Книга Ademler - читать онлайн бесплатно, автор Alimcan İbrahimov. Cтраница 2
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Ademler
Ademler
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Ademler

Tatarların yaşadığı bölgede açlık 1891-1892, 1898-1899, 1906, 1911-1912, 1921-1922, 1932-1933, 1946-1947’li yıllarda olur. Ama yine de en korkunç olanı, 1922 yılında yaşanır. Önde gelen nedenler olarak, 1921 yılının sıra dışı kurak geçmesi, İç Savaş’ın yıkıcı sonuçları, özel şirketlerin Bolşevikler tarafından yok edilmesi, şehirde yaşayanları doyurabilmek için köylülerden zorla erzak toplanması ve insan faktörü gösterilir. Fakat 1920’li yıllarda vuku bulan açlığın nedeni, devleti yönetenlerin göstermeye çalıştığı doğal afetlerden ziyade insanların uyguladıkları siyasette gizlidır. Yağmur dahi yağsa ekilmeyen bir tarlada mahsul nasıl yetişir? Geç de olsa ekilen topraklarda yağmurlar artık ne kadar etkili olur? Prodrazvyorstka adlı zorlama sistemi, ekin için ayrılan tohumların köylülerin elinden zorla alınması prensibi üzerine kuruluydu (Polyakov, 2010: 24). Komsomol’un 3. Kurultay’ında Vladimir İlyiç Lenin şöyle der: “Fazla olan tek bir pud1 ekmek dahi tek bir köylü evinde kalmayacak!” (“Komsomolskaya Pravda”, 1988, 2 Oktyabrya). Böyle bir siyaset uygulanmaya başlayınca köylülerin büyük kısmı hâkimiyete tepki gösterir ve köylülerin isyanı, İç Savaş’ın devamına dönüşür. Durum böyle olunca, baharda ziraat işleri de durur ve açlık, insanları ölüme bir adım daha yaklaştırmış olur. Elinde ekmeği olan köylüler ise Prodrazvyorstka siyasetini uygulamayıp her şeye rağmen ekin ekmeye devam edenlerdi (Polyakov, 2010: 36).

1921 yılında gerçekleşen açlık, yeni oluşan Tataristan Özerk Cumhuriyeti için korkunç bir facia olur. Tataristan, 1919 yılı Prodrazvyorstka planına göre 1920 yılında Sovyet devletine 10 milyon 200 bin tondan fazla ekmek vermeliydi. Tabii, Tataristan Özerk Cumhuriyetinin başında duran İvan Derunov, Şamil Usmanov, Yunıs Validov ve diğer şahıslar bu siyasete tepki gösterir. Çünkü onlar, köylülerin elinden böylesine büyük miktarda ekmeğin alınmasının halkı felakete sürükleyeceğini anlar. Ülkede vaziyet gerçekten kötüydü. Açlık öncesi 4 yıl devamında Tataristan’dan erkekler savaşa alınır. Hatta kadınlardan da bir tabur oluşturmayı düşünürler. Aynı zamanda açlık yıllarında ülkede İç Savaş da devam ediyor ve orduyu, köylüler besliyordu. Ayrıca, bölge kimin eline geçerse geçsin -Kızıl ya da Beyaz Ordu’nun- her ikisi de sıradan halkı yağmalıyordu (Latıpov, 2019).

1921 yılı kış mevsimi alışılanın üstünde aşırı soğuk gelir. Soğukta ısınmak için odun bulamayan insanlar, dondurucu ayaz bir kışa bir de ekmeksiz girer. Çünkü köylülerin ekin işleri için ayırdıkları 2 milyon ton tahıl, devlet tarafından zorla tohum hazinesine alınır. O yıllarda yazılan toplu bir mektupta köylüler acıklı bir şekilde şöyle haykırır: “Bin dokuz yüz yirmi bir yılında bizim tarlalarda ancak bir bitki yetişti, açlık!” (Knurova, 2007: 59). Bir de bu duruma ek olarak köylülerden 380 pud et, 652 pud patates, 17 milyon yumurta, 4639 pud kenevir yosunu ve çokça yağ, bal toplanır. Böylece, o zamanlar giysileri deriden ve kenevirden diken insanların elinden giysi dikme malzemeleri de alınmış olur (Geller, 2000: 114). İdil Ural bölgesinde yaşanan açlığı araştıran çağdaş Rus bilim adamı V. Polyakov’un da yazdığı gibi, 1921 yılından itibaren köylülerden yiyecek olarak alınmaya başlayan vergi, yiyeceklerin çeşidi ve miktarı olarak Prodrazvyorstka’yı bile geçer ve 1922 yılının baharında total ölümlere yol açar (2010: 36).

İlk zamanlarda Sovyet hâkimiyeti açlıkla ilgili açıklama yapmaktan sakınır. Fakat 1921 yılında artık bu sorunun üstesinden yalnız başına gelemeyeceğini anlar. 1921 yılının Temmuz ayında Rus yazar Maksim Gorki, Avrupa’nın birkaç önde gelen cemiyet adamına telgraf yollar. 2 Ağustos tarihinde de Sovyetlerin başında olan Vladimir İlyiç Lenin, uluslararası proletaryadan yardım isteğinde bulunur. Bu tarihi takiben 6 Ağustos’ta Sovyet hâkimiyeti dünyaya resmi bir şekilde ülkenin açlıkla boğuştuğunu duyurur. İstenilen yardımın büyük kısmı, 1921 yılı sonu-1922 yılı başında Milletler Cemiyeti’ndeki çalışmalarıyla 1922’de Nobel Barış Ödülü alan ünlü Norveçli gezgin, bilim adamı ve diplomat Fridtjof Nansen’in şahsen organize ettiği sosyal yardım kampanyasından ve Avrupa ile Amerika’da bulunan birçok özel şirket tarafından sağlanır. 1922 yılı sonbaharında yardım azalır. 1921 yılı Eylül ayından 1922 yılı Eylül ayına kadar Nansen’in yönettiği Rusya’ya Uluslararası Yardım Komitesi tarafından 90,7 bin ton yiyecek yardımı yapılır (Geller, 2000: 114). Tarih uzmanı T. Biktimerova, 1917 Devrimi sonrası yurt dışına muhacir giden Tatar tüccarlarının da İdil bölgesinde açlık başlayınca ellerinden geldiği kadar yardımda bulundukları hususunda bilgi verir. Tatar din adamları da yabancı ülkelere giderek İdil bölgesinde yaşayanlar için yardım isterler. Örneğin, âlim ve muallim Gubaydulla Bubi ile Mercani Camii imamı Tahir İlyasi Türkiye’ye, diğer bir imam Sadıyk İmankolıy da aynı amaçla Orta Asya’ya gider. Her ne kadar o yıllarda Türkiye kendisi de Atlanta ülkeleri ile savaş içinde olsa da İdil bölgesinde açlıktan ölen insanlara fedakârca yardımda bulunur. Erzak ve giysiyle dolu iki tane vapur Türkiye’den Kırım’a, Simferopol limanına ulaşır. Fakat vapurlardan bir tanesine el konulur. Bu yüzden açlık felaketiyle yüz yüze olan insanlara ancak bir vapur yiyecek ve giysi ulaşır (Latıpov, 2019).

Açlık yıllarında ölenlerin tam sayısı belli olmasa da ölümün en çok İdil ve Ural bölgesinde görüldüğü ve orada yaşayan nüfusun % 20,6 olarak azaldığı, 1922 yılı açlığı sırasında İdil bölgesinde bazı kasaba ve köylerde nüfusun % 95’inin öldüğü bilinir. Doğal olarak açlığa en çok köyde yaşayan, özellikle de süt veren hayvanı olmayan fakir kesim maruz kalır. Sovyet Merkezi Nüfus Sayımı Başkanlığı verilerine göre 1920-1922’li yıllarda açlıktan ölenlerin sayısı 5,1 milyona ulaşır. Birinci Dünya Savaşı ve İç Savaş sırasında şehit olanlar sayılmazsa 1921 yılında vuku bulan açlık, Orta Çağlardan sonra Avrupa tarihinde cereyan eden en büyük felaket olarak bilinir (Andreev, Darskiy, Harkova, 1993: 10; Payps, 2005).

Arşiv belgelerinden görüldüğü üzere, açlığın dehşeti arttıkça insanlar kara pazı, ağaç kabuğu, kızıl balçık ve sağlığa zarar veren, ağır hastalıkları ve ölümü tetikleyen diğer şeyler yemeye başlar. Bir de İdil bölgesi o yıllarda tifo, kolera ve benzeri salgın hastalıklarla boğuşur. İlaçların olmaması, tıbbi yardımın gösterilmemesi binlerce insanın ölümüne neden olur. Bahar gelince de kuraklık başlar. Yenilebilecek bitkilerin hepsi, güneşin altında kuruyup yok olur. İnsanlar, hayatta kalabilmek için kedi, köpek, fare gibi hayvanları yerler. Bir süre sonra onlar da tükenir. İnsanların birçoğu açlığa dayanamayıp ailecek intihar eder. Bölgenin yarısında insan eti yeme ve cesetle beslenme olayları kaydedilir (Polyakov, 2010: 30-38). Tataristan’da yabancı şirketleri denetleyen Moskova temsilcisi V.A. Muskat, 1922 yılında İdil bölgesinde gerçekleşen açlık hususunda Merkeze A.V. Eyduk’a gönderdiği bir mektupta şöyle yazar: “Ben size açlıktan ölen çocuklarını yiyen ebeveynlerle ilgili bilgilendirme amaçlı yazı gönderdim.” Demek, yamyamlık sıra dışı bir olay değildi. Daha fazlası, insanların komşularının çocuklarını da kesip yediklerine dair kaynaklar bulunur (Latıpov, 2019).

Yamyamlığı kanıtlayan gerçekçi belgeler, son 25 yıl içinde Tataristan’da yayınlanan birçok dergi (Örneğin, “Eho Vekov” 1997, N- 3/4) ve gazetede (Örneğin, “Şehri Kazan” 2000, 14 Mart) de yer aldı. Bütün yukarıda anlatılan durumlar, köylülerde Sovyet iktidarına ve komünistlere karşı nefret uyandırır. Bu nefretin sebebi, sadece hâkimiyetin aç insanlara yardım etmekte beceriksizlik göstermeleri değil, yiyecekleri dağıtmakla hükümlü olan insanların erzakları çalmaları da idi. Yabancı ülkelerden gelen yardım ise hem miktar olarak daha fazla, hem organizasyon olarak daha düzenliydi (Polyakov, 2010: 38).

DÜNYA VE TATAR EDEBİYATINDA AÇLIK

Açlık konusu, dünya edebiyatında çeşitli yıllarda çeşitli ülkelerde V. Hugo (Sefiller, 1862), K. Hamsun (Açlık, 1890), J. London (Beyaz Diş, 1906), D. Steinbeck (Gazap Üzümleri, 1939) gibi klasik yazarlar tarafından işlenir. Türk edebiyatında ise Refik Ahmet Sevengil’in “Açlık” (1937) ve Orhan Kemal’in “Baba Evi” (1949) adlı eserinde yer alır. Türk yazar Orhan Kemal, insanlığa açlığın dehşetini şöyle anlatır: “Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu fethedeceksin!”

Yukarıda da bilirtildiği üzere Tatarların yaşadığı bölgede açlık 1891-1892, 1898-1899, 1906, 1911-1912, 1921-1922, 1932-1933, 1946-1947’li yıllarda vuku bulur. Bu dönemde yazılan edebi eserlerde açlık sadece toplumsal ve tarihsel bir sorun olarak değil, etik ve ahlaki bir sorun olarak da ele alınır. Ayrıca, açlık keskin tırnaklarını sadece Tatar Türklerine değil, bölgede yaşayan diğer milletlere de batırır ve böylece onların edebiyatında da yer alır. Rus edebiyatında bu konuyu işleyen eserler olarak ünlü Rus yazar L. Tolstoy’un “Straşnıy Vopros” (Korkunç Sorun, 1891), “Pisma o Golode” (Açlık Hususunda Mektuplar, 1892), “Golod İli Ne Golod” (Açlık Mı Değil Mi, 1899), A. Çehov’un “Jena” (Karım, 1900), A. Gorki’nin “Golodnıy God. Nablyudeniya i Zametki İz Dnevnika” (Açlık Yılı. Günlükten Gözlemler ve Şerhler, 1893-1907), V. Korolenko’nun “Tsar-Golod” (Çar Açlık, 1908) gibi yazı ve eserler gösterilebilir. Çuvaş Türklerinin edebiyatında açlık konusunu ele alan eser, N. Şelebi’nin “Vışlıh Melkisem” (Açlık Gölgeleri) adlı şiiridir (“Suntal” 1924: 25-26).

Akılalmaz kıtlık, Sovyetlerde sadece Rusya ile sınırlı kalmayıp 1919-1922 ve 1929-1933 yıllarında Kazak yazar Smagul Elubay’ın da yazdığı gibi“Komünist iktidarın eliyle programlı olarak” Kazakistan’da da gerçekleştirilir ve 10-15 yıl gibi kısa sürede bir milletin yarısından fazlasının açlık yüzünden ölmesine neden olur. Kazak ve Türk bilim adamları Damira İbrahim ve Vahit Türk’ün hazırlayıp Türk okuyucusuna kazandırdığı “Kazakistan’da Kızıl Kıtlık (1929-1933) Stalin’e Mektuplar-Anılar-Röportajlar” adlı kitaptan da anlaşıldığı üzere, A. İbrahimov’un eserinde anlatılan insanların kedi köpek fare gibi boğazdan geçen her şeyi ve hatta insan eti yeme, pazarlarda insan eti satma, özellikle çocukların çalınıp kesilmesi gibi hadiseler Kazak bozkırlarında da çokça yaşanır (2016: 207, 118, 205, 222):

“Köpek ve kedileri çalarak etini yemek sıradanlaşmıştı… Hayatın ne denli değerli olduğunu anlamak için o insanların hayvanı yakaladıkları anda yaşadığı sevinci görmek gerekir.”; “Zura isimli abla yatarken beni sıkı kucaklayarak yatardı. Meğer aç insanlar geceleri çadırın altından küçük çocukları yemek için çalıyorlarmış.”

Fakat gazeteci, araştırmacı yazar Valeriy Mihaylov’un belirttiği gibi “1930’lu yıllardaki kolhozlaşma, halkın mallarının müsadere edilmemesi, halkın başına gelen afetler konusu tam anlamıyla incelenmediğinden” edebiyatta da bu konu arka planda tutulur (Kazakistan’da Kızıl Kıtlık, 2016: 215). Kazak Türkleri tarafından yaşanan açlık, ancak son 20 yılda Smagul Eluvbay’ın “Japandagı Jalgız” (2015 yılında G. Temenova tarafından Türkiye Türkçesine “Arasat Meydanı” başlığıyla aktarılmış, Bengü yayınevinden çıkmıştır) ve Adam Mekebayev’in “Kupiya Koyma” adlı romanlarında işlenir (İbrahim, Türk, 2016: 14). Ayrıca, Kazakistan’da vuku bulan kıtlık yıllarında insanların hayatında olup biten kan donduran olaylardan ne denli etkilendiğini Türkiye’de Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu da “Kazak Gördüğün Azap” adlı hikayesinde anlatır (Ömeroğlu, 2020: 65).

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından 1946-1947 yıllarında insanları yamyamlığa sürükleyen korkunç açlık ve kıtlık yine Sovyetlerde, bu sefer Gagauziya’da yaşanır (Dobrov, 2020). Sovyetler Birliği tarafından elinde avucunda ne varsa alınan binlerce insan açlıktan kırılır ve iki yıl içinde Gagauz nüfusun yarısı yok olur (Argunşah, 2014: 9). Böylece, Gagauz önderi, şâir, yazar ve gazeteci, Gagauz Cumhuriyetinin millî marşı yazarı Todur Zanet’in bildirdiği üzere, 1946-1947 yıllarda Sovyet Sistemi tarafından Gagauzlara zorla uygulanan açlıkla Gagauzların soykırımı başlar (Zanet, 2014: 23). “1950’lerden itibaren başlayan ve henüz emekleme halinde olan” Gagauz Türklerinin yazılı edebiyatında To-dur Zanet 1946-1947 yıllarında halkına Sovyet hâkimiyeti tarafından uygulanan açlık ve kıtlık konusunu ele alarak 1998 yılında gerçek olaylara dayanan, kahramanları yaşadığı Konraz köyünden, ailesinden, yakınlarından birileri olan “Açlık Kurbanları” adlı dram eseri yazar ve kitap, 2014 yılında Türkiye Türkçesine çevrilip Gece Kitaplığı yayınevinde yayımlanır. Böylece, eseri çeviren bilim adamı Abdulkerim Dinç’in de dediği gibi, “Açlık Kurbanları ile tarihin bir dilimi, bir halkı yok etme plânları, nisyana gömülmekten kurtulur. Todur Zanet’in bu oyunu ile Türk okuyucusu hem Gagauz Türklerinin kültürel kimliklerini, millî karakterlerini tanır hem de sahifeler arasında bu acıya ortak olur…” (Dinç 2014: 15-16).

Söz konusu, mevcut dram eseri hem Gagauz Cumhuriyetinde hem Türkiye’de sahneye koyulmuştur.

Tatar edebiyatında ise açlık konusu daha çok XX. yy. başında ele alınmaya başlar. 1921-1923 yıllarında Tatar halkı için bir faciaya dönüşen açlık sorunu, artık edebiyatta da önde gelen bir sorun olur. Açlık yılları devamında Tatar yazarları açlıktan kırılan insanlara yardım etmek amaçlı aktif bir şekilde çeşitli edebi mecmualar yayımlar. Örneğin, Aç Halka Yardım Komitesi komisyonunu yöneten Tatar yazar Fethi Burnaş, “Açlar” adlı gazete çıkarmaya başlar ve A. İbrahimov ile beraber “Edebi Yardım Mecmuası” yayımlar (Ahmetova, 2018: 11,14).

Konuyu aydınlatan ilk edebi eser, Ayaz İshaki’nin “Télençé Kızı” (Dilenci Kızı, 1901-1908) adlı romanı olur. A. İshaki, 1906’lı yıllarda “Taŋ Yıldızı” gazetesinde “Açlık Başlandı” (Açlık Başladı) adlı makale de yayınlar. Daha sonra açlık konusu Tatar ve Başkurt Türklerinin ortak klasiği olan Mecit Gafuri’nin yaratıcılığında da aktif işlenmeye başlar. Şairin “Fekıyrlèk Bèrle Ütken Tèrèklèk” (Fakirlikle Geçen Hayat, 1904), “Açlık Yıl, Yeki Satlık Kız” (Açlık Yılı Ya Da Satılık Kız, 1906), “Yarlılar Yaki Öydeş Hatın” (Fakirler Ya da Aynı Evi Paylaşan Kadın, 1907) adlı öykü ve “Bay Hem Hèzmetçè” (Zengin ve İşçi, 1908), “Cellim” (Acıyorum, 1909), “Yarlı Bala” (Fakir Çocuk, 1909), “Yarlı” (Fakir, 1910), “Min Kayda?” (Ben Neredeyim?, 1912), “Cıla!” (Ağla!, 1915), “Ekmek!” (1917) adlı şiirleri buna en manidar örneklerdir. Ünlü Tatar dram ustası Aliasker Kamal’ın “Açlarga Yerdem Èşlerè” (Açlara Yardım İşleri, 1907) adlı makalesi, Ya. Veli’nin “Açlık Kuştı” (Açlık Emretti, 1908) adlı dram eseri ve Abdullah Tukay’ın “Közgé Ciller” (Güz Rüzgârı, 1911) adlı şiiri de açlık dehşetini bütün çıplaklığı ile gözlerin önüne seren edebi eserlerdendir. Açlık konusu, açlığın doruğa ulaştığı 1921-1923’li yıllarda Tatar edebiyatında daha keskin bir şekilde kaleme alınır (Hadi Taktaş’ın “Açlık Patşa” (Açlık Padişah, 1920) adlı şiiri ve “Külegeler” (Gölgeler, 1922) adlı uzun şiiri, Segıyt Sünçeley’in “Aç Kişi” (1920) adlı şiiri, Mecit Gafuri’nin 1923-1928 yılları arasında yazdığı eserlerini bir araya toplayan “Açlık Tırnagında” (Açlığın Pençesinde) adlı kitabında yer alan “Kèşè Aşavçılar” (Yamyamlar, 1922) adlı uzun şiiri ve “Aç”, “Sulgan Göller” (Solan Çiçekler), “Soŋgı Minutta” (Son Dakikada, 1921), “Cılıylar” (Ağlıyorlar), “Söndüler”, “Altın Terè, Berhèt Palas” (Altın Haç Kadife Yolluk, 1922) adlı şiirleri, Fatih Emirhan’ın 1921 yılında kaleme aldığı günlüğü, A. İbrahimov’un “Âdemler” adlı öyküsü, K. Emiri’nin “Açlar” (Aç İnsanlar, 1921), “Açlar Cırı” (Aç İnsanların Türküsü, 1922), “Yardem! Yardem” (İmdat! İmdat! 1922) adlı şiirleri ve “Açlık Könnerènde” (Açlık Günleri, 1921) adlı uzun şiiri, N. İsenbet’in “Aç Üle Tuganım…” (Aç Ölüyor Kardeşim, 1921) adlı şiiri, T. Çenekey’in “Aç Ülèm” (Aç Ölüm, 1921), Z. Beşiri’nin “Kürem” (Görüyorum), “Közgè Ciller” (Güz Rüzgarı), “Yardemge!” (İmdat!) adlı şiirleri ve vb. Yukarıda sayılan yazarlardan açlık konusunu eserlerine en sık ve en etkili şekilde işleyen şair, Mecit Gafuri oldu. Onun hem nesir, hem nazım olarak yazılan eserlerinde ıstırap, aşağılanma, fakirlik ve açlığı gören sıradan fakir insanların dramı XX. yy. başından itibaren önemli bir yer alır. Örneğin, şairin hayatı ve eserleri ile ilgili araştırma yapan yazar A. Ahunov, M. Gafuri’nin böyle bir hayatı kendisinin de yaşadığının altını çizerek onun 1904 yılında kaleme aldığı “Fekıyrlèk Bèrle Ütken Tèrèklèk” (Fakirlikle Geçen Hayat) adlı eseri hususunda “yaratıcılığında halkın günlük hayatı ve duygularını derinden hissederek yazması, detayların net olması hayret içinde bırakıyor” diye bildirir (Ahunov 1981: 9-11). Korkunç açlık dehşetini kendi gözleriyle gören ve açlıktan ölen insanları kendi elleriyle toplayan şair Segıyt Remiyev, 1920 yılında Ural bölgesinde bulunan Çilebé (Çilyabinsk) vilayetinde çeşitli milletlerle çalışma bölümünde müdür olarak görev yaptığı zaman “Kızıl Ural” gazetesinde “İblis Te Dèrdèredè” (İblis De Titredi) adlı felsefi eserini yayınlar. Ama ne yazık ki bu eser, günümüze kadar bulunmamıştır (Sadretdinov, 73: 51).

1921 yılında ünlü yazar Fatih Emirhan, Tatarların yaşadığı bölgede açlık vakasından Sovyet hâkimiyetini sorumlu tutacak ve sert bir şekilde eleştirecek güç bulur kendinde. Bu hususta o, arşivde bulunan belgelerin birinde şöyle yazar:

“Son yirmi beş yıl içinde bu açlık, Rusya’da artık üçüncü kez vuku bulmakta ve açlığın en dehşetlisi burada yaşanmakta. Bu açlıktan en çok zararı İdil ve Kama bölgesinde yaşayan Tatar halkı gördü. Çarlık döneminde de açlık yıllarında en çok acıyı Tatarlar çekti, Devrim sonrası da Tatarlar açlıktan kırılıyor… Şimdiki yöneticilerin, açlığı Tatar halkına musallat eden Saidgaleyevler-Mansurovlar akımını merkezi bir yere getirmekte ‘katkısı’ çok büyük. Harbi komünizmin dayanılmaz zorluğunu Tatar köylerine yükleyen Bolşevikler, köylülerin hayatını alt üst ettiler. Bütün bu çirkin işlerin sorumlusu, şüphesiz Saidgaleyev-Mansurovlar gibi yöneticilerden oluşan partidir.” (Arşiv-1).

Açlık konusu, daha sonraki yıllarda G. Gafurov-Çıgtay’ın “Açlık Kurbanları” (1926), K. Necmi’nin “Tukran Dalası” (Ağaçkakan Bozkırı, 1929), G. Ulyumbek’in “Açlık Külegesénde” (Açlığın Gölgesinde, 1930), G. Hamitov’un “Yaŋa Cirge” (Yeni Yere, 1931), İ. Gazi’nin “İkmek, Vintovka Hem Möhabbet” (Ekmek, Tüfek ve Muhabbet, 1962) adlı eserlerinde de devam eder. Sadece tek bir konuya -açlık konusuna- bugüne kadar Tatar şair ve yazarların birçok belgesel ve edebi eser yaratmaları, açlığın boyutunu ve dehşetini gösteren en büyük delildir.

“ÂDEMLER” ADLI ÖYKÜ ÜZERİNE

Öyküde, 1921-1922’li yıllarda İdil-Ural bölgesinde gelişen ve Tatar Türklerini Kafkasya, Sibirya ve Orta Asya taraflarına göç etmeye mecbur eden açlık vakası anlatılır. Bu hususta hemen başlığın altında A. İbrahimov kendisi de parantez içinde şöyle bildirir: “1921-1922 yıllarında İdil-Ural Bölgesinde Gerçekleşen Feci Olaylar.”

Mevcut öyküyü A. İbrahimov’un diğer eserlerinden farklı kılan, onun baştan sona koyu, karanlık ve trajik renklerle boyalı olmasıdır. Yazar, eserde bilerek üstünlüğü kara renge verir: “Kara ölüm”, “kara kanatlar”, “karanlık mezarlar”, “kara tufan dalgası”, “karanlık bir gecede, etrafa çöken karanlık ölüm”, “karanlık bir duygu”, “evin her tarafını yırtıcı karanlık örttü”, “küçük karanlık köy” vb. Ölüm kendisi de A. İbrahimov tarafından “etrafa kara kanatlarını seren” kocaman kara bir kuş olarak tasvir edilir.

Olaylar, yeryüzü bembeyaz karla örtülü kış mevsiminde gerçekleşir. Çünkü kış mevsimi ve sıkça dile getirilen zemheri, Tatar Türklerinin yaşadığı İdil bölgesinde soğuğun eksi 30-40’ların altına indiği ve doğada hiçbir yiyeceğin kalmadığı, açlığın doruğa ulaştığı, evlerin kar yığınları altında kaldığı, şiddetli esen rüzgar ve tipiyle bilindiği bir mevsimdir. Bir taraftan açlık, diğer taraftan zemheride ısınmak ve ocakta bir şeyler pişirebilmek için oduna olan ihtiyaç, insanların yaşadıkları acıklı durumu daha bir pekiştirir:

“Gerey, bu yıl kış boyunca ahırının ve evinin çatılarını söküp yaktı. Artık yakacak hiçbir şey kalmamıştı. Ancak dünyadan göçen komşusunun iki tarafta iki çiti kalmıştı. Kapıdan çıkar çıkmaz neyi yıksam diye biraz düşünen Gerey, doğru çite yaklaştı ve baltayı vurdu. Kızı biraz şaşırsa da seslenmedi. Beraber kucak dolusu ufak kuru odun hazırlayıp eve götürdüler.”; “Seki genişti, bütün tahtaları da sağlamdı. Bunlardan eni iki karış, kalınlığı bir elli, tahminen üç arşın olan tahtanın bir tanesini çekip aldı, birçok kez yardı. Güzel, kuru bir odun oldu.” (İbrahimov, 2007: 314-315)2

Yemek için yiyecek, ısınmak için odun bulamadıkları bir mevsimde ayakta kalmaya çalışan insanlar, kurtuluşu kış mevsiminin sona erip yazın gelmesinde görürler. Örneğin, çocuk Zeyni sürekli yazı ve bu mevsimle gelecek bereketi hayal eder:

“Babacığım, ne de olsa kış mevsiminin bitmesine çok kalmadı, değil mi, diye yaz mevsiminin geleceğini, onunla beraber çeşitli yiyecek bulabileceklerini hayal etmeye başladı.”; “Biz, geçen sene olduğu gibi kırdan başaklar toplarız… Ondan sonra ağaç yaprak açar, onu toplarız… Oltam hâlâ çatının altındaki odada yatıyor… Ben balığa giderim… Ondan sonra kurbağa, köstebek, kuş yakalarız… Ondan sonra, yeni ekinler yetişir. Öyle ya babacığım?” (300, 317).

Tatar bilim adamı M. Ahmetova’nın da altını çizdiği gibi, doğal olarak A. İbrahimov “Âdemler” adlı öyküde açlığın dehşetini her ne kadar bütün çıplaklığıyla tasvir etse de diğer Tatar yazar Fatih Emirhan gibi Sovyet iktidarını suçlama yolundan gidemez. Çünkü kendisi de bu iktidarın temsilcisi idi (Ahmetova 2016: 22). Bu yüzden yazar, facianın siyasi, ekonomik ve toplumsal sebeplerini dile almadan, açlığın sebebini daha çok doğada olup bitenlere bağlı olarak anlatır:

“Yaz boyunca bir damla dahi yağmur yağmadı. Bir tane ekin yetişmedi, ağaç ot hepsi kurudu. Hayvanlar, çamurlu kökleri yiyerek kırıldılar.” (322).

1. Eserde İnsanlar ve Açlık

Eserde anlatılan olayların içinde yer alan halkı üç gruba ayırmak mümkündür: 1. Açlık başlar başlamaz ekmeğin bol olduğu diyarlara göç edenler; 2. Açlıktan ölenler; 3. Köyde kalarak açlık ile mücadele edenler. A. İbrahimov’un da yazdığı üzere, “Kendilerinde kıpırdayacak gücü bulanlar korkuyla dünyanın çeşitli yerlerine kaçtılar.”; “Daha güz aylarında vebadan kaçarcasına, aç ölümün karanlığı üzerine çöken bu topraklardan belirsiz ülkelere dağılmışlardı.” (286, 287).

Fakat birçok insan bu kadar şanslı olamaz, yaşadığı köyde açlıktan can verir:

“Evde, sokakta ya da yolda direk elden ayaktan düşüp ölüyorlardı.” (288).

Eserde açlıktan can verenlerin dünyası olarak kiler tasvir edilir. Ölenleri toprağa verecek güçleri olmayan köylüler, cesetleri önceleri tahıllar için kullanılan ama artık “apayrı bir dünyaya”, “karanlık korkunç ölüm dünyasına” dönüşen bir kilere toplarlar:

“Bunlardan kenarda ayakları elleri yan yana dağılıveren beş altı çocuğun cesedi bir birlerine yapışarak donmuştu. Çocukların cesetlerini başına minder yaparak onlara yaslanan yaşlı bir ninenin cesedi, aşırı şişkin teniyle dağ gibi yığılıp uzanmıştı…” (289).

Fakat öyküden göründüğü üzere, kendi ecelinle ölmek o yıllarda “iyi” ölüm sayılırdı. Bazılarının cesedi parça parça köpeklerin ağzından toplanır (“karın üzerinde saçılıp yatan cesedin kanlı parçaları”, “İhtiyar’ın Aktırnak’tan kalan parçaları”), bazı cesetlerin parçaları yamyamlık yapan babasının elinden alınır (“Küçük sabi kızın pişirilmemiş zayıf elleri ve kaburgaları orada, sekide dağılıp yatıyorlardı.”) ya da bazıları yitirdiği aklı ve bulanık bilinci yerine gelince vicdan azabına dayanamayıp kendilerini asar (“Kirişin tam ortasına kemer bağlanmış, kemerin bir ucu asılmak için düğümlenmiş ve o, Gerey’in boyun kemiğini sıkmıştı.”). Açlığa dayanamayıp ölenler, bir nevi kanı donduran açlık dehşetinden kurtulmuş olurdu. Asıl faciayı hayatta kalan ve açlıkla mücadele etmek zorunda olanlar yaşar. Böyle bir acıya dayanarak yaşamak zorunda olanların durumu vahimdi:

“Esen kalanlar da ya çok kötü şişmişler ya da kanları çekilip iyice kuruduklarından ayaklarına zar zor basıyorlardı.” (302).

Eserde henüz ölmeyen, açlıkla baş etmeye çalışan aç insanlardan bahsedilirken onlar artık neredeyse ölü, yarı yarıya ölüler dünyasına ait olan “cesetler” ve “gölgeler” olarak tasvir edilir: “Bir kez ölüp yeniden dirilen canlı cesetler”, “ölüm gölgesi”, “halsiz gölgeler”, “korkuluk gibi birisi”, “mezardan dönmüş cesetler gibi”, “zayıf, ölü suratlı, kabirden çıkmışçasına korkunç gölgeler” vb.

Açlık kimseye acımaz, büyüklerin ve çocukların üzerine aynı etkiyi yapar. Açlıktan ölmek üzere olan insanların fiziksel görünümlerinde tokluk zamanların izi dahi kalmaz:

“Bu, uzun boylu fakat zayıflayınca yanakları çökmüş, dudakları çekilerek kurumuş ve ağzını kapatamaz hale gelmiş, yüzünde ve gözlerinde ölümün rengi beliren yürüyen bir cesetti.”; “Yaşı yirmi beşten geçmese de yüzünde altmış yaşın kartlığı vardı. Yüzünün derisi sarkarak buruşmuş, benzi sararıp kararmış, yüzünün suyu çekilmişti. Küçük gri gözleri kim bilir neler düşünerek şaşkın şaşkın bakıyordu.” (287, 304).