banner banner banner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Binbir Gece Masalları


Babası:“Seni kurtaran Allah’a şükürler olsun! Gözümün nuru, kalbimin ışığı!” demiş.

Sonra hükümdar, şehirde bir festival düzenlemiş. Bu güzel haber, herkesi sevindirmiş. Davullar, zurnalar çalınmış, insanları saran keder dağılmış ve halk bayramlıklarını giyip caddeleri, pazarları süslemeye koyulmuş. İnsanlar, bu güzel haberden dolayı hükümdarlarını tebrik etmek için birbirleriyle âdeta yarışıyormuş. Hükümdar, genel af ilan edince hapishanelerdeki herkes salıverilmiş dahası yedi gün yedi gece sürecek büyük bir ziyafet düzenlemiş. Prensin gelişiyle şehirdeki herkes büyük bir mutluluk duymuş. Sonra hükümdar, oğluyla ata binmiş ki halk onu görüp daha da neşelensin. Bir süre sonra prens, atı yapan adamın durumunu sormuş: “Babacığım, o adama ne oldu?”

“Seni bizden ayırdığı için Allah ondan hiçbir zaman razı olmasın. Senin kaybolduğun günden beri hapiste yatıyor.”

Hükümdar, oğlunun isteği üzerine adamın salıverilmesini emretmiş ve kendisine bir elbise hediye etmiş. Ona, cezasını affetmek gibi büyük bir iyilik yaptığını, kızını artık kendisiyle evlendirmeyeceğini bildirmiş. Bunun üzerine Bilge, büyük bir öfkeye kapılmış ve atının sırrı artık ifşa olduğundan yaptıklarına pişman olmuş. Hükümdar ise oğluna şöyle demiş:

“Umarım artık o atın yanına bile yaklaşmazsın. Hele binmeyi aklından bile geçirme çünkü neyin nesi olduğunu bilmiyorsun. Yanlış bir şey yaparsan başına daha kötü şeyler gelebilir.”

Prens de babasına, Sanaa hükümdarı ve kızıyla yaşadıklarını anlatmış.

Babası, “Eğer kral seni öldürmek isteseydi öldürürdü demek ki zamanın gelmemiş.”

Kutlamalar bittiğinde insanlar evlerine, prens ve hükümdar da saraya dönmüşler. Keyifle oturup yemek yemişler. Hükümdarın iyi ud çalan bir hizmetçisi varmış. Onlar için âşıkların ayrılığından bahseden bir şarkı söyleyerek çalgısını çalmış.

Sanma ki yokluğun unutturdu seni bana
Zaten hatırlayacak neyim var senden başka?
Zaman geçer gider ama sevgiliye olan aşk bitmez
Ve ben…
Ancak senin aşkınla ölür,
Ancak senin aşkınla dirilirim.

Şarkının sözlerini duyan prensin yüreğini bir ateş almış ve sevdiğine olan özlemi biraz daha artmış. Pişmanlık ve keder duygusuyla Sanaa hükümdarının kızını düşünerek acı çekiyormuş. Hemen ayağa kalkmış, babasının yanından uzaklaşıp ata binmiş ve yükselme düğmesini çevirmiş. Bunun üzerine at, kuş gibi havalanmış ve göklere doğru yükselmeye başlamış. Sabah olduğunda babası onu merak ederek sarayın üst katına çıkmış. Oğlunun gittiğini anlayıp endişelenmiş, büyük bir kederle atı saklamadığına pişman olmuş ve kendi kendine, Allah adına yemin ederim ki oğlum bana döndüğünde atı yok edeceğim. Bu sayede onun için üzülmekten kurtulurum, demiş.

Sonra ağlamaya ve oğlu için acı çekmeye başlamış. Hükümdarın durumu böyleyken prens, Sanaa şehrinin semalarına ulaşıncaya dek uçmaya devam etmiş. Gizlice sarayın çatısından aşağı indiğinde muhafızın her zamanki gibi uyuduğunu görmüş. Sonra perdeyi kaldırıp yavaş yavaş prensesin odasına doğru ilerlemiş. Bir süre durup içeride konuşulanları dinlemiş. Sevdiği kadın gözyaşları dökerek acı dolu şiirler okuyormuş. Bu arada hizmetçiler, prensesin etrafında pervane oluyormuş. Feryadını duyan biri:

“Ah hanımım! Sizin için üzülmeyen birinin ardından neden gözyaşı döküyorsunuz?” demiş.

Prenses, “Ah seni akılsız! Beni unutmuş birinin ardından mı gözyaşı döktüğümü düşünüyorsun?” diye cevap vermiş ve ağlamaya devam etmiş; ta ki yorgunluktan bitap düşüp uyuyakalıncaya kadar.

Bu sözleri duyan prensin kalbi acıyla dolmuş, içeri girmiş ve prensesin ellerini tutmuş. Bunun üzerine genç kadın gözlerini açmış. Prens ona şöyle demiş:

“Böylesine ağlamanın ve yas tutmanın sebebi nedir?”

Prenses onu görür görmez kollarına atılmış, boynuna sarılmış ve onu öpmeye başlamış. “Senin için, senden ayrı kaldığım için…” demiş.

“Senden bunca zaman uzak kalmayı ben istemedim ki!”

“Beni terk eden sendin. Eğer senden biraz daha uzak kalsaydım kesinlikle ölürdüm.”

“Ah benim sevgilim… Babanın bana yaptıklarına ne demeli? Eğer sana olan sevgim, sonsuz olmasaydı emin ol ki, bütün dünyaya ibret olsun diye onu öldürürdüm fakat seni seviyorum. Senin hatırına da onu…”

“Beni nasıl bırakırsın? Sensiz yaşamaktan nasıl zevk alabilirim?”

Bunun üzerine birbirlerine sarılmışlar ve barışmışlar; bir süre sonra prens çok aç olduğunu söylemiş. Prenses hizmetçilerine yiyecek ve içecek getirmelerini emretmiş. Sonra şafak sökünceye dek sohbet etmişler. Sabah olduğundaysa prens, genç kadının yanından ayrılmak üzere ayağa kalkmış. Şems El-Nahar sormuş:

“Nereye gidiyorsun?”

“Babamın evine ama sana söz veriyorum ki her hafta seni görmeye geleceğim…”

Prenses ağlayarak “Allah aşkına sana yalvarıyorum. Ne olur beni de götür. Sensizliğin acısını bana bir kez daha yaşatma!” demiş.

“Gerçekten benimle gelir misin?”

“Evet!”

“Gidelim öyleyse.”

Prenses hemen ayağa kalkmış. Eşyalarının bulunduğu sandığa yönelmiş ve en güzel kıyafetlerini giyip en ihtişamlı takılarını takmış. Bu arada hizmetçilerinin, prensesin yola çıkma kararından haberi yokmuş. Prens, genç kadını sarayın çatısına çıkarmış ve atın arkasına bindirmiş. Kendisi de yerine yerleşip atın yularına sıkıca asılmış. Yükselme düğmesini çevirir çevirmez de at havaya yükselmiş. Hizmetçiler bunu görünce çığlık çığlığa gördüklerini prensesin annesine ve babasına anlatmışlar. Onlar da aceleyle çatıya çıkıp sihirli atın prens ve prensesle birlikte uzaklara doğru uçtuğunu görmüşler. Bunu gören hükümdar, büyük bir acıyla şöyle demiş:

“Ey prens! Allah aşkına sana yalvarıyorum ki bize merhamet et. Bizi kızımızdan ayırma!”

Prens ona cevap vermemiş fakat prensesi anne ve babasından ayırdığı için içten içe pişmanlık duyuyormuş. Ona sormuş:

“Ah benim güzelim, söyle bana, annen ve babanla kalmak ister misin?”

“Allah biliyor ki efendim, benim tek dileğim seninle birlikte olmak, nerede olursan ol seninle kalmak. Senden başka hiç kimseyi gözüm görmüyor. Annemi ve babamı bile!”

Bu sözleri duyan prensin neşesi yerine gelmiş ve sevgilisi ile birlikte uzaklaşmaya başlamış. İçinden güzel bir dere geçen yeşil bir çayıra varıncaya dek yolculuklarına ara vermemişler. Burada biraz yemek yedikten sonra rahatlamışlar. Sonra yeniden ata binip yolculuğa devam etmişler. Prens, genç kadının başına bir şey gelmesin diye onu bağlamış. Bu şekilde prensin şehrinin semalarına varıncaya dek uçmaya devam etmişler. Bu sırada prens, sevdiği kadına ülkesini, babasının gücünü ve servetini, kendi babasından daha zengin olduğunu gösterme fırsatı yakaladığı için sevinçliymiş. Şehrin dışında bir yerde, babasının bahçelerinden birine gitmişler. Prens, sevdiği kadını, babasının kubbeli yaz evine götürmüş. Abanozdan yapılma atı kapıda bırakmış ve genç kıza ata göz kulak olmasını söylemiş.

“Elçi senin yanına gelinceye kadar burada bekle. Şimdi ben babamın yanına gidip sarayı senin için hazırlatacağım. Sonra seni yanıma alırım.”

Bu sözleri duyan prenses sevinmiş ve “İstediğin gibi olsun…” demiş.

Prenses bu sözlerden anlamış ki prens onu, onurunu düşündüğü için şehre sokmak istememiş.

Sonra prens, babasının yanına gitmiş. Babası onun geri dönüşüne çok sevinmiş.

Prens, “Bilmeni isterim ki sana anlattığım hükümdarın kızını yanımda getirdim. Şu an şehrin dışındaki bahçede bekliyor. Burayı onun için hazırlayalım ve askerler eşliğinde gidip onunla buluşarak soyluluğumuzu gösterelim.”

“Memnuniyetle…” demiş babası ve şehri en güzel süslerle süsletmiş.

Sonra hükümdar ve prens, ihtişamlı ordularıyla birlikte yola çıkmışlar. Davullar, zurnalar ve envaiçeşit çalgı eşliğinde yol almışlar. Bu arada prens, hazineden, mücevherleri, güzel kıyafetleri ve hükümdarın zenginliğinin ifadesi olan birtakım eşyayı yanına almış ve prenses için pahalı kumaşlarla zenginleştirilmiş bir gölgelik hazırlatmış. İçine de Hint, Rum ve Habeş kölelerinden oluşan hizmetçiler yerleştirmiş. Sonra gölgelikten ayrılmış ve genç kadını yerleştirdiği eve gitmiş fakat prensesten de attan da eser yokmuş. Bunu görünce dövünmeye, kıyafetlerini parçalamaya ve bahçenin etrafında deli gibi dönmeye başlamış. Aklı başına geldiğinde kendi kendine şöyle demiş:

Atın sırrını nasıl öğrenmiş olabilir ki? Ben ona hiçbir şey anlatmadım. Belki de atı yapan İranlı bilge onu gördü ve intikam almak için kaçırdı.

Sonra bahçeyi koruyan muhafızlara civarda yabancı birini görüp görmediklerini sormuş:

“Buraya gelen birini gördünüz mü? Bana doğruyu söyleyin, yoksa kellelerinizi uçururum!”

Prensin tehdidi gözlerini korkutmuş. Hep bir ağızdan:

“Buraya şifalı ot toplamaya gelen İranlı bilge dışında hiç kimseyi görmedik.” demişler.

Prens, bilgenin sevgilisini götürdüğünü anlamış ve kafası karışmış. Babasının yanına gidip olanları anlatmış.

“Askerlerle birlikte şehre geri dönün. Bu olay açıklığa kavuşuncaya dek ben de ortalıkta gözükmeyeceğim.”