Bedenin Tarihi 1 Rönesans’tan Aydınlanmaya isimli eserin hazırlayıcılarından birisi olan Fransız tarihçi ve sosyolog Georges Vigarello, aynı eserde Egzersiz Yapmak, Oyun Oynamak başlıklı bölümü yazmıştır. Oyunlara spor açısından yaklaşan Vigarello şu görüşlerde bulunmuştur: “Eskinin fiziksel oyunlarına spor denemez; spordaki gibi kurumsal bir düzene ya da seçmeci bir organizasyona tabi değildirler. Bununla birlikte 16. 17. ve 18. yüzyılda Fransa’da ve Avrupa’da bir yeri, hem de oldukça güçlü bir yeri vardır bunların, gündelik hayatın içine dağılmış, hayatın an ve uzamlarının pek çoğuna yayılmış, seyredilen oyunlardır; öte yandan varlıklarının temelinde birtakım toplumsal ya da fiziksel beklentiler de vardır: Hareketlerden beklenenler, mizansenlerden beklenenler ve nihayet üzerinde enikonu çalışılan ritüellerden beklenenler. Gerek bahis oyunları gerek ödüllü oyunlar, akışı işe ve dine ayrılan saatlerle belirlenen bir dünyanın sesidir, oyunun bazen çalışma saatinde boşluklara fark ettirmeden sızdığı, bazen de ama bu kez tamamen gelenekselleşmiş, meşru bir tarzda dini takvimdeki bayramlara da girdiği bir dünyadır bu. Beden, oyunlar sırasında tutkuların ve toplumsal, ilişkilerin nasıl işe karıştığını yansıtır: Yakınlaşmaları, gerilimleri, çatışmaları, yerel coşkuların nasıl boşaltıldığını ya da davranış biçimlerinin toplumsal olarak çok çeşitli kategorilere bölündüğü bir toplumda farklılıkların nasıl sergilendiğini. Oyundaki beden ayrıca organik varlıklara apayrı bir bakışı da yansıtır: Fiziksel hareket bedenin “bölümlerini” boşaltmaya, boşalmazsa tehlike yaratabilecek olan sıvıları dışarı atmaya yarar. Bu durumda oyuna bir egzersiz, yararlı bir faaliyet gözüyle de bakılabilir: Sürtünmeyi ve ısınmayı sağlayarak insanı temizler.” (Vigarello, 2008: 189). Vigarello, eskiden günümüzdeki gibi fiziksel güce dayanan profesyonel spor dallarının olmadığını ima ederek hayatın akışı içinde oyunların ritüellerde, bayramlarda bazen de boş zamanlarda sosyal hayata olan etkisinden söz eder. Ona göre oyun, toplumsal ilişkilerin bir göstergesi olmakla beraber bedenin en önemli ihtiyaçlarından biridir. Bir toplumun oyunlarına bakıldığında o toplum hakkında fikir sahibi olunabileceğini ifade eden Vigarello, ayrıca oyunların egzersiz yaptırma özelliğinin insan bedenini zararlı sıvılardan temizlediğine dikkat çekerek onu yararlı bir faaliyet olarak görmüştür.
Oyunun kültürel önemi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Amerikalı pedagog ve oyun kuramcısı Brian Sutton-Smith, oyunun hem yetişkinler hem de çocuklar için geçerli ve yararlı bir tanımının olması gerektiğini savunmuştur. The Ambiguity of Play (Oyunun Belirsizliği) isimli eserinde Defining Play: Some Issues (Oyunun Tanımlanması: Bazı Sorunlar) başlığı altında yaptığı tespitleri değerlendirmiştir (Sutton-Smith, 2001: 217-220). Sutton-Smith, sorunun özyapısını, bu yüzyılda ve bu kitapta oyunu tanımlamak için kullanılmış olan kavramların birçoğunun aşağıdaki anlatımda gösterildiğini ifade etmiştir:
1. Oyunun tanımı, spor ve festivallerin yanı sıra hayaller de dâhil olmak üzere aktif katılımcı biçimlerin yanı sıra hareketsiz veya dolaylı biçimler de dâhil olmak üzere dar değil, geniş olmalıdır.
2. İnsanlara olduğu kadar hayvanlara ve yetişkinlere olduğu kadar çocuklara da uygulanmalıdır.
3. Sadece üretken olmayan, rasyonel, gönüllü ve eğlenceli olduğunu söyleyen sınırlı modern Batı değerleri açısından tanımlanmamalıdır. Aksine daha geniş tarihsel ve antropolojik kanıtlar göz önüne alındığında bunlar evrensel olarak geçerli olabilecek kavramlar değildir.
4. Oyun sadece bir tutum ya da deneyim değildir; her zaman kendine özgü uygulama ve üsluplarıyla nitelendirilir.
5. Bir nükte kadar anlık olabileceği gibi bir yıllık festival döngüleri veya dört yıllık olimpiyat döngüleri kadar uzun süre var olabilir. Yapısal olarak ya bir hayal kadar dağınık ya da bir spor stadyumu kadar net olabilir.
6. Oyun dil gibidir: kendi içinde iyi ya da kötü olmayan bir iletişim ve ifade sistemidir.
“Aşağıdaki çağdaş kavramlar, bu iddiaların akla getirdiği karmaşıklığı ve değişkenliği aktarmaya nadiren yeterlidir.” diyen Sutton-Smith, 7 retorik başlık altında (1. Uyarlama olarak ilerleme oyunu: Biyolojik kavramlar / Psikolojik kavramlar. 2. Varoluşçu iyimserlik olarak kader oyunu. 3. Üstünlük olarak güç oyunu: Yetişkin biçimleri / Çocuk biçimleri. 4. Sosyal bağlam olarak kimlik oyunu. 5. Dönüşüm olarak hayalî oyun: Hayvan biçimleri / İnsan biçimleri. 6. En yüksek deneyim veya mikro gösteri olarak kendi kendine oynama. 7. Dünyanın altüst olması olarak hoppalık oyunu.) çok farklı disiplinlerdeki bilim insanlarının oyuna ilişkin öne çıkan tanımlarını niteleyerek örneklemiştir.
Oyun tasarımı ve programlama üzerine çalışan Katie Salen ve Eric Zimmerman (2004), Rules of Play – Game Design Fundamentals (Oyun Kuralları – Oyun Tasarımının Temelleri) isimli kitap çalışmalarının yedinci bölümünü Defining Games (Oyunların Tanımlanması) başlığı altında bu konuda çalışmalarıyla öne çıkan David Parlett (1999), Clark C. Abt (1970), Johann Huizinga (1955), Roger Caillois (2001), Bernard Suits (1990), Chris Crawford (1984), Greg Costikyan (2005), Elliot Avedon ve Brian Sutton-Smith (1971) gibi bilim insanlarının tanımlarının karşılaştırılmasına ayırmışlardır. Karşılaştırmada hangi ölçütlerin kullanıldığı bir tabloda gösterilmiştir (Salen ve Zimmerman, 2004: Chapter Seven / 9).
İsmi geçen araştırmacıların tanımlarını çeşitli yönleriyle ele alan ve değerlendirmeler yapan Salen ve Zimmernan, bölümün sonunda, kendi ifadeleriyle, bu önceki tanımların ögelerini bir araya getirip gereksiz parçalarını yontarak aşağıdaki tanıma ulaştıklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca bu kitap çalışmalarının geri kalanı için “oyun” derken kastettikleri tanımın bu tanım olduğu ve bu tanımın dijital oyunlardan salon oyunlarına ve spora kadar her türlü oyun için geçerli olduğunun altını çizmişlerdir.
“Oyun, oyuncuların, kurallarla tanımlanmış yapay bir çatışmaya giriştikleri ve ölçülebilen çıktı ile sonuçlanan bir sistemdir. Bu tanım yapısal olarak Avedon ve Sutton-Smith’in tanımlarına benzemekle beraber diğer birçok yazarın kavramlarını da kapsamaktadır. Tanımın ana fikirleri şunlardır: Sistem: Sistem kavramını 5. bölümde tanıttık. Sistemler, oyunlara yaklaşımımız için çok gereklidir. Oyuncular: Oyun, bir veya daha fazla katılımcının etkin olarak oynadığı bir şeydir. Oyuncular, oyunun oynanışını deneyimlemek için oyunun sistemiyle etkileşime girerler. Yapmacık: Oyunlar, hem zaman hem de mekânda sözde “gerçek yaşam” ile bir sınır oluşturur. Oyunlar açıkça gerçek dünyada ortaya çıksa da yapmacıklık onların tanımlayıcı özelliklerinden biridir. Çatışma: Tüm oyunlar bir güç yarışmasını içerir. Yarışma; iş birliğinden rekabete, bir oyun sistemiyle tek başına çatışmadan çok oyunculu sosyal çatışmaya kadar birçok biçim alabilir. Çatışma oyunların merkezindedir. Kurallar: Kuralların oyunların çok önemli bir parçası olduğu konusunda yazarlarla hemfikiriz. Kurallar, oyuncunun yapabileceklerini ve yapamayacaklarını sınırlayarak oyunun ortaya çıktığı yapıyı sağlar. Ölçülebilir netice: Oyunların ölçülebilir bir amacı veya çıktısı vardır. Bir oyunun sonunda, bir oyuncu ya kazanmış ya da kaybetmiştir ya da bir tür sayısal puan almıştır. Ölçülebilir bir sonuç, genellikle bir oyunu daha az resmî oyun etkinliklerinden ayıran şeydir.” (Salen ve Zimmerman, 2004: Chapter Seven / 11).
b) Türk Bilim İnsanları:Halk bilimci ve müzikolog Ferruh Arsunar’ın Türk Çocuk Oyunlarından Örnekler isimli eseri, Türkiye’de bu alanda yazılmış ilk kitap denemesi olma bakımından önemlidir. Arsunar, çalışması için “Bu yolda daha evvel yapılmış neşriyat olsaydı konudaki şu ilk denememi onların daha ileri bir görüşü hâline getirmeye dikkat ederdim.” diye yazdıktan sonra çocuk oyunları hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Çocuk oyunlarından bir kısmı çocukların oynaşıp eğlenirken yer yer ibda ediverdikleri şekiller olmakla beraber (ki yaratma zekâsı pek erkenden kendini gösterebilen elebaşların ön ayaklığı bu icat işinde bilhassa rol oynar), bazı yurt çapında yaygın çocuk oyunlarının bir zamanlar büyükler arasında cari olduktan sonra oradan herhangi bir sebeple çocuklara inhisar ettikleri de anlaşılmaktadır: Bu işinde çocuğun taklit çağının rolü olduğu muhakkaktır.” (Arsunar, 1955: 2). Arsunar, çocuk oyunlarını onların yoktan var etme gücüyle ilişkili ve önceleri büyüklere ait olan ancak rol model davranışıyla zamanla onlara benzemeye çalışan çocukların tekellerine aldıkları etkinlikler olarak görmektedir. Başka bir ifadeyle Arsunar, çocuk oyunlarının yaratma ve taklit unsurları etrafında ortaya çıktığını söylemektedir. Esasen bu görüşü Aristoteles, Poetika isimli eserinde şiir sanatı üzerinden şu şekilde ifade etmiştir: “Şiir sanatı genel olarak varlığını, insan doğasında temellenen iki temel nedene borçlu gibi görünüyor. Bunlardan birisi taklit içtepisi olup, insanlarda doğuştan vardır; insanlar, bütün öteki yaratıklardan özellikle taklit etmeye olağanüstü yetili olmalarıyla ayrılır ve ilk bilgilerini de taklit yoluyla elde ederler. İkincisi, bütün taklit ürünleri karşısında duyulan hoşlanmadır ki, bu, insan için karakteristiktir.” (Aristoteles, 1987: 16). Oyunları tanımlamada ya da onlar hakkında görüş belirtmede taklit unsuruna birçok araştırıcı müracaat etmiştir.
Türk halk biliminde yaptığı öncü çalışmalarla tanınan Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru isimli eserinin beşinci bölümünü çocuk oyunlarına ayırmıştır ve oyun için onun işlevlerini göz önünde bulundurarak şöyle bir tanım yapmıştır: “Çocukların ve daha az ölçüde büyüklerin -günlük geçim didinmelerinden ayırabildikleri boş zamanlarında- herhangi bir üretim çabasını, ya da başka çeşitten bir hizmeti zorunlu kılmadan, sadece eğlenme yolu ile dinlenmelerini sağlayan eylemlerdir.” (Borotav, 1984: 232).
Sanat tarihi, gösteri sanatları ve özellikle tiyatro gibi alanlarda vermiş olduğu eserlerle bir kültür araştırmacısı olarak tanınan Metin And, Oyun ve Bügü isimli eserinde oyun kavramını tanımlarken şu ifadeleri kullanmıştır: “Kimine göre oyun, enerji fazlasını atmak; kimine göre, benzetmece içgüdüsünü doyurmak; kimine göre ise boşalma gereksinmesini karşılamaktır. Bir kurama göre oyun genç yaratıkları (insan ya da hayvan) ilerde yaşamın gerektirdiği ciddi iş ve uğraşlara hazırlamak, yetiştirmek içindir. Bir başka ilkeye göre oyunda doğuştan bir yeteneği geliştirme itkisi ya da üstün gelme ve yarışma isteği, yitik enerjiyi tek yönlü canlılıkla, eylemle onarma vb. gibi itkiler bulunmaktadır.” (And, 2012: 27-28). Bu görüşünden sonra Huizinga’yı referans alarak onun sıraladığı oyun kavramının niteliklerini şu şekilde özetlemiştir: “Oyun özgür bir eylemdir, bilinçli olarak günlük yaşamın da dışında kalır, ciddi bir iş olarak benimsenmemekle birlikte oyuncu yoğun olarak ve tümüyle kendini oyuna verir. Bu eylemde maddi bir kazanç, bir kâr, bir çıkar beklenmez. Oluşumu, kendi zaman ve yer sınırlaması, saptanmış kuralları ve düzeni içindedir. Çoğunlukla dış dünyadan kendilerini kılık değiştirme ve başka yollarla ayırır ve oyuncuları, aralarında gizli bağlarla birleştirir; toplumsal öbekleşmeyi kolaylaştırır.” (And, 2012: 30). Yine Huizinga’nın incelediği oyun kavramı için “Kökündeki en yüksek biçimlerdir.” ifadesinden hareketle And, oyunun işlevinde iki önemli görünüm olduğu belirtir: “Ya bir şey için yarışma, karşılaşma ya da bir şeyi yansılama, benzetme. İki işlevi birleştirirsek, oyun ya bir yarışmayı yansıtır ya da bir şeyi başka şeye en iyi benzetmek için yarıştır.” (And, 2012: 30).
Türk Millî Olimpiyat Komitesini kurarak ülkemize birçok olimpik oyunu getiren, olimpik oyunlarda ülkemizin temsil edilmesini sağlayan Selim Sırrı Tarcan; beden eğitmeni, spor adamı, folklor derleyicisi, siyasetçi gibi çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. Tarcan, Beden Terbiyesi: Oyun – Cimnastik – Spor isimli eserinde oyun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, sağlık ve mutluluğun düzenleyicisidir. Oyun; ister düşünce yorgunluğu gidersin, ister kuvvetin harcanmasından teşekkül etsin ya da hayata hazırlıklı sayılsın; küçük, büyük herkes için tabii bir hareket ihtiyacıdır.” (Tarcan, 1932: 145). Tarcan’a göre oyunlar, beden ve beyin jimnastiği açısından doğal bir ihtiyaçtır, çünkü insan hayatındaki iki önemli dilek olan sağlık ve mutluluk, oyun oynamanın temel kazanımlarındandır. Oyunun sonucu itibarıyla kaybeden kişi ya da taraf ödülden olsa da cezalandırılsa da oyunun işlevi açısından oyunun kaybedeni yoktur.
Doktorasını Almanya’da yapan halk bilimci Nevzat Gözaydın, Dil, Çocuk ve Oyun başlıklı makalesinde oyun hakkında görüşlerde bulunmuştur: “Çocuğun dokunma, deneme, taklit ve keşif konusundaki merakı, onun canlı ve aktif bir biçimde diliyle, hareketiyle rol aldığı sahne, sadece oyun sahnesidir. Dil becerisiyle iletişim kurduğu oyun alanında arkadaşlarıyla vakit geçirir. Arkadaşı yoksa oyuncaklarıyla konuşur, kendi hayal dünyasını oluşturur. Oyun ve oyuncak dünyası çocuğun gelişmesine ve büyümesine yeni ivmeler kazandırır. Çocuğun duygu ve düşünceleri herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın kendi iç ve dış dünyasındaki gelişmesine katkı sağlarken, bunların ifadesi sırasında kullandığı dil ve hareket özellikleri de farklılıklar gösterir.” (Gözaydın 2007: 293).
Çocuk psikolojisi, özel eğitim ve rehberlik gibi alanlarda yaptığı akademik çalışmalarla tanınan Necate Baykoç Dönmez, Oyun Kitabı adlı eserinde oyunun, yaşamın tüm evreleriyle ilgili bir kavram olduğunu ve bu özelliğinden dolayı oyun çeşitlerinin yaş gruplarına göre çeşitlilik gösterdiğini vurgulayıp oyunun çok kesin ve belirli bir tanımının olamayacağını ancak birçok kuramcının oyunu, çocuğun yaşamının doğal bir parçası olarak düşünüp farklı tanımlamalarda bulunduğunu belirtmiştir. Dönmez’in kendisi oyunun işlevleri üzerinden genel bir tanımlama yapmıştır: “Oyun belli bir amaca yönelik olan veya olmayan, kurallı ve ya kuralsız gerçekleştirilen, her durumda çocuğun isteyerek ve hoşlanarak içinde yer aldığı fiziksel, bilişsel, duygusal, dil ve sosyal gelişimin temeli olan gerçek hayatın bir parçası ve çocuk için en etkin öğrenme süreci olarak ifade edilebilmektedir.” (Dönmez Baykoç, 1992: 13).
Türkiye’de çocuk oyunları konusunda halk bilimi odaklı en ayrıntılı ve kapsamlı çalışmayı bir doktora tezi olarak hazırlayan ve sonrasında kitaplaştıran Nebi Özdemir, Türk Çocuk Oyunları isimli iki ciltlik eserinin giriş bölümüne oyun kavramının tanımını yaparak başlamıştır: “Tarihin ilk dönemlerinden bu güne kadar bütün insanlar benzer şekillerde oyun oynamışlar ve oynamaktadırlar. Oyun oynamak, toplumun (çocuk-genç-yaşlı, kadın-erkek, idareci-tüccar, öğrenci-işsiz, zengin-fakir, köylü-kentli vb.) bütün kesimleri veya üyeleri tarafından zevk almak amacıyla gerçekleştirilen gönüllü bir etkinliktir.” (Özdemir, 2006: 21). Özdemir, hemen ardından Türk dünyasında “oyun” kavramının eskiden olduğu gibi bugün de “oyun” ile ifade edildiğini vurgulayarak geniş bir coğrafyada konuşulan Türk dilinin semantik, morfolojik, fonetik açılardan çok az değişikliğe (lehçe ve ağız özellikleri nedeniyle) uğramış ortak sözcüklerinden biri olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Özdemir, “oyun” sözcüğünün tarihî yazıt ve metinlerdeki, çağdaş Türk lehçelerindeki, çeşitli eser ve sözlüklerdeki biçim ve anlamlarına da ayrıntılı olarak değindikten sonra Türkçe sözlüklerde oyun kökünden türetilmiş isim ve fiil soylu pek çok kelime veya kelime grubunun bulunduğunun altını çizmiş ve bu sözcük dağarcığına oyunla ilgili kelime ve deyimleri, çocuk oyunları ve oyunlarla ilgili kelimeleri de ekleyip kapsamlı bir şekilde örnekleyerek vermiştir. Özdemir, Türk kültüründe ve yaşamında oyunun ne denli önemli bir yerinin olduğunu oyun kavramının anlamları üzerinden değerlendirip bunların daha çok yetişkin yaşamıyla ilgili olduğunun altını çizerek Türklerin bireysel ve toplumsal tepkilerini dile getirmek için oyun kökeninden türetilen kelimeleri olumlu anlamda insan sevgisini, mutluluğunu ve sevincini ifade etmek isterken; olumsuz anlamda hile, düzenbazlık, ahlaksızlık ve hakaret gibi davranışları ifade etmek isterken kullandığını açıklamıştır. Özdemir, bazı yabancı dillerde oyun, çocuk oyunu ve oyuncak anlamında kullanılan kelimeleri de verdikten sonra Türkiye’de oyun kavramının çocuk eğitimi ve gelişimi, çocuk ruh sağlığı ve psikoloji bilim dalları açısından tanımının yapıldığını ancak bunların oyunun yapısal ögeleri ve bu ögelerin meydana getirdikleri bütün içindeki işlevlerine yer vermeyen mükerrer tanımlardan ibaret olduğunu bunlardan öne çıkanları alıntılayarak göstermiştir. Ardından Türk halk bilimi alanında çalışan bazı araştırıcıların tanımlarını vermiş ama bunların da pedagog ve psikologların tanımlarından çok farklı olmadığını vurgulamıştır. Özdemir; pedagog, psikolog ve halk bilimcilerin oyun ile ilgili tanım ver görüşlerinin yanında filozof, yazar, şair gibi bu konu üzerinde fikir beyan eden önemli şahsiyetlerin görüşlerini de vermeyi ihmal etmemiştir. Özdemir, oyunların temel özellikleri ile ilgili olarak ayrı ayrı Huizinga, Öngen ve Caillous’un görüşlerini maddeler hâlinde verdikten sonra oyun ile ilgili geliştirilen kuramları ele almıştır. Bu kuramları, Tezcan’ın (1993) Boş Zamanlar Sosyolojisi isimli eserinde özetlediğini belirterek bunlar hakkında bilgiler vermiştir. Özdemir bu kuramları “biyolojik ve fizyolojik kuramlar”, “psikolojik kuramlar”, “sosyolojik kuramlar” üst başlıkları altında öne çıkan temsilcilerinin adlarını vererek kısa ve öz değerlendirmelerde bulunmuştur. Özdemir, dünyadaki ve Türkiye’deki çocuk oyunu araştırmalarını kapsamlı bir şekilde vermiştir. Dünyadaki çalışmaları öne çıkanlarıyla kıta adları başlıklarının altında verirken Türkiye’deki çalışmaları bilinen en eski yazılı tarihî kaynaklardan (yazıt, destan metni, dinî metin, sözlük, siyasetname, seyahatname vb.) alıp eserini kitaplaştırdığı tarihe kadar getirerek oldukça teferruatlı bir şekilde vermiştir. Özdemir, yirminci yüzyılda Türkiye’de çocuk oyunları üzerine yapılan kılavuz kitap, derleme, inceleme gibi halk bilimi odaklı çalışmaların neredeyse tamamını eserini bitirdiği tarih itibarıyla kronolojik düzende vererek bir bakıma bu alanda araştırma yapacakların kaynakçasını hazırlamış; onların işini kolaylaştırmıştır.1
Folklorun oyunlar için bir düzenleyicilik vazifesi üstlendiğini ve oyunların içeriklerini uygun hâle getirerek en iyi şekilde icra edilmesine yardım ettiğini ifade eden Tatar halk bilimci Nekıy İsenbet, oyunların şu özelliklerine dikkat çekmiştir: “Çocukların beden ve akıl yönünden gelişimlerinde onları kollektif disiplinde bir araya getirmeye (örgütlemeye) ve onların estetik duygularını eğitmede bu oyunların ne kadar önemli bir yere sahip olduğu herkes tarafından bilinen bir konudur. Ortaklaşa oynanan türkülü oyunların bazıları eski düğün, bayram gibi gelenek ve göreneklerden kalmış olup bunların çocuklar arasında oynanan oyunlara geçiş yaptığı anlaşılmaktadır (Kaburgalı kamçılı, aksöğüt vb.). Oyunların çoğu beceri ve kurnazlığı geliştirmek için oynanır (Ebeleme, turp yolma, kör teke vb.). Bazıları refleks kazanma ve otonom bir harekette daha iyi olma için idman yapmak üzere oynanır (Uçtu uçtu). Bazıları da bir halk masalının tiyatrolaştırılmasıyla daha da değer kazanarak bir oyun özelliği kazanırlar (Aksak keçi, kabak vb.).” (İsenbet, 1941: 72-73).
“Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Müdürlüğü” tarafından Anadolu Çocuk Oyunları adıyla hazırlanan eserde geleneksel çocuk oyunlarının önemli bir kısmının özellikle şehirde yaşayan çocuklar tarafından oynanmadığına, bundan dolayı kuşaklar arası aktarımın gerçekleşmediğine değinilerek halk bilimi açısından bu oyunların şu özelliklerine dikkat çekilmiştir: “Geleneksel çocuk oyunları, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan, deneyimleme yoluyla öğrenilen, çocuk ya da yetişkin her yaştan katılımcının oynayabildiği hatta farklı kuşakların bir arada oynamasına elverişli olarak kültür aktarımını sağlayan, kuralları, mekânı ve malzemeleri bağlamına göre farklılık gösterebilen oyunlardır. Eğlenceyi ve kimi zaman yarışı ya da temsili de içeren bu oyunlar, toplumların kültürel miraslarının önemli bir parçası olarak görülmüşlerdir.” (MEB, 2020: 13).
Pili Bitmeyen Oyunlar adlı eserinde Birdal Öztürk, geleneksel çocuk oyunlarının çocuklara ahlaki değerler, duygular, tutumlar, tavırlar, düşünceler, davranışlar kazandırdığını izah ederek konuyu şu şekilde açmıştır: “Geleneksel çocuk oyunları çocuklara; paylaşmayı, yardımlaşmayı, duygudaşlığı, merak duyularını, yeteneklerini keşfetmeyi, problem çözebilmeyi, özsaygıyı, özgürlüğü, medeni cesareti, bağımsız hareket edebilmeyi, sorumluluk bilincini, arkadaşlığı, yaratıcılığı, samimiyeti, dürüstlüğü, sınırını bilmeyi, sevmeyi, saymayı, kurallara uymayı, doğruyu, yanlışı, hak yememeyi, hakkını savunmayı, sırasını beklemeyi, izin istemeyi, affetmeyi, özür dilemeyi, çevreye zarar vermemeyi, kültürü yaşatmayı, haz duymayı, hesap yapmayı, kardeşliği, farkındalığı, duyarlı olmayı, iletişimi, oyuna sadakati, yarışma ruhunu, grubun çıkarını kendi çıkarının üzerinde tutmayı, özveriyi, birlik olmayı, görgü ve ahlak kurallarını, değerleri, taktik ve stratejiyi, taklit etme becerisini, akıl yürütmeyi, muhakeme becerilerini, drama yapmayı, emek vermeyi, sosyalleşmeyi, inancı vb. destekleyip güçlendirmektedir, ilerde çocukların, kanunlara saygılı olan iyi birer yurttaş, ülkesini seven insanlar, inançlara, farklılıklara ve değerlere saygı gösteren, mizah anlayışı iyi bireyler yetişmesi için müthiş kazanımlar sağlamaktadır.” (Öztürk, 2020: 19).
Geçmişten Günümüze Türkiye’de Geleneksel Çocuk Oyunları isimli eserinde Handan Asûde Başel, bir çocuğun hayatındaki en önemli olgunun oyun olduğuna vurgu yaparak oyun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, kendiliğinden ortaya çıkan, hedefi olmayan ve mutluluk getiren serbest bir etkinliktir. Oyun, çocuğun iç dünyasını dıştaki sosyal dünya ile birleştirmesine yardım eder. Gander ve Gardiner’e göre, oyun sırasında çocuklar; duyu, hareket ve biliş becerilerinin birçoğunu vurgulamakta ve denetlemekte, ayrıca kavramları, toplumsal farkındalık ve toplumsal davranışları geliştirmektedir. Kısaca oyun, çocukları eğlendirirken aynı zamanda onların sosyal, psikolojik ve fiziksel gelişimine etki etmekte ve grup içinde karşılıklı anlayış, hoşgörü ve birbirine saygı göstererek yaşama duygularının temellerinin atılmasını sağlamaktadır.” (Başal, 2017: 1).
İlköğretim ve Ortaöğretimde Geleneksel Çocuk Oyunları adlı eserlerinde Ali Serdar Yücel ve Cemal Gündoğdu “Oyun bir toplumun kültürel özelliklerini yansıtma özelliği açısından önem taşır. Oyun vasıtasıyla toplumun gelenek ve görenekleri, yaşam tarzları, müziği, inançları vb. gibi toplumsal özellikleri gelecek nesillere aktarılır. Bu konuda çocukların oyundaki koruyuculuğu ve tutuculuğu rol oynar.” (Yücel ve Gündoğdu, 2021: 1) görüşleriyle oyunun kültür aktarımı özelliğine dikkat çekmişlerdir. Yine aynı çalışmalarında birtakım oyun tanımlarını verdikten sonra şöyle bir tanım yapmışlardır: “İnsanın doğası gereği içgüdüsel bir etkinlik, zihinsel ve fiziksel yeteneklerin geliştirildiği, ruhsal doyum ve sosyal uyumun sağlandığı, çocukların vazgeçilmez uğraşı ve eğlencesidir.” (Yücel ve Gündoğdu, 2021: 4).
Demet Öngen, Okul Öncesi Çağdaki Çocukların Oyun Konusundaki Toplumsal-Bilişsel Davranış Örüntüleri ile Oyun Materyalleri Arasındaki İlişki isimli yüksek lisans çalışmasında pedagojik bakış açısıyla oyun kavramını şu şekilde tanımlamıştır: “Oyun genel anlamıyla, sonucu düşünülmeden herhangi bir amaca ulaşmaktan çok zevk almak amacıyla girişilen, görünürde pratik bir sonucu olmayan etkinlik olarak tanımlanmaktadır. Daha dar anlamıyla, önceden belirlenen kurallara göre yürütülen ve yarışmacıların gücüne, becerisine veya şansına bağlı olarak bir sonuca ulaşan etkinlik anlamına gelmektedir. Oyun, bireysel, kendiliğinden ve imgelem gücüne dayanan etkinliklerden grup içinde ve kurallarla düzenlenen yarışma tipindeki etkinliklere doğru bir gelişme göstermektedir.” (Öngen, 1991: 2).
Sinan Koçyiğit, Mehmet Nur Tuğluk ve Mehmet Kök (2007: 327) birlikte yaptıkları Çocuğun Gelişim Sürecinde Eğitsel Bir Etkinlik Olarak Oyun başlıklı çalışmada oyun üzerine yapılmış birçok tanımın olduğu vurgulamışlar ve bunlardan yararlanarak genel bir tanım yapmışlardır: “Oyun, belli bir amaca yönelik ya da amaçsız olarak, kurallı ya da kuralsız, çocuğun tüm gelişim alanlarına etki eden, çocuğun isteyerek ve hoşlanarak katıldığı, araçlı ya da araçsız olarak gerçekleştirilen doğal öğrenme aracıdır.”