Doğanın düzeni böyle mi kurulmuş diye düşünürüm bazen. Sürü halinde yaşayan hayvanların bir devleti var mı acaba? Bir sürünün lideri olmak; sürünün geleceği hakkında karar verme yetkisini de verir mi kendisine? Onlarda da kayırma var mıdır? Düşmanlık, kırım var mıdır? Başkaldırı var mıdır? Görevi kötüye kullanmak, yandaşlarına çıkar sağlamak var mıdır? Bir kraliçe arı akrabalarına, kardeşlerine, yandaşlarına önemli makamlar tahsis eder mi? Her arının görevi önceden belli midir? Yoksa yeteneklerine göre mi tahsis edilir görevler?
Onlar da yiyecek stoku dışında para biriktirir mi? yiyeceklerini korumanın dışında savaşırlar mı diğer kolonilerle? Dünyaya hâkim olmak düşüncesiyle kırarlar mı birbirlerini? Acaba onlarında konuştuğu farklı diller var mı? Faklı dinlere inanırlar mı? Onların da zencisi, beyazı var mı? Dilleri için, derilerinin renkleri için birilerini ötekileştirir, öldürürler mi? Acaba onlar da “Arı Hakları Beyannamesi” yayınlama ihtiyacı duydular mı? Eğer duydularsa büyük ve güçlü koloniler uyar mı bu beyannameye?
Bu sorular böyle sürer gider biliyorum. Yönetme yetimin gelişmediğini de biliyorum. Her insanda olan yönetme dürtüsünün bende olduğunu da biliyorum. Ama bir törpünün yıllardır bu yetimi törpüleyerek yok ettiğini de biliyorum.
Kim bilir belki de yaşadığım süreç içerisinde ülkemde ve dünyada olan haksızlıklar, kayırmalar, napoist politikalar, bizzat yaşadıklarım başka uçlara kaymamı sağladı. Ben bunları yapamam duygusunu geliştirdi bende ve bir törpü devreye girdi törpüledi de törpüledi.
Yönetilmekten hoşlanmam ben. Yönetmekten de.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)
MAVİ DÜŞLER
Yüreğimde bir bozkır esintisidir, hafta sonları. O günlerin gelmesini İple çekerim ben. Daha perşembeden tatlı bir heyecan kaplar yüreğimi. Cuma yerimde duramaz olurum. Zihnim hafta sonu neler yapacağımla ilgilenir bütün gün. Cumartesi sonsuzluğa uçuşum başlar. Kuşlar gibi hür hissederim kendimi.
Hemen çiftliğe giderim. Traktörümü çalıştırırım. Güç verir bana motorun sesi. Sevinç doldurur içimi. Kırlara açılmak için can atar yüreğim. Hele bir de mevsim baharsa. Hafiften kokusu doldurur ciğerlerimi bin bir çiçeğin, sabah yeli hafif hafif üşütürken tenimi. Bir meltem serinliği gibidir hava bu mevsimde; içime ferahlık, beynime berraklık verir.
Traktörümün üstünde önce bahçe, sonra bağ, derken nadas tarlaları; işten işe koşarım büyük bir hevesle. Sonra hayallerim başlar. Traktörle özdeşleşirim. Ayaklarım gaza basarken tekerleğe dönüşüverir. Ellerimse direksiyona. Yüreğim kocaman bir motor olur, gözlerimse far. Bir tek beynim hükmeder; bu et ve demirin uyumlu birleşiminden oluşan yaratığa. Ama hükmettiğinden bihaber komutları verir de verir. Direksiyon uygular, tekerlek ise döner de döner.
Tanpınar bir şiirinde;
“Bir elimde asam, birinde, keşkülümBen şimdi ufuklardan eser bir serseri eylülüm…”Demişti ya, bende bir şımarık bahar olurum bu mevsimde, coşarım da coşarım
Sonra bu güç, bu beyin dağlara döner. Yel değirmenleriyle savaşan Cervantes’in Don Kişot’u oluverir birden. Artık dağın iflah olmaz delisidir. Bir ben olurum, bir traktör. Bu koca devin üzerine sürerim de sürerim!
Bazen kımızıdır rengim. Hüseyin ÖZBAY’ın Massey”i oluveririm; yüreği ateşli bir aşkla kanayan. Bazen mavileşiverir hayallerim. Sonsuzluğa uçarım.
Bazen ruhumun rengini alıverir dağlar, Hüseyin ÖZBAY’ın düşündüğü gibi. Bazen morarır dağlar, bazense sararır; bazen kararır dağlar, bazense kızarır; bazense yeşerir dağlar coşku olur, umut olur fışkırır. Ufuklarsa kararmaz çoğu zaman gümüş rengi kalır.
Her traktöre binişimde hayalin dudaklarından öpüyorum; Tanpınar’ın şiirindeki gibi
“Bilinmez hangi uzaklara götürür seniDudak dudağa öpüştüğün hayal!…”Sonra gümüş renkli ufuklara dalarım…İhtiyar söğütle hasbıhal eden bir çeşme başında hayallerimden sıyrılır, tekrar dünyama dönerim. Ekmeğimi gevretir, içerisine ovma köy peyniri koyarım. Üstüne çeşmenin buz gibi suyundan içerimde içerim.
İşte o zamanlar traktörümle ben kendimize döneriz. O dinlenir ben dinlerim. O uyur ben uyurum, çeşme başında! Zamandan habersiz.
Sonra tekrar bir oluruz yürürüz geleceğe. Bahar geçer, yaz geçer, hasat mevsimi geliverir. İşte o zaman başlar bayramımız. Ben mutluyum, traktörüm mutlu! Ben berbere gider güzel bir tıraş olurum. O da traktör hastanesine. Rengi atarsa elbisesini yenileriz. Basense yeni ayakkabı…
Kazanın Kavun Pazarına da beraber gideriz bu mevsimde. O övünür, ben övünürüm. Nasıl övünmeyelim ki? O çifti derin sürmüş, bense zamanında ekmişim, çapalamışım, hasat etmişim.
Yine pazarın en tatlı, en güzel, en büyük kavunlarını yetiştirmişiz. Hele bir çiftçi sakın bu traktörle çekme yarışına girmesin, baksana kavunlara? Çok güçlü olmalı ki iyi çift sürmüş demez mi? İkimizde görünmez olup meleklerle uçarız bir an bulutların üstünde.
Ben traktörümle özdeşleşirim bazen. Traktörüm ben olur, ben de traktör…
Mavileşir düşlerim sonsuzluğa uçuveririm.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)
HALETİ RUHİYEM
Garip bir halet-i ruhiye içerisindeyim. Kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyorum. Kabuğuma çekildim. Kanatlarını yere düşürmüş, başını öne eğmiş bir baba hindi gibi düşünmekteyim; dünyaya küskün, verimsiz, çaresiz, karamsar…
Cep telefonumu kapattım; ev telefonunun fişini çektim. Televizyonu açmıyorum, gazete de okumuyorum. Kitaplarla kurduğum dostluk da yok oldu; okumak keyif vermiyor artık. Yazmaksa bir doğum sancısı…
Hayat sana güzel derlerdi dostlarım!
Yeni sağılmış keçi sütü, döllenmiş köy yumurtası, bir tabak ovma peynir, henüz güneşe merhaba bile diyemeden dalından koparılmış bir domates, iki biberle yapılan bir sabah kahvaltısıyla ne güzelde başlardı gün…
Mevsim bahar olunca bin bir renk çiçeğin oluşturduğu uyum , güzellik ve tazelik; beni kendimden geçiren coşkular doldururdu yüreğime. Hayallerim çiçek açardı; hem taze, hem renkli, hem duygusal, hem hareketli, hem şımarık… Hayal çiçeklerimin her biri tek başına bir renk şöleniydi. Her bahar âşık olurdum; sesini duymadığım, gözlerinin rengini bile bilmediğim sevgilime. Bilinmeyen hülyaların saçlarını tarardım; sonsuz bir coşku içinde. Baharı koklamak, duymak ve yaşamak isterdim. Her saniye ayrı bir coşku yaşardı yüreğim. Aklımın sesini dinlemeden dolu dizgin gider ne kural dinlerdim, ne statü, ne hiyerarşik düzen. Kalbime hiç söz geçiremezdim o zamanlar. Hani yürekten gelen ilk ses Hak’tandır derler ya, sonra gelen akıldan aynen ben de öyle bırakırdım kendimi onun sesine. Yanlış ortamlara, yanlış duraklara, yanlış mekanlara götürmezdi beni,kalbim.
Şimdi ise köşedeki minderin üstünde karnını tıka basa doyurmuş tekir gibi uyuyor. Benim ruh halim umurunda bile değil. O da bana küstü anlaşılan. Ne halin varsa gör, diyor sanki.
Bir anlamsızlık duygusu kaplıyor benliğimi. Hiçbir şeyin anlamı yok, sanıyorum. Ne annenin ne babanın, ne eşin ne çocukların; ne mehtabın ne yıldızların… Yaşamak anlamsız, sevişmek anlamsız, sevilmek anlamsız, öfke, nefret anlamsız, yemek içmek anlamsız…
Bir tek ölmek mi her şeye anlam katan?
Hiç bir şey düşünmeden düşünmek; anlamlı olan tek gerçek…
Yaşamak da bir ölmek de.
Yoksan, yaşarken yaşamıyorsan…
Böyle bir kâbus rüya işte!
Bense yaşamak istiyorum, dolu dolu anlamlı hayatı, duygulu dünyayı…
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)
SİGARAMIN DUMANI
Babamı görmeyeli tam on beş yıl oldu. Bir gün öğle üzeri sürpriz yaparak aniden “meçhule giden gemi”ye biniverdi. Önceleri inanamadım öldüğüne. Daha sabah kahvaltısını beraber yapmıştık. Her an bir yerden çıkıverecek gibi yollarını gözledim günlerce Ama nafile bekleyişti bu biliyordum.
Anneciğimi görmeyeli iki ay oldu. Özlüyorum tabi. Ama o kadar. Ya kızımı? Okulların tatil dönemlerinde görüyorum sadece. Onu da özlüyorum tabi ama o kadar. Eşimi her sabah akşam görüyorum. Özlüyor muyum? Bilmiyorum doğrusu, hiç düşünmedim ya da özleme fırsatı olmadı.
Ama bir şey var ki bir saat bile ayrı kalsam bütün dengelerim bozuluyor. Asabileşiyorum, sinirlerim boşalıyor. Kan dolaşımım hızlanıyor. Kırmızı rengi gören boğa gibi göz bebeklerim büyüyor. Nefes alışım hızlanıyor, saldırganlaşıyorum. Burnumdan solumaya başlıyorum. Bir mengene beynimi sıkıyor da sıkıyor. Sonra dudaklarımla öpüyorum onu. Doyasıya kokluyorum. Derin nefeslerle ciğerlerime dolduruyorum. Ohh dünya varmış, diyorum.. Sinirlerim gevşiyor. Her şey yeniden anlam kazanıyor. Arkadaşlarım ne kadar candanmış meğer, masama gelen çay ne kadar tatlıymış meğer, penceremden görünen manzara ne kadar güzelmiş meğer.
Tam otuz beş yıl oldu seninle dost olalı. Anamdan babamdan, çocuklarımdan, eşimden, dostlarımdan daha yakın oldun bana. Kimseyle paylaşamadığım her şeyimi, ama her şeyimi seninle paylaştım.
Bu gün hava çok güzel yak bir tane; bulutlandı, yağmur yağıyor yak bir tane, iş yerinde amirim kızdı yak bir tane, kızım otobüste bavulunu kaybetti yak bir tane, yaptığım sunum çok beğenildi, büyük alkış aldı yak bir daha, kahve içerken ne büyük keyif verir yak bir tane, yemeklerin üstüne yak bir tane… Ya askerde?
“Dinlenmeler bir sigara içimiDuman duman sen kaplarsın içimi”Bütün acılarımı, hüzünlerimi, sevinçlerimi, mutluluklarımı, başarılarımı, başarısızlıklarımı, umutlarımı, heyecanlarımı, hayal kırıklıklarımı, küskünlüklerimi, her şeyimi ama her şeyimi seninle paylaşmadım mı ben? Bana annemden, babamdan, dostlarımdan, çocuklarımdan ve dahası karımdan daha yakın olmadın mı yıllarca?
Dostum bildiğim yanımdan bir saniye bile ayırmadığım, yokluğuna hiç ama hiç dayanamadığım, 35 yıllık kader arkadaşım sinsi sinsi kanıma işlermiş, ciğerlerime işlermiş, damarlarıma işlermiş, dahası kalbime, böbreklerime ve beynime işlermiş. Bir an önce meçhule giden gemiye binmem için çalışırmış da kasaplık koyun gibi bunca yıl takılıp gitmişim celladımın peşinden
Bir ay önce: üşüyorum, bir titreme bütün vücudumu sarıyor. Sıtma nöbetlerine tutuluyorum. Yüzüm pancar gibi kızarıyor. Tansiyonum düşüyor. Akşam benim bu halimi gören eşim “Hadi doktora!” diyor. Doktor akciğer filmi, ve kan tahlili istiyor. Sonra sonuçlara bakınca “Sigara içiyor musun?” diye soruyor. Ve başlıyor anlatmaya. Ciğerlerim sislenmiş, bronşlarım dolmuş, damar sertliği başlamış, üstesine bir de diyabet… “Sen intihar ediyorsun” diyor bana, “bırak bir an önce .”
Hastaneden çıkınca o sinirle bir tane daha yakıyorum. Ama oda ne gitmiyor, istemiyor vücudum. Bir nefes daha hayır, ne kadar pis kokarmış meğer. Tam üç gün yataktan çıkmıyorum. Sigarayla olan dostluğum bitiyor mu ne? Tam otuz beş yıldır bir saat bile yanımdan ayrılmayan dostum, üç gündür ziyaretime bile gelmedi!
Evdeki paketi kırıp sobaya attım. Biraz kendime gelip iyileşince bir de ne göreyim? Yanı başımda yine “Ben geldim” diyor gülerek.
Hoş geldin ama bu sefer seni öpmeyeceğim, koklayıp, ciğerlerime doldurmayacağım diyorum. Sadece bir tebessüm edip, beynimdeki köşesinde bekliyor…
Aman Yarabbim o da ne… Ne büyük bir arzu? Ne büyük bir istek? Bütün vücudumu kaplıyor. İçmiyorum işte. İnatsa inat… Hemen dışarı çıkıyorum, yürüyorum anlamsızca. Vitrinlere bakıyorum. Bir ara beynimden çıkmış gitmiş, yoruldu beklemekten anlaşılan. Sonra muhteşem bir dönüş…
Rüyalarımı da esir aldı. Rüyalarımda içiyorum çoğu zaman. Sonra bu kâbustan sıçrayarak uyanıyorum. Oh be dünya varmış, rüyaymış, diyorum!
Bir anlamsızlık duygusu sarıyor benliğimi. Her şey ama her şey anlamsızlaşıveriyor bir anda. Yolda yürümek anlamsız, sinemaya gitmek anlamsız, futbol maçı seyretmek anlamsız, çalışmak anlamsız, para kazanmak anlamsız, okumak anlamsız, yazmak anlamsız, yemek içmek anlamsız, yaşamak anlamsız, Anne, baba anlamsız, çocuklar anlamsız, karım bile bir anlam katmıyor hayatıma! Sadece ama sadece sigara…
Üstelik anlamsızlık duygusuyla yaşamayı da öğretti bana. Zevk almayı da…
Dünyanın malını bir yana koysalar, yıldızları, ayı bir yana. Bir tek sigarayı diğer yana koysalar da seçim yap deseler bana. Tereddütsüz sigaraya gider elim, biliyorum!..
Ama, yine de içmiyorum işte; inatsa inat!
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)
KİTAP SEVGİSİ
Kitap okumayı severim ben. Okurken büyük zevk alırım. Bambaşka bir duygudur okumak. Doğduğum an yüreğime sevme hissini de vermiş yüce yaratıcı. Bütün yarattıklarına verdiği gibi, ama her insanın yetiştiği sosyal çevre, aldığı eğitim, algılama biçimi, ilgi alanları farklı farklı olduğu için sevdiklerinde ve sevme oranlarında da farklılıkları görülmesi doğal bir şey belki.
Ya kitap sevgisi?
Okumayı sevmediğini söyler bazı insanlar, nasıl yaşarlar bilmem ki! Yüreklerinde bir eksiklik, bir boşluk hissetmezler mi? çiçeği, ağacı, böceği nasıl severler, güzel gözlü ceylanı nasıl severler? Nasıl severler kadınlarını? Ya çocuklarını? Okumayan insanın ruhu olgunlaşır mı? Olgunlaşmayan bir ruh, sevmeyi bilir mi? yaşamaktan zevk alır mı? Ya gönül gözü? Açık mı olur böylelerinin.
Allah”ın yarattığı her canlı yaşar bilirim. Bitkiler yaşar; kuşlar yaşar; hayvanlar yaşar.
Ya insanlar?
İnsanlar da yaşar elbet, tıpkı otlar, ağaçlar, böcekler, ve hayvanlar gibi. Yüce yaratıcı insanlara verdiği bazı hazları, yarattığı her canlıya da vermiştir bilirim. Hatta hatta ihtiyaçları olduğu kadar zeka da vermiştir.
Ama bir şey var ki sadece insana has bir özelliktir. Yaratan diğer yarattıklarından esirgemiş bu özelliği. Sanki insana oku, öğren, bil, anla, kendini ve dünyayı keşfet, geliştir, değiştir yönet, adil ol ve bu sayede beni daha iyi anla ve sev diye vermiş bu özelliği. Akıldan daha büyük bir değerle donatılmış mı insandan başkası. Yüce yaratıcı insanlar iyiyi, doğruyu, güzeli öğrensinler diye gönderdiği son kitabında yeryüzündeki son elçisi olan sevgili peygamberimize ilk ayetinde “Seni Yaratan Rabbinin Adıyla Oku” diye hitap etmiyor mu?
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов