banner banner banner
Manas Destanı
Manas Destanı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Manas Destanı


Gönderilen kâhinler üç ayda geldiler.

Kutsal kitapta şöyle yazılmıştı:

“Kuzeydeki Kırgızlardan Manas adında bir alp doğacaktır. Onun arkasında kara mavi yelesi, omuzu üzerinde tahta gibi kızıl beni olacaktır. Manas, Kalmuk ve Hitay’ı karıştıracaktır. Gök ile yerin güzelliği olan ulu şehir Pekin’i harap edecektir. Altı ay Han olacaktır. Hitay kahramanları tutsak olup ölecektir.”

Bunu öğrenen zalim Esen Han vurulmuş ayı gibi titredi. Kendini kaybetti, feryat etti ve kana susamış gibi bağırmaya başladı.

“Vahşi Kırgızların hamile kadınlarının tümünü cezalandırın! Çocuklarını Köle edin Manas’ı bulup getirmezseniz hiçbirinizi canlı bırakmayacağım.”

Böyle müşkül durumda, altın karşılığında kiralanan casus Kalmuk rahibi, Cakıp Bay’a yedi gece yaya yürüyerek ulaştı. Bu haberi ona söyledi. Kırgızlar kaçamadılar. Ertesi sabah Kalmuk askerleri boynuzdan kaval çalarak Cakıp’ın avulunu çembere aldılar.

Ne yapacağını şaşıran Cakıp Bay, Kalmuklara boyun eğerek, at kesip, kımızdan yaptığı içkileri ikram etti. Torbada biriktirdiği altınları hediye verdi. Çok gözyaşı döktü, içlerin deki müzevir Hitay temsilcisinden korkan, Kalmuk askerleri, Cakıp Bay’ın sözünü dinlemeden Esen Han’ın emrini ilettiler.

“Hamile kadın kalmasın!” Askerler kamların, Kırgızların evlerini arayıp taradılar.

Kalmuk askerleri yetmiş Kırgız ailesinin hamile kalan kadınlarını topladılar. Onlara hiç acımadan, kılıçlarıyla karınlarını yararak bebeklerini çekip çıkardılar; kemiklerini köpeklere verdiler.

“Kırgızların tohumunu kurutacağız. Esen Han’ın emri böyledir!” Askerler avuldaki sütten kesilmemiş bebeklerden, yaşı on yediye kadar olan çocukların hiçbirini bırakmadan at gibi dizip, adını sorarak saydılar. Manas adlı çocuğu bulamayınca kaçamayanları öldürüp kalanlarını dönüşü olmayan Pekin’e götürdüler. Han avulunu yağma ettiler.

Kırgızlarda doğan çocukların sayısını kontrol etmek için her beş aileye birer Kalmuk gözcü koydular. Kalmuk gözcüleri, çocuk buldukları ya da hamile kadın gördükleri evin üstüne siyah bağ bağlardı. Bu işaretlere dokunan adamın başı kesilirdi. Kırgızlar kara giyindi, kadınları kara sarık sardılar, köpekleri her yerde uludular. Ölmek isteyip de ölemeden, kendi canlarına kıyamadan acılar içinde kıvrandılar.

Halkın inleyişlerinden ürkmüş kuşlar uçmadılar, ağaçlarda bülbüller ötmediler. Köpekler her yerde havlayıp durdular.

Alevke’nin gönderdiği askerler, Kırgızlardan Manas adlı çocuğu bulamayınca her yeri cehenneme çevirerek onu başka Türklerde aradılar. Oralarda da bulamayınca Buhara’ya, Semerkant’a girdiler. Sonunda Semerkant’ta kamburu çıkmış, onun geniş omuzlu Car Manas adlı Çon Eşen’in çocuğunu bulup, gözlerini bağlayıp, ayaklarına demir bukağı takıp, sevinerek çocuğu Pekin’e götürdüler. Kalmuk gözcülerin, kervanların ulaştırdığı habere göre Hitay Çon Eşen’in Manas adlı çocuğunu, kırk ip boyundaki büyük zindana koyup bir belâdan kurtulduklarını düşünerek huzura kavuştu.

Bu haberi öğrenen Cakıp, belini sıkıca bağladı.

O günün üzerinden çok geçmeden çocuk gülüşü ve ağlaması duyulmayan avulu bir araya toplayan Akbalta, halkın gönlünü avutup şöyle dedi:

“Sonunda görecek günlerimiz iyi olur. Tanrım dilediklerimizi verir. Başınızı kaldırın! Kara başı yalnız kendimiz koruruz! Yatarak ölmektense savaşarak ölelim! Her erkek düşmanın silahına baksın. Gizlice silah yapalım!”

Taşa damga basan, demiri toprak gibi yoğuran Dögür Usta başta olmak üzere gözcülere sezdirmeden ormandan kömür hazırlayıp, dağdan demir kazdırıp, örtülü kara keçe evini usta hane (atölye) yaparak Davut ata mesleği diye pulat kılıç ve mızrak yaptılar. Her erkek için birer kılıç ve mızrak yapıldı.

Akbalta, bunların çoğunu deriye sararak kuru toprağa gömdürüp üzerine işaret koydu.

***

Bir yıl geçti. İki yıl geçti.

Yorgun düşen Cakıp Bay, Akbalta’nın sözünü dinleyerek Kalmuk’a, Tir-got’a altın ve hayvan verip otlağını yeniledi.

Cakıp, sonraki zamanlarda evvelkinden daha çok kuvvetlendi, hanın yüzüne renk geldi, gönlü açıldı; hayvanlarının hesabını tutup hayatını daha düzenli hale getirdi. Cakıp’ın canlanmasında bir sebep vardı. Tatlı Hanımı Cıyırdı, hamile kalalı üç ay olmuştu. Cakıp, bunu Hanımının yemek yememesi ve bulantısının şiddetlenmesinden öğrendi. Cıyırdı, Kırgız’ın da, Kalmukların da, Hitayların da yemeklerini istemediği için sabahtan akşama kadar üzülüp ağlayarak, istediği şeyin aslan yüreği olduğunu söyledi.

Kırgızlarda aslan avlayacak avcı kalmamıştı. Akbalta’nın tavsiyesiyle Kalmuk, Tırgot, Kazak, Türk kabilelerine adam gönderip şehirlerini aradılar, taradılar. Sonunda Kangay’ın kara avcısı, aslan avlamış diye bir haber duydular. Cıyırdı at bakıcısına para ve altın vererek aslan yüreğini aldırıp getirtti.

Bıldırcın gibi büzülen Cıyırdı Hanım, aslanın yüreğiyle ciğerini kazanda hafifçe kaynatıp çorbasıyla beraber tamamen yedi.

“Bayım, şimdi bana can geldi!” dedi. Cıyırdı yedi gün yedi gece terleyerek hiç bir şey yemeden rahat uyudu.

Dokuz ay geçti. Çıyırdı’nın karnı büyüyüp doğum günü yaklaştı. “Kalmuk rahibi askerbaşıyla geliyor!” şeklindeki haber Kırgızlara ulaştı. Cakıp bay kendini kaybetti; sanki uyuşmuş gibi şuursuz dolanıp ne yapacağını şaşırdı.

Akıllı Akbalta ormanda bir kulübe yaptırıp yedi delikanlıyı kulübeyi korumakla görevlendirip Çıyırdı’yı her yanından örtüp gizledi:

Askerbaşı avulu toplayıp emri okudu: “Yeryüzündeki güneş gören halkların hükümdarı olan Çin Maçın Hanı Esen Han’ın doğum günü için Kırgızlar değerli hediyeler hazırlasınlar!” Kırgızlar “Doymayan kâfirlere ses çıkarmadan hediyesini verelim de bir an önce defolsunlar. Çocuk görmek üzereyiz. O çocuğa gelecek belâ askerlerle beraber gitsin” dediler.

Kırgızlar bu kez karşılık göstermeden güle oynaya altın ve gümüş toplayıp süsledikleri ata güzel kızı bindirdiler. Heybeyi altın mücevher ile doldurdular, hayvanları dokuzar dokuzar sürüp çıkardılar.

Askerbaşı sarayına döndü.

Kırgızlar, Çıyırdı’yı sakladıkları için çok sevindiler.

Beklenen gün de yaklaştı. Çıyırdı’nın doğum anı geldi. Hanımın sancısı başladı.

Sancı başladığında Cakıp’ın evine bahşılar ve kadın şamanlar toplandılar. Tünek’i dayamak için altın sırık diktiler. Kadınlar telaşlanıp beyaz evde (Ak otağda) gürültü kopardılar.

Cakıp efsun okuyup, akbozdan kısrağı, baykuş başlı koyun, ay boynuzlu ineği, enenmiş deveyi kurban kesti.

Avulda Çıyırdı’nın şiddetle bağırmaları, çığlık atışları yedi gün sekiz gece kesilmedi. “Şefkatli kayıp kuş (dağlı geviş getiren hayvanların hamisi), Umay Ana[4 - Eski Türklerde hamile kadınların koruyucusu, Tanrıça.], kuş ana, şefkatini esirgeme, yardım et!” Kadın şamanlar bahşılar sıçrayıp, davul çalıp Umay Ana’yı yardıma çağırdılar. Ateş Ana’ya sığınıp ateş yaktılar, süt ve yağ saçarak, ardıç ağacı yaktılar.

Yetmiş Kırgız ailesinin erkekleri Çıyırdı’nın doğum sancıları geçirmekte olduğunu öğrenince sevinip Cakıp Bay’ın evine gittiler, yavaşça gelip olup bitenleri dikkatlice seyrettiler. Tanrım bize ne verecek, görelim diye küçükten büyüğe herkes dağa taşa sığındı.

Dokuzuncu gece Çıyırdı’nın sancısı bitti diye kadınlar heyecanla bağırıştılar.

“Cakıp Bay, hanımın şimdi doğuracak!” sözünü işiten Cakıp; yüksek sesle ağlayıp, çocuğun sesini duyduğumda kalbim parçalanmasın, benimle gene alay etmesinler avulda durmayayım diye tepelere gitti.

Cakıp Bay, hanımı erkek çocuk doğurursa muştuluk vermek için kerme[5 - Atları bağlamak için iki çadır arasına gerilen urgan.] ye kırk kara boz at yavrusu[6 - Dört yaşına basan at.] bağlattı.

Böylesini hiç bir insan görmemişti. İnsanlar sevinerek göğe baktılar, etraf sessiz ve sakindi, hayat adeta durmuştu, kanatlı kuşlar uçmadı, akan sular akmadı. Avuldaki köpekler havlamadılar, otların başı sallanmadı.

Bu bir iyilik işaretiydi. Bu çocuktan, kimse ürkmedi, korkmadı. Hepsi merak ettikleri sırrın açıklanmasını beklediler. Hepsi kulaklarını kabarttılar.

Altay’ı sarstı “Baa!” diye ağlayan çocuğun sesi. Kara yer sallandı. Âlemi sarsan bir gök gürültüsü duyuldu. Ak Otağ’a kut düştü. Gökkuşağı gibi eğilen parlak bir ışık Cakıp’ın avulunun üzerini kapladı.

Dağ başında Kayberen[7 - Dağlı geviş getiren hayvanların hamisi.] böğürdü, bahçedeki kuşlar öttü, yerdeki yılanlar ıslık çaldı. Avuldaki köpekler havlamaya, atlar kişnemeye başladı.

Bebek iki elinde kan pıhtısı olduğu halde doğdu. Bebeğin on beş yaşındaki çocuk kadar ağırlığı vardı. Çırpınışları otuz yaşındaki insanın kuvveti kadardı. Bebeğin iki omzunda kara yele görüldü. Ağzına yiyecek verildiğinde üç tulum yağı bir defada yedi. Soylu kadın Çıyırdı bebeğe memesini verdiği zaman memesinden önce süt sonra kan çıktı, Hanım buna dayanamadı.

Yetmiş Kırgız ailesinin mutlu günleri gelmişti, nice aylardan, nice yıllardan beri çocuk ağlamasını işitmeyen Kırgızlar çok sevindiler.

Avulun erkekleri o anda çocuğun babası olan Cakıp’ı hatırladılar. Ona bu haberi ulaştırıp hediye almak için kemredeki

Kırk at yavrusuna binerek her tarafı aradılar. At bulamayanlar da çoktu; kimisi yaya, kimisi atlı gitti.

Avulda erkeklerden yalnız Akbalta tedirgin bir halde evinde kalmıştı. Sulayka bunu görüp şaşırdı, “İhtiyar, müjdeden boş kalma, koşan almaz, nasibi olan alır. Cakıp’ın sevincini paylaş!” diye yalvardıktan sonra Akbalta da yola koyuldu.

Akbalta, Kökçolok atını döverek avdan kalan köpek gibi seğirtti. Cakıp Bay dağ eteğindeki gök çukurun yüzünde, ırmak kenarında; kanatlı at veya gök kır tay gibi, kara yeleli kula kısrağa yürümeyi öğretmek için tek başına uğraşıyordu.

O zavallı Cakıp Akbalta’nın getirdiği sevinçli haber ile titreyerek bayıldı. Sonra ayılıp şükrederek avula geldiler.