–O benim yengelik borcum canım! Çünkü sen mutlu olmadan bizler, baban, annen, ağabeyin, yengen mutlu olamayız. Jibekcan, bunu en iyi senin anlaman gerekiyor, çünkü akıllı kızsın.
Sonra Sırt’ın kıyısındaki evlere yaklaştığında Jüzük attan inip yavaşça Şeyi’yi omzundan tutarak,
– Canım, Jibek’im! dedi şımartıp şefkat göstererek. Kazaklar erkek çocukları için o kadar kaygılanmıyor, çünkü onlar hayatlarını kendi memleketinde geçirir, kız çocukları için ise beyaz sakallı dededen tut da oyun oynayan çocuğa kadar herkes endişelenir, çünkü kızın mutluluğu ailesinin dışında, öteki yuvaya bağlıdır.
Öyle olacağını Şeyi de biliyordu, o yüzden cevap vermeden yengesine hiçbir şey söylemeden sarıldı.
* * *Tazabek’e göre Şeyi’nin güzelliği ile hareketleri, ağaçta oturan tüyleri yumuşacık, etrafına ürkek ürkek bakan serçe gibiydi. Minicik, çok sevimli kızın hemen, ‘Bey mi hâkim mi olmayı istersin? diyerek takılmasına çok şaşırmıştı. Öyle konuşması bile hem şımarıklığını hem de cesurluğunu gösteriyordu. ‘Böyle bir kızın gönlünü çelmek için ilk önce o görüştüğüm kadınla ilişkiyi kesmem gerekiyor’ diye karar verdi. Zavallı üç senedir iyice alışmışttı, ayrılmak nasıl olacaktı? Fakat ‘Elin eşi ele eş olmaz’ demişti atalar.
Daneker ile yirmili yaşlarında karşılaşmıştı. Buralarda at bakıcılarının hayatı çoğu zaman doğduğu yerin dışında geçerdi. Temmuzun sıcağı tepesine vurduğu için büyük çam ağacının altına sığınarak uzanmıştı. Atları da çam ağacı gölgesinin bir parçasında yayılıyordu. Budak’ın kulağına gelen çıtır çıtır seslere baktığında atlı bir kadının yanına yaklaştığını görmüştü. Hemen üzerini düzelterek yerinden kalktı. Kadın sağ eliyle atın eyerini tutup sol eliyle arkasında oturan çocuğu destekler vaziyette atın yuları yerde sürüklene sürüklene ve dizgini de düşecek gibi üzerinde oturana rahatsızlık verecek şekilde geliyordu.
– Ağabey tutar mısın? dedi ağlamaklı sesle yalvararak.
Sarışın kadını hemen tanımıştı. Taldıbulak’ın eteğinde oturan Kemelbay adında birinin karısıydı. Sürüklenen yulara at bastıkça yular atın başını ileri geri hareket ettirdiği için at da çok yorulmuştu, Tazabek atın yanına yaklaşarak ‘Dırrr’ deyince at hemen durdu.
Tazabek ilk önce sürüklenen yuları toplayarak kadının eline verdi. Ondan sonra atın boynundan düşen dizgini verip heybenin üzerinde uyuyan çocuğu da kucağına aldıktan sonra yolun kenarına yerleştirdi. Uyandı mı diye yüzüne bakmıştı ama çocuk ses vermedi, uykusu çok derinmiş zavallının. Kadın at üstünde yorgunluktan hareketsiz oturduğu halde hiçbir ses vermedi.
– Haaa, Senide mi kaldırmam gerekiyor? dedi dalga geçerek.
– Kaldırabilirsen kaldır! Attan inecek halim de kalmadı zaten.
– Gel! Nerden geliyorsun?
– Akrabalarıma gitmiştim.
Kadın sağ ayağını üzengiden çıkarıp, eğilerek inecekti ki sol eliyle atın dizininden tutarak Tazabek kadını kaldırdığında düşmesin diye önce bir elini sırtına dayayıp sonra bir eliyle de bacaklarına destek yaparak kucağına aldı.
– Ben seni tanıyorum, hep görüyordum dışarıdan! dedi kadın, herifin kucağındayken,
– Sen Tazabek’sin.
– Ben de tanıyorum seni, Daneker’sin. Seni her gördüğümde ‘Güzelliğine bak!’ diyordum.
– Ben de seni, ‘Çok yapılıymış!’ diye…
– Hım? ‘Çok yapılıyım’ diye hoşuna mı gitti?
Kadın onaylar gibi gülümseyerek gözünü kapattı sonra da başını salladı.
– Hayır, sadece hoşuma gitti.
– Neden?
– ‘Nasıl iri yarı biriymiş?’ diye.
– Nasıl olduğumu bilmek istiyorsan şöyle bir yanıma otur da bak ama beni boğacaksın, önce elini boynumdan çeker misin?
– Çekmesem ne yaparsın?
– Ne yapayım? Etrafımı göremiyorum düşeceğiz şimdi.
– Düşelim mi? Seninle karşılaşmasaydım zaten nerede düşeceğim acaba diye korkarak geliyordum. Allah’ım, şu çocuğun ağır uykusuna bir bak! Bir iki kere dokunduysam da hiç hissetmedi. Uykuculuğu tam babasına çekmiş, hatta babasını bile geçti. Ahıra kurt saldırsa bile uyanmaz. Seninle karşılaştıran Allah’ıma şükürler olsun! ‘Düşersem de orman da düşeyim ki en azından bir ağacın dalından tutarsam ölmem’ diye düşünüp duruyordum.
– Ölmediğine şimdi inandın mı? dedi Tazabek kadınla yüz yüze gelerek.
– Ayaklarım daha yere değmedi ki nasıl inanayım? dedi kadın gülerek.
– O zaman ayaklarını da değdirelim.
Attan yere indiğinde düşmediği için Daneker Tazabek’e gülümsedi.
– Şimdi neden bakıp duruyorsun?
– Eee, ne yapayım?
– Yaklaşsana! Yemeyeceğim.
– Ben belki yiyebilirim?
– Yersen yiyebilirsin. Beni kurtaran insan canımı istese bile kaybedecek bir şeyim yok! dedi.
Yanına gelip kollarının üzerine uzanıverdi, Daneker’in bakışları Tazabek’in boynuna düğümlendi. Kadının sıcacık nefesi kanı kaynayan Tazabek’in içindeki ateşi uyandırıverdi. Tazabek başını kaldırırken kadının göğsündeki düğmeleri açılınca heyecanlandı.
– Tazabek ağabey, yoldan biraz uzaklaşarak gidelim, dedi kadın hala kucağında yatarak.
– O zaman kalk!
– Kalkamıyorum, sen kaldırır mısın?
– Tut boynumdan o zaman!
Güçlü adam, kadını kolayca kaldırıp sık ormanın içine götürüverdi. İşte, o an ilk defa sevginin lezzetini o kadının kucağında tattı. Deneker’in kucağında olduğunda dünyadaki diğer her şeyi unutuyordu. İlk başta kendisine, ‘Bunun hepsi geçici, evlenene kadar’ diyordu. Şimdi ise ikisi kolay kolay ayırılacak gibi değildi. Kadın, geçen sene doğum yaptıktan sonra, ‘Bu senin oğlun’ demişti kulağına fısıldayarak. Belki de şaka söylüyordur diye sadece gülümsemişti. ‘İkiniz karşılaştığınızda dikkatle baksa, oğlumun kimden olduğunu eşim hemen anlar’ diye söylemişti kadın. ‘Ama Kemelbay beni zaten görüyor!’ dediğinde, ‘Şüphelenmiyor ki, şüphelenirse hemen fark eder! Ne oldu? Oğlun olduğuna inanmıyor musun?’ diye öfkelenmişti. Sonra Tazabek oğlunu görmek istemişti. Fakat artık oğlunu da oğlunun annesini de tamamıyla unutması gerekiyordu. Öyle yapmaktan başka çaresi yoktu. Çünkü Şeyi gibi bir kızla evlenmek için ilk önce hepsinden vazgeçmesi gerekiyordu. Erkeklik diyerek yaptığının bu kadar can yakacak sonucunun olacağını gençken fark etmemişti.
* * *Şeyi içinden, ‘Önümüzdeki Cuma günü pazara gittiğimde Tazabek açık konuşur belki’ diye ümitlendi. Fakat iki günden sonra Tazabek ile Jameş köye kendileri geldi. Doğru mu yoksa bahane mi uydurdular söylediklerine göre anne babası göndermiş. Rusların düşünceleri değişmiş, on dokuz ile kırk beş yaş arasındaki Müslüman çocuklarını askere almak için liste çıkarıyorlarmış. Ağıntay ile Tazabek’ten ayrılsak hayatımız ne olacaktı? Taldıbulak’a taşınsak mı sonra oturup düşünelim, demiş. Tilevli, cevabını kesin söylemeden bir Ağıntay’a bir de Tazabek’e iç çekip bakarak,
– Bakarız, dedi homurdanarak,
– İstişare edelim. Yakın bir zamanda Ömeken’le kendim gidip görüşeceğim.
– Görüşeceksin de, diye karısı Ajiken bir şey söylemek istedi fakat kocasının surat astığını fark etti ve sustu.
– Haydi, Jibekcan! Misafirleri köyün dışına kadar bırakalım, diye Jüzük Şeyi’yi ailesinin yanından aldı.
Jameş, yolda ağabeyiyle dalga geçerek,
– Millet Ruslar askere götürecek diye kaygılanıyor, benim ağabeyim ise senin için kaygılanıyor! dedi Şeyi’ye at üzerinde eğilip yaklaşarak.
O lafın manasını Şeyi anladı fakat seslenmedi. Şimdi en zoru Tazabek’in kendini beğenip beğenmediğini bilmemekti. Çok iri bir kişi olması ve ciddi karakteri hoşuna gitse de kadına karşı şefkatli görünmüyor gibi geldi. ‘Yanındaki erkek seni düşünmüyorsa çok kötü’ diye kadınlar kendi aralarında konuşuyordu. Tazabek, Şeyi’ye tam da öyle kadınla ilgilenmeyecek birisi gibi göründü. ‘Güçlü kuvvetli olduğuna göre biraz serttir de! Erkek işte, arada bir de sert olması gerekmiyor mu?’ diye düşünse de şüpheleniyordu.
– Haydi, iyi yolculuklar size! diye Jüzük geri döneceklerini belirttiğinde,
– İyi, tamam! diye Jameş de atın başını döndürmüştü.
Tazabek tam o sırada Şeyi’ye karşı yürümüştü. ‘Bu ne yapıyor?’ diye kız rahatsız oldu. Dizgin tuttuğu sol eli titrerken sağ elindeki kamçı elinden kayıyordu ama bilerek tutmaya çalışmadı. ‘Çıt’ diye kamçı atın ayağının dibine düştü. Yaklaşan Tazabek atından inip kamçıyı Şeyi’nin eline uzattı. Kamçıyla birlikte elini de tuttu. Kürek gibi olan avucunda kızın eli kayboldu. Bu gerçekten sen misin diye kız inanamayıp Tazabek’in yüzüne şaşırarak baktı. Tazabek kıza yiyecekmiş gibi bakıyordu. Gözü yaşla mı doldu yoksa alevlendiğinden mi, gözünün içi mutluluktan parlıyordu. O ateş, kızın da yüzünü alevlendiriyor gibiydi. Ne diyeceğini ne yapacağını bilemedi.
– Uzatmadan anne babamı istemeye göndereceğim, dedi lafı eveleyip gevelemeden,
– Bundan sonra sen benimsin, dedi.
Aniden söylediği cümle Şeyi’yi öyle şaşırttı ki, yerinden hareket edemedi. Jüzük ile Jameş’in önünde Şeyi’nin elinden öptü. Rezalet! Şeyi, Tazabek’e biraz surat astı. Tazabek, Şeyi’ye bakmak istedi ama Şeyi gözlerini ondan kaçırdı ve sonra ikisi de bu durum karşısında kızardılar. İnsanın anlayamayacağı bir duygu kızın vücudunda alevlenivermişti. Sanki attan düşecek gibi hissetti kendisini. Şeyi, heyecanını Tazabek’ten gizlemek için yüzünü çevirirken Tazabek’in hala onu süzdüğünü fark etti. Allah’ım! Bu başka bir Tazabek mi? dedi sevinçle. Çünkü Tazabek onun gözlerine şimdi daha güzel göründü. Şeyi kendisinde Tazabek’e karşı oluşan duyguları fark ettirmemek için hemen atın başını köye doğru çevirdi. ‘Canımsın’ diyen Tazabek’in sesi onu şımartmaya yetmişti.
* * *Tazabek ile Daneker, her biri pazarın bir tarafından gizlice çıkıp Karkara Irmak’ına yaklaştıklarında daha güneş tepelerindeydi. Bu, artık son görüşme olduğu için kırmadan vedalaşmak niyetiyle Daneker’e yaklaşmıştı fakat Daneker onun elini geri itti. Bu hareketi, şımarıyor diye yorumlayan Tazabek tekrar yaklaşınca kadın yine reddederek iki elini beline götürdü. Ne olduğunu anlayamayan Tazabek, Daneker’e hiçbir şey anlamamış gibi baktı. Kadının öfkeden patlayacak gibi kızarmış suratını görünce tiksindi.
– Sana ne oldu?
– Ne olmuş? Öğrendim senin kötü niyetini…
– Nasıl? Kötü niyet derken?
– Bugün pazara benim için gelmedin değil mi?
– Eee, kimin için gelmişim?
– Başka birisi için…
– Onu kim söyledi?
– Öğrendim.
– Kimden?
– Jomart’tan!
– Jomart’tan mı? Hangi Jomart?
– Kaç tane Jomart vardı? Kendi arkadaşın Jomart!
– O ne dedi?
– Senin Şeyi’yle evleneceğini söyledi.
– Eee, desin! Hakikaten Şeyi ya da başka birisiyle evlenmemde ne sakınca var ki?
– Başka birisini neden karıştırıyorsun? Jomart senin kesin olarak Şeyi’yle evleneceğini söyledi.
– Kesin olduğunu o nereden biliyormuş?
– O da Şeyi’yi istiyormuş ama ilk sen açılmışsın.
– Sana şikâyet mi etti onu söyleyerek? Onun seninle ne yakınlığı var da?
– Kimim kimsem değil ama o da bana yaklaşmak istemiş zamanında yine sen yaklaşmışsın ondan önce.
– Peki, benim sana yakın olduğumu kim söylemiş ona?
– Ben söyledim!
– Ne dedin ona? ‘Şeyi’ye git de söyle, o Daneker’le yaşıyor’ diye mi söyledin?
– ‘Söyle’ demedim. Sadece Tazabek benden artık uzak dursun dedim. ‘Nereye gitsem hep karşıma çıkıyor’ diye öfkelendiğinden senin Şeyi’yle evleneceğini birden bana söyledi.
– Bunların hepsini ne zaman söyledi sana?
– Özel olarak gelip söylemedi. Dayım, torununu sünnet yaptırdığında orada söylemişti. Jomart, bizim evdekilerle aynı yaşta; o yüzden bana ‘Yenge’ deyip şakalaşıyordu.
– Şakalaşması için yüz vermişsin herhalde!
– Yüz verecek kadar deli değilim!
– Deli olmasan da delirtmiş seni!
– Evet, delirtti! Nasıl deli olmayayım? Evdeki kocam koca değil, seni gerçek koca sanıp, senden çocuk doğurdum, senin yanındayken işkence olan evdeki hayatımı unutuyordum. Sen beni diri diri gömdün! Ne yapacağım? Sensiz nasıl yaşayacağım? Kendinle birlikte kalbimi de söküp götürecek gibisin. Bunun gönlümü ne kadar yaralayacağını bana daha önce söyleselerdi inanmazdım.
Tazabek’in göğsüne elleriyle vurup hıçkırarak ağlıyordu. Sonunda Daneker yavaş yavaş kendine geldi. Tazabek, ‘Allah’ım! Sana bu kadar bağlanacağımı nerden bilebilirdim? Bu gerçekten çok kötüymüş!’ diye içinden geçirdi. Korktu ve endişelendi. Fakat ikisi de bugün, bugün olmazsa yarın ya da gelecekte bir gün ayrılacaklarını önceden bildikleri için bu durumu belli etmeden susuyorlardı. Tazabek, Daneker’i avutacak bir kelime ve hakikat bulamadığı için sadece sessizce onu kucaklayarak ağlayan kadını sırtından okşadı.
– Zaten sonumuzun böyle olacağını önceden ikimiz de biliyorduk, diyerek ah çekti.
– Böyle bir durumla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Ah, zavallı ben, ‘Oynaşma ateş gibi sıcaktır, zaman geçtikçe de çok kötü kokar’ sözünü kaç kere duysam da bunun kendi başıma geleceği hiç aklıma gelmezdi. Ara sıra bile olsa gelmez misin?
– Hayır! Öyle iki taraflı olamam!
* * *Ağabeyi Ağıntay ve Tazabek askere alınırsa Şeyi için hayat nasıl bir hal alırdı? Daha yaşayamadığı hayat onun içinde mi kalsındı? Bütün zamanını bu korkunç ve kötü fikirleri düşünerek geçirmek onu içinden çıkılmaz bir hale soktu, sonunda bir çare bulamadan, – Pazara gidelim mi! dedi Jüzük’e.
– Tamam, gidelim!
– Babası Tilevli de bunlarla birlikte Taldıbulak’ın köşesine kadar gidecekti, bu arada ev bark işlerini de Ağıntay’a bıraktı.
Jüzük ile Şeyi pazarın her tarafını gezmelerine rağmen ne Jameş’i ne Tazabek’i görebildiler.
– Gelmemiş ki! dedi Şeyi üzülerek, – Gidelim!
– Tamam, gidelim! dedi Jüzük bilerek,
– Kızı aramayan erkeği biz mi arayacağız?
– Hangi erkeği, Jüzük? Ben Jameş’i arıyorum.
– Ben de onu arıyorum Jibek’im, Tazabek’le ikisi birlikte mi diye sadece!. Bak bak! Geliyor Jameş!
Jameş’in tek olduğunu görünce Şeyi biraz şaşırdı. Jameş, uzun zamandır görüşmemiş gibi onları hemen kucaklayarak selamladı. İlk önce Jüzük konuşmaya başladı.
– Yalnız mısın?
– Hayır! Tazabek de buralardaydı birden kaybettim.
– Buradaysa kendisi bulur. Gidelim pazarı dikkatlice dolaşalım! dedi. Pazarı iki kere dolaşsalar da Tazabek’le karşılaşmadılar.
– Yer yarıldı da içine mi girdi, nereye gitti? diye Jameş biraz kızdı.
Üçünün konuşmaları o kadar alakasızdı ki adeta her kafadan bir ses çıkıyordu. Şeyi’yi endişelendiren tek soru, ‘O nereye gedebilir acaba?” sorusuydu. Kardeşine kendisini kaybettirip başka yere gitmesine şaşırdı, ‘Acaba başına kötü bir şey mi geldi?’
– Ağabeyin önceden de kayboluyor muydu? dedi dayanamayarak.
– Hayır! dedi Jameş ne diyeceğini bilemeden,
– Öyle yapmıyordu!
– Şarkıcı Sopıya götürmüş olabilir mi? dedi Şeyi tahmin ederek.
– Ne Sopısı! O artık postanede çalışıyor, eskisi gibi gezemiyor!
– O zaman başka birisi götürmüş!
– Onu götürebilecek sadece sensin! Sen de buradasın, Senden başka kim götürebilir ki?
– Bizim bilmediğimiz başka birisi olabilir mi?
Şeyi, hemen dönüp atının bağlı olduğu yere yürüdü. Jüzük’ün, Jameş’e, ‘Ah, her şeyi mahvetti, bu zavallı. Git, ara bul onu! Yerin altına girse de bul!’ diyen yengesinin öfkeli sesini duyarak gidiyordu. Yengesinin arkasından geldiğini anlasa da hiç dönüp bakmadı. Tabi ki o yerin altına girmedi. Yirmi üç yaşındaki iri gövdeli koca adam gün ortasında nereye kaybolabilirdi ki? Kardeşi, aklını başından alan kadına gitmediyse başka nereye gidebilirdi ki? Öfkeyle akan gözyaşını Jüzük’ten saklayamadı.
– Sensin suçlu! Sensin onu bulan! diye Jüzük’ün göğsünü yumrukladı.
– Canım! Canım! Ağlama lütfen, etraftakilere ayıp olur. Erkeklerin işi her an çıkabilir, kötü düşünme! Pazara senin için gelmese başka kim için gelebilir ki?
– Artık ne pazarı ne Tazabek’i görmek istiyorum!
– İşte geliyor! Bak o! dedi arkalarından gelen Jameş nefesi daralarak.
Pazarın tam ortasında tek atlı gelen kişiyi Şeyi hemen ilk bakışta tanıdı. Pazara gelen kişi, o taraftan niye gitmiş olabilir? O taraf Karkara nehriydi. O nehrin kenarı sık ormanlarla kaplı. Tek başına orada ne arıyordu? Hayır, yalnız değildi. Taldıbulak tarafına giden kadın da o ormandan çıkmıştı.
– O giden kadını gördün mü Jameş? Ağabeyin, seni bırakıp onu ormana götürmüş! Ağabeyin bulundu! Benden ona selam söyle, bundan sonra gözüme görünmesin!
Daha da Jüzük’ün sesi uzaktan geliyordu fakat bu sefer hiçbir lafını işitmiyordu. Arkasına bakmadan atına binip gidiyordu. Artık bu olanlar çok ağır geldiği için duygularına hâkim olamayıp gözyaşı döküyordu. Şaşkına dönmüş, duygularından kendini alamıyordu.
Olan her şeyi Jameş’ten duyduğunda Tazabek, kalbi duracak gibi hissetti. Şeyi’yi avucuma aldım derken şimdi uçup gidiyordu. Ne yapabilirdi? Şimdi durduramazsa o zaman her şey biterdi.
– Jameş yürü gidelim, arkalarından yetişelim!
Arkalarından duyulan atın sesine ikisi de aniden dönüp baktılar. Aman Allah’ım, sevincinden Şeyi’nin gözlerinden yaşlar boşalıyordu.
– Ablacım, bu da ne? dedi Tazabek at üzerinde oturan Jüzük’ü kucaklayarak,
– Böyle yapacağına beni öldürüp gitseydin daha iyi olmaz mıydı Şeyiciğim, ‘Artık ben seninleyim’ demedim mi?
– Bana artık yaklaşma! Yaklaşma!
Tazabek Şeyi’nin atının üzengisini hemen tutuverdi. Onu gören Jüzük ile Jameş, önlerinden gitmeyi sürdürdüler.
– Canım! dedi Tazabek, Şeyi’nin dizginini kendisine doğru çekerek. İki at yan yana durdular. O elini uzatıverdi, diğeri öfkelenerek yüzünü çevirdi. Nasıl önüne alıp kucağında götürdüğünü fark etmedi Şeyi. Terkisine binmiş, Tazabek’in kucağında oturduğunu bir an fark etti. Güçlü delikanlı kızın karşılık vermesine aldırmadı. Kucağına almış yüzünden, boynundan, ağzından öpüyordu ve kokluyordu. Şeyi, çekingen bir tavırla utanıyor ve çırpınıyordu, sanki başı dönüp attan düşecek gibi oldu, Tazabek’in gömleğinden tutuvermişti. Düğmeleri açılıp çıplak göğsüne ıslak yüzü değiverdi. Kız o an ağladığını hissetti.
– Beni kalpten kıskandın sen, beni sevmesen böyle kıskanmazdın değil mi, canım?
‘Canım! Canım!’ derken bu hayatta başka hiçbir şey kalmamış gibi. Şeyi artık ne öfkelenebildi ne çekinebildi.
* * *– Taldıbulak’a gidip Ömerali’yle görüşen Tilevli,
– Yarın merkeze taşınalım! dedi. Karar verdiğini biraz sert sesle belirleterek.
– Kendi alıştığımız yer, Orta Merki’ye yerleşelim. Sonra da orada durum nasıl olur bakalım!
Orta Merki’ye taşınalı Şeyi’ye her bir dağ-taşta felaket saklanmış gibi geliyordu. ‘Savaş ağır iş’ denilen bela sadece Tazabek’te ikisine kurulan pusu gibiydi.
Üç gün sonra gece pazardan gelen Ömerali homurdanarak oturdu ve karısı Kalişa ile kızı Jameş’in önünde Tazabek’i dövecekmiş gibi asık suratla baktı. Evdekilerin hepsi ürpererek sessiz kaldılar. İhtiyar aniden gözleriyle aşağı bakıp sol avucuyla yüzünü okşayıp sonra sağ avucuyla gözünü, burnunu sonra da yavaşça ağzını ovaladı.
– Oğlum! dedi sonra yavaş sesle.
– Benim bildiğim kadarıyla insanın ölümden başka her şeye acele etmesi gerekir. Kazak dediğin yarın yaşar mı yaşamaz mı, onu bir Allah bilir. Bana tez vakitte torun sevdirmezsen bu hayat boşunadır. Halkın başına bela geldi. Artık gamsız yürümen, öncelikle kendine, iyice düşünürsen halkına yaptığın düşmanlıktır. Bu kadar bekâr kaldığın yeter, evlenmen gerekir. Düşündüğün, aklında birisi varsa söyle, yoksa kendim birisine kız istemeye giderim.
– Eee! Ne oldu düşman kovar gibi acele ediyorsun? diye Kalişa kıpırdadı. İhtiyar öfkelenerek elini kaldırdı.
– ‘Düşman kovdu değil, düşman tepededir. Karısına asık yüzle baktığı gibi oğluna döndü.
– Düşündüğün birisi var mı yok mu?
– Evet baba! Var! Düşündüğü birisi var! dedi Jameş, Tazabek’ten önce cevap vererek.
Tazabek, Jameş’e bir şey diyecekti, ihtiyar elini kaldırıp konuşmasını engelledi.
– Kim o? dedi Jameş’e dönüp,
– Kimin kızı?
– Tilevli ağabeyinin kızı!
– Şeyi mi? dedi annesi, kızının yüzüne sevinçle bakarak.
– Evet.
– Tamam! dedi Ömerali yüzünü sıvazlayarak. Tilevli’nin kızı ise Allah dilediğimizi vermiş. Hatun, tatlılarını hazırla yarın ikimiz Tilevli ile Ajiken’e gidelim.
– Önceden haber vermeden, bir şey demeden nasıl olur acaba?
– Öyle olacak! Haber vermeden geldin diye Tilevli bizi evinden kovacaksa kovsun! Hem durumuzu anlatırız hem de ikram edilecek yemeğe çağırırız.
Tazabek, yerinden gülümseyerek kalktı. Jameş de ağabeyine gülümseyerek baktı. Kalişa da sevinçle kocasına baktı. Çoktandır çözülmeyen düğümü kolayca çözdüğüne hem şaşırdı hem de sevindi.
* * *Güneş tam tepedeyken yamaçta oynayan Ağıntay’ın iki oğlu ve bir kızı Şeyi’ye koşarak geldiler,
– Abla! Jaydak Bulak tarafından iki atlı geliyor! dedi ikisi yarışırken. Şeyi, Jameş’in atını hemen tanıdı fakat üzerindeki o değil orta yaşlı bir kadındı. ‘Belki annesi olabilir, dedi tahmin ederek. O zaman yanındaki babasıdır’.
Misafir geldiğini ağabeyi ile yengesine kapıdan haber verdi ve kendisi evden uzaklaşarak gitti. Ağıntay ile Jüzük evden koşarak çıkıp misafirlerle yüksek sesle selamlaştı.
Şeyi’nin tahmini doğru çıkmıştı. Gelen Tazabek’le Jameş’in anne babası Ömerali ile Kalişa idi. Derhal koyun kesilip, hemen kavurma hazırladıklarına göre anne babasının razı olduklarını hissetti. Tazabek’in, ‘Tez vakitte anne babamı seni istemeye göndereceğim!’ diye sözünü tuttuğunu düşündü.
Babası Tilevli, Şeyi’ye göre katı yürekli ve adil, kimsenin düşünmediğini düşünen, kimsenin bilemediğini bilen, yapısı çok farklı bir kişiydi. Davranışı ve karakteri biraz farklıydı. Eski Kazakları över, şimdiki Kazakların çoğunu küçümserdi. Babasının konuşmalarına bakınca kendisi övüngen; tek atını sevdiği birisine üzerinden inip verecek kadar cömert, korktuğunu ve şaşırdığını belirtmek istemeyen gururlu birisiydi. Kendisinin yaptığı doğru, yanlış olsa da dediğinden vaz geçmeyen hem cesur hem inatçıydı. Birisinin kendisinden üstün olduğunu kabul etmeyecek kadar kıskançtı. Bugün birisinin ‘eee, tamam’ demesinin yarın kendisine kazılan çukur olduğunu fark etmeyecek kadar saftı; birisine hediye vereni seven ve almaya da kötü demeyen, her nasılsa tüm iyi ve kötülüğü kendisinde bulunan Kazaklar gibiydi. O, övülünce dağın zirvesi gibi gururla omuzları yükselen, beğenilmediğinde de yardan düşecek Kazaktır. İlginç olanı Şeyi’nin babası için tüm söyledikleri hakikat gibiydi. Kazak, gerçekten kimseye benzemeyen, masallarda yaşayan ilkel halkın kalıntısı gibi bir halktı.
Bunların hepsini bilen, herkesle sohbet ederek anlatan babası bugün tamamen başka birisiydi. İki kelimenin birinde ‘Ömeke3, Ömeke’ diye Tazabek’in babasının önünde kendini küçük göstermişti. Tazabek, babasına çekmiştir, İhtiyar Ömerali, bağdaş kurarak oturduğunda da büyük görünürdü. Konuşması ve karakteri de görünüşü gibi sertti. Şeyi, sofradayken babasının sohbetlerini dinledikten sonra iltifatını anladı. Ömerali, çok düşünen ve fikrini açık söyleyen açık sözlü bir kişiydi. Kazakları ağır işe alacak diye Çarın fermanına Albanların nasıl davrandığını Ömerali bizzat gördüğünü ifade etti.
İlk önce Akjelke-Podborkop, Albanların en iyileriyle beylerini pazardaki beyaz sarayına çağırıp ‘Üç gün içerisinde savaş için ağır işe gideceklerin listesini verin! diye emretmiştir. İki üç günden sonra pazarın arkasındaki Ait tepesinde toplanıp ‘Gençleri verelim mi vermeyelim mi?’ diye istişare eden yaklaşık üç yüz dört yüz kişi, arasında Ömeken de vardı. Jamenke hemen, ‘Çarın niyeti bozulmuştur. Artık ona akıl verecek değiliz, o da fikrimizi dinleyecek değil. Çar bizi düşünmezse, Çarı dinleyen Alban’da yoktur. Kısacası, direnme zamanı geldi. Onun konuşmasının ardından Uzak devam ederek, ‘Çar sözünü tutmadı. Biz ilk geldiğimizde, ‘Kazaklardan asker almayacağız, fakat her ocağa bir som yirmi kuruştan vergi vereceğiz demişti. O verilen sözü, yazılan mektubu baba Savrık, Tezek asilzadenin evinde kendi gözleriyle görmüştür. Vaad, Allah’ın sözüdür. Kendi sözüne bağlı kalmayan Çara biz de saygı göstermeyiz’ dedi. O arada Irakımbay biraz sakinleştirmek ister gibi, ‘Gençleri vermiyoruz diyelim, tamam. Fakat hükümet asker gönderip sulh olan milleti yok ederse ne yaparız?’ demişti, Jamenke ona karşı, ‘Bizim için dönülecek yol yoktur. Versek gençler ölecek, vermesek yaşlılar. Gençler ölmesin de yaşlılar ölsün! Gençleri vermeyeceğiz, bitti! Benim diyeceğim bu! Başkasını kendiniz bilirsiniz!’ dedi. Tazabek’in torunu Avbakir de bağırarak, ‘Çar, Kazakları asker verse de yok eder, vermese de yok eder. Çünkü ona halk değil, Rusları yerleştirecek toprak gerekir. Boşu boşuna oturup ölmek yerine insan gibi savaşıp ölelim. Gücümüz yetmiyorsa Çin’e kaçıp kurtuluruz. Fakat yerin, suyun sahibinin olduğunu Çara bir hatırlatalım!’ dedi. Sonra Uzak yine bağırarak, Kazak’ın topuzla sopadan başka silahı yoktur. Öldüreceğiz diye Ruslar yerinde duramıyorlar. Silahlanalım! Pişmanlık duymayalım! Çoluk çocuk ve kadınları yarın düşmanın bulamayacağı ormana götürelim. Kazaklar hiçbir zaman birisinin toprağını almak için savaşmamıştır, sadece kendi yurdunu korumak için savaşmıştır. Düşmana karşı çıktığında cesurluk nasıl şartsa, birlik de onun kadar lazım. Eğer aramızdan birisi memleketin birliğini bozarak ihanet ederse, kendisine de evladına da acımayacağız! Buna ant içeriz!’ diye yerinden kalktığında, halkın hepsi, ‘Ant içelim! Ant! diye yerlerinden fırlayarak kalktı.