banner banner banner
Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser
Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser
Оценить:
 Рейтинг: 0

Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser

2.4.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar

Öyküde mekân, ben anlatıcının sıkışıp kaldığı, ontolojik olarak güvensizlik duyduğu kendi “ben”ini kaybettiği labirentleşen özelliğiyle görülür. Başkişi bu tip mekânlarda “kendi ben’iyle de uzlaşamaz bir çatışma”nın[142 - Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan-Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 153.] içinde kalır. Başkişi Asılbek’in üniversite okumak için şehre gitmesi ve dönüşünde karşılaştığı ruhsal çalkantılı dönemlerinde mekân, çevresel olarak açık bir alan olsa da kahramanı sıkan/saran yapısıyla dar/kapalı mekân özelliği gösterir; “ev içi bana değişik geldi. Duvarları kısa, pencereleri küçücük, içi karanlıktı” (H.İOİ.: 28). Evin içinin “karanlık” olması başkişinin yaşadığı hayal kırıklığıyla paralel bir seyir izler. Sınavı kazanamayan başkişi, yaşadığı başarısızlık karşısında babasıyla yüzleşmekten korkar. Her zaman aynı olan evin içi yaşadığı ruhsal çöküş nedeniyle başkişiye “değişik” görülür.

Başkişiyi ontik olarak kaygı ile kuşatan mekân, onun diğer karakterlerle yaşadığı çatışma anlarında labirentleşir. Mekân başkişinin ruhsal durumuna göre anlam kazanır. Öykü kahramanı Asılbek’in, ruhunda hissettiği değersizlik duygusu ve ümitsizlik onun tutunacak bir yer bulamamasına yol açar. Öyküde mekân, karamsar ruh haline sahip başkişinin varoluş kaygısını duyumsadığı kapalı alanlardır. Babasının umut kırıcı sözleri başkişinin ruhunu sararak mekânı dar/laştırır; “senin adam olacağını sanıyordum… Ben durduğum yerden baka kaldım. Ne yapacağım… Ateşim varmış gibi bütün bedenim ısınıyor bazen de üşüyordu. Başım dönüyor, sanki kulaklarım hiçbir şey duymuyor, ağzımdan bir kelam bile çıkmıyordu” (H.İOİ.: 29). Yaşadığı başarısızlık üzerine babasının sözleri ile yıkılan Asılbek, psikolojik olarak çöker. Fiziksel ve ruhsal yönden yaşadığı depresif ruh hali onun varoluşsal bir boşluğa düşmesine yol açar.

Anlatıcı konumundaki ben, bu ruhsal kırılma anlarını, öykünün birçok yerinde yaşar. Farabi’nin bir olduklarını öne sürdüğü ve biri olmadan diğerinin anlamsız olduğunu söylediği[143 - Göka, a.g.e., s. 7.] insan ile mekân, sevinci mutlu anları nasıl bir arada deneyimliyorsa, hüzün ve acının biraradalığını da deneyimler. Başkişinin çatışmalarıyla anlamlanan mekân onu bozan, dağınıklaştıran kaotik olarak açmazlara sürükleyen özelliğiyle görülür; “üst kattaki odalardan bir müzik sesi geliyor, insanların neşe dolu gülmesi duyuluyordu. İşleri yerinde galiba yoksa böyle neşelenmezlerdi. İçim alev gibi yanıyor, dayanamıyordum. Eğer onlardan biri gelip de kendini büyük hissederse Mıktı’dan önce ben yumruklaşmaya başlardım.” (H.İOİ.: 29) Sınavdan başarısız olarak okuldan yurda dönen iki arkadaş içgüdüsel bir tepkiyle başarılı öğrencilere karşı cephe alırlar. Sınavdan başarısız olan başkişi ve arkadaşının ruhsal olarak çöküntüde olması mekânı labirentleştirir. Fiziksel mekânın daha önce huzur veren içtenlik hali birden darlaşarak, kaotik olarak bireyi saran/ sıkıştıran yapısıyla dar/kapalı mekâna dönüşür.

2.4.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar

Bireyin olumlu ilişkiler kurduğu, kendini anlamlandırdığı, huzurlu ve rahat hissettiği yerler açık-geniş mekânlardır. Birey bu tip yerlerde kendi oluşunu gerçekleştirirken, kaygıdan uzak olarak kendini güvende hisseder. Başkişi Asılbek’in “erginleşmesi”nde[144 - Campbell, a.g.e., s. 115.] önemli rolü olan ev, tarla, işyeri gibi yerler, onun kendilik değerlerini oluşturmasıyla içtenlik mekânına dönüşür. Evde yaşadığı çatışmalar, tarlada çalışan işçilerin patronların menfaatlerine hizmet etmeleri ve işyerindeki yozlaşmış yönetcilerin kurduğu sömürü düzeni, onun mekânla ontolojik ilişki içine girmesine yol açar. Yazar, mekânın insana huzur veren bu aydınlık halini, başkişideki aynileşmesini ve mekân insan ilişkisini şu şekilde anlatır;

Bu güzelliklerin hepsini insan kendi eliyle yapmış olsa da bunların hepsini güzel gösteren insanın kendisi aslında. Çünkü bu güzelliklerin arasında karınca gibi kalabalık halk olmasaydı bu güzel şehirlerin mezar taşlarıyla dolu mezarlıktan farkı olmazdı. İşte mihnetinin huzurunu yaşamakta bu millet. İlkbaharda çıkan karçiçekleri gibi herkes hoş ve kibar. (H.İOİ.: 30)

Ben anlatıcı Mekânın insan ruhu üzerindeki olumlayıcı özelliğine örnek olarak verdiği cümlelerde, halkın varlığıyla mekânın güzelleştiği vurgusu yapar. İnsan, varlığıyla evrensel güzellikleri anlamlandıran bir yapı taşıdır. Gerek eylemleri gerek konumlandığı dünyaya kattığı duygu ve düşüncelerle mekânın anlamlı hale gelmesinde önemli bir unsur olur. Alıntıda geçen, “bunların hepsini güzel gösteren insanın kendisi aslında” cümlesi mekân-insan ilişkisinin bütünlüğünü ortaya koyar. Çünkü mekânın ruhu insana siner. Ferah ve huzurlu yerlerde insan da kendini huzrulu hisseder. Tabiatın insan ruhunu dinginleştirici etkisi, bireyin yaşadığı sıkıntılı süreci sağaltıcı etkisiyle öteler. İnsan, yaşadığı kötü olaylardan ya da kalabalıktan kaçtığı anlarda tabiatın kucağına sığınarak kendini rahat hisseder.

Başkişinin gelecek kaygısı onun “farkındalık” olgusundan uzak hayatın buradalığına göndermede bulunur. Onun kendini bulduğu içtenlik mekânları tabiatla baş başa olduğu kendi “ben”iyle yüzleştiği anlardır; “güneşin ılık ışıkları etrafı sarmış yüzüme vuruyor. Bütün dünya merhametin kucağında gibi” (H.İOİ.: 45). Cümlesinde de görüldüğü gibi anlatıcı “ben”in, kendini bulduğu bu anlar, onun ruhunun derinliklerine inmesinde, kendi iç huzurunu sağlamasında yardımcı olur. Nasıl ki birey güzel bir resme baktığında, ya da bir şarkı dinlediğinde kendini rahat hissederse, tabiatın ruha dinginlik veren bu havası başkişinin şekillenmesinde önemli bir rol oynar; “şırıl şırıl akan su asırlardır yönünü değiştirmeden her zaman ileriye doğru akıyor. (…) Suya elimi dokundursam, yüzümü yıkarsam, bütün dertlerim geçecekmiş, yeni doğmuş bebek gibi temiz ve günahsız olacağım gibi geliyor” (H.İOİ.: 30). Tabiata can veren suyun kendi ruhsal dünyasına da hayat vereceğini düşünen başkişi, suyun arındırıcı yönüne göndergede bulunuyor.

Suyun insan ruhu üzerindeki etkisine Gaston Bachelard Su ve Düşler adlı kitabında ayrıntılı bir şekilde değinir. Bachelard “gerçekten nehrin seraplarına aldanmak için iyiden iyiye yıkık bir ruha sahip olmak gerekir.”[145 - Gaston Bachelard, Su ve Düşler, Çev. Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006, s. 28.] diyerek suyun sağaltıcı etkisine göndermede bulunur. Su berraklığı ve yansımasıyla da insanı kendi “ben”iyle yüzleştiren narsizmin nesnel koşullarını da yaratır. Aynada kendini izler gibi suda kendini seyreden insan, yaşadığı sıkıntı ve yıkıcı olayları suda arınarak giderir. Asılbek’in suya baktığında kendini “yeni doğmuş bir bebek gibi temiz ve günahsız” görmesi, suyun arındırıcı ve yansıtıcı yönünün insan ruhu üzerindeki etkisinin göstergesidir.

Mekân-insan ilişkisinde başkişinin düşleminde olduğu ve olmak istediği karakter arasındaki benlik çatışması mekâna yansır. Bahtin, karakteri tanımlarken bu düşlemin karakterin şekillenmesinde mekânın ve zamanın üstünde onu biçimlendiren özelliğine değinir; “yapıtın merkezinde, bir düş görüngüsünün öyküsü yer alır. (…) Mekân ve zaman üstüne, yaşam ve aklın tüm yasaları üstüne çıkıp, yalnızca yüreğinin sesinin emrettiği yerde durduğunda her şey, düşlerde gerçekleştiği şekilde gerçekleşir.”[146 - Mihail Bahtin, Karnaval’dan Romana, Çev. Sibel Irzık, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s. 275.] Kişinin konumlandığı yer onun ruhsal yönden sağaltan yapıcı yönüyle önemlidir. Bireyselleşme yolunda kahramanla-mekân arasındaki ilişki kahramanı dönüştüren bütünleştiren yönüyle ele alınır. Yalnızlığın ızdırabı mekânın açık yönüyle kahramanın içine dönmesini, kendi “ben”ini keşfetmesini sağlar. Asılbek de yaşadığı ağır travma sonucu yüreğinin sesini aşk imgesiyle izler. Onun konumlandığı içtenlik mekânı sevgilinin yanıdır;

Yalnız, ağacın altına geldim. Bu ağaçla sırlaşan, bunun altında en çok bulunan yalnız insan benim. Her gün geliyorum. Yaslanarak oturdum. Altına yatarak bazen gökyüzüne bakarım, sevimli yıldızımı ararım. Yalnızlığımı unuturum. Sanki sağımda solumda otuz delikanlı oturuyormuş gibi neşelenirim. Dilde de benim yanımda benden hiç çekinmeden bana yaklaşıp, kulaklarıma bir şeyler söylüyormuş, şaka yaparak gülüyormuş gibi yüzü yüzüme dokunup, sımsıcak nefesini hissederim. Bugün kendimi her zamankiden daha kuvvetli hissettim. (H.İOİ.: 69)

İletişimsizlik ve yalnızlık sonucu, değerler düyasından uzaklaşan Asılbek, düşleminde yalnızlığını unutur. Asılbek’in düşleminde âşık olduğu kızı yanında hissetmesi yalnızlığını unutturan önemli etkendir. Aşkın dolayımlayıcı gücü, onun şekillenmesinde varoluşsal olarak hayata tutunmasında, kendini keşfetmesinde ana unsurdur. Asılbek’in dünyasındaki olumlu düzelme ruhundaki ıstırabın dinmesini sağlar. Kendisiyle ve çevresiyle uyum sorunu yaşayan ve çatışma içinde olan Asılbek, “Bugün kendimi her zamankinden daha kuvvetli hissettim” cümlesiyle kendi oluş/unu gerçekleştirme yolunda ruhsal erginlenme sürecine girerek tinsel doğumunu gerçekleştirdiğini gösterir.

2.4.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası

2.4.1.4.1. Anlatıcı “ben’in Görüngüsü

“İnsan Olmak İstiyorum” öyküsünde anlatıcı ben, öykünün merkezinde olup, babasının ve toplumun baskılarından dolayı kendilik değerlerinin farkında olmayarak dünyada tutunacak yer arar. Yirmiden fazla karakterle kurgulanan öykünün başkişisi olan anlatıcı, yalnız kaldığı anlarda kendi ben’ini sorgulamış, asıl arzusunun babasının istediği gibi sekreter ya da adaletsiz yönetici olmak değil, okuyup “insan olmak” olduğunun farkına varmıştır. Bu farkındalık, Kasımbekov’un anlatılarında yaratmak istediği ideal insan tipinin görüngüsüdür.

Öyküde kendini tanıtan “ben” çevresiyle ve kendisiyle uyumsuz, geçimsiz ve çatışma halindedir. Kendi değerlerinden uzaklaşan, ötekileşen bir birey olan arkadaşı Mıktı ile çatışma yaşar. Başkişi Asılbek[147 - Asıl: 1. yüce soylu; asil, asıl tukumduu: yüce soylu; cins; asıl çorom: asaletli dostum; 2. kıymetli tal; inci; kıymetli kumaş; asıl buyum: mücevherat; asıl taş: kıymetli taş; asıl – baştan, asıl – baştan ats.: akıl kafadadır; cevherleri de, taşlar arasında bulunur. (Bkz. K.K., Yudahin, Kırgız Sözlüğü (A-J), (Çev. Abdullah Taymas), TDK Yayınları, Cilt 1, 3. Baskı, Ankara, 1994, s. 51.)], okuma hevesi ile geldiği şehre, yanlış arkadaş seçimiyle kendi değerlerinden, hedeflerinden adım adım uzaklaşır; “aslında ben önce içki filan değil hatta piva (bira) bile içmemiştim. İlk defa trende piva içtim. Ama içince kusmak istedim, kokusu da tuhaf geldi. Mıktı; -Kız mısın sen, iç mırıldanmadan bir şey olmaz-Ölmeyeceksin! Alışırsın merak etme” (H.İOİ.: 30). Arkadaşına kötücül davranışlar kazandıran Mıktı, başkişiye en çok zarar veren kişidir. Edindiği kötü arkadaş yüzünden, kendilik değerlerini keşfedemeyen Asılbek, kötülüğün olumsuz enerjisinden uzaklaştıkça kendi farkındalığını yaratır.

Yanlış arkadaş seçimiyle, kendilik değerlerinden uzaklaşan Asılbek, üniversiteye de giremez. Bu başarısızlığı, babası ile çatışma yaşamasına yol açar. Babası onun sekreter olması için yöneticilere türlü iltifatlarda bulunur, çalmadık kapı bırakmaz. Ancak anlatıcı ben, kendi oluş/unu kendi gerçekleştirmek ister. Rus mühendis İvan İvanoviç ve Bazıl onun ruhsal dünyasında olumlayıcı özellikleriyle yer alır. Babasının diretmesiyle dericide çalışmaya başlayan başkişi Asılbek, hayallerinin peşinden gitmeye karar verir. Kapitalizmin sömürdüğü işçilerden olmak istemez ve müdürüyle tartışarak işten ayrılır; “engel olmayın gitmeme ben Şamaldı-Say’a gidiyorum, okumaya gidiyorum. Şamaldı-Say’da mühendis işini mi bırakmış diye benimle dalga geçti. Sinirim bozuldu, müdüre karşı bütün saygım bitti” (H.İOİ.: 85). Bilinçlilik haliyle kendi “ben”ini keşfeden Asılbek, artık ne olmak istediğinin farkına varmıştır. Bazıl gibi iyi, çalışkan bir aile babası, İvan İvanoviç gibi zeki, bilgili, tahsilli bir mühendis olmak onun hedefidir. Bir Rus mühendisin öyküde örnek ideal bir kişi olarak gösterilmesi yazarın Sovyet rejiminin etkisinde kaldığının göstergesidir.

2.4.1.4.2. Çocuklar ve Gençler

Öyküde, çocuklar ve gençlerden “Çotur” ve “Mıktı” dikkati çeker. Mıktı, kart karakter olarak, öykü boyunca karşı değerlerde yer alır, babasına güvenen bilinçsiz bir karakter olarak başkişinin erginlenememesinde ana etkendir. Onu içkiye alıştıran, okuldan atılmalarına yol açan kişidir; “Mıktı elimdeki kitabı aldı, bırak şunu bugün. Hadi gidiyoruz. Bu sayfayı bitireyim desem de kitabı vermedi, yastığının arkasına sakladı” (H.İOİ.: 29). Asılbek’e tanıdık yardımıyla üniversiteye girmesi için yardım edeceğini söyleyen Mıktı, babasına yazdığı mektupta ondan söz bile etmez; “sonra öğrendim ki o mektupta benimle ilgili bir kelime bile yokmuş” (H.İOİ.: 34). Mıktı, Asılbek’in okuma arzusuna ket vuran kart karakterdir. Gerek eylemleri gerek duygu ve düşünceleriyle toplumsal değerlerden habersiz olan Mıktı, Asılbek’i maceradan alıkoyan, geleceğini elinden (ç)alan bir karakterdir.[148 - Mıktı: 1. kuvvetli, sağlam, dayanıklı; 2. mümtaz, ileri gelen; respublikabızdın mıktı kişileri: Cumhuriyetimizin ileri gelen adamları; ayıldağı mıktıbız: köyümüzün en hatırı sayılır şahsiyeti. (Bkz. K.K., Yudahin, Kırgız Sözlüğü (K-Z), (Çev. Abdullah Taymas), TDK Yayınları, Cilt 2, 3. Baskı, Ankara, 1994, s. 565.)] Mıktı adının ikinci adının anlamına bakıldığında “mümtaz, ileri gelen” bir kişi anlamında kullanılan “Mıktı” adı, babasının hatırı sayılır bir kişi olması sebebiyle oğluna koyulmuş olmalıdır. Ancak Mıktı, babasının bu nüfuzunu olumsuz anlamda kullanır. Ona güvenerek iş bulacağını bildiği için çalışmaz ve derslere gitmez. Asılbek’in de geleceğini ve gelişimini olumsuz yönde etkiler.

Çotur ise, Başkişi Asılbek’in komşusu ve arkadaşıdır. Üniversiteye giremeyen Asılbek, köyünde daha çok bu arkadaşıyla vakit geçirir. Ben anlatıcı, öykü zamanından geriye giderek Çotur hakkında bilgiler verir. Bu bilgilerle Çotur’un geçmişi aydınlatılır. Öyküleme zamanından çok daha geriye giderek onun çocukluğundan bahseder; “zayıf, uzun boylu esmer birisi. Gözleri büyük, kemikleri büyük, bedeni koskoca olduğu için okuldayken o hep eşkıya rolünü oynuyordu. Ağaçtan yapılan kılıcı belindeydi her zaman gözleriyle korkulu bir şekilde bakıyordu” (H.İOİ.: 38). Öyküde karakterler üzerinde geniş tasvirlerden yararlanan Kasımbekov, öykü kişileri ve başkişi ile geçmiş ve şimdi arasında bağlantı kurar. Çotur, başkişi üzerinde pek fazla ağırlığı olmayan figüratif bir karakter özelliği gösteririr.

Öyküde başkişinin değişiminde etkin rol oynayarak aksiyonu sağlayan Mıktı ve Çotur dışındaki diğer kişiler, fon karakter özellikleriyle görülürler. “Dekoratif unsur durumundaki”[149 - Aktaş, a.g.e, s. 158.] fon karakterler, dramatik aksiyona işlevsellik kazandırırlar. Bu karakterler; “Toktor, Rayis, Sadır, Tınçtık”dır. Toktor, Mambet’in küçük oğludur. Çocuk dünyasında şekillenen mimarlık hayaliyle elindeki çekiçle sandalye yapmaya çalışması, başkişinin değişiminde de etkili bir vakayı temsil eder; “Toktor, elinde çekiç gibi bir şeylerle meşgulken beni görünce “hoş geldiniz” diye selamlaştı. Sonra elindeki tahtayı kesmeye başladı. Sanki bir mimar. Tahtanın kalın yerlerini inceliyor, fazla yerlerini kesiyordu” (H.İOİ.: 72). Diğer üç genç karakter; Sadır, Bazıl’ın kardeşi Rayis ve Bazıl’ın oğlu Tınçtık’tır. Öyküye işlevsellik kazandırdıkları zaman, başkişi Asılbek’in Bazıl’ın evine yaptığı ziyaret sırasında ortaya çıkar; “bu arada Rayis, üç telli Balalaykayı (Rus Kopuzu) getirip çalmaya başladı. Bazıl oğluna bakarak düşüncelere daldı.” (H.İOİ.: 76) Evin içine daha sonra Bazıl’ın diğer oğlu Sadır gelir; “Sadır abisine baktı, sonra benimle selamlaştı ve arkasında sakladığı yepyeni kayısı ağacından yapılmış kopuzu çıkardı.” (H.İOİ.: 76) Kopuzu kırılan abisine Sadır’ın yaptığı bu sürpriz, Bazıl’ın duygulanmasına yol açar. Bu sıcak ve samimi aile tablosu, başkişinin değişimde de önemli/uyarıcı bir işlev görür. Bu üç genç, öyküde iyi, dürüst ve çalışkan kişilikleriyle ülkü değerlerde yer alır.

2.4.1.4.3. Yöneticiler ve İşçiler

Öyküde, yöneticiler ve işçiler marksist düşünce sistemine uygun olarak işlenirler. Marksist toplum düzeninde yeni bir sınıfın doğması zaruriyettir. Toplumsal-ekonomik koşulları toplum her zaman kendisi yaratır. Yeni sınıf da, belirli bir dönemde egemen sınıf olacaktır. Bu temel yapıların üzerinde siyasal, dinsel ve kültürel yapılar olacaktır; kavgaları sırasında sınıflar özellikle de üretim araçlarını elinde tutan sınıflar kurmuştur.[150 - Carloni Filloux, Eleştiri Kuramları, Çev. Tahsin Yücel, Multilingual Yayınları, İstanbul, 2000, s. 104.] Bu kurulan yeni sınıf yani yönetici kesim olarak öyküde söz edilir.

Sovyet döneminde yaşayan Tölögön Kasımbekov, ideolojik köleleştirmeyi eserlerinde açıkça eleştirmiştir. Kahramanlarıyla Sovyet sisteminin zengin ettiği yönetici kesimi hedef almıştır. “İnsan Olmak İstiyorum” öyküsünün yönetici kesimini Berdike, Sadık, Orko ve Asılbek’in müdürü temsil eder. Bu karakterler öyküde karşı değerdedir. Berdike, Mıktı’nın babasıdır. Sözü geçen yönetici, Sovyet sisteminin zengin ettiği adil olmayan yöneticilerin temsilcisidir; “yaz Berdike, Omorov gibi iyi insanları kötüleyerek dedikodu çıkarıp, işten attırdı. İlçe başkanına rüşvet vererek kendisi Omorov’un yerine kendisi oturdu. İşte yükselmek için her şeyi yapıyor bencil. Hanımını her gün üç defa dövüyor. Şayır diye şerefsiz bir kadınla oynaşıyor. Bu pisliklerinden dolayı o şerefsiz kadını sekreter olarak işe yerleştirmiş. Bunların hepsini yaz” (H.İOİ.: 76). Yöneticiler çıkarları uğruna işçinin varlık alanını hiçe sayan anlayışla onları sömürürler. Marksist dünya görüşünün görüngüsü olan yukarıdaki cümlelerden Berdike’nin de gücü elinde bulunduran sömürü anlayışının savunucusu olduğu izlenimine ulaşılır. Diğer yönetici Sadık ise, öyküde aktif rol almaz sadece öykünün bir yerinde adı geçer.

Öyküde içinde bulunduğu toplumun değerlerine yabancılaşan Orko da kart karakter olarak zalim yönetici konumundadır. Bir diğer yönetici ise Asılbek’in öyküde ismi geçmeyen müdürüdür. Asılbek’in müdürü yönetici pozisyonunda az maaşla (hatta 3 aydır Asılbek’in maaşını ödemez) çok iş yaptırmak ister. Ancak Asılbek, sömürüldüğünü anlar anlamaz işten ayrılır; “zavallı yöneticiler, siz kendinden güçsüzlere emrederek işini yaptırırsınız, ama derecesi yükseklere gelince köle gibi hizmetinde bulunur, rüşvete karışır, böylece haramla gün geçirirsiniz. Yazık size!” (H.İOİ.: 85) Asılbek’in bu serzenişi devrin sömürgeci zihniyetinin bir sonucudur. Çürümüş kurumların yozlaşmış yöneticileri kendi çıkarları uğruna halkı kullanmaktan çekinmezler. Başkişinin içnde bulunduğu toplumun çürüyen yanını görür ve “dünyayı değiştirmeyi amaç edinme”[151 - Rocket, a.g.e, s. 5.] anlayışına uygun biçimde davranır. Asılbek, okuyarak mühendis olmak ister. Bu isteğinin müdürü tarafından alaya alınması onu daha da hırslandırır. Amacı okumak, adil, dürüst, çalışkan bir birey olmaktır.

Öyküde yöneticilerin görüntüsü bu şekilde iken, işçiler daha samimi bir tavırda anlatılır. İşçiler; Munduzov Çangıl (Asılbek’in babası), Bürgö, Mambet, Bazıl, Kenebay’dır. Bu işçilerden Munduzov Çangıl, Asılbek’in babası olarak oğlunun bir işe girmesi için elinden geleni yapar. Dalkavukluğa kadar varan yaklaşımıyla yöneticilere her türlü iltifatta ikramda bulunur; ancak bir netice alamaz ve sonunda yöneticileri, oğluna yazdırdığı mektupla şikâyet eder; “yaz dedi, Kırgızistan’ın birinci bakanına yaz!” (H.İOİ.: 65) Diğer karakterlerden, Mambet amca olarak geçen karakter ise, başkişinin gözünde erdemli, çalışkan, dürüst özellikleriyle görülür; “Mambet amcanın, otlardan başka kimseyi zararı dokunmaz. Hayvanlarına bakar, kışın da köyden uzakta geçirir hayatını. Yazın yaylada, sonbaharda da köylülerden uzakta kalır. Seçimler döneminde ya da Kolhoz işe çağırdığında, köye gelmezse hiç oralarda bulunmaz. Bugüne kadar kolhozun bir sakat oğlağını bile kesmemiş.” (H.İOİ.: 73) Mambet, rejimin ideal insan tipinin görüngüsüdür. Gerek çalışkanlığı, gerek kolhozun işlerini dürüstçe yapması onun bu yönünü gösterir.

Üzerinde durulması gereken bir diğer karakter ise, başkişinin değişiminde etkili olan Bazıl’dır. O, “birey olarak Asılbek’in gelişmesinde önemli bir etkendir.”[152 - O. Şayımkulov, (2003) “T. Kasımbekovdun “Adam bolgum kelet” Povestin Okutuu Protsessinde Okuuçulardın Turmuştuk Cana Adabiy Tüşünüktörün Kalıptandıruu” (T. Kasımbekov’un “İnsan Olmak İstiyorum” Öyküsünü Okutma Sürecinde Öğrencilerin Hayatı ve Edebi Düşüncelerini Geliştirme), El Agartu, 11-12, 1-91.] Kopuzuyla bütünleşen Bazıl, Kırgız kültüründe önemli yeri olan bu aleti etkileyici bir şekilde çalmasıyla başkişi Asılbek’in ruhsal dünyasını tamir eder; “Bazıl, derin düşünerek benim önce hiç duymadığım bir müziği çalmaya başladı. Kopuz sesi yoldan geçen herkesi istemese de durdurur, hayaller âlemine götürür. Şarkısına göre bu müzik üzgün bir olaydan bahsediyor, kemikleri sızlatan acı günleri anlatıyordu.” (H.İOİ.: 77) Bazıl’ın zamansal boyutta geriye giderek çaldığı acıklı ezgi Asılbek’i derinden etkiler. Müzik, onun dönüşümünde ve kendini ruhsal olarak dingin hissetmesinden önemli bir unsurdur.

Bazıl öyküde, yüce birey arketipini temsil eder. Bacakları olmamasına rağmen hayattan kopmayan, neşe dolu bir olarak ailesine bağlı, çalışkan ve dürüst bir adam olan Bazıl’ın anlattığı hikâyelerle, değerlere olan bağlılığı onun bilge bir kişi olarak başkişinin erginlenmesinde rol oynamasına da yol açar. Kırgız kültüründe önemli bir yeri olan kopuz ile özdeşleşen Bazıl karakteri, Kasımbekov’un romanlarında yer verdiği Kırgız halk sanatçısı Toktogul ile aynı görevle kullanılır. Bilincin uyanmasında, bireyin kendilik değerlerini keşfetmesinde, özüne dönmesinde ve köklerini hatırlamasında sanatçılar ve aydınlar önemli yol göstericilerdir. Bazıl da bu yönüyle başkişinin dolaımlayıcısı konumundadır.

2.4.1.4.4. Aydınlar

Öyküde yol gösterici özne rolüyle ele alınan aydın tipinin kavramsal kökeni şu şekilde açımlanabilir; eski dilde “münevver”, batı dillerinde “entelektüel” sözcükleriyle adlandırılan “aydın” kavramı sözlükte, “kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver”[153 - Büyük Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, Ankara, 2011, s. 173.] biçiminde tanımlanıyor. Aydınlanma anlamına gelen münevver sözcüğünün, aydının toplumdaki rolü ve önemini ortaya koyması bakımından daha kapsayıcı olduğu düşünülebilir. Çünkü aydın insan, bulunduğu toplumu, hatta dünyayı olumlu olduğuna inandığı yönde değiştirmek isteyen ve buna çaba harcayan kimsedir. Bilimin yol göstericiliğiyle sorgulayan, araştıran yönüyle insanların bağımsız ve özgür düşüncelerine saygı duyan bir birey olarak, toplumun düşünsel zeminin kurucu işleviyle etrafını aydınlatır. Mumun yaydığı ışık gibi, edindiği kültürel birikimi insanlık yararına kullanan aydın insan, “çok okumuş, bilgili; gerçeklere akıl yolu ile gidilebileceğine inanan; insanın sömürülmekten, mutsuz ve yoksul yaşamaktan kurtarılması için çaba gösteren, insanlar arasındaki düşmanlıkları yıkıp karşılıklı sevgi duygularını oluşturmaya çalışan kişi”[154 - İlhan Arsel, Aydın ve “Aydın”, İnkılap Kitabevi Yayınları, İstanbul,1993, s. 14] olarak toplumsal gelişmeye/ilerlemeye katkı sağlar.

Aydınlar, bir toplumun dinamikleridir. Onların yol göstericiliği ile yolunu yitiren birçok insan farkındalık yaşar. Onların, dünya görüşü, sosyal ve kültürel hayata sağladıkları olumlu etki, örnek teşkil etmelidir. Aydınların ortaya koydukları fikirlerin “bulanık ve genel değil, özgül, aydınlatıcı ve insanın gereksinmelerine uygun olması”[155 - Erich Fromm, Umut Devrimi, Çev. Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, İstanbul, 1995, s. 101.] gerekliliği onların toplumsal yaşamdaki önemini ortaya koyar.

Kasımbekov’un yarattığı aydın tipi de toplumsal değerleri önceleyen bir yapıdadır. Öyküde aydınları Rektör ve İvan İvanoviç temsil eder. Rektör, sınavı kazanamayan Mıktı ve Asılbek’in son umudu olarak kapılarını çaldıkları kişidir. Ancak o, onların bu isteğine olumlu yanıt vermez. Rektör, toplumsal dinamiği adaletle sağlayan bir birey olarak kimseye haksızlık etmeyen biri olarak anlatılır. Rektör, sınavı geçemeyen gençlerin ayrıcalık isteğini geri çevirir; “Rus dilini bilmeden üniversiteye giremezsiniz. Sizin okuyacağınız derslerin hepsi Rusça olacak. Siz üniversiteye geçtiniz diyelim ama yine de ilk dönemde kalırsınız. Yetiştiremezsiniz dersleri. Böyle olursa üniversiteye zarar gelir. İşte bunun için daha yetenekli, bilgili olanları kabul etmemiz mantıklı bir şey olur değil mi gençler?” (H.İOİ.: 35) Bir üniversitenin en önemli idarecisi konumunda olan rektörün iltimas ve kayırmaya izin vermemesi, onun adil ve dürüst kişiliğini gösterir. Ayrıca rektörün, Rus dilini bilmeden üniversiteye girilemeyeceğini söylemesi yaşanan dil yozlaşmasının görüntüsüdür. Kırgız dili yerine üniversiteye girmede, Rusçanın zorunluluk sayılması, yıllarca Kırgız halkı ve diğer Türk halkları üzerinde yürütülen belleğin tahrip edilmesi sürecini gösterir.

Dil bir milleti millet yapan en önemli göstergelerden biridir. Aynı toplumda yaşayan insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurup anlaşmaları yanında, o milletin kendine özgü kimliğidir. Toplumun eğitim hayatının en önemli aşamalarından olan üniversiteye girişte Rus dilini bilmenin zaruriyeti, yaşanan kimliksizleştirme anlayışının göstergesidir.

Öyküdeki diğer aydın ise, Rus Orman Müdürü mühendis İvan İvanoviç’tir. Anlatıcı ben saygın, sözü geçen bir kişilik olan İvanoviç ile öyküleme zamanından 3-4 yıl geriye giderek geçmişteki tanışıklığına değinir; “aslında ben İvan İvanoviç’i ilk defa görmüyorum. Onun bizim köyde orman müdürü olarak çalışmasının üzerinden üç dört sene geçti” (H.İOİ.: 57). İvanoviç’in kısa zamanda zengin olması ve çalışkan kişiliğiyle herkesten takdir kazanması, başkişi Asılbek’in dünyasında olumlu izler bırakır;

Şu İvanov geldiğinde sadece iki valiziyle gelmişti, şimdi zenginleşti, diye özeniyor herkes. Gerçekten de işin püf noktasını bilip yapan adam. İvanov kısa bir zamanda altı odalı ev yaptı. Özenenler kımız içip, bozo, içki içerek sarhoş gezerken, İvanov ailesiyle karınca gibi çalıştı. Yazın tarlada çalıştılar, sonbaharda hep beraber elma, ceviz, vişne topladılar parayı yaprak gibi kazandılar. Mimar bile çağırmadan çamurunu da duvarını da tamirini de kendileri yaptı. (H.İOİ.: 57)

Çalışmanın önemine yapılan vurgu, Asılbek’i de kendi evini yapma hayaline kavuşmaya kadar götürür. Asılbek’in İvanoviç’i örnek alması, Tölögön Kasımbekov’un “Eğitim Okulu” adlı yazısında bahsettiği Rus realist yazar Mihail Aleksandroviç Şolohov’u akla getirir. Kasımbekov’a göre; Kırgız edebiyatının gelişmesinde Şolohov’un katkısı büyüktür. O, “sanatçılık seviyesi yüksek, yeni gelişmeye başlayan edebiyatın genç yazarlarına örnektir.”[156 - Tölögön Kasımbekov, (1975) “Taalım Mektebi” (Eğitim Okulu), Ala-Too, Sayı 5, s. 102-103.] Onun bu yol göstericiliği, Asılbek ile İvanoviç arasındaki bağı akla getirir. İvanoviç’in dürüstçe işini yapması ve çalışkanlığı Asılbek’i de gelecek adına umutlandırır ve bu durum onu, kendi geleceğini kurmaya teşvik eder. İvanoviç’in mühendis olarak geldiği köyde ilk kendi evini yapması ve ardından köyde birçok yapı inşaa etmesi, Asılbek üzerinde olumlu etki bırakır. Babasıyla yaptığı tartışmada, birgün İvanoviç gibi kendi evini yapacağını söylemesi bunun göstergesidir.

2.4.1.1.5. Kadınlar

Öykünün kadın karakterleri; Asılbek’in annesi, Ayımkül; Mambet’in eşi Marcan teyze; Çotur’un eşi Söykö ile Asılbek’in âşık olduğu kız Dilde’dir. Bu kişiler, fon karakter özelliği gösterir. Daha çok Dilde, Asılbek’in üzerinde yarattığı etki yönüyle ele alınabilir. Çotur’un akrabası olan Dilde’yi gördükten sonra Asılbek daha fazla düşünmeye başlar. Aşkın dolayımlayıcı gücüyle başkişi Asılbek, Dilde ile daha farklı bir kişiye dönüşür; “bu kızın başına bir kötülük gelmesin, nazar değmesin diye dua ediyorum.” (H.İOİ.: 57) söylemi onun aşkı ne kadar içselleştirdiğini gösterir. Dilde, yarattığı etkiyle Asılbek’in yaşadığı depresif anları savuşturur. Onun hayata yeniden sarılmasını sağlar. Asılbek, öyküleme zamanından geriye giderek, Dilde hakkındaki anılarına döner; “biz dokuzuncu sınıfta okurken o altıncı sınıfta okuyordu. Bayramlarda hep şarkı söylüyordu, neşe dolu, hiçbir şeyden çekinmeyen bir kızdı. Şimdi ise nazik, utangaç, erkekleri görünce yüzü kırmızıya dönüyor, yerli yerinde konuşuyor, fazla da konuşmuyordu” (H.İOİ.: 63). Geçmiş ile şimdi arasında Dilde’nin karakter değişimi üzerinde bağlantı kuran Asılbek, şimdinin yoğunluğunu duyumsayarak genç kıza âşık olur. Asılbek, yaşadığı kötü olayları, aşağılanmaları, gelecek kaygısını Dilde’nin yanında unutur. Dilde, başkişi Asılbek’in dönüşümünde önemli bir kişidir.

Başkişi’nin kendilik bilincinin oluşmasında önemli bir etken olan Dilde’den etkilendiğini iç monologla anlatır; “dünkü küçük kızın bugün çekici bir bayana dönüşeceğini hiç düşünmemiştim.” (H.İOİ.: 63) Asılbek’in hayatın sıradanlığından sıkılan ruhu karşı cinse duyduğu aşk ile bambaşka bir boyuta geçer. Okul deneyimi başarısızlıkla sonuçlanan Asılbek, yaşadığı travmayı ilk görüşte etkilendiği kızın varlık alanını etkilemesiyle aşar.

Kasımbekov’un yarattığı diğer kadın karakterlerde olan bir özellik Dilde’de de sezilir. Kasımbekov’un ülkü değerde ele alınabilecek kadın karakterleri çalışkan, hırslı ve toplumsal değerlerine bağlıdır. Yaşadığı toplumun geleneklerinden kopmayan bu karakterler, erkek karakterlerin de biçimlenmesinde önemli etkendir. Onlar yaşadıkları hayatın hakkını veren, yaşamın tüm olumsuz anlarına rağmen vazgeçmeyen yapılarıyla Kırgız kadınının gelecekteki görüntüsüdür.

2.4.2. İzleksel Kurgu

2.4.2.1. Eğitim

İnsanoğlu yaşadığı hayatı deneyimlerken toplumun çizdiği sınırların içinde var olma savaşı verir. Onun deneyimlediği hayatı toplumdan bağımsız değildir. Okudukları, gördükleri ve yaşadıklarıyla bireysel gelişimini sürdüren insan, yaşadığı topluma kattıklarıyla da kendi dünyasını anlamlandırır. Eğitim, bu noktada bireyin kendi dünyasını biçimlendirmesinde ve içinde yaşadığı topluma katkı sağlamasında önemli bir dönüşüm unsurudur. Bu perspektifte toplum ve birey ayrılmaz bir bütündür. “Düşüncemiz daima toplumsal durumumuza bağlı”[157 - György Lukacs, Birey ve Toplum, Çev. Veysel Atayman, Günebakan Yayınları, İstanbul, 1978, s. 157.] olduğu için edindiğimiz kültürel birikim de toplumsal yapının şekillenmesinde önemli bir etkendir.

Bu görüşler ışığında eğitim, öyküde önemli bir izlek olarak yazarın okuyucuya vermek istediği iletidir. Başkişinin şekillenmesinde, kendilik bilinci oluşturmasında ve birey olarak varoluşunu anlamlandırmasında önemli unsurdur. Toplumsal bir varlık olarak “İnsan öğrenen, bilgi edinen değil, isteyen bir varlıktır ve istemenin içinde tezahür eden irade kendi dışında bir şeyin değil, kendi kendinin koşulu ve nedenidir.”[158 - Atayman, a.g.e, s. 57.] İnsanoğlunun doğasında olan bu öğrenme edimi başkişinin değişiminde ana etkendir. Öykünün adı olan “İnsan olmak” okumak, aydınlanmak, ışığa karışmakla eşdeğerde tutulmuştur. İnsan olmak, ancak bilinçlilik haliyle mümkündür. Üniversite okumaya şehre giden ancak sınavı kazanamayarak geri dönen oğluna babasının “ben seni insan olacak sanıyordum” (H.İOİ.: 28) şeklindeki serzenişi eğitimin önemini gösterir. Başkişi Asılbek’i kendi yerine işe yerleştirmek isteyen Murduzov, müdüre neredeyse yalvarmasına rağmen oğlunu işe aldıramaz çünkü önlerinde eğitim/sizlik gibi önemli bir engel vardır;

O işi Asılbek de yapabilir sizin için sadece bir imza işi bu lütfen bu ricamızı kabul edin. Asılbek kibirli değil her şey elinden gelir babam hiç durmadan konuşuyordu gözleri de o adama yalvarıyor gibi bakıyordu. Başkan gülmeye başladı; Oraya eğitimli birini koyduk, sizin oğlunuz liseyi bitirdi sadece. Siz daha iyi bilirsiniz orada para söz konusu hesap işi. Yanılırsa borcunu ödemesi gerekecek beceremez. (H.İOİ.: 40)

Bir babanın oğlunu işe sokmak için yalvarması ve karşılığında aldığı “oraya eğitimli birini koyduk” cevabı, eğitimin bireyin topluma kazandırılmasında önemli bir aşama olduğunu gösterir. Asılbek’in topluma katılması ve kendi hayatını kurması için eğitim önemli bir süreçtir, çünkü eğitimin en önemli amaçlarından biri, “bir insanın hayatını kazanmak için gerekli bilgi ve hünerlerle donatılmasının”[159 - T.S. Eliot, Kültür Üzerine Düşünceler, Çev. Sevim Kantarcıoğlu, Mas Matbaacılık, Ankara, 1987, s. 106.] sağlanmasıdır. Gerekli donanımı sağlayan birey, kendini dünyada konumlandırarak varoluşunu gerçekleştirebilir.

Eğitim bireyin kendini geliştirmesinde ve çevresinde farkındalık yaratmasında önemli bir süreçtir. Çünkü birey, en çok eğitim sürecinde kendini geliştirerek ontolojik olarak tinsel doğumunu gerçekleştirir. Eğitimin bireysel gelişime kattıkları, başkişi Asılbek’in Mambet’in evine gitmesiyle görülür. Mambet’in oğlu Toktor’un okulda öğrendikleriyle masa ve sandalye yaparak bunlarla övünmesi eğitimin bireysel gelişimdeki önemini belirtir; “okulda bize böyle şeyleri öğretiyorlar baba. -İyi, oğlum! Sadece bunlar değil baba, araba, traktör sürmeyi de öğretiyorlar. Geçen gün ben üç yüz metreye kadar arabayı kendim sürdüm baba!” (H.İOİ.: 73) Toktor’un okulda öğrendiklerini gerçek hayatta uygulayabiliyor olması, onun kişisel gelişiminde okulda aldığı eğitimin önemini ortaya koyar. Küçük bir çocuğun hayata katılmasındaki azminden ve okulun ona kattıklarından etkilenen Asılbek de, okuyarak, hayata sanatıyla şekil vermek ister; “öğrendiklerimi hayatta kullanabilirsem ne güzel olur. Kendi evimi kendim yaparım” (H.İOİ.: 73). düşüncesine sahip başkişi, farkındalık yaratmak ister. Çünkü “sanat yaşamın yansımasıdır”[160 - Jose Ortega Y Gasset, Sanatın İnsansızlaştırılması ve Roman Üstüne Düşünceler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 34.] ve yaşamı anlamlandırmak isteyen birey de sanatıyla onu biçimlendirebilir. Asılbek de rol model olarak gördüğü İvan İvanoviç gibi, kendi evini yapmak, köyüne elektrik getirmek ister.

Gördükleri karşısında bilinçlenen Asılbek, kişisel gelişimini ancak iyi bir eğitim almakla sağlayabileceğini fark eder. Öykünün sonunu Asılbek’in okumak, mühendis olmak için evinden ayrıldığı anda bitiren yazar, okuyucuya zihninde sorgulanması için boşluk bırakır. Asılbek’in hayatına anlam kazandırmak için çıktığı bu yolculuk, eğitim izleği etrafında sorgulanır. Onun hayatının en önemli sorunsalı sınavı kazanamayıp köyüne dönmesidir. Ancak yaşadığı deneyim ve daha sonra çalışırken gördüğü sömürü düzeni ona bilinçlilik hali kazandırır. Kendini ve içinde yaşadığı toplumu aydınlatmak için ya da başka bir deyişle “insan olmak için” eğitim almaya doğru yola çıkar.

2.4.2.2. Farkındalık/Bireyselleşme