banner banner banner
Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser
Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser

2.2. Yetim

2.2.1. Öyküde Yapı

2.2.1.1 Öyküde Bakış Açısı ve Anlatıcı

2.2.1.1.1 Tanrısal Bakış Açısı ve Anlatıcı

Türkçe’de “ilahi”, “hâkim”, “üçüncü tekil şahıs” ve “sınırsız” gibi adlarla kullanılagelen tanrısal bakış açısı roman ve öykü gibi anlatılarda yazar anlatıcı tarafından çokça kullanılır. “Bir anlamda destandan romana intikal etmiş”[64 - Mehmet Tekin, Roman Sanatı (Romanın Unsurları) I,Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006, s. 50.] bir teknik olan tanrısal bakış açısıyla kurgulanan öykülerde/romanlarda anlatıcı, sınırsız görme ve bilme yetisine sahiptir. Bu bakış açısında “üçüncü tekil şahıs ağzıyla konuşan hâkim anlatıcı, yazarın dilini kullanır.”[65 - İsmail Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş Roman-Hikâye, Kardelen Yayınları, Isparta, 2000, s. 31.]Dolayısıyla yazarın ne düşündüğü çoğunlukla kahramanın ağzından anlatılır. Kahramanıyla bütünleşen yazar, daha çok içmonolog, bilinç akışı gibi tekniklerle kendi zihninden geçenleri metne katar.

Kasımbekov’un “Yetim”[66 - Öykünün orijinal Kırgız Türkçesi adı; “Cetim”dir. Türkiye Türkçesi ile Kırgız Türkçesi arasındaki “c-y” değişimi göz önüne alınınca öykü Türkçe’ye “Yetim” adıyla çevrilebilir.] öyküsü tanrısal bakış açısıyla kurgulanmıştır. Öykünün başkişisinin yaşadığı iç ve dış çatışmalar, bunalımlar ve gerilim yazar anlatıcının gözünde oldukça canlı aktarılır; “Kökö, neredesin diye kadın bağırmaya başladı. Hemen kapıdan zayıf bir çocuk girdi. Efendim Şeki[67 - “Şeki”, “Şekercan”ın kısaltmasıdır. Kırgız Türkçesinde özel adların kısaltmaları bu şekilde ilk heceler korunarak yapılır. Cengiz Aytmatov’un dilimize çevrilen birçok anlatısında da bunun örneklerini görmek mümkündür.]anne! Ocağa odun at, bozo ısıtalım, odun getir başımın belası git hemen! Yüzü sarırık hastası gibi sararmış, sadece derisi ile kemiği kalmış Kökö burnunu çekerek dışarıya doğru verilen emri yerine getirmek için koşarak gitti.” (H.Y.: 8) Küçük yetim bir çocuğun üzerinde hakimiyet kuran üvey anne onun varlık alanını yok sayarak kendilik değerlerinin oluşmasının önünde en büyük engel olur. Çocukluğun bu ilk evresinde yaşanan ağır travma, çocuğun hayatı boyunca hissedeceği nevrotik sanrılara yol açabilir. İlk çocukluk devresi çocuğun kişiliğinin oluşmasında ve gelecek tasarımında önemli evredir. Bu dönemde çocuğun yaşadığı her türlü olumsuz olay, onun sağlıklı bir birey olarak topluma katılmasında engelleyici olur. Kökö’nün yaşadığı bu kötü ünler, aşağılamalar da onun kişiliğinde tahribata yol açarak gelecek tasarımını olumsuz anlamda engeller.

“Yetim” öyküsünün başkişisi öyküye adını veren -babasını savaşta annesini de yıllar önce kaybetmiş- Kökö adlı çocuktur.[68 - Kök sözcüğünün üçüncü anlamı Yudahin’in sözlüğünde şu şekilde verilir; (Kök: yahut kök bet yahut kök bettüü) ısrar eden, sebatlı, inatçı; kök bala: inatçı çocuk; er bolsonğ, kök bol. sözüngö bek bol ats. : yiğit olursan sebatlı ol, sözünün de eri ol!; kök mee, kökmöö. Kök sözcüğünün inatçı anlamını taşyan Kökö inatçı kişiliğe sahip olmasıyla anlatılır. Bu durum yazarın yarattığı karakterin ismiyle kişiliği arasında anlam ilgisi kurduğu anlaşılır. (Bkz. K.K., Yudahin, Kırgız Sözlüğü (K-Z) (Çev. Abdullah Taymas), TDK Yayınları, Cilt 2, 3. Baskı, Ankara, 1994, s. 498.)] Tanrısal bakış açısına sahip anlatılarda anlatıcı bakış açısını, “çoğu zaman figürün-özellikle de başkişinin- tam karşısına, ama ondan çok okura yakın bir noktaya yerleştirir. Onun kişiliğine, geçmişine dönük kimi bilgileri, bir sırdaş gibi gördüğü okurla paylaşır.”[69 - Sazyek, a.g.e, s. 185.] Yazar anlatıcı, Kökö’nün geçmişine ait bilgileri aktararak, Kökö’nün anne ve babası hakkında bilgi verir. Yazar anlatıcı çocuğun yaşadığı kayıpların onun ruhsal dünyasında açtığı tahribatı vaka zamanından geriye giderek anlatır. Anlatı şimdiki anda zihnin üzerine düşen atomlardır. Gelecek tasavvuru geçmişin izlenimleri üzerine inşaa edilir. Yetim çocuğun içinde bulunduğu varoluşsal sancılı durum, geçmişte yaşadığı kötü zamanların geleceğe sinmesindendir. Yazar, başkişinin şimdiki ruh halindeki çöküntüyü geçmişe giderek şu şekilde aktarır;

Kökö, babası askere gittiğinde annesinin karnındaydı. Babası Yusuf savaşta öldü. Annesi Ayım askerden kalan tek evladına yel bile dokundurmadan büyüttü. Okula da verdi. Ne yazıkki annesi zavallı oğlumu okutup büyütsem diye hayal ederken maksadına ulaşamadan dört sene evvel hastalıktan dolayı vefat etti. Böylece bir ailenin yalnız sevimli evladı “yetim Kökö’’ diye adlandırıldı. Akrabaları çocuğu Şeki’ye verdiler. O zamanlarda Şeki Taş Kömürde kalıyordu. Birgün Kökö’yü kimsesizler yurduna götüreceğiz diye hoca gelmişti. Şeker ikna olmamıştı. (H.Y.: 10)

Öykünün başında, bu anekdotu veren yazar anlatıcı, okuyucunun kafasındaki “Kökö nasıl yetim kaldı?” sorusuna da cevap vererek bir anlamda merak unsurunu giderir. Kökö’nün acınası hayatına bu doğrultuda dikkati çeken yazar-anlatıcı okurda yetim çocuğa karşı bir hissiyat oluşturur. “Ne yazık ki”, “zavallı”, “yalnız sevimli evlat” gibi sözcükler yazarın taraf tutma eğilimini belirtir. Askerde babasını kaybeden ve çok küçük yaşta da annesiz kalan başkişinin zihninde geçmişin kötü anlarının kalıtımsal olarak varlığı onda kişilik sorunlarına yol açar. Bir aile sıcaklığının eksikliği ve sığındığı teyzesinin eziyetleri yazarın neden taraf tuttuğu hakkında ip uçları verir.

Tanrısal anlatıcı öykü kişilerinin iç ve dış çatışmalarını aktarmada kişilik çözümlemelerinde dikkati çeker. Yetim Kökö’nün yaşadığı depresif tramva öykü boyunca sık sık geniş görme biçimiyle aktarılır. Kimsesiz bir çocuğu sadece ondan yararlanmak için sahiplenen Şeki adlı kadın çocuğu değersizleştirerek onda“geriçekilmişlik”[70 - Geri çekilmişlik; psikoloji terimi olarak içe dönüklüğün öbür yüzü, dış dünyadan kopma olarak tanımlanır. Bkz. Harry Guntrip, Şizoid Görüngü Nesne İlişkileri ve Kendilik, Çev. İpek Babacan, Metis Yayınları, İstanbul, 2003, s. 39.] hissi yaratır. Bu geri çekilme, çocuğun dış dünyadan koparak kendi içine sıkışıp kalmasına nesneler dünyasında kaybolmasına yol açar. Ontolojik olarak varoluşunu gerçekleştirmek isteyen insan “atalarını, geçmişini anarak kendi içine oturmayı öğrenir.”[71 - Ramazan Korkmaz (2003), “Oğuz Yurdu Romanında Toplumsal Bilinçdışının Görüntü Düzeyleri” Bilig, Güz / 2003. sayı 27, s. 72.] Bunu beceremeyen bireyler dünyada kendilerini konumlandıracak yer bulamazlar ve ontolojik bir boşluğa düşerler. Başkişinin geçmişte yaşadığı travmaya teyzesinin eziyetlerinin eklenmesi çocuğun farkındalık olgusundan uzak kendi içine çekilerek, kişilik sorunu yaşamasına yol açar.

2.2.1.2. Öyküde Zaman

Zaman, varlığın sonsuz olanla ilişkisidir. Varlık, zamana bağlı olarak değişkenlik gösterir. Geçmiş-gelecek ve şimdi zamansallıkları varlığın sonsuza açılan bir penceresi olur. Bu doğrultuda varlığı merkeze almasıyla zaman, anlatının ruhunu oluşturan, anlatıya derinlik kazandıran unsurdur.

Şekilde Levinas’ın[72 - Emmanuel Levinas, Ölüm ve Zaman, Çev. Nami Başer, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2006, s. 37.] zaman üçlemesinde; zamanın geleceğin tasarısından, geçmişin baştan ve süreğenliğinden, şimdiki zamanın ise buradalığından bahsedilir. Anlatılarda kullanılan zaman unsuru da bu şekilde geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesinin yaşantılanmasıdır. Zaman bu üçleme merkeze alınarak bireyin şekillenmesinde ana unsurdur. Kasımbekov anlatılarında da zaman, bireyin ruhsal dünyasıyla ontik bir bağ kurar.

Tölögön Kasımbekov’un diğer anlatılarında da sık sık kullandığı geriye dönüş tekniği “Yetim” öyküsünde de çokça başvurulan bir anlatım yöntemidir. Yetim öyküsü zamansal olarak öykü zamanından sık sık öyküleme zamanına dönüşlerle kurgulanır. Öykü, yazar anlatıcının, hâkim bakış açısıyla aktardığı kapalı bir mekân olan evde, öykü kişilerinin tasviriyle başlar; “evde sadece üç insan var. Gönülleri güllük gülistan, şarkı söyleyerek neşeli oturuyorlar. Ortadaki adam orta yaşlardaki birisi ama ergenlik dönemine gelmiş delikanlı gibi davranıyor. Ara sıra bıyığını kıvırarak, akıllı, büyük olduğunu göstermek istiyormuş gibi diğer ikisini yönetiyordu” (H.Y.: 7). Öyküyü bu şekilde tasvirle başlatan yazar-anlatıcı evde her ne kadar huzurun hâkim olduğu izlenimi verse de öykü ilerledikçe mekânın giderek darlaştığı görülecektir. Ev bu anlamda bireyi sıkan/saran görüntüsüyle darlaşır. İşittiği hakaretler ve gördüğü şiddet, yetim çocuğun zamana sıkışıp kalmasına yol açar. Öykü ilerledikçe, Yetim Kökö üzerinde Şeki ve dostu Çora’nın eziyetleri zamansal boyutta giderek artan bir gerilime dönüşür.

Öykünün kart karakterleri olarak görülen Çora ve iki arkadaşı ile Şeki, öykünün başkişisi, yetim çocuk Kökö’yü değersizleştirerek varlık alanına tecavüz ederler. Yazar anlatıcı bu sahneleri öykü zamanından geriye gidişlerle anlatır. Yazar anlatıcının geriye dönüşlerdeki yoğunlaşma anları başkişinin psikolojik geriliminin zirveye ulaştığı zamanlardır; “hani dövmeyeceğim demişti. Döversem babamla evleneyim yemin ediyorum demişti. Bakacağım babasıyla evlenir mi? diye çocuk her şeyi hatırlıyor. Yüzünde üzgünlüğü belirmese de içi hüzünle dolu. Bu kavgalar onun için alışkanlık gibi.” (H.Y.: 11) Zaman-mekân bütünleşmesinin örneği olan alıntılanan bölüm, mekânın insan ruhu üzerindeki etkisine örnektir. Huzurun mekânı olması gerekirken huzursuzluk mekânı olan ev, içkinin verdiği sarhoşlukla kendilerinden geçen yozlaşmış tiplerin, yetim Kökö üzerindeki olumsuzlayıcı özelliğiyle kurgulanır. Artık sıradanlaşan kavga ve gürültü hali zamanın insan ruhu üzerindeki yıkıcı/tahrip edici özelliğini gösterir.

Yazar anlatıcının dağınık olarak geçmiş anları öykü zamanına taşımaları sadece gerilimin yüksek olduğu anlarla sınırlı değildir. Öyküde başkişinin dolayımlayıcısı olan öğretmen Rayımcan hakkında bilgi veren yazar anlatıcı, kanlı savaşın yapıldığı geçmiş zamana da atıfta bulunur; “Rayımcan öğretmen, beş altı senedir köyde çalışıyor. Orta yaşlarda olgun birisi. Onun yüzünü sert gösteren şey yüzündeki kesik izi. Ama gözü korkutan bir şey değil. O yirminci asrı titreten kanlı savaşın izi.” (H.Y.: 15) cümlesinde olduğu gibi artzamanlı olarak kurgulanan öyküde, yazar anlatıcı, Rayımcan’ın hatıralarıyla, okuyucuyu bilgilendirmeye devam eder. Yetim Kökö’nün babasıyla olan dostluğu Kökö’yü gördükçe doruğa çıkmaktadır. Rayımcan’ın içsel gerilimi de bu tip geriye gidişlerle açığa çıkar;“Rayımcan geçmişi hatırladı. Kökö’nün babası Yusufla beraber savaşa gittiklerini, göz önünde onun öldüğünden bahsetti. Yaşlı Saragul teyzenin gözleri doldu; Ya Rabbim, nice yiğitler vefat etti o kanlı savaşlarda sen onların kabrini nurla doldur.” (H.Y, s. 24) Tarihsel romancı yönüyle tanınan Tölögön Kasımbekov, öykü zamanından geriye giderek savaşın karanlık yüzüne göndergede bulunur. Gözünün önünde en yakın arkadaşını kaybeden Rayımcan, yetim kalan Kökö’nün çektiği eziyetlere dayanamaz ve sorumluluk duygusuyla onu sahiplenir.

Öykü zamanı, başkişinin kendini bulma ve kurma sürecindeki arayış ve çatışmalarla şekillenir. “Farkındalık” olgusuyla şekillenen, Rayımcan’ın içtenlik mekânında konaklamasıyla “sorumsuzluktan sorumluluğa doğru içsel ve eylemsel bir değişim yaşayan başkişi”[73 - Ülkü Eliuz, Küçük Adam, Orhan Kemal’in Romanlarında Yapı ve İzlek, Öykü Yayınları, Ankara, 2006, s. 52.] kendilik bilinci ile ontolojik olarak yeniden doğar. Zaman bu bağlamda, başkişinin şekillenmesinde ve dönüşümünde başat unsurdur; “sonbahar güneşinin son ışıkları çocuğu ısıtıyordu. Çok zamandır hiç böyle sımsıcak lezzetli yemek yememişti. (…) Rayımcan amca çok iyi birisiymiş. Peki, benim babam. Babam çok iyi biridir. Canım babam, anneciğim… Canım annem…” (H.Y.: 22) cümlesi onun fiziksel ve ruhsal farkındalığının görüntüsüdür. Rayımcan’ın evinden gördüğü ilgi ve sevgiyle kendini ontolojk olarak konumlandıran Kökö, zamanın yıkıcı etkisinden sıyrılarak yaşantısını olumlar.

Yıllarca aile sıcaklığından uzak olarak kendi “karanlık köşe/sine”[74 - Gaston Bachelard, Mumun Alevi, Çev. Ali Işık Ergüden, İthaki Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 27.] çekilen yetim Kökö, gördüğü ilgi ve sıcaklık ile kendini ontolojik olarak rahat ve güvende hisseder. “Sonbahar güneşinin son ışıkları çocuğu ısıtıyordu” cümlesinde kullanılan ışık imgesiyle anlatılan ruhsal dinginlik hali, çocuğun hiç görmediği babasını iyi biri olarak gördüğü Rasul ile bağdaştırmasına/özdeşleştirmesine yol açar. Bachelard; “küçük bir ışık karşısında daldığı hülya sayesinde hayalperest kendini evinde hisseder.”[75 - Bachelard, a.g.e., s. 27.]der. Kökö de yediği yemek, gördüğü saygı ve ilgi dolayısıyla hülyalara dalarak öykü zamanından geriye gider ve babasını hayal eder. Hülyalar insan zihninde bastırılmış duygularını gün ışığına çıkarır. Kökö de içselleştirerek bastırdığı anne ve baba özlemini sıcak yuvanın verdiği rahatlıkla anımsar. Zamansal boyutta kendi evinde yaşadıkları ile Rayımcan ve ailesiyle yaşadığı sıcak anları kıyaslayarak sorgular. Varoluşsal olarak yaşadığı sancı kendilik değerlerinin farkına vardığı anlarda derin bir sorgulama süzgecinden geçerek bunalan ruhunda aşkın olana açılma isteği uyandırır.

Anlatıda, “zaman sırasına”[76 - E.M., Forster, Roman Sanatı, Çev. Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s. 68.] uygun olarak anlatılan öykü zamanı, sıra dizimsel olarak belli bir tutarlılıkta oluşur. Yetim Kökö’nün teyzesi ve onun erkek arkadaşı Çoro’nun eziyetleri, Rasul ile olan arkadaşlıkları ve yaşadıkları çatışmalar, Rayımcan’ın ve ailesinin çocuğa sahip çıkarak Kökö’yü teyzesinin elinden almaları, sıra dizimsel olarak gerçekleşir. Bu düzlemde zaman-mekân ilişkisi bağlamında mekânın değişmesi Kökö’nün ruhsal değişiminde de etkin rol oynar. Başkişinin sığındığı teyzesinin evinde yaşadığı eziyet dolu günler, Rasul ve ailesinin sıcak aile sevgisiyle kucak açmasıyla sona erer.

2.2.1.3. Öyküde Mekân

2.2.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar

Dar/Kapalı mekânlar, fiziki özelliklerinden çok, öykü kişileri üzerindeki ruhsal etkileri yönüyle ele alınırlar. “Yetim” öyküsünde mekân başkişinin psikolojik gerilimiyle paralel bir seyir izler. Öykünün kart karakteri Şeki ile Çora, “kendisinin olmayan bir hayatı yaşama talihsizliğine uğramış”[77 - Ramazan Korkmaz (1989), “Derviş ve Ölüm Romanı Üzerine Bir Deneme” Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(2), s. 223-243.] başkişi yetim Kökö’nün varlık alanına müdahale ederler. Anne ve babasını kaybeden yetim çocuk üzerinde aşağılayıcı tavır takınan Şeki ve Çora, yetime olmadık eziyetlerde bulunurlar. Ahlaki çöküntü içindeki iki karakterin nefretle besledikleri eylemleriyle, evin insanı sağaltan, ruha dinginlik veren “bütünleştirici gücü”[78 - Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2013, s. 37.] başkişi için cehenneme dönüşür; “evin içine dört aynalı pencereden ışık girmesine rağmen içerisi aydınlık değil, pencerenin altında iki aynası da yok. Birincisine resimli bir derginin kalın sayfası yapıştırılmış, diğerine ise giyilmeyen eski bir şapka konulmuş. Bundan dolayı öğle vakti eve giren insana ev içi karanlık gibi akşamı hatırlatır” (H.Y.: 7). İnsanın varlığını güvende hissedeceği, aidiyet duygusunun görüngüsü olan ev, yaşanan baskı ve şiddetle darlaşır. Yaşanan olumsuzluk nedeniyle “karanlık” imgesini kullanan Kasımbekov, insanın kendini huzurda hissetmesi gereken evin öğlen bile yaratılan huzursuz ortam nedeniyle karanlığa büründüğünü belirtir. Evin karanlık olması, Kökö’nün içinde bulunduğu bunalım ve eziyet dolu anlara bir göndergedir. Gün ışığında içeri girilen ev kaotik bir huzursuzluk yaşayan Kökö için labirent mekân özelliği gösterir. Şeki ve Çora’nın hakaretlerine maruz kalan yetim çocuk, mekâna sıkışıp kalmış kendilik değerlerinden yoksun bırakılmıştır.

Dar/kapalı mekân özelliği taşıyan ev, Kökö’nün “bireyselleşmesinin” de önünde engel teşkil eder. Kart karakterler Şeki ve Çora “şahsi işleri için insan kullanmaktan çekinmezler.”[79 - Nazım Hikmet, Cezaevinden Mehmet Fuat’a Mektuplar-2, Adam Yayınları, İstanbul, 1968, s. 18.] Geleceğini şekillendirmek için okula gitmesi gereken yetim Kökö, Şeki tarafından evinde kurduğu meyhanede çalıştırılır; “bozoyu hazırlayıp hemen evdekilere yöneldi. (Kökö), yamalı, dizleri delik pantolonunu yukarı çekti ve sürünerek eve girdi” (H.Y.: 8). Kökö’nün çiğnenen değerleri yanında eğitim hayatı da elinden (ç)alınır. İnsan-mekân ilişkisi perspektifinde bakıldığında ev Kökö’nün kendi ol(a)mama durumunu hızlandırarak dar mekân özelliği gösterir.

Öyküde, fiziki mekân olarak ev, kahramanın ruhsal çöküşünü, kayboluşunu hızlandıran bir kapalı mekân olur. Bu bağlamda, kapalı-dar mekânlar, “kahramanların bireyselleşmesine izin vermeyip, özgür olarak düş kurmalarına mani olan mekânlardır.”[80 - Şahin Veysel, (2010), Halide Edip Adıvar’ın Romanlarında Yapı ve İzlek, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 34.] Kökö, düşleminde kendi gerçeğine yabancılaşır. Labirentleşen bir mekân olan evde, yaşadıkları onu “ben” olmaktan alıkoyar; “geçen günkü kavgadan dolayı Çoro’dan nefrete diyor. O zaman çektiği zorluklar az gibi Şeki de çocuğu kandırıp yakalayıp ağaç dalı kırılana kadar dövmüştü. Bunların hepsinde Çoro’yu suçlu buluyordu. Çocuk şimdilik çaresiz olduğunu kabul edip hiç bir şey yapamadı” (H.Y.: 12). İçsel bir gerilim yaşayan; annesiz ve babasız hayata tutunmaya çalışan yetim Kökö, öyküde değerleri bakımından ötekini temsil eden Çora tarafından çaresizliğe sürüklenir.

Psikolojik bir ezilmişlik içine sürüklenen Kökö, yaşadığı kötücül olaylar sonucunda benlik duygusundan uzaklaşır. Yaşadığı iç-ruhsal çatışmalar onu bilinçlilik halinden uzaklaştırarak“içsel dağılımını”[81 - Karen Horney, Nevrozlar ve İnsan Gelişimi Öz Gerçekleştirme Kavgası, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, 2. Basım, Ankara, 1993, s. 201.] hızlandırır. Richard Sennett, Gözün Vicdanı eserinde, “eğer içler gözlenebilseydi bu psikolojik saptamanın gösterilmesine (yani mekân çözümlemelerine) pek fazla bir önem verilmezdi.”[82 - Richard Sennett, Gözün Vicdanı, Çev. Süha Sertabiboğlu-Can Kurultay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 38.] der. Mekân, bu bağlamda bireyin ruhsal kopuşlarını, ontolojik kırılma anlarını ve farkındalıksal dönüşümlerini yansıtıcı yönü olduğu izlenimi de verir. “Yetim” öyküsünde mekân, bireyin varoluşunun konumlandığı yer olarak, kaotik boyutta bir dağılmanın, kuşatılmanın göstergesidir.

2.2.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar

Geniş/açık mekânlar bireyin tinsel doğuşunu hızlandıran içtenlik mekânlarıdır; “bu mekânlarda karakter kendisiyle, çevresi ve evrenle uyuşum içindedir.”[83 - Ramazan Korkmaz, (2007), “Romanda Mekânın Poetigi”, Edebiyat ve Dil Yazıları- Mustafa İsen’e Armagan, (Editörler; Aysenur Külahlıoğlu İslam, Süer Eker), Ankara, s. 411.] İnsan-mekân ilişkisi geniş/açık mekânlarda bütüncül bir özellik taşır. “Yetim” öyküsünde açık/geniş mekânlar başkişinin ruhsal kaçış alanlarıdır. Teyzesi Şeki ve Çoro’nun eziyetlerinden kaçarak sığındığı doğanın ruha dinginlik veren havası başkişi için, içtenlik mekânıdır; “yetim Kökö, yalnız, yol kenarındaki ağacın altında oturuyor. Sanki büyük bir işi bitirmiş insan gibi iki bacağını uzatmış. Bazen derin nefes alarak suratını asıyor bazen de çocukluk hayalleri ile neşelenip anne gibi cömert sonbahar rüzgârları eşliğinde, dinleniyordu.” (H.Y.: 11) Evin ruhuna ızdırap verici kuşatıcı etkisinden doğanın kucağına atılarak rahatlayan Kökö, ruhsal barınma alanına kavuşur. Evinden kaçış bir anlamda değersizleştirme anlayışından uzaklaşmadır. “Başkalarından kaçış, kendine egemen olmak için yapılır.”[84 - Sennet, a.g.e., s. 63.] Kökö de doğada bulduğu ruhsal dinginlik ile kendi benini keşfetmeye doğru yola çıkar. Onun farkındalık anları mekân değişikliğiyle paralel seyir izler.

Bireyselleşme, kişinin edimsel bir farkındalık süreci sonucu gerçekleşen bir dönüşümdür. “Bir bakıma var olmak”[85 - Şenol Göka, İnsan ve Mekân, Pınar Yayınları, İstanbul, 2001, s. 8.] olarak adlandırılan bu sürece mekânın önemli katkısı vardır. Yetim Kökö, doğanın dışında bu huzuru, dolayımlayıcısı öğretmen Rayımkul’un evinde bulur. Bu noktada “mekân biçimlendirme aracıdır.”[86 - Fatih Tepebaşlı, Roman İncelemesine Giriş, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya, 2012, s. 76.] Mekân değişimi psikolojik değişimde de önemli bir etkendir; “tertemiz oda, duvara Türkmen nakışları işlenen kilimler asılmış. Penceredeki vazoda bir adet gül duruyor. Saragul teyze evin bir köşesinde oturuyor. Ortada bereketli bembeyaz örtülü yemek masası. Öğle yemeği zamanı olduğu için evdeki herkes burada” (H.Y.: 20). Mekânı bu şekilde tasvir eden Kökö, odanın temizliği ve düzeni dışında aileden gördüğü sıcaklık ile kendini huzurlu hisseder. Ev halkının güler yüzlü hali karşısında şaşıran Kökö, kendi evinde bulamadığı ruhsal dinginliği yabancı bir evde bulur.

Geniş/açık mekânlar, anıların şimdiliğini harekete geçiren, özneyi, aşkın olana götüren özelliğiyle bireyin ontolojik olarak varoluşunu hızlandırırlar. Bachelard’ın dediği gibi “anılar hareketsizdir, mekânsallaştırıldıkları ölçüde sağlamlaşırlar.”[87 - Bachelard, a.g.e, s. 39.]Bu mekânsallaştırma öykünün başkişisi, Kökö’nün bilinç dışının dışa vurumunda kendini gösterir; “Kökö evdeki eşyalara yavaşça baktı. Sonra morali yükseldi de konuşmaya başladı; Şey o zaman annem vardı, pilav, mantı, çüçbara (yemek türü) yapıyordu, çok çok lezzetliydi.” (H.Y.: 20) Mekân değişikliğiyle anıları tazelenen yetim Kökö, bilinçlilik haliyle öykü zamanından geriye gider. Rayımcan ve ailesinin tutumuyla farkındalık yaşayan Kökö, annesinin yemeklerini anımsar. Düşleminde tasarladığı sıcak aile özlemini bir nebze olsun giderir.

Kökö, mekânın insan psikolojisi üzerindeki olumlayıcı etkisiyle, tinsel olarak kendi oluşunu gerçekleştirmeye ilk adımı atar. Kendini büyüten Şeki’nin eziyetleri karşısında bu ailenin sıcaklığıyla mekân değiştirerek aileyle yaşamayı seçer. Bu adım onun hayatını anlamlandıracağı aydınlık günlerin habercisidir. “Yetim” öyküsünde geniş/açık mekân, başkişi Kökö’nün tinsel doğumunu gerçekleştirdiği alanlarla sınırlıdır. Doğanın onu kucaklayan görüngüsü ve Rayımcan ile ailesinin onu bağrına bastığı “ev” öyküde geniş/açık mekânlar olarak değerlendirilebilir.

2.2.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası

2.2.1.4.1. Çocuklar

Çocuk, masumiyetin timsali olarak öyküde ülkü değerler arsında kendine yer bulur. Farkındalık olgusuyla bilinçlilik haline dönüşen yaşamı onun deneyimleriyle şekillenir. İyi-kötü kavramsal davranışlar arasındaki gel-gitleri; aile, arkadaşlar, sosyal çevre gibi etkenler onun psikolojisinin şekillenmesinde önemli kavşaklardır. Yaradılış itibariyle “her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır”[88 - Engin Geçtan, İnsan Olmak, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1996, s. 74.] ve bu eksiklik duygusu çocuklukla başlar ergenlik döneminde kopmalar, sapmalar baş gösterir, ardından yetişkinlik döneminde tamamlanmayı bekler.

“Yetim” öyküsünün başkişisi on bir yaşındaki çocuk Kökö de böyle bir eksiklik duygusuyla hayata tutunmaya çalışır. Ancak bir çocuk için düzenli bir aile ortamında yetişmesi çok önemlidir. Kökö, anne ve babasını küçük yaşta kaybeden yetim bir çocuk olması dolayısıyla düzgün bir aile ortamında yetişemez. Bu da ona kötücül davranışlar kazandırır. Yanında yaşadığı teyzesi Şeki’nin onu ihmal etmesi sonucu çevresiyle uyum sorunu yaşar. Çünkü “çocuğun ihmal edilmesi, yetersiz organlara sahip bulunması da sosyal duygunun gelişmesini zorlaştırır.”[89 - Alfred Adler, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çev. Halis Özgü, Hayat Yayınları, İstanbul, 2002, s. 13.] Bu uyum sorunu da çocuğun saldırgan bir tavır içine girmesine yol açar. Çocuğun nevrotik bir kişilik edinme sürecine adım attığı bu anlarda çocuk, kendisiyle ve çevresiyle bir çatışma içine girer. Komşusunun tavuğunu çalması, en yakın ve tek arkadaşı ile kavga etmesi onun ruhsal çatışmalarının dışa vurumudur. Kökö’nün hırsızlık gibi alışkanlıklar kazanması ailesi öldükten sonra yanında kaldığı teyzesi Şeki ve dostu Çoro’nun kötücül davranışlarından kaynaklanır; “sümsük, iç içeceksen, içmeyeceksen çek git! Allah’ın belası haram! dedi Şeki annesi” (H.Y.: 8). İçinde yaşadığı çevrenin baskısına maruz kalan Kökö içsel bir yabancılaşma içine girer. Çocuğun “yaşamının gelişimi ancak koruyucu bir toplumun varlığıyla mümkün(dür)”[90 - Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, İstanbul, 1992, s. 51] Kökö’nün varlık alanını çiğneyen Şeki, Çoro gibi öteki güçler onun koruyucu bir aile isteğine olumsuz cevap verirler. Çoro ismi Kırgız Türkçesinde mecazı olarak “dönek: hislerinden sabit olmayan” anlamında kullanılır. İsminin anlamını taşıyan Çoro, Şeki’ye karşı hislerinde ciddi değildir. Gerek Kökö’den gerekse Şeki’den faydalanmaya çalışır. Kökö’ye devletin bağlayacağı yetim aylığından dolayı Şeki’nin de içki dükkânından yararlanmaya çalışan Çoro, adı gibi “dönek” yozlaşmış, çıkarcı bir karakterdir. Şeki yani gerçek adıyla şeker adıyla ters kurgulanan bir karakterdir. Çoro ile birlikte yetim çocuğa eziyet ederek kız kardeşinin emanetine ihanet eder.

Başkişi Kökö’nün hırsızlık yapması ve arkadaşıyla kavga etmesi onun düzgün bir aile ortamında yetişmemesiyle ilgilidir. Kökö, arkadaşı Rasul’un babası Rayımcan’ın ve ailesinin sahip çıkmasıyla artık bambaşka bir kişi olur. Bilinçlilik hali, onun dolayımlayıcısı Rayımcan’ın ve ailenin sevgisiyle gerçekleşir. Sevgi bu noktada öyküdeki önemli dönüşüm unsurdur. Erich Fromm’un dediği gibi, “sevgi etkin bir biçimde başka bir insanın içine nüfuz etmektir.”[91 - Erich Fromm, Sevme Sanatı, Çev. Özden Saaatçi-Karadana, İlya Yayınları, İzmir, 2007, s. 41.] Kökö de uğradığı hakaret, nefret, aşağılama gibi davranışlardan sevgi ile kurtulur; “Saragul teyze de kendi kendine fısıldıyordu: Ne dersiniz biz çok çocuk sahibi de değiliz. Babasız, yalnız, zavallı yetimi biz evlat edinirsek nasıl olur! Rasulla kardeş gibi büyür” (H.Y.: 21). İçinde bulunduğu kaos ortamından Rayımcan ve ailesinin sevgisiyle çıkan Kökö, ontolojik olarak tinsel doğumunu gerçekleştirmek adına aradığı sığınağı bulur.

Öykünün bir diğer çocuk karakteri Rasul, “çok sakin bir çocuk(tur). Yüzü annesininki gibi bembeyaz, serserilikten hiç habersiz sade bir çocuk” (H.Y.: 12) olan Rasul, başkişinin dolayımlayıcısıdır. Kökö’nün tek arkadaşı olan Rasul, statik bir karakter olarak öykü kahramanı Kökö’nün farkındalık bilincinin oluşmasında etkin rol oynar. Kökö ile zıt kişilikte olması yaşadığı huzurlu rahat aile yapısı ile Kökö’nün imrendiği bir yerde bulunur. Kökö ile Rasul’un farklı kişilikte olmaları ve farklı şekilde yetiştirilmeleri aralarında çatışmaya yol açar; “dur sana gösteririm şimdi yumruklaşmayı! İkisi de bırakmak istemedi yumruklaşmaya başladı. Kökö daha uzun boylu olduğundan dolayı Rasul’u kafasına omzuna vurarak boynunu eğmeye çalışıyor, Rasul onun bacaklarını, böbreklerine tekme atıyordu” (H.Y.: 17). Aralarında yaşanan bu kavga iki çocuğu birbirinden uzaklaştırır. Kökö’nün olumsuz anlamda deneyimlediği hayatı karşısında Rasul’un düzgün, yolunda giden hayatı çatışmayı kaçınılmaz kılar.

Hayatında kaotik olarak açmazda olan Kökö, Frankl’ın“kuşkusuz insanın anlam arayışı içsel denge yerine içsel gerilim yaratabilir”[92 - Victor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, Çev. Selçuk Budak, Ankara; Öteki Yayınevi, 2000, s. 19.] sözünü desteklercesine, Rasul ile çatışır. Bu çatışmada onların iki farklı ailede yetişmesinin etkisi büyüktür. Kökö sevgiden mahrum sıcak bir yuvanın hasretiyle büyürken Rasul, iyi bir ailede yetişir; “tam bu vakitte karşıdaki büyük bir ayna gözüktü. Kökö bunu fark etmemişti. Meğer her şey gözüküyormuş. Hiç fark etmemiş. İşte en önde annesiyle ninesinin ortasında kendinden emin bir şekilde şık giyinen Rasul oturuyor. Ya Kökö? Giysisinin her yeri yamalı, elbisesinin tutacak yeri kalmamış yırtılmış. Sanki sokak köpeği (H.Y.: 21). Alıntıda İki farklı tablo çizen yazar-anlatıcı iyi bir ailenin çocuğun gelişimindeki önemine değinir. Psikojik bir travma geçiren Kökö’nün ruhsal olarak yaşadığı depresif anlarında, maruz kaldığı hakaret ve dayaklar onun ruhunda derin izler bırakır. Bu durum ilerde çocuğun “çarpık, yetersiz, yanlış yollar izleyen bir gelişim gösterme(sine)”[93 - Alfred Adler, İnsan Doğasını Anlamak, Çev. Deniz Başkaya, İlya İzmir Yayınevi, , İzmir, 2010, s. 80.] yol açabilir. Kökö’nün aksine, Rasul’un yaşadığı ev ve düzenli aile hayatı onun ruhsal gelişimini olumlu yönde etkiler. Ailenin sahip çıkmasıyla Kökö, bilinçli bir kişiye dönüşür. Öyküde yarım bırakılan “devamında ne olacağı?” sorusu, başkişi Kökö’nün iyi bir ailenin yanında yaşayacak olması ile cevabını bulur.

Kasımbekov’un öyküde kurguladığı çocuk karakterlerle toplumsal bir mesaj verir. Yazar toplumsal bir olgu olan dağılmış, bozulmuş hatta yok olmuş ailelerin arkada bıraktıkları çocukların yaşadığı travma ile topluma faydalı birer fert olamayacağını göstermek ister. Örnek bir aile tablosu çizerek toplumun bireylerini, uyarır. Yozlaşan topluma doğru giden Kırgızları verdiği örnek aile ile düştüğü ve/ya düşmekte olduğu bataklıktan kurtarmaya çalışır. Aytmatov’un bir şekilde -annesi ve babası terk ettiği için- yetim ve hatta isimsiz çocuğun yaşadığı travma gibi bir örnek sunar. Savaş sonrası yetim kalan çocuklar veya dağılan aileler neticesinde bu tür çocukların sayısı artar. Toplum bir nevi kendi canavarını kendi eliyle yaratır.

2.2.1.4.2. Erkekler

Ataerkil toplumlarda, tarihin en eski dönemlerinden beri erkekler, toplumsal, kültürel ve ekonomik varoluş biçimlerinin ana belirleyicisi ve aynı zamanda soyun sürdürülmesi açısından başat unsur olmuştur. Erkek kavramı Kırgız toplumunda da benzer özellikleri ile gözlemlenir. Erkekler, sadece ekonomik işlerin altından kalkmakla yükümlü kişiler değil, aynı zamanda toplumun diğer soylarla savaşları, çatışmaları karşısında koruyucu bir güçtür. Bu açıdan, erkeklerin yozlaşması ya da farklı kültürlere karşı bir ilgi geliştirmesi, içinde bulundukları toplumun yavaşça kültürel ve milli açıdan yok olması anlamına gelebilir. Kasımbekov’un öykülerinde erkekler toplumsal normların kurucusu ve sürdürücüsü olduğu gibi, kimi zaman yozlaşarak ölümcül bir gelecek tasarımının belirleyicisi konumundadırlar.

“Yetim” öyküsü zıt karakterler etrafında kurgulanmıştır. Yazar, öyküde gerilimi farklı kişiliklerin çatışmalarıyla arttırır. Bir yanda, aydın ve bilge bir kişi öğretmen Rayımcan diğer yanda ise Çoro vardır. Bu iki zıt unsurun eylemleri öyküde başkişinin kişiliği üzerinde doğrudan etkili olur; “öğretmen Rayımcan. Beş altı senedir köyde çalışıyor. Kırdaç dolgun birisi. Onun yüzünü sert gösteren şey yüzündeki kesik izi. Ama gözü korkutan bir şey değil. O yirminci asrı titreten kanlı savaşın izi.” (H.Y.: 15) Öyküde, bu şekilde tasvir edilen Rayımcan, başkişi Kökö’de farkındalık oluşturur. O, bilinçli bir birey olarak değerlerini her şeyin üzerinde tutar. “Aydın olmanın özü çölde haykıran ses olmaktır.”[94 - Jose Ortega Y Gasset, İnsan ve Herkes, Çev. Neyire Gül Işık, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2011, s. 12.]Rayımcan da hayatın dehlizlerinde yok olmaya bırakılmış başkişi Kökö’nün kendilik değerlerinin oluşmasında uyarıcı, biçimlendirici bir özellikle ona sahip çıkan bir dolayımlayıcı öznedir.

Nesneler dünyasında sıkışıp kalan yetim Kökö’ye şefkatlice yaklaşarak, onun kendi “ben”ini keşfetmesine yardımcı olan Rayımcan, onun yalnızlığa mahkûm olmasına engel olur. Öteki güçlerin yıkıcı/yok edici etkilerinden kaçıp değerler dünyasında kendi yer açmak isteyen Kökö, Rayımcan’ın kararlılığıyla kendilik değerlerine kavuşur. Rayımcan, değerlerine ve kendi öz güçlerine bağlı bir birey olarak yetim bir çocuğun yok oluş(una) seyirci kalmayarak bir anlamda kendini de değerler dünyasında konumlandırır.

Kasımbekov, öykülerinde kavramlar boyutunda çatışmayı sağlarken kişiler boyutunda da karşıt güçleri karşı karşıya getirir. Temsil ettiği değerleri ve bilinçlilik hali ile kendilik değerlerinin farkında olan kibar, erdemli öğretmen Rayımcan’ın karşısında; eğitimsiz, kaba saba görünümüyle Çoro yer alır. Çoro davranışlarıyla geçimsiz, sert, kaba bir kişiliktedir. Yazar onu şu şekilde tasvir eder; “(Çoro) Şekere laf atıp bozo içer. Köydekiler ona maden işçisi diyor; ama o Taş Kömüre gittiğinde hiç çekinmeden kolhoz adamıyım diye övünür. Ter dökmeden, kazanmayı sever, emekten kaçar, bazen gizlice tüccarlık yapar. İşte Çoro böyle birisi. Bir yere inşa ettiği ne evi ne bahçesi var. Derviş gibi hep gezer, dolaşır” (H.Y.: 10). Yaşamın aydınlık anlarından ve kendi değerler dizgelerine yabancılaşan Çoro, güç, para, ünü erekleştirip, bu eylemiyle kişisel çıkarı açısından yararlı şeyler yaptığı yanılmasına kapılmakta ve yaşama sanatının anlamını yitirerek kendi gerçek ben’i dışında her şeye hizmet etme(siyle)[95 - Erich Fromm, Kendini Savunan İnsan (Çev. Necla Arat), Say Yayınları, İstanbul, 1994, s. 29.] kurgulanır. Rayımcan ne kadar merhametli, yardımsever ise, Çoro tam tersi bir karakter olarak kurgulanmıştır. Sarhoş, çıkarcı, merhamet duygusundan yoksun biri olarak narsist bir kişilik sergiler. Funk, narsist kişi için şu cümleleri aktarır;

Narsistik kişi, kendisini olumlu ve olumsuz anlamda muhteşem olarak algılar, kendini büyük bir günâhkar ya da işe yaramaz biri olarak yaşasa bile bu kez de olumsuz anlamdaki büyüklenmeciliği yüzünden acı çeker. Bu noktada narsistik öbür yüzünü (kendi zayıflığını, başarısızlığını, hata yapabilirliğini, korkaklığını, zavallılığını, bağımlılığını ya da tersine becerilerini, gücünü, yeteneklerini, onurunu) yadsır ve bunları çevresine yansıtır.[96 - Rainer Funk, Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi, Çev. Çağlar Tanyeri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 57.]

Funk’un narsist kişi için çizdiği tablodaki olumsuzlanan değerlerin taşıyıcısı konumunda olan Çoro, kişisel eziklik ve eksiklik duygusunu çevresine “saldırarak” bastırır. O, narsist bir karakter olarak, kendi zayıf yanlarının verdiği hırsını, öfkesini çevresinden yani yetim Kökö’den çıkarır. Ona zorla içki içmesini söyleyip sonra da parasını ödemesini söyler; “içeceksin! diye kara bıyıklı Çoro daha sertleşti. İçmeyeceğim” (H.Y.: 9). Yetim bir çocukla alay etmesi; onun acıma, iyilik gibi duygulardan yoksun olduğunu gösterir. Öykünün öteki gücünü temsil eden Çoro’nun kendi ben’i ve çevresiyle yaşadığı çatışmada ezilen yetim Kökö olur.

Öykünün ülkü değerlerde[97 - Ülkü Değer; ruhunu eserin merkezine yerleştiren yazarın benimsenmiş değerlerini, doğrularını, özlemlerini, arzularını, varlık kaygısını, kısaca anlatıcının yaratıcı ben’ini temsil eden bir varoluş dizgesini içerir. (Bkz. Ramazan Korkmaz, “Romanda Entrik Kurguyu Oluşturan Değerlerin Görüntü Düzeyleri Üzerine Bazı Öneriler”, 20. Yüzyılda Türk Romanı Sempozyumu (19-21 Nisan 2000), Düzenleyen; Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Merkezi, Yayım yeri; A FestschrifttoLarsJohanson/ LarsJohanson Armağanı, Grafiker Yayınları, Ankara, s. 271-282)] alınabilecek diğer bir karakteri yüce birey “arketip”i[98 - Carl GustavJung, Dört Arketip, Çev. İhsan Kırımlı, Kumsaati Yayınları, İstanbul, 2011, s. 90.] Taşıbek’dir. Yaşının verdiği olgunluk ile aksakal olarak anlatıda geçen Taşıbek, müşkil çözücü rolüyle “kaosun kozmosudur.”[99 - Ramazan Korkmaz (2006) “Dede Korkut Anlatılarında Yüce Birey Aketipi”, XII, Uluslararası Kıbatek Edebiyat Şöleni, 9-16 Mayıs, Bakü/ Azerbaycan.] Rayımcan’ın yetim Kökö’nün bakımını üstlenmek istemesi ve teyzesi Şeki’nin buna karşı çıkması sonucu yaşanan çatışmada, aksakal Taşıbek tıpkı Dede Korkut gibi gelerek sorunu çözer; “bir anda Taşıbek amca geldi. Rayımcan bu ne kavgası?” (H.Y.: 31) Rayımcan ile Şeki’nin Kökö için yaptığı tartışmayı araya girerek çözmesi onun gördüğü saygı ve sevgiyi gösterir. Sorunu çözerken takındığı bilgece tavır ve sarf ettiği bilge sözler onun Alp bilge tipi olduğunun göstergesidir.

2.2.1.4.3. Kadınlar

Kadın ilk yaradılışla birlikte mitik dünyası ve gizemli yönü dolayısıyla üzerinde en çok kafa yorulan konulardan biridir. Yunan mitolojisinde, gerek güzelliği gerek ihtirasları ile tanrıça olarak adlandırılan kadın, Kitab-ı Mukaddes’te erkeğin kaburgasından yaratılan bütünleştirici yönüyle anlatılır.[100 - Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 2/18-23] Kadın bir noktada yaşamın kendisidir.[101 - Campbell, a.g.e., s. 141.] Doğurganlığı dolayısıyla toprakla bir tutulan kadın, hayatın devamlılığını da sağlayan ana etkendir.

“Yetim” öyküsünde erkek karakterlerde olduğu gibi, zıt yönleriyle ele alınan kadın karakterler arasındaki çatışma da konu edilir. Kasımbekov, toplumun iki farklı yüzünü resmederken, Kırgız kadınının taban tabana iki zıt karakterini de karşılaştırır. Bir tarafta yetim Kökö’yü öteleyen ve onu bir meta olarak gören Şeki, diğer yanda yabancı bir çocuğu kendi çocuğu gibi bağrına basan Şirin yer alır.

Şeki, başkişi Kökö’nün teyzesi olarak takındığı tavır nedeniyle kart karakter olarak değerlendirilir.[102 - Kart karakterler; romanda tek bir özelliği olarak değişmezler ve yalınkat bir kişiliğe sahiptirler. (Daha fazla bilgi için bkz. Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan-Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 277.)] Onun çocuğa sadece devlet yardımını almak için bakması ve her defasında aşağılayıp, dövmesi de bunun göstergesidir. Annelik içgüdüsünü yaşa(ya)mayan Şeki bu içgüdünün kadına kazandırdığı sevgi, şefkat gibi duygulardan yoksun olarak Kökö’yü sarıcı değil, öteleyici bir tavır sergiler; “Şeker aslında evladı kesilmiş kadın. Doğuramadığından dolayı mı yoksa huyundan dolayı mı bu sene, yazın eşi ile ayrıldı.” (H.Y.: 10) anne olmanın tadına varamayan Şeki yetim çocuğu sahiplenme iç güdüsünden yoksundur.