Ne yazık ki, bu kişiyi bay olarak bile adlandıramayız, çünkü hayatta kalan tek oğlu İrlanda kökenli bir Amerikalı kadınla evlendi ve torununun kaderi bir Afrikalı kadınla birleşti. Böylece, kabaca bir kıyaslamayla, bir buldog köpeği ile bir gergedan birleşmesi gibi, ırkı ilk bakışta belirlenemeyen Tomas Trump adlı kalın dudaklı, esmer büyük torun doğdu. Bu hikayedeki en acı şey, Kazak bay isminin unutulmaya sevk edilmesidir. Daha da acısı ise – cinsleri tamamen yabancı bir ülkede yetişen, ancak aptalca bir girişim tarafından başka bir toprağa nakledilmiş asil bir ağacın kurutulmuş olması gibi. O Kazak Bay’ın son oğlu olan Tomas Trump çocuksuz birisiydi.
Tomas yaşlanıp sonsuzluğu düşündüğünde, aile arşivine girip kökenlerine ilgi duymaya başlamıştı. Tesadüfen bulduğu büyük büyükbabasının not defterinden, ailesinin çok uzaklardaki küçük Kazak kasabası Şerkala’dan olduğunu öğrendi. Ne yazık ki, Çok yazık, not defterinin başlangıç sayfaları yırtılmıştı. Görünüşe göre, o sayfalarda o Kazak bay’ın ismi geçiyordu. Öte yandan, Tomas Trump bu kayıtlardan uzak Şerkala’daki diğer akrabaları hakkında çok şey öğrenmişti. En önemlisi, büyük büyükbabamın soyundan gelenlerin iradesiyle bırakılmış olan emanet ile karşılaşmıştı.
“Sevgili torunlarım! Mutsuz kaderim beni sevgili vatanımdan uzaklaştırdı – Kutsal Kazakistan’dan beni denizaşırı Amerika’ya attı. Burada maddi zenginlik yarattım, ancak çok daha değerli bir hazineyi kaybettim: ana vatanımı – geniş ve özgür bir bozkır, ana dil ve kültürümü, ulusal ruhu. Yani ailem gözlerimizin önünde kaybolup gidiyor. Sana bir emanat bırakıyorum: eski ve asil soyumuzu yeniden ortaya çıkarmak, tabiki, Anavatanımız Şerkala ve Kazakistan’la olan teması yeniden kurmak! Artık yazma gücüm kalmadı… Elveda”
Büyük büyükbabasının emanetini okuduktan sonra Tomas Trump, danışmanlarına uzak Şerkala kasabası hakkında bilgi toplamaları talimatını verdi. Kısa bir süre sonra acı gerçeği öğrenmişti: Devrim ve iç savaş sırasında, büyük büyükbabasının neredeyse tüm akrabaları savaşlarda veya vurularak öldürülmüşlerdi… Bugün soylarından sadece bir çocuğunun hayatta kaldığı ve yetimhanede yetiştirildiğini öğrenmişti…
Bu yetim için Tomas Trump onu büyük servetine layık bir mirasçı yapmak için oraya uçtu.
Şerkala’da, yerel yetkililer Tomas Trams ile İngilizce konuşabilen birini aramaktan helak olmuşlardı. En nihayetinde, yerel öğretmenler cumhuriyet Olimpiyatlarında düzenli olarak yabancı dilde ilk sırayı alan Aspan’ı hatırlamışlardı.
Aspan’ı elinden tutarak Amerikalıya getirdiler, genç ise utangaç, denizaşırı misafirden çekiniyordu. Muhtemelen yanlışlıkla aptalca bir şey söylemekten çekiniyordu, çünkü daha önce gerçek bir İngilizle hiç karşılaşmamıştı. Fakat yavaş yavaş sakinleşti, özellikle de girişken Amerikalı onunla ortak bir dil buldu, oradaki Şerkala sakinleri de bundan çok hoşnut kaldılar.
Birkaç gün içinde Aspan misafirle hoşgörülü bir şekilde konuşmaya ve hatta onunla arkadaş olmaya başladı. Yetimhanede Tomas Trams’ın akrabasını çabucak buldular – uzun boylu, esmer bir genç Hanmurat. Aspan, gerçek bir tercüman gibi, onların konuşmalarını çevirdi. Cömert Amerikalının hediyelerinden memnun olan Şerkala idarecileri, onun peşinden arka ayakları üzerinde koşturuyorlardı ve Hanmurat’ın evlat edinme kabül belgelerini çabuk bir şekilde düzenlemişlerdi.
Yabancının ayrılma zaman gelmişti. Gitmeden önce, ciddi bir konuşma için Aspan’ı yanına çağırdı:
– Sen, haydi, Amerika’ya bize gel. Senden adam olur, gerçek bir işadamı olacaksın! Bunu görüyorum. Sana yardım edeceğim iş alanında yollar açacağım, her şeyi öğreteceğim! Evlatlık oğlum Hanmurat ile iyi arkadaş olursun.
Aspan, iyi niyetli Amerikalının teklifini memnuniyetle kabul etti.
Ayrılış günü hala gözlerinin önüne geliyordu.
Yabancı Kazak adetlerine göre insanlarla vedalaştıktan sonra, esmer çocuğu yanına aldı ve bir taksiye bindiğinde Hanmurat kendini tutamadı ve göz yaşlarına boğuldu. Sonra çocukluk ve kader arkadaşı Elmurat ona koştu ve sıkıca sarıldı. Arkadaşını sessizce ikna etmeye çalışıyordu:
– Söyle bana, gitmek istemiyor musun? Kal!
Hanmurat gözyaşlarını sildi. Üzgün bir şekilde, yanıtladı:
– Bunu yapamam, ona söz verdim…
– Sözünü kendi babana ve annene vermedin ki!
– Konuşulan kelime fırlatılmış bir ok gibidir, sözümü değiştiremem.
– Ya hayallerimiz ve planlarımız – rüzgarda dağılacaklar mı?
– Onları gerçekleştireceğiz – yabancı ülke bize yardım edecek…
– Onlara gerçekten inanıyor musun?
– Beni dinle, Amerika’ya yerleşeceğim, sonra seni oraya aldıracağım. Bu taşra Şerkala’da, sen ve ben bir şey elde etme ihtimalimiz çok düşük… Ama en önemlisi, beni evlat edinen babama söz verdim!
* * *İlk kış, Amerikan eyaleti N.’ye kısa bir yolculuktan sonra, Aspan, Amerikan ticaretinin temel bilgeliğini iyi anladığına ve öğrendiğine ikna oldu. Tomas ona karşı açık ve misafirperverdi, katlanmak zorunda olduğu güçlüklerden ve bizzat yaşadığı zor anlarından bahsetti. Aynı zamanda, onu korkutmamaya, ama onu ticari işlere daha çok ilgilendirmeye çalıştı.
Tomas’ın iş kanunlarıyla ilgili öğretici hikayelerini ağzı açık olarak dinliyordu. Memleketine döndüğünde, artık kendisinin aynı Aspan olmadığını, sadece dış görünüşüyle değil, içten de değiştiğini açıkça fark etmişti. Değişen sadece hayata dair düşünceler, akıl yürütme ve bakış açısı değildi, hatta yürüyüş şekli bile farklılaşmıştı. Şerkala sakinleri, ondaki bu metamorfozları hemen fark etmişlerdi ve yaşlı babası şaşkınlıkla sordu:
– Senin neyin var oğlum? Bu Amerikalılar seni değişitirdiler mi yoksa?
“Şimdi ticarete başlayacağım! – Aspan hararetle haykırdı.
Yaşlı babasının yüzündeki derin kırışıklıklar şaşkınlıktan kıpırdanmaya başlamıştı:
– Neden bahsediyorsun oğlum, bu kadar zor bir işle nasıl başa çıkabilirsin, çünkü bizler hayatımız boyunca yoksulluktan çıkamadık…
– Küçük işlerimizi bir kenara bırakacağım, sadece ticaret yapacağım! Kısacası, girişimci olacağım…
– Kendinden emin misin oğlum?
Yaşlı babaya cevabı uzun sürmedi:
– Amerikalı beyefendi Tomas’a tamamen güveniyorum. İlk başlarda bana yardım edeceği konusunda anlaştık…
– Sen bizim tek varisimizsin, bizi düşündün mü? Yaşlı adam alnındaki derin kırışıklıkları tekrar tekrar düzelterek oğluna sorgulayan gözlerle baktı. – Nasıl yaşayacağız, ömrümüzü nasıl tamamlayacağız oğlum?
– Aspan inatçı bir şekilde, gözlerini kısarak, ‘Anlayın beni! Burada kalırsam, tüm hemşerilerim gibi herşeyden mahrum kalacağım. Ama Amerika’ya gitmek için başka güzel bir fırsatım olmayabilir”
Sonra babası, ya kurnazca planlanmış olarak ya da yeri geldiği için şu konuyu ona hatırlamıştı:
Oğlum, ona şefkatle seslendi. – Sevgili yavrum, en azından bir aile kursaydın. Yabancı bir ülkede nasıl yalnız yaşayacaksın? O kızın adı neydi – Balzia evet… O nerede?
Genç adam kendini biraz rahatsız hissetti, manevi sırlarının babası tarafından bilindiği ortaya çıkmıştı. “Atay’ım onu nereden biliyor, ona Balzia hakkında kim bilgi vermiş olabilir?” diye düşündü.
– Atay, bu konuda kafanı yorma! Babasına sertçe cevap verdi. Aramızdaki her şey bitti. Kendisi bana yapıştı ve uzun süre peşinde dolaştım… Ve cesaret edemedim, şimdi aramızdaki her şey geçti. İlişkimize son verdim.
– Oğlum, aklında neler olduğunu nereden bilebilirim! Sadece bildiğim tek şey, babasının iyi bir soydan olduğudur. Ne dersen de, ama iyi bir soy hayırlı evlatlar demektir…
– Hadi ama yalvarırım! Yeter! – dedi Aspan sabırsızlıkla, konuyu hızla kapatmaya çalışarak. Yararsız sohbeti daha da uzatmak istemiyordu, ama ruhunda her şey kıpır kıpırdı. Görünüşte duyguları da içtendi. Ancak kısmet değilmiş!
“Balzia! Ne dersen de, ayrılığımızda kendimin suçlu olduğunu söyleyemem! Her şeyi kendin mahvettin. Uzun bir yolculuğa çıktığımı bildiğin halde, benim çabalarımı desteklemek yerine engeller yaratmaya çalıştın. Ve sana olan sıcak duygularımın soğumasına neden oldun”.
…Aspan’ın babası köyde mütevazı bir şekilde yaşamaktaydı. Bölgede mükemmel bir ayakkabıcı olarak biliniyordu. Tüm hayatını ayakkabı dikmeye ve tamir etmeye adadığını söylenebilir. Oğlunun Amerika’ya gitmesinin ardından, huysuz ama refah içinde bir kadının kırmızı çizmelerinin üzerinden çalışırken birden kendini kötü hissetti ve daha önce ölen yaşlı eşinin ardından aniden öbür dünyaya göç etmişti.
O küstah kadın, kırmızı çizmelerini tamir etmeye zaman bulamadan işyerinde vefat eden yaşlı adam için üzülmek yerine, gevezelik ederek yakınmaya başladı:
– Ah-ahh, bu nasıl iş! Neden isteğimi tamamlamadı? Ah, bu yalnız, yaşlı adam ölmek için zaman tam zamanını bulmuş!
Bu gülünç ağıtlar ilçeye çok çabuk yayılmıştı. İnsanlar tekrar tekrar onun sözlerini ağızdan ağza aktararak neşeyle gülüyorlardı…
Böylece Aspan beklenmedik bir şekilde kendisini zor bir yaşamın içinde bulmuştu – babası ve annesi olmadan ortada kalmıştı. Oysa kaderi o kadar umutlu bir şekilde şekillenmeye başlamıştı, önünde ne parlak umutlar belirmişti!
* * *Ancak, koruyucu bir melek gibi, aynı Tomas Trams tekrar ortaya çıktı, manevi açıdan cesareti kırılmış genç adamı akıllıca sözlerle teselli etti:
“Kedere gözyaşlarıyla yardım edemezsin, mezarda ölülerin yanına yatamazsın – yaşamaya devam etmelisin… Ama iş dünyasında sıkı çalışmak seni kederden uzaklaştırır. Gece gündüz çalış – çok daha rahat hissedersin kendini. Haydi, silkin, kendini topla! Sana öğrettiklerimi hatırla: ticaretin yolu su altındaki çakıl taşları gibi kaygandır – sarsılacaksın, denge kuracaksın ve tekrar tekrar düşeceksin. Ticaretin zirvesine yalnızca gerçek galipler yükselir – en sabırlı ve en kalıcı olanlar. Orada zayıflara yer yok. Kendini topla, çalışmaya başla!
Bir düşüp sonra tekrar kalktıktan sonra, sonunda işlerin daha iyi gitmeye başladığını hissetti. Sanki içinde ikinci bir nefesin açıldığını ve ruhunun rahatladığını hissetmeye başlamıştı. Sahiden de zafer için gerçekçi bir fırsat vardı! Böyle bir güç gerçekten de her insanın içinde gizlidir! Buna her birimizin içindeki gizli ruh mu deniyor? Belki de bir insanın iç dünyasına gizlenmiş bir hazinedir bu…
İyi kalpli Amerikalı Tomas Trams, Aspan’ın sadece iş dünyasında değil, hayatta da yol göstericisi olmuştu. Bu arada, Tomas Amca onu, uzun süredir ortak işler yaptığı Ronnie Rapp ile tanıştırmıştı. Her ne kadar, yolları pürüzlü bir şekilde ayrılmış olmasına rağmen, Aspan iş alanında Ronnie’den çok şey öğrenmişti.
* * *Beklenmedik bir talihsizlik yine Aspan’ın kapısını çalmıştı – velinimeti Tomas Trams ağır bir şekilde hastalanmıştı. Aspan’ı yanına çağırdı:
“Merhaba Aspan,” dedi Tomas zayıf bir sesle.
– Merhaba Tomas Agay, ne oldu size, hasta mısınız?
– Evet, Aspan, görüyorsun…
– Doktoru arayalım, – Aspan telefonunu çıkardı.
– Gerek yok, zaman kaybetmeyelim, zaten doktorlara yeterince gittim. Şimdi benim için en önemli şey, sana bir vasiyet verecek vaktin olması. Henüz hayattayken…
– Ne diyorsun sevgili Tomas Amcam, yine iyileşeceksiniz, şimdi en iyi doktorları bulacağız! Aspan telefonu tekrar açtı.
– Aspan, hiçbir yeri arama, çok geç – Dördüncü evre kanserim ben.
Aspan dehşetten soğuk terler döküyordu. Ve Tomas devam etti:
– Beni dikkatle dinle. Muhtemelen kendin de tahmin etmişsindir: İş hayatında şanslı olmama rağmen, aile meselesinde çok mutsuz bir insanım. Bir değil iki kez evlendim. İlki hiç doğum yapmadı ve çocuk sahibi olma arzusu yoktu. İkinci eş daha da kötüydü. O, o … genel olarak, onun ne kadın ne de erkek olduğu belli değildi. Günümüzde buna benzer pek çok “mucize” var. Kısacası meseleyi sonsuza dek ertelemeden ona veda ettim. Üçüncü evlilik için buna ruhum yeterli değildi. İşte böylece, kader bana bir kez daha gülümsedi, büyük büyükbabamın defterini keşfettim ve nihayet, gerçekte kim olduğumu, hangi soydan geldiğimi, atalarımın kimler olduğunu ve tarihi Anavatanım nerede olduğunu buldum. Bunların bir insan için çok önemli kavramlar olduğunu anlayacaksın. Ve çok şanslıydım: Ailemizin son çocuğunu buldum – Hanmurat’ımı. Demek ki ailemiz kesintiye uğramayacak, devam edecek. O defteri ve tüm servetimi ona miras bırakıyorum. Ve senin için Aspan. ”Tomas Trams ağır bir şekilde öksürdü. Sonra derin bir nefes aldı ve konuşmasına devam etti. – Ve senden, Aspan, Hanmurat’tan sorumlu olmanı istiyorum: ona kardeş gibi ol, onu hatalardan ve yanlış yollardan, tüm ayartmalardan, kötü insanlardan ve bağımlılıklardan koru. Sadece kardeş değil, arkadaş ol, akıllı bir danışman, son yıllarda seninle birlikte olduğumuz gibi! Hatta aile babası ol! – Tomas Trams ateşli bir şekilde Aspan’ı elinden tuttu ve onu delice sarsmaya başladı, yalvararak gözlerinin içine baktı.
– Merak etmeyin Tomas agay, dediğin gibi her şeyi yapacağım! Aspan, kendisi için çok şey yapmış olan adamı sakinleştirmeye çalışırken yüksek sesle bağırdı.
Ve sonra Tomas Trams gözlerini sonsuza kadar kapattı…
Evlatlığı olduğu babasının ölümünden sonra Hanmurat’ın yüreği, özellikle arkadaşı Elmurat’ın da onu orada dört gözle beklemesinden ötürü, Kazakistan’a gitmek için can atıyordu. Ancak ağbisi olarak kabül ettiği Aspan ile görüştükten sonra Amerika’ya yerleşmeye karar verdi. Hanmurat’ı Amerika Birleşik Devletleri’nde kalmaya iten neden sadece büyük işler ve mükemmel beklentileri değil, aynı zamanda evlat edinen babasının ve kan akrabası olan Tomas Trums’ın anısına olan manevi borcu onun için çok şey ifade ediyordu.
Ayrıca, adı geçen kardeşler ticaret alanında da işbirliği yapmaya karar vermişlerdi.
* * *Aspan, sadık yardımcılarından Artur Hazemet’i yanına çağırdı ve ona John Davis’i uygun şekilde soruşturma görevini verdi. Artur yumuşak başlı, çevik bir adamdı. Görevi bu kadar çabuk halleden başka kimse bulunmazdı. Aspan bir şeyden şüphe etmeye başlarsa veya yanlış bir şey hissederse, onu hemen bulur ve yalnızca ipuçları ve yüz ifadeleriyle, görevin özünü astına açıkça hissetirir, gerisi sanki sihirli bir değnekle çözülürdü.
“Şef, hiçbir şey için endişelenmeyin, John Davis’in tüm ayrıntılarını öğrenene kadar dinlenmeyeceğim!
– İyi şanslar! Bu işi titizlikle halledin.
Artur ofisten ayrıldıktan sonra Aspan derin bir nefes aldı, yumuşak koltuğuna iyice yaslandı. Hayattan oldukça mutlu bir şekilde, uzun süre bir şeye yürekten güldü…
Belki kahkaha sesi her zamankinden biraz daha yüksek çıkmıştı, kapı aniden açıldı ve… Ket ofise girdi. Hayır, hayır, ona öyle gelmişti! Ket’in sadece hayalini görmüştü ve genç bir sekreterin yeni işe alındığı ortaya çıktı. Çok meraklı bir kızdı. Makyajdan ve allanıp pullanmaktan canlı bir kukla bebeğe dönüşüyor gibiydi. Neden kozmetiklere aşırı bağımlı olduğunu anlamak isterim? Fakat Ket? Ket farklıydı! Hem yürüyüşü, yüz ifadeleri, sesi bile farklı özellikteydi…
Kısacası Ket’ten memnundu. Bu nedenle Aspan onu sekreter görevinden alıp, özel bir iş grubuna dahil etmişti. Ayrıca hayatında özel bir yer almıştı. Ket, uzunca bir süredir hiç belli etmeden, onun yatak odasında da özgürce “ev sahipliği” yapmaya başlamıştı. Tabii ki bu durumu Aspan kendisi onaylamıştı…
Aspan’ı derin düşüncelerden, sekreterinin sesini uyandırmıştı:
– Beni mi aradınız?
– Hayır hayır! Lütfen kendi işinize bakın…
Zenginlik bataklık çamuru mudur?
1Ey, millet, neden sadece maddi zenginlik peşinde koşturuyorsunuz? Ebedi zenginlik arayışı, insanlığın kutsal olan her şeyi unutmasına ve dipsiz bir uçuruma düşmesine neden olmaktadır. Dünya tersine döndü ve insan ruhu bir hayalet imajına dönüştü… Çünkü büyük zenginlik, sadece yalnızlığa değil, aynı zamanda basit bir insan mutluluğu hissinin kaybına da yol açan, kötülüktür. Zenginlik peşinde koşanlar boş kafalı insanlardır.
* * *Aspan’ın küçük kardeşinin oğlu Dospan, Şerkala’da yaşıyordu. Ve aniden, beklenmedik bir şekilde, daha önce hiç yapmadığı bir şekilde onu telefonla aradı. Her nasılsa, bir oligarh akrabasını rahatsız etmeye cesaret etmemişti. Aspan bile endişelenmişti – bir şey mi olmuştu diye…
– Ağam, saygıdeğer ağam. Ben Dospan, merhaba… – Akrabasının sesi titriyordu.
– Ne var, ne oldu? Konuş haydi! – Diye bağırdı Aspan hoşnutsuzca.
Küçük yeğeni, sanki dilini yutmuş gibi anında sustu.
–Konuş haydi, bana ne olduğunu anlat?
Bir süre sonra, yeğeninin donukluğu geçmiş gibi görünüyordu. Alıcıda zayıf sesi yeniden duyuldu.
– Ağam! – Seni çok çok seviyorum. Seninle gurur duyuyorum! Diye konuştu.
– Pekala! Bırak bu sözleri! Hemen en önemli şeyi söyle. Bu lanet telefonu şimdi etmenin sebebi nedir?
– Son zamanlarda, bir süreli yayında büyük miktarda yazılar yayınlandı. Senin hakkında…
– Ne yazıyorlarmış? Sanırım beni baştan sona övüyorlar değil mi?
– Hayır, yazılanlar övgü değil, yerme ve iftira…
– Peki ne karalamışlar?
– İşte makalenin başlığı: “Servet çamurunda boğulan bir adam.”
– Kim miş o? – Bu adam ben miyim?
– Görünüşe göre sizden bahsediyorlar! Adınız ve Soyadınız her paragrafta geçiyor. Zenginlik ve lüks içinde nasıl boğulduğunuzu ve çamurun içinde nasıl yuvarlandığınızı kendiniz bile fark etmemişsiniz…
– Saçmalamışlar belli ki! Tükürmüşüm bu saçmalığa, bunları umursamıyorum bile!
Küçük yeğeni neredeyse hayal kırıklığından dolayı tıkanacak gibi olmuştu, oldukça sarsılmıştı, amcası böylesine benzeri görülmemiş bir iftiraya – suçlamaya o kadar anlamsızca, umursamaz bir tarzda tepki vermişti. Kırgın bir sesle mırıldandı:
– Bu korkunç iftira seni gerçekten incitmiyor mu? Ben ise kendimi kaldırım taşı yutmuş gibi hissediyorum. Bura-da kendimi kırılmış, ezilmiş hissediyorum, kalbim durmadan sızlıyor.
– Sıcak bir tavaya atılmış gibi ciyaklayacak kadar hangi kelime sana dokundu ki?
– Söyleyemem. Buna dilim dönmüyor.
– Saklayacak ne var! Sonuçta, makale zaten gazetede yayınlanmış. Artık herkes tarafından okunuyor. Peki, hangi söz, söyle! Uzatma!
– Yazar… – Dospan kekelemeye başlamıştı. – Ah, dili yılan gibi! Deriyle kemik arasına iğne batırılmış gibi yazmış! Makalenin bir bölümünde seninle dalga geçip şöyle yazmış: “İşadamı Aspan, kâr için bir bitin bacaklarını bile saymaya hazırdır…”
– Peki, bu karalamanın yazarı kim? Ve nereden çıkmış?
– O da bizim Şerkala’mızdan. Adı Jashan’dır. Son zamanlarda kendini bir yazar sanmaya başladı ve ses getiren skandal makaleler yazmaya başladı…
– Kim-kim, Jashan-n-n mı? O ihtiyar Jurkabay’ın oğlu mu?
– Evet, Jashan Jurkabayoğlu.
Biraz düşündükten sonra Aspan şunları söyledi:
– Tamam anladım. Endişelenme. Çeşitli kıskanç ve kinci eleştirmenlerin entrikaları yüzünden üzülmene değmez. On-lar nerede ve ben neredeyim? Bugüne kadar beni kimler eleştirmedi ki! Ancak bir Kazak’ın, özellikle de hemşehrim hiç olmamıştı…
– İşte ben de bu yüzden! – Diye haykırdı Dospan. Bu yazanı bulacağım ve onunla erkek erkeğe konuşacağım!
– Sen bu işe karışma! – Aspan, akrabasını ciddi şekilde uyardı. -Yakında Şerkala’yı ziyaret edeceğim. Onunla kendim ilgileneceğim.
Evet, bilge bir adam doğru demiş: kendi memleketinde peygamber yok. Aspan, Amerika’da ünlü bir işadamı haline geldi, hatta onu dünyada çok iyi tanıyorlar. Fakat kendi vatandaşları – Şerkala sakinleri nedense onu tanımak, kabül etmek istemiyorlardı…
O sadece küresel ölçekte çeşitli etkinliklere defalarca katılmakla kalmamıştı, aynı zamanda bu tür forumların düzenleyicilerinden biriydi. Ana kurucular arasında olup bu tür konferansları cömertçe finanse ediyordu.
Evet, gerçekten böyleydi: Saygıyı hak etmediği bir yer varsa, orası da sadece kendi memleketi Şerkala idi! Birkaç günlüğüne memleketine vardığında, çocukluğunun güzel anılarıyla vakit geçirmek istediğinde, yurttaşlarından ne kadar çirkin sözler duymak zorunda kalmıştı. Halkın yoksulluğundan başka hiç kimsenin değil, sadece oligarhların suçlu olduğu ortaya çıktı. Sanki halkın servetini ele geçirenler, memleketin tüm zenginliklerini derinliklerden emip sonsuza dek mutlu yaşayanlar onlarmış gibi. Bu tür düşünceleri halkın kafasına sokanlar her türden gazeteci bozuntuları ve Jashan gibi yazarlardı…
Peki işadamı Aspan kimdir gerçekten? Evet, ateşten, sudan ve bakır borulardan geçmiş, zorlu denemeleri, başarısızlığın acısını ve zaferlerin mutluluğunu yaşamış en sabırlı, en dayanıklı kişidir! Elbette, Aspan yumruğunu göğsüne gururla vurarak övünmeyi falan düşünmüyordu. Ama yine de… As-pan, sadece Şerkala eyaletinden çıkıp kendisini tüm dünyaya kabül ettirdiği için, yurttaşlarının saygısını hak etmemeliydi mi? Ama o anavatan, ülke, gurur duyabileceğiniz insanlar nerede? Tam tersine, ona teşekkür ve destek vermek yerine ona kabalık etmeye, ayağını tökezletmeye niyetlenmişlerdi.
O zamanları hatırlamıştı… Artur Hazemet bir keresinde ona yalnız olduklarında şöyle demişti:
– Şef, sizinle konuşmak istediğim bir konu var. Müsaadenizle.
– Evet, konuş. Dinliyorum!
– Sizin de bildiğiniz gibi, rakiplerimiz – diğer restoran ve kafelerin sahipleri de tetikte. Ve rekabeti kazanmak için bir tür özel avantaja ihtiyacımız var.
– Ne gibi?
– Anavatanınız olan Kazakistan’da çok fazla et var. Kırgızistan yolunda kendim buna tanık oldum, oradaki etler bizim en pahalı mermer etimizden bile daha lezzetli… Kazak etinin Amerika’nın mega kentlerine ithalatını organize etmeyi öneriyorum…
– O-o, iyi fikir.
– O zaman para babaları sadece büyük bozkırdan gelen lezzetli biftekleri tatmak için restoranlarımızı arayacaklar.
Aspan, Artur Hazemet’in insiyatifini beğenmişti:
– Öyleyse bu projeyi kendin geliştir, Artur!
Ve böylece… Artur Hazemet hem Kazakistan’a hem de Kırgızistan’a gitti, toptan satış malları için iyi bir fiyat belirleyen yüksek kaliteli Kazak eti satıcılarını buldu. Onlarla tamamen arkadaş oldu ve onların güvenine girdi, onlardan biri olmuştu
Artur bir keresinde itiraf bile etmişti:
– Doğru söylediğim için alınmayın, ama yurttaşlarınızın arasında bu kadar katı bir rekabet olduğunu düşünmemiştim: Şerbek adında etkili bir Kazak, tüccar arkadaşlarını dağıttı ve kendisi sadece benimle iş yaptı…
Artur’un bu sözlerinden sonra Aspan hiddetle şöyle düşündü: “İşte bu tam bize uygun bir davranış! Kazaklar, her zaman olduğu gibi, kendi milletinin ayağını kaydırıyor, birbirlerine derin çukurlar kazıyorlar! Muhtemelen kendine özgü ulusal karakteri sergilemezlerse, gururlu “Kazak halkı” niteliklerini kaybedeceklerinden korkuyorlar…
Burada sıradan insanlara gücenecek bir şey yok, çünkü “Kazak oligarhı” kelimesinden aşırı eğitimli gazeteci – yazar Jashan’ın bile saçları dimdikleşiyor! Oligarh Aspan’ın sadece bir öcü olduğundan emin! Onunla görüşmemek en iyisidir, ancak onu gördükten sonra acilen caddenin karşı tarafına geçmeli ve görüş alanından hızla kaybolmalısınız. Görünüşe göre bu zavallı yazar onda, zenginlik çamurunda bocalayan bir garibanı görüyordu!
Zenginlik çamur mu? Hayır, bu doğru değil. Bu servettir, hazinedir! Zenginlik, daha parlak bir geleceğin yolunu açan altın anahtardır! Fakir bir ülkeyi temsil ediyorsanız sesinizi kim dinler? Kim seni adam yerine sayacak? Tabii ki hiç kimse…
Adının Jashan olduğunu söylediler. Tabii ki onun hakkında çok şey duymuştum. O zamanlar bile… Okuldayken her türlü notu, mesajı, bilgiyi yerel gazeteye gönderdiğini hatırlıyorum. Sonra gururla göğsünü kabartarak, gururlu bir şekilde yürürdü, “güya onu genç bir muhabir olarak tanımlıyorlarmış.” Tabii ki, bugün hala aynı hayalperestin teki”
Aspan’ın üzerine bir hüzün çökmüştü. Sanki ağır fırtına öncesi bulutlar onun üzerinde asılı kalmış gibiydi.
Atalarının uzak diyarından çağıran yeğeni Dospan’ın sözlerine mi çok üzülmüştü? Yoksa değersiz gazeteci – yazar bozuntusunun makalesinin içeriğinden mi çok incinmişti?
Hayır, hayır, burada başka bir şey vardı!
Birden şöyle bir şeyin farkına varmıştı: Göbek kordonundan ilk kan damlasının yere düştüğü o küçük kasaba, sessizce hafızasından kaybolmaya başlamıştı. Şerkala sadece o uyanıkken onun hafızısını rahatsız etmemekle kalmıyor, aynı zamanda geceleri rüyasına bile girmeyi arzu etmiyordu. Bu korkunç bir şey değil mi? Köyün aksakalı Kabış’ın dediği gibi, bir insan için en değerli şey anavatanıdır! İyi şansın kanatları üzerinde göklere ulaşsanız da, dünyanın yedi katmanı boyunca derinliklerine inseniz de – yine de, bir gün atalarınızın topraklarını özleyeceksin! Bunu ona aynı yaşlı bilge adam Kabış birçok kez hatırlatmıştı.
Ah, bu yalan dünya!
* * *Aspan’ın memleketini ziyaret etme teklifinin ardından Hanmurat da ciddi bir heyecana kapılmıştı. Memleketini, en yakın arkadaşı Elmurat’ı hatırladı. Bunu belli etmemesine rağmen, ruhunun derinliklerinde atalarının ülkesini özlediğini fark etmişti. O tarafta, özellikle o ülkede onu bekleyen biri var mıydı? Sonuçta, hem babası hem de annesi uzun zamandır öbür dünyaya göç etmişlerdi. Ne akrabaları ne de yakınları yoktu… Belki talihsiz kader arkadaşları onu özlemişlerdi. Ve tabii ki en yakın arkadaşı Elmurat.