banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları


Bir saat geçmemiş ki yaşlı adam elinde gümüşlerle görünmüş. Kardeşim ayağa kalkıp ona yaklaşarak şöyle bağırmış:

‘Ey Müslüman kardeşlerim! Gelin de bana yardım edin. Hikâyemi, bir de bu kötü adamdan dinleyin!’

Yaşlı adam bunu duyunca sessizce şöyle demiş:

‘Hangisini tercih edersin? Beni bırakmayı mı yoksa insanların karşısında rezil olmayı mı?’

‘Beni nasıl rezil edecekmişsin bakalım?’

‘Şöyle ki sen koyun eti diye insan eti satıyorsun.’

‘Yalan söylüyorsun adi herif!’

‘Asıl adi olan, dükkânında insan eti satan sensin. Eğer senin dediğin gibiyse param da hayatım da senindir.’

Sonra yaşlı adam yüksek sesle bağırmaya başlamış:

‘Ey insanlar! Sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak için bu adamın dükkânına girin!’

Bir anda herkes kardeşimin dükkânına hücum etmiş ve koç, birden ölü bir adama dönüşmüş. Bunun üzerine kardeşime bağırmaya başlamışlar: ‘Seni kâfir! Seni hain!’

En yakın arkadaşları bile onu dövmeye başlamış. Şöyle bağırıyorlarmış:

‘Sen bize âdemoğullarının etini mi yediriyorsun?’

Dahası, yaşlı adam, kardeşimin suratına öyle bir vurmuş ki bir gözünü yerinden çıkarmış.

Sonra boğazı kesilmiş cesedi valiye götürmüşler. Yaşlı adam, ‘Efendim, bu adam insanları katlediyor ve etlerini koyun eti diye satıyor. Onu sana getirdik. Şimdi ayağa kalk ve Allah’ın emrini yerine getir.’ demiş.

Kardeşim kendini savunmak istemiş fakat vali onu dinlemeyi reddetmiş. Onu beş yüz sopa yemeye mahkûm etmiş. Dahası, bütün servetine el koymuş. Eğer rüşvet vererek tükettiği o servet olmasaymış onu öldürürlermiş. Sonra vali onu Bağdat’tan kovmuş. Kardeşim de riske girerek büyük bir şehre yerleşmiş ve orada ayakkabı tamirciliği yapmaya başlamış. Dükkânını açmış ve hayatını kazanmak için çalışmaya başlamış.

Bir gün kardeşim işine giderken bir at sürüsünün sesini duymuş ve bunun ne olduğunu sormuş. Ona, kralın avlanmaya çıktığını söylemişler. O da kralı görmek için beklemeye karar vermiş. Talih bu ya kral, kardeşimle göz göze gelmiş, hemen kafasını eğmiş ve şunları söylemiş:

‘Böyle bir günün fenalığından Rabb’ime sığınırım.’

Sonra atına binip maiyetiyle birlikte sarayına dönmüş, muhafızlarına kardeşimi yakalayıp dövmelerini emretmiş. Onlar da kardeşimi öldüresiye dövmüşler. Bu kötü muamelenin sebebini bilmeyen kardeşimse acınacak bir hâlde evine dönmüş.

Bir süre sonra kardeşim, kralın adamlarından birine gitmiş ve başından geçenleri anlatmış. Adam da sırtüstü yere düşünceye kadar kahkahalarla gülmüş ve şöyle demiş:

‘Ah benim kardeşim… Bilmiyor musun kral, tek gözlü adamlara bakmaya tahammül edemiyor? Hele ki sağ gözü körse onu öldürmeden içi rahat etmez.’

Bunu duyan kardeşim, çareyi o şehirden kaçmakta bulmuş. Kendisini hiç kimsenin tanımadığı bir şehre gitmiş ve bir süre orada kalmış. Başına gelen talihsizliklerden dolayı acı çekerken bir gün, bir parça gezip kendini teselli etmek istemiş. Tek başına yürürken arkadan bir at sürüsünün geldiğini duymuş ve kendi kendine şöyle demiş: Allah beni cezalandırıyor.

Her ne kadar saklanacak bir yer aradıysa da bulamamış. Nihayet kapalı bir kapı görmüş ve kapıyı kuvvetle itmiş. İçeri girip saklanacak bir yer aramaya koyulmuş. Kapı uzun bir koridora açılıyormuş, tam orada saklanacakmış ki iki adam onu yakalayarak şöyle demiş:

‘Üç gecedir uykumuzu da rahatımızı da bozuyorsun. Bizleri büyük sıkıntıya soktun!’

Kardeşim, ‘Sizi rahatsız eden ne?’ diye sormuş.

Onlar da ‘Karanlıkta bekleyip bizi korkutan ve paramızı çalan sensin ve bizi rezil edip hilelerinle evin efendisinin boğazını kesmeyi planlıyorsun. Sen ve arkadaşlarının onu dilenmeye mecbur etmesi yetmedi mi? Hadi bakalım, şimdi her gece bizi korkuttuğun bıçağını ver.’

Sonra üzerini aramışlar ve ayakkabı derilerini kesmek için kullandığı bıçağı bulmuşlar. Bunun üzerine kardeşim, ‘Ey insanlar, Allah’tan korkun ve bana kötülük etmeyin. Bilin ki benim de oldukça ilginç bir hikâyem var.’ demiş.

‘Peki senin hikâyen nedir?’ diye sormuşlar.

Kardeşim de gitmesine izin verirler umuduyla başından geçenleri bir bir anlatmış fakat onlar, anlattıklarına kulak asmamış ve ona saygı göstermek yerine zavallıya feci bir dayak atıp kıyafetlerini yırtmışlar. Vücudundaki yara izlerini görünce de şöyle demişler:

‘Seni Allah’ın belası! İşte bu yara izleri suçunun delili.’ deyip onu valiye götürmüşler.

Kardeşim kendi kendine şöyle demiş:

Şimdi günahlarımın bedelini ödüyorum ve beni yüce Allah’tan başka hiç kimse kurtaramaz.

Vali kardeşime sormuş:

‘Seni hain! Cinayet işleme niyetiyle bu insanların evine giriyorsun. Ne istiyorsun onlardan?’

Kardeşim: ‘Allah aşkına efendim, söyleyeceklerimi dinleyin ve beni suçlamakta acele etmeyin.’ demiş. Fakat vali şöyle bağırmış:

‘İnsanları dilendiren bir hırsızın, kırbaç izleri taşıyan bir suçlunun sözlerine mi kulak vereceğim?’ ve devam etmiş: ‘Eğer büyük bir suç işlemeseydin seni böylesine dövmezlerdi.’

Böylece vali, ona yüz kırbaç vurulmasına karar vermiş. Sonra kardeşimi bir devenin sırtına bindirip şehrin içinde dolandırarak şöyle demişler:

‘İnsanların evlerine zorla giren birine az bile…’

Bununla da kalmamış, onu şehirden atmışlar. Kardeşim de rastgele dolanıp durmuş; ta ki ben başına gelenleri duyup onu aramaya çıkıncaya kadar. Kendisini bulduğumda bana başına gelenleri anlattı. Ben de onu gizlice şehre getirdim, yiyecek, içecek parası verdim.”

Halife dinlemeye devam etmiş…

BERBERİN BEŞİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ

“Beşinci kardeşim El-Nashar’ın iki kulağı da kesiktir yüce kumandanım. Geceleri dilenerek eline geçen parayla yaşardı. Yaşlı babamız hastalanıp öldüğünde bize yedi yüz dirhem para bıraktı. Her birimiz payımıza düşen yüzer dirhemi aldık. Fakat bu kardeşim, parasını aldığında kafası karıştı ve parayla ne yapacağını bilemedi. Bu kafa karışıklığı devam ederken kardeşim bir tepsiye çeşitli cam eşyalar koyup satmaya karar verdi. Böylece helal para kazanabilecekti. Yüz dirhem paraya çeşitli cam eşyalar aldı, onları bir tepsiye yerleştirdi ve mallarını satmak üzere bir duvara yaslanıp tepsiyi tezgâhına yerleştirdi. Sonra da -bana anlattığı üzere- hayaller kurmaya başlamış:

Şimdi… Bu cam eşyalara yatırdığım para yüz dirhem. Bunları satarsam elime kesin iki yüz dirhem para geçer. Sonra o parayla yeni cam eşya alırım. Onları da dört yüz dirheme satarım. Böyle alıp satmaya devam ederim; ta ki dört bin dirhem param oluncaya dek. Bu parayla da zengin bir adam olur, kendime mal ve mücevher satın alırım. Bunlarla da büyük bir kazanç elde ederim Allah’ın izniyle. Böyle böyle yüz bin dirhemlik bir servet elde edinceye kadar uğraşırım. Sonra kendime güzel bir ev, beyaz köleler, muhafızlar ve atlar satın alırım. Yer, içer, eğlenirim. Şehirde bana şarkı söylemeyen bir tane bile erkek ya da kadın şarkıcı bırakmam.

Önündeki üzerinde “dört yüz dirhem değerinde” cam eşya olan tepsiye şöyle bir bakıp hayallerine devam etmiş:

Elimdeki para yüz bin dirhem olduğundaysa inşallah kralların ve vezirlerin kızlarına talip olurum. Vezirin en büyük kızını kendime eş olarak isterim çünkü duyduğuma göre mükemmel bir güzelliği olan yetenekli ve iyi kalpli bir kadınmış. Bin dirhem başlık parası veririm. Babası razı olursa ne âlâ… Olmazsa da kızı kaçırırım. Kızı evime yerleştirdiğimde on tane harem ağası alır, kendime de kralların ve sultanların giyeceği türden bir kaftan diktiririm. Dahası, mücevherlerle kaplı olan bir eyer satın alırım. Sonra beni korumaları için memluklerle anlaşırım. Halk beni selamlayıp hayır duaları okurken de şehri gezerim. Sonra vezire yani kızın babasına beyaz kölelerden oluşan bir ordu eşliğinde giderim. Beni görünce vezir ayağa kalkar, beni kendi yerine oturttuktan sonra kendisi benden daha alçakta bir yere oturur.

İçinde biner dinar para olan keseler taşıyan kölelere parayı vezire vermelerini söylerim. Bin dinar kızı için başlık parası, bin dinar da benden kendisine hediye olarak ki cömertliğimi, zenginliğimi, ruhumun yüceliğini ve dünya malının benim nazarımda ne kadar önemsiz olduğunu görsün. Onun bana söyleyeceği on söze karşılık iki kelime cevap veririm. Sonra evime dönerim. Gelin tarafından biri yanıma geldiğinde ona hediyeler ve para veririm. Olur da bana hediye getirirlerse reddeder ve iade ederim ki böyle bir şeye tenezzül etmeyecek kadar gururlu olduğumu anlasınlar. Böylece statümü ve konumumu belli etmiş olurum. Bunu yaptıktan sonra da düğün gecesini belirler, evimi gösterişli bir şekilde süslerim. Gelin geldiğinde ise en güzel kıyafetlerimi giyer, altınla süslenmiş yatağıma otururum. Dirseğimi bir yastıkla destekler, sağa ya da sola dönmeden direkt önüme bakarım. Ay yüzlü güzel karım, en güzel kıyafetleriyle karşımda durur. Bense azametimden ve soyluluğumdan dolayı o bana şunları söylemeden dönüp bakmam: ‘Ah efendim, ben sizin karınız, hizmetçinizim. Bana bir bakış lütfedin. Karşınızda durmaktan yoruldum.’ Sonra önümde yeri defalarca öper, ben de bunun üzerine gözlerimi kaldırır, şöyle bir bakar, sonra tekrar önüme dönerim. Daha sonra onu gelin odasına getirirler, ben bu kez daha da güzel bir kıyafet giyerim. Gelini ikinci kez getirdiklerindeyse bana defalarca yalvarmadan dönüp bakmaya tenezzül etmem. Bu kez de gözümün ucuyla şöyle bir bakar, kafamı yere eğerim. Düğün bitinceye dek böyle devam ederim.

Böyle böyle bir zaman sonra harem ağasına bana beş yüz dinar getirmesini emrederim, sonra parayı gelin alayına bahşiş olarak verir, beni gelin odasına götürmelerini emrederim. Beni onunla baş başa bıraktıklarında ne bir söz eder ne de dönüp yüzüne bakarım. Kendisini hor gördüğümü anlasın diye yanı başında duvara bakar dururum. Ne kadar büyük olduğumu anlamasını sağlarım. Sonra annesi yanıma gelip başımı, ellerimi öperek bana şöyle der: ‘Kızım sizin cariyenizdir, zavallı sizden iyilik bekler durur, kırık kalbini onarın!’

Bense ona cevap vermem, o da bunu görünce ayağa kalkar, ayaklarımı öpmeye başlar ve şöyle der: ‘Ah efendim, benim kızım gerçekten de çok güzeldir. Hiçbir erkeğin eli eline değmemiştir. Eğer siz onu umursamamaya devam eder, ondan yüz çevirirseniz kalbi çok kırılır. Onunla biraz ilgilenin ve onu rahatlatın.’ Sonra ayağa kalkar ve bir kadeh şarap getirip kızına şöyle der: ‘Al bunu ve efendine götür.’ Fakat ben onu öylece ayakta bekletirim. Dirseğimi altınla süslü bir yastığa dayar, öylece durur, geriye yaslanırım. Böylelikle o da benim ruhumun ne kadar asil olduğunu anlar ve benim bir sultan olduğumu düşünür.

Sonra bana şöyle der: ‘Ah efendim, Allah aşkına, kölenizin elinden bir kadeh şarap için! Gerçekten de ben sizin cariyenizim.’ Fakat ben onunla konuşmam. O da ısrar eder: ‘Bunu içmelisiniz.’ Ben de onu yumruklar ve tekmelerim.

Böyle böyle hayal kurarken bir anda kardeşim sahiden tekmesini savurmuş ve tepsiyi yere düşürmüş. İçindeki bütün eşyalar paramparça olunca kendi kendine: