banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları


Prens cevap vermiş: “Size ya da kızınıza bir saygısızlık mı ettim? Şuracıkta öldürürüm sizi! Beni, istese krallığınızı darmadağın edip bütün servetinize el koyacak asil Hüsrev’in oğlunu, nasıl şeytanlarla bir tutarsınız?”

Bu sözleri duyan hükümdar dehşete kapılmış ve şöyle cevap vermiş:

“Eğer iddia ettiğin gibi asil bir soydan geliyorsan sarayıma neden izinsiz girdin ve kızımın kocasıymışsın gibi davranıp onuruma leke sürdün? Sen bilmezsin, ben ne hükümdarların oğlunu öldürdüm kızımla evlenmek isteyen. Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? Eğer adamlarımı çağırır ve seni öldürmelerini emredersem bundan nasıl kurtulacaksın? Seni benim elimden kim alacak?”

Hükümdarın bu sözlerini duyan prens cevap vermiş:

“Gerçekten de aklınız ne kadar kıt! Kızınıza benden daha yakışıklı bir adam bulabilecek misiniz? Hayatınızda benden daha yürekli, daha güçlü, daha zengin birini gördünüz mü?”

“Hayır, görmedim. Keşke kızımı soylulara yakışır bir şekilde şahitler önünde benden isteseydin. O zaman seni onunla evlendirirdim fakat şimdi seni onunla gizlice evlendirecek olsam bile bu, senin bana saygısızlık ettiğin gerçeğini değiştirmez.”

Prens, “Doğru söylüyorsun hükümdarım; ama olur da dediğin gibi beni öldürtürsen bu senin zararına olur. Kendi halkını ikiye bölersin çünkü halkının bir kısmı seni haklı bulurken diğer bir kısmı haksız olduğunu düşünür. Bu fikirden vazgeç ki sana ilginç bir teklifte bulunayım.”

“Söyle bakalım neymiş teklifin?”

“Benimle düello yapın. Rakibini yenen daha güçlü ve daha büyük ilan edilsin ya da bu gecenin sabahında piyadelerinizi, süvarilerinizi ve kölelerinizi karşıma çıkarın. Fakat önce bana kaç kişi olduklarını söyleyin.”

“Kölelerim ve askerlerim kırk bin tane, bir o kadar da süvari var.”

“Şafak söktüğünde ordunuzu toplayın ve onlara: ‘Bu adam kızıma talip, onunla evlenebilmesinin şartı tek başına sizinle savaşıp galip gelmek. Çünkü bunu yapabileceğini iddia ediyor. İşin aslı şu ki bunu yapabilir.’ deyin. Sonra onlarla savaşayım. Olur da beni yenerlerse onurunuz temizlenir ve şanınız yücelir. Eğer onları bozguna uğratırsam beni damadınız olarak kabul edersiniz.”

Hükümdar, prensin teklifini kabul etmiş ve genç adamın cesareti karşısında dehşete düşmüş. İçten içe prens karşısında mağlup olacağını hissediyormuş. Bu sebepten onurusuzlukla itham edilmeden önce bu işten kurtulmak istemiş. Bunun için muhafıza derhâl vezirini çağırmasını emretmiş. Vezir de hükümdarın emriyle bütün orduyu toplamış ve savaşa hazırlamış.

Vezir, bölgedeki bütün kuvvetli ve gözü pek askerlerle birlikte savaş alanına gitmiş. Hükümdara gelince, o da bir süre genç prensle konuşmaya devam etmiş. Prensin konuşmalarından ne kadar aklı başında ve iyi yetişmiş bir beyefendi olduğunu anlayan hükümdar, bu duruma memnun olmuş. Gün doğduğunda sarayına dönmüş ve tahtına oturduktan sonra ülkesindeki en iyi, en asil atları prense getirmelerini emretmiş fakat genç adam:

“Hükümdarım, savaş alanına gelinceye kadar ata binmek istemiyorum.” demiş.

“Nasıl istersen.” diye cevap vermiş hükümdar.

Sonra ikisi birlikte askerlerin konuşlandığı alana gitmiş, genç prens onlara bakmış ve sayıca ne kadar fazla olduklarını görmüş. Sonra hükümdar, askerlere seslenmiş:

“Bu genç, kızımla evlenmeye talip, kendisi oldukça iyi huylu, cesur ve güçlü bir adam ve şimdi, burada sizleri tek başına bozguna uğratabileceğini düşünüyor. Siz ki yüz bin kişilik bir ordusunuz fakat o bunu çok da önemsemiyor. Size saldırdığı anda mızraklarınız ve kılıçlarınızla ona karşılık verin. Gerçekten de başına büyük bir iş aldı.”

Sonra prense: “Hadi oğlum, göster bakalım hünerini!” demiş.

“Hükümdarım, böyle bir mücadele adil değil. Onlar at üstündeyken ben onlarla nasıl savaşabilirim?”

“Ben sana ata binmeni teklif ettim fakat sen reddettin. Ama madem öyle istediğin atı seçebilirsin.”

“Bu atlardan hiçbirini istemiyorum. Kendi atımdan başka hiçbir ata binmem.”

“Peki senin atın nerede?”

“Sarayın en üstünde.”

“Neresinde?”

“Çatıda.”

Bu sözleri duyan hükümdar bağırmış:

“Senin aklın başında mı? Bu söylediklerin deli olduğunun en büyük işareti. Bir at nasıl çatıda olabilir? Ama önce bir görelim bakalım doğru mu söylüyorsun yoksa yalan mı!”

Sonra kumandanına dönmüş ve “Saraya dön ve çatıda ne bulursan bana getir!” demiş.

Orada bulunan herkes, prensin sözlerine şaşırmış. Birbirlerine şöyle diyorlarmış:

“Bir atın merdivenlerden inmesi mümkün mü? Hayatımda böyle bir şey duymadım.”

Bu arada hükümdarın görevlendirdiği kumandan, sarayın çatısına çıkmış. Orada daha önce hiç görmediği güzellikte bir at görmüş. Yaklaşıp incelemeye başladığında atın, abanoz ve fil dişinden yapıldığını fark etmiş. Kumandanın yanında bulunan diğer askerler ata bakıp gülmeye başlamışlar. Birbirlerine:

“Gencin bahsettiği at bu muydu? Belli ki çılgının teki ama nasıl olsa yakında gerçeği öğreniriz. Bu hakikaten de oldukça ilginç bir olay.” diyorlarmış.

Sonra atı kaldırıp hükümdara götürmüşler. Herkes, atın etrafında dolanıp ona hayranlıkla bakıyor, güzelliği karşısında hayrete düşüyormuş. Hükümdar da atı oldukça beğenmiş ve prense sormuş:

“Bu at senin mi genç adam?”

“Evet efendim, o benim atım. Birazdan mucizelerini siz de göreceksiniz.”

“Hadi göster bakalım!”

“Askerler uzaklaşmadan ata binmem.”

Hükümdar da askerlerine ata, bir ok menzili mesafesinde durmalarını emretmiş. Prens şöyle devam etmiş: “Efendim, şimdi atıma atlayıp askerlerinize hücum edeceğim ve onları parçalara ayıracağım.”

“İstediğini yap, hiçbirine acıma! Bil ki onlar da sana acımayacak…”

Sonra prens atına atlamış. Kumandanları askerlere, “Genç adam yaklaştığında ona mızraklarımızla saldırır, sonra da kılıçtan geçiririz.” demiş.

Diğer bir asker de “Allah biliyor ya yazık oldu. Böylesine genç ve temiz yüzlü bir adamı nasıl öldüreceğiz?” derken başka bir asker “Evet, biz ondan daha iyi olmak için çok çalıştık ama onun ne kadar cesur ve yiğit bir adam olduğu da ortada.” demiş.

Bu arada, prens atına atlamış ve yükselme düğmesini çevirmiş. Herkes onu izliyor, ne yapacağını merak ediyormuş. At, yükselmeye, sağa sola sallanmaya ve bir attan beklenmeyecek hareketler yapmaya başlamış. Karnı havayla dolunca da binicisiyle birlikte gökyüzüne doğru yükselmiş. Bunu gören hükümdar adamlarına bağırmış:

“Yazıklar olsun size! Kaçmadan yakalayın onu!”

Fakat generali ona şöyle karşılık vermiş:

“Efendim, uçan bir kuşu nasıl yakalayabiliriz? Muhakkak ki bu büyük bir sihirbazın ya da cinin işi. Dua edin de yüce Allah sizi ve ordunuzu ondan korusun.”

Prensin başarısını gören hükümdar, sarayına dönmüş. Kızının yanına giderek savaş alanında neler yaşandığını anlatmış. Bu haberi duyan genç kız, prens için yas tutmaya başlamış. Ayrılık acısı onu hasta ederek yataklara düşürmüş.

Onun bu hâlini gören hükümdar, kızına sarılmış ve alnından öperek şöyle demiş: “Ah kızım, yüce Allah’a şükret ki bizi o hain büyücünün, aşağılık adamın elinden kurtardı. O alçağın tek amacı seni elde etmekti.” ve kızına prensin gökyüzünde nasıl kaybolduğunu anlatmış. Prensesin, yani hükümdarın biricik kızının, kendisini ne kadar sevdiğini anlamadığı için budalanın teki olduğunu söylemiş. Fakat genç kız, babasının söylediklerine aldırmamış. Daha çok ağlamaya ve feryat etmeye başlamış. Kendi kendine şöyle diyormuş:

Allah’ın üzerine yemin ederim ki ona kavuşuncaya kadar ne yemek yiyeceğim ne de su içeceğim.

Babası, kızının durumuna çok üzülüyor ve onun için endişeleniyormuş fakat yapabileceği tek şey onu teselli etmekmiş. Kızı için oldukça üzülüyormuş.

Hükümdarın ve Prenses Şems El-Nahar’ın durumu böyleymiş. Prens Kamer El-Akmar’a gelince… Genç adam, atıyla birlikte havaya yükselip gökyüzünde ilerlemiş. Yolculuk boyunca prensesi ve güzelliğini düşünmüş derin derin. Gittiği yerlerde hükümdarın ülkesini ve prensesi soruşturmuş, nihayet hükümdarın şehrinin adının Sanaa olduğunu öğrenmiş. Bu bilgiyle bir nebze de olsa rahatlayan prens, hız kesmeden atıyla ülkesine doğru yol almış. Nihayet kendi şehrine ulaşınca bir süre şehrin etrafında dolanma isteği duymuş. Sonra sarayına varmış. Atı sarayın çatısında bırakıp indiğinde sarayın eşiğinde kül görünce aileden birinin öldüğünü düşünmüş. Babası, annesi ve kardeşleri yas kıyafetlerine bürünmüş. Herkesin yüzünde kederli, donuk bir ifade varmış. Babası onu gördüğünde büyük bir çığlık koparmış ve bayılmış. Kendine geldiğindeyse oğluna sarılmış, onu göğsüne bastırmış ve büyük bir mutluluk duymuş. Bunu gören annesi ve kız kardeşleri de onun yanına gelmiş ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. Sonra ona başına gelenleri sormuşlar. Prens de yaşadığı her şeyi onlara anlatmış.