayımcan ile Şirin’nin kucaklayıcı yönüyle gideren başkişi, mekân değiştirerek artık kendi içine oturur. Çünkü mekânın içtenlik veren hali bireyin ontolojik eksikliğinin giderilmesinde de önemlidir. Yuva/ev artık onun için açık/geniş mekân olmuştur.
Öyküde ruhsal değişimle paralel olarak tasavvur edilen yuva/ev, bireyin farkındalık yaşadığı içtenlik mekânı olarak gözlenir. Kökö, hayatını olumsuzladığı teyzesi Şeki’nin evinden, Rayımcan’ın evine geçerek huzura kavuşur. İnsani değerlerin anlam kazandığı ev, kaosun kozmosu olarak bireyin varoluşsal açıdan kendini gerçekleştirdiği mekân olarak görülür. Toplumsal iletişimsizlik ve yabancılaşma karşısında kendi olma duygusundan uzaklaştırılmak istenen birey, evine sığınır; çünkü ev “insanın direnişidir.”108 Öyküde, yetim kalan Kökö’nün mekânsal anlamda yaşadığı darlık ve sıkıntı ev değişikliğiyle bir direnişe dönüşür. Sığındığı Rayımcan’ın evi bu direnişin somut görüngüsüdür. Hayatın çoğunlukla acı yönünü deneyimleyen Kökö, düşleminde tasarladığı sıcak yuvaya ve aile sevgisine, yeni evinde kavuşur. Ev, bu noktada bireyin kendi edimini gerçekleştirdiği ruhsal bir barınaktır.
2.2.2.2. Sevgi
Hayatın sıradanlığından sıkılan ruhun niteliksel bir kavrayışla kendi içine yönelten sevgi edimi öyküde değişimin aydınlık yüzü olarak yer alır. “Yetim” öyküsünde sevgi, başkişiyi gerek geçmişin dehlizlerine götüren bir özlem unsuru gerekse onun hayatını biçimlendiren bir dönüşüm nesnesi olarak sağaltıcı yapısıyla görülür. Annesini ve babasını kaybeden başkişi Kökö, öykü zamanından öyküleme zamanına giderek geçmişini, hiç görmediği babasını ve annesini anımsar; “Rayımcan amca çok iyi birisiymiş. Peki, benim babam. Babam çok iyi biridir. Canım babam, anneciğim… Canım annem…” (H.Y.: 22). Anne ve babasını kaybeden Kökö için sevgi, geçmişe duyulan özlem şeklinde tezahür eder. Hiç görmediği babasıyla düşleminde bütünleşen Kökö, küçük yaşta kaybettiği annesinin eksikliğini teyzesinden gördüğü eziyet sonucunda daha derinden duyumsar. Mitik bir çağrı olan sevgi, Kökö’nün bilinçaltını harekete geçiren bir yönelimdir. Sonsuzluğa uğurladığı anne ve babasının yokluğunda yaşadığı kötü olaylar, Kökö’nün geçmişe daha bir özlemle bakmasına yol açar. Anne ve baba sevgisinin yitimi, bireysel olarak hayata tutunamamasında başat unsurdur. Bu perspektifte öyküde sevgi eksikliğinin yarattığı travma daha çok kendini hissettirir.
Sevgi, bireyi tinsel anlamda daha üst noktaya taşıyan yeniden doğuş imgesi olarak öyküde başkişinin kabuğunu kırmasına ve farkındalığına da zemin hazırlar. Başkişi Kökö, sevgi/sizlik sonucu kişilik eksikliği yaşar ve ahlaki erdemlerinden yoksun olarak yaşamını sürdürmeye mahkûm edilir. Ancak Rayımcan ve ailesinin sevgisi onu sağaltan, dönüştüren bir değer olarak öyküde hissedilir. Rayımcan, Kökö’yü evlerine getirir, üstünü temizler ve karnını doyurur. Yıllarca sevgiden mahrum kalan yetim ise, bu ilgi karşısında gözyaşlarını tutamaz; “zavallının kalbini acımasız bir el sıkıştırıyordu sanki. Gözleri doldu. Ne yapsın zavallı kirli elleriyle gözyaşlarını sildi. Ağlama yavrum! Ne ağlıyorsun. Sen koskoca adamsın artık yakışır mı sana! diye Rayımcan çocuğun göz yaşlarını peçeteyle sildi, çenesinden tutarak başını kendisine çekti” (H.Y.: 21). Yaşadığı dram dolu hayatın ağırlığı karşısında ezilen, varlık alanı yok sayılan Kökö, Rayımcan ve ailesinin sevgisiyle hayata döner. Sevgi, kişinin yaşamın dışarıdan gelen her türlü saldırısı karşısında sığınağı olur. Kökö de yaşadığı hayatın dış tehditlerine karşı Rayımcan ve ailesinin sıcak yuvasına sığınarak korunur.