– Elmurat, sen misin?
Ve arkadaşı ev bahçesinden olgun kırmızı elmaları elinde tutup cevap vermişti:
– Seç, biri senin!
– Biraz bekle, şimdi geliyorum.
Sonra kasabadan çok uzak olmayan Sambi Tal bahçesine gitmişlerdi. Burası, yol kenarlarının güneşli tarafında meyve ağaçlarının bile yetiştiği kavak ağaçlarıyla dolu eski bir parktı. Yolda durmadan konuşuyorlardı ve aynı zamanda kocaman elmaları yiyiyorlardı. Elmurat’ın cömertliğinin sonu yoktu, cebinden güzel ambalaja sarılmış çikolatalı konfetini çıkardı. İnsan böyle güzel bir şeyi yemeğe bile kıyamazdı.
– Al, bu da senin çikolatan…
Bir arkadaşının sahip olduğu her şeyi paylaştığını bilerek sessizce sevinirdi. Gerçek bir arkadaşlığın anlamı budur, her zaman seni düşünür, unutmaz. Ebeveyn sevgisini görmemiş olan küçük bir çocuk başka ne diyebilir, hoş duygular onu sadece böyle anlarda sarıyordu. Saf bir çocuğun ruhunun küçük sevinçleri ve ardından zararsız çocuk konuşmaları başlardı…
– Elmurat, benim için sen bir kardeş gibi oldun ve seni bir yakınım gibi seviyorum ve arkadaşlığımıza gerçekten değer veriyorum.
– Ben de seni ailemden birisi olarak görüyorum! Öyle değil mi?
– Yine de benim sana olan yakınlık duygularımı sana aktarmam mümkün değil, beni gerçek bir kardeş ve arkadaş olarak kabül ediyor musun, benim seni kabül ettiğim gibi?
– Tabii ki benim için sen küçük bir erkek kardeşim gibi oldun ve bir ağabeyin yakınlık duyguları her zaman daha güçlüdür. Sonuçta, büyük olan her zaman herkesten sorumludur, – Elmurat tüm ciddiyetle ve çocuksu içtenlikle cevap verdi.
O zamanlar onlara göre sonsuza dek en iyi arkadaş ve kardeş olmuşlardı.
Arkadaşlar bu konuda uzun süre konuştular ve her biri kendi sadakatini kanıtlamıştı.
– Burada daha iyi dostluğumuza ve ebedi kardeşliğimize kutsal bağlılık yemini edelim. Sambi Tal, erkek yeminimizin şahiti olsun!
Böylece Elmurat bu kararı vermişti ve Hanmurat ta küçük bir erkek kardeş ve arkadaş olarak onu destekledi. Önce el sıkıştılar, sonra birbirlerine sımsıkı sarıldılar, sonra filmlerde gördüklerinden ve kitaplarda okuduklarından bir şeyler yapmaya çalıştılar, kahramanların yaptıkları gibi farklı yemin ritüelleri gerçekleştirdiler…
…Daha dün gibiydi… Bir film şeriti gibi çocukluk anları gözlerinin önünden geçmişti… O zamandan bu yana köprünün altından çok su akmıştı. Böylece kendisi de bir yetişkin oldu, kendi yolunu arıyor gibiydi ve evlat edinen babası Tomas’ın rehberliğinde ticaret yolunda yürüyordu. Tomas Amca öğretmekten asla yorulmamıştı ve kendisi de sürekli öğrenmeyi bırakmamıştı.
Şu anki rehber hocası, memleketinin yerlisi olan Aspan’dı.
Bu arada yeri gelmişken, Aspan hakkında bahsetmek gerekirse…
Amerika Birleşik Devletlerinin N eyaletine gittiğinden beri bir Whatsapp veya bir messenger aracılığıyla bir mesaj iletebilecek olmasına rağmen, her nedense bir kez bile kendisini arayıp sormaya tenezzül etmemişti… Neden sessizdi? Veya bir şeye mi kızgındı? Yoksa Hanmurat’ın Amerika’dan kendisiyle gelip bir süre daha Şerkala’da kalmasından memnun değil miydi? Onun kendi kararının aralarında bir anlaşmazlığa neden olabilir miydi? Tanıdığı kadarıyla, o geniş bir ruha sahip makul bir insandı. Şimdi hatırladığı gibi, üvey babası Tomas, ölümünden hemen önce ikisini de yanına çağırmış ve kendi vasiyetini bırakmıştı – o Aspan’a emanetti. Bunu unutabilir misin?
– Aspan, sen oğlum Hanmurat’ın ağbisi ol! Ömrün boyunca ona vasilik edeceğine dair yemin et! Söz ver. Ve sen Hanmurat, şimdi onun öz küçük kardeşisin, ona sadık ol! Ancak bu şekilde ruhum öteki dünyada huzurlu olabilir…
Babanın ölüm öncesi talebinin göz ardı edildiğini söyleyemem. Aspan o zamandan beri gerçekten de bir ağbi gibi Hanmurat’la yakından ilgilenmişti ve her zaman ona yardım elini uzatmaya hazırdı. Açıkçası, bir ağbi ve aynı zamanda bir arkadaşı olarak iyilikten yapmaktan onu mahrum etmiyordu.
Hanmurat, evlat edinen babası Tomas Trams’ın ölümünden sonra iş hayatında ilk adımlarını atmaya başlamıştı. Genel olarak, bu konuda adı geçen ağbisi Aspan ile yakın çalışıyordu.
Bir gün Amerika’da Aspan’nın onunla şöyle bir sohbeti olmuştu:
Ağbisi yavaşça ve düşünceli bir şekilde, işe daha yeni başlıyorsun, diye başladı sözlerine. – Şunu aklından çıkarma: iş hayatında arkadaşlık ikincil ve koşullu, geçici bir olgudur. Bazen öyle olur ki, her iki kişiden birisi, en uygun bir fırsatta diğerini hiçbir şeysiz bırakmaya hazırdır.
– Abi, öyleyse neden böyle girişimcilerle işbirliği yapalım ki? – Hanmurat sert bir şekilde yanıtladı.
– İşin başarısı için gerekirse şeytanla da arkadaş olmalısın. Öyle çaresiz durumlar var ki, en büyük düşmanın bile anlaşma yaparken en iyi dostun olur…
– Üzgünüm ağbi, ben böyle yapamam…
Bunun için ağbi bir ağbidir, onun gençlik maksimalizmine anlayışla karşılamış ve yanıtı cevapsız bırakmıştı, ancak sonunda şöyle devam etti:
– Ronnie adında bir Amerikalı ile yakın temasta olduğum bir dönem vardı. Çok hırslı ve gururluydu. Ne oldu… başarıya ulaştığımızda, işin kaymağını kendisine aldı ve ortadan kayboldu.
Onu hatırlayınca Aspan yüksek sesle güldü.
Yetişkin oyunlarını anlamayan bir genç olarak biraz kafası karışmıştı. Ağbisinin kahkahasının anlamını hemen anlamamıştı, ama içinde ağır bir duygu ve zihninde birçok cevaplanmamış soru duruyordu.
4Birkaç saat sonra Aspan kendisini onu aramıştı:
– Merhaba Hanmurat aradın mı? Bir şey mi istedin?
– Özel bir durum yok. Sadece ağbimi özledim.
– Öyle mi? Amerika’dayken, akrabalık duygularını pek ifade etmezdin…
– Haklısın. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, birlikte olmak için özlem duymaya başlıyorum…
– Tamam, sözlerime aldırış etme! Sana inanıyorum. Başka ne söylemek isterdin? Şerkala’da olmak hoşuna gidiyor mu?
– Evet, gidiyor! Hatta bayağı fazla. Sadece…
– Sadece ne? Sorun nedir?
– Ağbi, Şerkala … keder içinde…
– Ne tür bir keder?
– Bir bilseniz! Büyüdüğüm yetimhane kapatılmış. Ve orada kanser hastaları için bir hastane açacaklarmış. Kanserden muzdarip insanların sayısındaki artıştan endişe duyuyorum. Neden çok kanser hastası oluyor? Sorunun özünü anlayamıyorum…
Aspan sözünü kesti:
– Haberim var. Yolda ben de senin gibi yurttaşlarım için endişelendim… Bu sanki bir çeşit istila, sanki bir enfeksiyon!
– Arkadaşımı duydun mu? – Diye sordu Hanmurat. – Çocukluk arkadaşım? Elmurat’ı hatırlıyor musun?
– Arkadaşlığınız hakkında çok şey duydum.
– Yani kardeşim… geçen yıl vefat etti. Ve ölüm sebebinin ne olduğunu biliyor musunuz?
– Neymiş?
– Hastalığının adını söylemeye dilim bile varmıyor, o da onkolojiden muzdaripti. Son aşamada hastalığı keşfedilmiş. Ve artık kimse bir şey yapamazdı. Sonra bana çok kilo verdiğini söylediler ve ailesinin anısında onun sadece hüzünlü bir bakışı kalmış…
– Bak şu işe, o çok gençti, senden biraz daha büyüktü. Ne-den bu kadar erken yaşta böyle bir hastalığa yakalandı? Aspan bir süre durakladı ve nefesinde bile acıma hissediliyordu.
Bilmiyorum ağbi, bana hastalığını çok geç anlattılar.
– Evet! Ah, ne yazık, toprağı bol olsun, huzur içinde yatsın.
Ve sonra Hanmurat daha fazla dayanamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Bu durumdan telaşlanan Aspan, onu sakinleştirmeye çalıştı:
– Kardeşim, güçlü ol! Kendine hakim ol! Arkadaşını geri döndüremezsin…
Hanmurat kendini toparladı.
– Elmurat ölmeden önce başka bir şey daha söylemiş: “Ah, eğer arkadaşım Hanmurat burada olsaydı ve hastalığımı bilseydi, beni kesinlikle hastalığın pençesinden kurtarırdı…”
Yine kederle ağladı. Aspan, onun ıstırabını düşüncesel olarak anlamasına rağmen, onu sakinleştirmek ve anlamsız ağlamasını durdurmak için sesini yükseltmek zorunda kalmıştı:
– Sen erkek değil misin? Hemen kes ağlamayı…
Hanmurat kendini toparladı ve tekrar ağbisine döndü:
– Ağbi, bu yüzden sana danışmak için arıyorum…
– Peki söyle bana.
– İşte, kanser hastaları için aynı hastane de maddi sorunlar nedeniyle kapanmanın eşiğinde. Onlara yardım edebilir miyiz ağbicim?
Aspan hemen cevap vermedi.
– Düşünmeye ihtiyacım var! Dedi, kısa bir duraksamadan sonra. – Muhtemelen bu sorunu aceleye getirmeden konuşmamız gerekir kardeşim… Bu tür sorunlar telefonla çözülür mü?
Yazarın ruhsal haykırışı
1Yazar, söz ustasıdır… Hanmurat bu zanaatı daha önce hiç duymamıştı.
Yazarlar kimlerdir? Bu bir meslek mi? Ve merak ediyorum, hangi görevlerde bulunuyorlar…
Ve yazar olarak nerede yetiştiriliyorlar ve ne tür diplomaları var? Mezun olduktan sonra nerede iş bulabilirler? Genel olarak onlar bir iş bulabiliyorlar mı?
Buna rağmen, neden bu kadar kibirliler? Çok gururlular? Bu nereden geliyor? Neden bu kadar özgür davranıyorlar?
Sadece o değil, birçok kişi artık yaratıcılıkla meşgul olanlara saygı duymayı bıraktı.
Özellikle Amerika’da, belki de ağbisi Aspan’ın onlar hakkındaki kötü düşüncelerinden dolayı, bir yazar hakkında bir şey duyduğunda hep küçümseyici bir şekilde gülümserdi.
Ancak Şerkala’ya geldiğinden beri, ilk başta tabii ki gazeteci – yazar Jashan’a karşı olumsuz yaklaşım içinde olduysa da, yavaş yavaş, her bir buluşmadan sonra “Fikirler Deposu”na yakınlaşıyordu. Hanmurat için hoş bir arkadaş olmuştu ve yerel yazarın kendisi de onunla iletişim kurmak için fazladan bir neden arıyordu.
Bugün kü buluşmada yine sertçe sordu:
– Oh, hemşerim, Amerika’ya ne zaman ayak basacaksın?
Sesinde alaycı bir mana yoktu ama yüzünde büyük bir soru işareti vardı.
– İnşallah gideceğim ama sözlerin bana biraz dokanıyor.
– Biliyorum. Kasabamız size o kadar romantik ve yaşanabilir görünmüyor. Bu, dünyanın böylesine güzel bir şehrinde yaşadıktan sonra böyle oldu değil mi … Keyif ve rahatlık. Gençler için en önemli şey bu, bundan sonra bizi selamlarsanız ve elimizi sıkarsanız, ona bile şükretmeye başlayacağız.
Genç adam, yazarın önyargılı düşüncelerinden rahatsız olmuştu.
– Hayır, ağam! Sert bir ses tonuyla söyledi. “Beni Yanlış Anladın. Amerika’ya gidiyorum çünkü orada beni evlat edinen babamdan miras kalan bir işim var, sonuçta işime devam etmeliyim. Bu, anavatanımdan – Şerkala’dan ve genel olarak Anavatanımdan – vazgeçeceğim anlamına gelmez! Şerkala benim hayatımın özü… babalarımızın diyarı, en nihayetinde!
– Ah, genç kurnaz! – Jashan gülümseyerek sohbete devam etti. – Kıdemli yoldaşınızı kandırmaya ve gerçek niyetinizi gizlemeye mi karar verdiniz?
– Hayır agay, samimiyetle söylüyorum.
– Öyleyse, Amerikan mahkemelerindeki kürsülerde söyledikleri gibi gerçeği ve yalnız gerçeği söyleyeceğine yemin et! Senin için hangisi daha değerli, kabul et, Amerika mı seni cezbediyor yoksa doğduğun ülke mi?
Genç yoldaş cevap vermekten çekinmedi:
– Eğer bana kalmış olsaydı, Şerkala’yı dünyadaki başka hiç bir şehirle değişmezdim!
Ondan böyle bir itiraf beklemeyen Jashan, neredeyse gözyaşı dökecekti – genç yiğitin sözlerinin samimiyetine inanıyordu.
“Eğer…” dedi sesinde bir titreme ile. Sizler – genç nesil… böyle yetişirseniz, saf bir ruhla büyürseniz ve bozulmazsanız, Şerkala yaşayacak ve gelişecektir. Yeniden doğacaktır! Bizler ise… itaatkar ve sessiz bir nesildik. Kendi yuvamızın… yurdumuzun bozulmasına göz yumduk…
* * *Hanmurat, yazar Jashan’a çocukluk arkadaşı Elmurat hakkında da detaylıca sordu.
– Elmurat’ın ölümüne hala inanamıyorum. Neden bu kadar erken öldü: kene ısırığından mı yoksa kanserden mi?
Jashan ona hızlı bir şekilde açıkladı:
– Onkoloji bölgemizin belası haline geldi! Bu hastalık her üç aileden birisini etkiledi, bu nedenle bu yerlerin sakinleri hastalığa kendi adlarıyla hitap etmekten korkuyorlar ve daha sık olarak jaman aura diyorlar – kötü bir hastalık.
– Çoktandır mı böyle?
– Uzun zaman önce başladı. İnsanların ne kadar zamandır hasta olduğunu bilmiyorum, on ya da yirmi yıldır… belki daha da fazla…
– Saklamayın, söyleyin bana! Son yıllarda bu korkunç hastalık nedeniyle kaç kişi hayatını kaybetti?
– Bunu kim saymıştır ki, ve buna kimin ihtiyacı olur? Ben bir istatistikçi değilim, ancak maalesef, tüm hastalardan çok azının hayatta kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Hanmurat dayanamayıp, erken vefat eden ebeveynlerinin kaderini sormaya karar verdi… Kim bilir, belki de bu dünyadan erken göç etmelerinin sebebi de kötü huylu bir tümördür!
– Agay, ailemi tanıyor muydun? Lütfen bana onlardan bahsedin!
Jashan bu soruyu bekliyordu, ama yine de Hanmurat’ın isteği onu hazırlıksız yakalamıştı. Kendine gelerek ve genç adamın ruhsal durumunu yakalamaya çalışarak dikkatle ona baktı.
“…Nasıl yani? Bugüne kadar ailesi hakkında, ölümleri hakkında hiçbir şey bilmiyor muydu? Ah, zavallı çocuk… Yakınlarını kaybetmek ne kadar zor.”
Küçük kardeşim, dedi düşünceli bir şekilde. – Her şeyi olduğu gibi anlatırdım, ama ruhunuzda derin bir yara bırakmaktan korkuyorum… Hala çok gençsiniz!
– Anlatın! Ben artık olgunlaştım. Ve ailemin kaderini öğrenme arzum doğal…
Halâ gerçeği hemen açıklamak istemiyordu, hatta kesin bir cevaptan kaçınmaya çalışıyordu.
– Hayır, hayır canım. Her şeyi hemen anlatamam. Önce, daha bilgili ve aşina olan bir başkasının anlatmasına izin ver. Bana işkence etme lütfen, Hanmurat.
Son sözleri hızlı ve akıcı bir şekilde söyledi ve çabucak uzaklaştı…
Hanmurat şaşırıp kalmıştı… Bir yetişkinin sorularına verdiği beklenmedik tepkiye nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu.
Ve uzun bir süre yerinde öylece mıhlanmış gibi kaldı. Soru sorulmuştu ama cevap gelmemişti…
2Ebeveynlerinin hayattan erken ayrılışı Hanmurat’ı çok üzüyordu ve ilçe yazarını sorularıyla “köşeye” sıkıştırmaya karar verdi ve yüreği, anne ve babasının ölüm nedeninin ayrıntılarını onun bildiğini hissediyordu. Ve sezgisi onu yanıltmamıştı, bir sonraki buluşmada, uzun bir konuşmanın ardından Jashan, genç adamın ısrarlarına dayanamadı ve ebeveynleri hakkında bildiği herşeyi Hanmurat’a anlattı.
– Ah, sen, evlat, bu kadar kısa bir sürede arkadaş olduk ve bana benim küçük kardeşim gibi oldun! – Diye üzüntülü şekilde konuşarak derin bir iç çekti.
– Uzun zamandır gerçeği söylemeye cesaret edemedim, ama kararlısın… Belki de haklısın, artık büyüdüğüne göre, tüm gerçeği öğrenmen daha iyi olur.
– Evet, Jashan ağbi, olduğu gibi söyle, her şeyin bir zamanı vardır… ve o zaman şimdi geldi!
O gerçekten kendi görüşlerinde tutarlı bir gençti ve kıdemli yoldaşı artık onun baskısına daha fazla karşı koyamadı.
Hikayeye nasıl başlayacağını bilemeden düşündü, sonra yavaşça konuşmaya başladı:
– Bu çok zor bir vaka canım. Daha önce ilçemizde böyle bir şey olduğunu hatırlamıyorum. Eh, ellerinde yönetimi tutan, bizimkiler, kendilerini yerel prensler gibi hissediyorlardı…
– Neden bahsediyorsun ağbi, hangi prensler?
– Evet, küçük ilçemizin başındaki liderler bunlar. Dar kafalı insanlar…Sovyet iktidarı unutulmaya yüz tutar tutmaz, biz kendimizi değişim uçurumunda bulduk. Doğu’da dedikleri gibi, en kötü lanet, çocuklarınızın değişim zamanlarında yaşamaları dileğidir. Bir keresinde yukarıdan iyi bir bina yapımı için para tahsisi teklif ettiklerini ve ne inşa edileceğinin yerel yetkililerin kararına bırakıldığını hatırlıyorum. O dönemde kamuoyunun görüşleri henüz şu an olduğu gibi dikkate alınmıyordu. Ve şans eseri bu ilçenin yeni belediye başkanı Taskara, narsist bir adamın tekiydi ve o değersiz fikrinde ısrar etti. “Her şeye karar verildi, yeni bir yetimhane inşa etmeliyiz, yukarıdakiler fikrini değiştirmeden önce hemen bir bütçe başvurusu yapmalıyız!” Sonra o, daha önce olduğu gibi, her şeyin sahibinin kendisi olduğunu ve başkanın söylediklerinin oybirliğiyle destekleyeceğini düşünmüştü. Ama öyle olmadı, baban Sazanbek sorumlu bir çalışan olarak buna karşı çıktı. O üzün bir süredir ilçe yönetiminde çalışmaktaydı. “Eğer ruhunuzla bir Kazaksanız, şunu anlamalısınız: Dul kalmış kadınları ve yetimleri gözetimsiz bırakmama geleneğimiz var. Bir şekilde, onları koruyacak ve destekleyecek iyi kalpli yürekler olacaktır! Dolayısıyla şu anda halkımız için en yararlı olan şey çok fonksiyonlu bir hastanedir”. Maalesef başkan, babanın argümanlarını görmezden geldi. Ancak bu durum, halkın iyiliği için yüreğiyle çalışan Sazanbek’i hoşnut etmemişti. Ve ardından ne tür sorunlar çıktı bilmiyorum ama sonunda baban hastaneye kaldırıldı. Ve sadece birkaç gün sonra hastaneden mezarlığa götürüldü. Herşey o kadar ani olmuştu ki, kimsenin bunun sebebini anlamaya zamanı bile olmamıştı. Ve hasta bir kalbi olan annen, kocasının erken ayrılışına dayanamadı…
“Bana ise farklı bir şekilde anlatmışlardı…” Hanmurat zorlukla konuşabildi.
– Bu efsaneler sadece onların işine geliyor ve daha önce de söylediğim gibi gerçek olan benim anlattıklarım. Sen anne ve babanın tek oğluydun, yeni yürümeye başlayan küçücük bir çocuktun. Ve ailenizin yakın akrabaları yoktu. Önce, Elmurat’ın büyükbabası Kabış sağlıklıyken seni yanına aldı, birkaç yıl orada evlatlık bir oğul olarak yaşadın. O zamanları hatırlıyor musun bilmiyorum? Daha sonra o ilçe başkanınının kararıyla yaptırılan yetimhane binası işletmeye alınınca burasının en az üçte bir oranında doldurulması gerekiyordu. Ve ilçenin başkanı bu yetimhanenin senin ve diğer pek çok çocuk için daha iyi olacağına söz vererek o yetimhaneye gönderilmeni istedi…
Yazar bu noktada kasvetli hikayesini yarıda kesmişti. Görünüşe göre bu hatıralardan kalbi sızlıyordu. Kısa bir aradan sonra Jashan şunları ekledi:
– Halkımızın yolunu bulması ne kadar zor! Bambaşka bir hale geldik ve neredeyse Kazak kimliğimizi kaybettik, atalarımızın manevi mirasından kendimizi mahrum bıraktık…
– Neden her şeyi bu kadar geri atıyoruz ve dilimiz ve geleneklerimiz için savaşmaktansa pes etmeyi tercih ediyoruz, ağbi, bana söyleyebilir misin?
– Bunu yargılamak benim de için zor, çünkü milletimize karşı tavrımız benim için çözülmemiş bir gizem haline geldi. Belki sizler – gelecek nesil karar verecek. Ve en yukarıdan artık size – gençlere dikkatle bakıyorlar, Astana’daki okul arkadaşlarımdan öğrendiğim kadarıyla, gelecek yıllardan birinin Gençlik Yılı ilan edileceğini duydum… Gençler için müjdeli haberler bekliyoruz.
Sohbeti mantıklı bir sonuca götürmeden vedalaşarak ayrıldılar.
* * *Yazar, iyi bildiği halde genç adama tüm gerçeği açıklamaya kalkmadı. Her seferinde bu üzücü hikayeyi hatırlayarak kendisi de acı çekiyordu.
Yetimhanenin inşasının entrikası şöyleydi: Baş belası Taskara bu konuyla ilgilenmişti, çünkü bir ihale yoluyla işin kaymağını yemek arzusundaydı. Ve Sazanbek, onun bu kurnaz planları hakkında her şeyi biliyordu, bu yüzden bütçe kaynaklarının “geçici başkan” ın cebine girmesi yerine, memleketi için yararlı olmasını istiyordu. Böylece sonuna kadar gitmeye karar vermişti, ancak belediye başkanı belediye başkanıdır – onun projesi kazandı. Gerisi herkes tarafından biliniyor: Sazanbek gerginlik – stres nedeniyle hastaneye kaldırıldı, sonra da vefat etti…
Yerel iktidardakiler her şeyi ellerinde tutuyorlardı. Bu nedenle ilçe başkanının haksız olduğunu bildikleri halde kimse Taskara ile polemiğe girmek istemiyordu, herkes yüzüne onun gerçekte kim olduğunu söylemekten korkuyordu. Yüz yataklık bir bina inşa ettiler, ancak buraya tüm bölgelerden en fazla otuz yetim toplayabildiler.
Daha sonra kaderin bir cilvesi olarak, bu yetimlerin arasında, babası bu yapılaşmaya şiddetle karşı çıkan Hanmurat da vardı…
3Kendisiyle yalnız kalan öksüz çocuk, bebekliğinde olduğu gibi gözyaşlarını yine yastığına akıtıyordu, yüzlerini bile hatırlamadığı anne ve babasını özlüyordu. Ne anne sevgisini ne de babasının desteğini hissedememişti. Bütün mutsuz çocukluğunu hatırlayınca uyku da tutmuyordu. Sadece gözleri kapalıydı… Hatırladığı üzere, sadece arkadaşı Elmurat’ın büyükbabası, yaşlı adam Kabış, çocukluğunda ona sık sık şöyle derdi: “Ah, korumasız küçük tay, anne ve babasız nasıl bir kaderin olacak?” Ve bu anılar bile çok belirsiz görünüyordu. Büyükbabanın ona nasıl sarıldığını ve onu her zaman sofranın en baş köşesine nasıl otırttuğunu zar zor hatırlıyordu…
Ve böylece Elmurat ile samimi dostluğunu çok iyi hatırlamıştı. Böyle bir şeyi unutmak mümkün mü? Onunla her zaman çocuksu masumiyetiyle birlikte olmayı arzuluyordu. Hem arkadaşlıkları hem de yetişkinlik dönemlerinde birlikte yürümeye devam edeceklerdi. O zaman birçok rüyaları da gerçek olurdu. Ancak Amerikalı bir iş adamının kumlar ve çıplak bozkırların arasındaki uzak bir diyara gelmesiyle her şey farklı bir şekilde gelişmişti.
Hayır, hayatında yeni bir babayla – Tomas amcayla tanıştığı için pişman değildi, çünkü ona kendi evladı gibi davranıyordu. Hanmurat, çocukluğundan beri onun babacan ilgisini hissetmişti. Kim bilir, uzak Amerika’dan uzak bir akraba Tomas amca olmasaydı, bir yetimin kaderi nasıl gelişirdi? Bu zalim dünyada kimin umurunda olurdu bir yetim çocuk?
Tabii ki, yaşlı, iyi yürekli büyükbaba Kabış vardı. Çocukça bir kalple kendisiyle ilgilendiğini hissediyordu. Onu yetimhaneye götürdüklerinde, gözlerinde yaşlarla yaşlı adam çocuğu bırakmak istememişti:
– Torunlarımla arkadaş oldu, evimize bağlandı, onu neden götürüyorsun?
Bir patron edasıyla koltuğuna yayılmış olan Taskara, aksakal’a kaba sözler söyledi:
– Ne Kadar da ilgilisin çocukla… Belki bir yetimin yardımlarından yararlanmak istiyorsun, ha?
Ve yaşlı adam öfkeyle karşılık verdi:
– Siz, sadece bir yetimhane değil bir huzurevi de yaptırın, beni ve tüm yaşlıları zorla oraya götürün – daha da fazla çıkar elde edersiniz…
Tüm detayları araştırırken, şehir yetkililerinin yetimhaneyi herhangi bir şekilde doldurma gayretinin arka planını da anlamıştı. Her ne kadar, Taskara, bir yetimhane inşa ettirmiş olsa da, ebeveyn gözetimi olmayan yetim sayısı çok azdı. Ancak, yetimhanenin en az yarısını doldurmak gerekiyordu, aksi takdirde başkan yukarıdan zılgıtı yiyebilirdi. Böylece başkan tüm işini gücünü, her şeyi bir kenara attı ve kendisi yetim aramaya başladı. Kanun ve belediye başkanının önünde güçsüz kalan Aksakal Kabış, ancak öfkeyle yumruğunu ve gri sakalını belediye meclisine doğru sallayabildi.
Aksakal Kabış, Amerikalı iş adamı Tomas Trams’ın Hanmurat’ı götürmeye geldiğini öğrenince, onu görmeye geldi ve uzun süre arabanın kapısının kapanmasına izin vermedi, ona sıkıca sarıldı.
– Yavrum, nerede olursan ol, Yüce Rabbim senin yardımcın olsun! Ona şefkatlice dedi. – Ne yapabilirsin, bu senin kaderin… İnsan başı, Yüce Rabbimizin elinde bir top gibidir…
Hanmurat, yaşlı Kabış’ın sözlerini hafızasına sonsuza kadar yerleştirdi ve sık sık hatırlardı.
Majesteleri Lady Kader tarafından onun payına ne kadar imtihan hazırlanmıştı!
* * *Şimdi büyükbaba Kabış, tüm acil meselelere kendisi karar veren o hareketli yaşlı adam değildi. Uykusuzluk ve osteokondroz tarafından ıstırap çekiyordu. Ağaçtan bir bastona yaslanarak zar zor hareket ediyordu.
Sevgili torunu Elmurat’ın ani ölümünden sonra hızla yaşlanmıştı. Komşuların fısıldadığı gibi, o zamandan beri yaşlı adam kendi kendine yüksek sesle konuşmaya başlamış ve zaman zaman bütün gün evden ayrılıp ve düşünceli bir şekilde köy içinde dolaşırmış.
Hanmurat yaşlı adamı tekrar ziyaret ettiğinde, aksakal Kabış ona iyi öğütler vermişti:
– Ağbin Aspan, deve sürüsünün lideri – Naru gibidir. Ve sen onu takip eden bir devecik gibisin. Birlikte olduğunuzda, gerçek güçsünüz. Birlikte büyük zirvelere ulaşabilirsiniz! Ancak, anavatanınızı asla unutmayın – babalarınızın kutsal toprakları burası, buradan çıktınız, burada anneniz babanız sonsuz huzuru buldu, burada atalarımızın ak kemikleri dinleniyor…
Büyükbaba, anavatanının kahramanca geçmişi ve parlak geleceği hakkında konuşarak gece geç saatlere kadar onun gitmesine izin vermemişti.
Ne ilginçtir ki, hem büyükbabası Aksakal hem de yazar amca neredeyse aynı şeyi tekrar ediyorlardı…
OLİGARH’IN ÜZÜNTÜLERİ
(Üçüncü hikaye)
“Eh, koca bir devir geçti …”
1…Düşünceler yarış atları gibidir, onları serbest bırakırsanız kendinizi düşünceler okyanusunun derinliklerinde bulursunuz, bir de buna ek olarak, duygular da tezahür ederse, artık kendinizi dizginleyemezsiniz… bu yüzden durumu beklemeye karar verdi ve birçok düşüncelerini sonraya bıraktı…
* * *Yine de, düşünceler göktaşı gibi inerek ona dinlenme fırsatı vermemişti. Pek çok fikir kelimenin tam anlamıyla topaktan fışkırıyor gibiydi ve onu ne beklediğini, her şeyi tahmin etmek zordu. Bir yandan hesaplarında çok fazla para vardı ve gelirleri tüm işlerden geliyordu ve hatta kötü tahminlerin aksine bitcoinin değeri de yükselmişti. Diğer yandan, karşı karşıya olduğu tüm sorunları çözmek için kaynakları yine de yeterli olmayacaktı ve birçok hayalinin gerçekleşmesi de şüpheli görünüyordu. Görünüşe göre bir hamlede yapılabilecek birçok şey artık boş bir hayal haline geliyor. Ve para boş bir ağırlık olmamalı iş için harekete geçirilmeli ve yeni bir soluğa ihtiyacı vardır. Tüm bunlar bir bütün olarak onu tatlı uykusundan mahrum etmişti. Kendi sıkıntılarınızı başka kiminle paylaşabilirsiniz? İş dünyasının sert yasası, kararınızı verene ve uygulayana kadar aklınızdaki her şeyi saklamaktır. Bu nedenle, Aspan uzun süredir bir sırrı kendinde saklamayı öğrenmişti – ölüm döşeğindeyken bile sırlarını açıklamayacaktı. Böyle bir işte ilk hocası Tomas Trams olmuştu! Onun asil, akıl rehberi olan Ah, sevgili Tomas amca, eğer şimdi yaşıyor olsaydı, ona kendisinin anlamaya gücü yetmeyeceği iş yapmanın temellerini hakkındaki pek çok konuyu öğretirdi. Kader böyledir, aniden ayrıldı ve onun hatırası bile neredeyse unutulmuştu.