banner banner banner
İlyada
İlyada
Оценить:
 Рейтинг: 0

İlyada

Euaimon’un oğlu Eurypolos, Hypsenor’u öldürdü, o ki oğluydu soylu Dolopion’un, Skamandrios Nehri’nin rahibi olan ve tanrıymış gibi insanlar tarafından saygı gören. Eurypolos, o önünde kaçarken peşinden gitti, kılıcıyla kolundan vurunca güçlü elini koparıp düşürdü. Kanlı eli yere düştü ve hiçbir kimsenin kaçamayacağı ölümün gölgesi gözlerine düştü.

Böyle öfkeyle devam etti savaş. Tydeusoğlu’nun Akhaların mı Truvalıların mı arasında olduğunu anlayamazdınız. Ovada taşarak setlerini yıkan kış seli gibi çağladı; hani hiçbir engel, hiçbir duvar engelleyemez gökten yağan yağmurlarla kabardığı zaman, öyle çarçabuk ilerler önündekileri katarak ve babayiğit insanların ellerinden çıkan pek çok tarlayı yok eder -aynı bu şekilde kalabalık Truvalı askerler Tydeusoğlu tarafından hezimete uğratıldı ve sayıları çok olmasına rağmen saldırılarına karşı koymaya güçleri yetmedi.

Lykaon’un oğlu onu gördüğü zaman böyle -ovayı tarayıp Truvalıları paldır küldür önüne kattığını- okuyla nişan aldı ve zırhının ön kısmından omzunun yanından vurdu. Ok metalin içinden geçti ve eti parçaladı, bunun üzerine zırh kana bulandı. Lykaon’un oğlu zafer coşkusuyla bağırdı: “Haydi Truvalı atlılar! Akhaların en yiğidi yaralandı ve çok fazla dayanamayacak eğer ki Kral Apollon benimleyse gerçekten Lykia’dan buraya geldiğimde.”

O öyle övündüğü hâlde, oku öldürmedi Diomedes’i, çekip giderek Kapaneus’un oğlu Sthenelos’un arabası ve atlarının oraya yetişti Diomedes. “Sevgili Kapaneus’un oğlu!” dedi, “Arabandan in ve şu oku omzumdan çek.”

Sthenelos arabasından fırlayıp oku yaradan çekti, bunun üzerine gömleğinde oluşan delikten kan fışkırmaya başladı. Sonra Diomedes yakardı şöyle diyerek: “Duy beni, zırh taşıyan Zeus’un yorulmayan kızı! Eğer ki babamı sevip savaşta destek olduysan, şimdi de aynısını bana yap, o adamın bir ok atmalık yakınına gitmemi ve onu öldürmemi sağla. Benden hızlı davranıp yaraladı beni ve şimdi de övünüp durur güneşin ışığını daha fazla görmeyeceğimi söyleyerek.”

Böyle dua etti ve Pallas Athena da onu duydu. Bacaklarını esnek, ellerini ve ayaklarını çevik kıldı. Sonra da yakınına gidip şöyle dedi, “Korkma Diomedes, Truvalılarla savaşmaktan zira yüreğine şövalye ruhlu baban Tydeus’un gücünü koydum. Üstüne üstlük, gözlerinden perdeyi indirdim ki tanrılar ve insanları ayırabilesin. O zaman eğer başka bir tanrı buraya gelip de sana dövüş teklif ederse onunla savaşma. Ancak eğer ki Zeus’un kızı Afrodit gelirse mızrağınla saldırıp yarala onu.”

Athena böyle söyleyip yoluna gitti, Tydeusoğlu da tekrar en öndeki savaşçılar arasında yerini aldı, hem de öncekinden üç kat daha ateşli! Bir dağ çobanın yaraladığı ancak öldüremediği bir aslan gibiydi, koyunlara saldırmak üzere ağılın duvarları üzerinden atlarken. Çoban hayvanı kızdırmıştır, ancak sürüsünü koruyamaz. Sonunda kulübelerin içinde saklanır, terk edildikleri için panikleyen koyunlar da öbek öbek boğulurlar birbiri üstüne ve kızgın aslan ağılın duvarından atlayıp gider. Diomedes de aynen böyle hiddetli bir biçimde Truvalıların arasına girdi.

Halkının önderleri Astynoos ve Hyperion’u öldürdü, birini mızrağını memesinin üzerinden saplayarak, diğerini de köprücük kemiğini kılıcıyla kesip omzunu boynundan ve sırtından ayırarak. İkisini de öylece bırakarak Abas ve Polyidos’un peşine düştü, yaşlı rüya tabircisi Eurydamas’ın oğulları olan. Düşlerini yorumlaması için geri dönmediler ona, zira güçlü Diomedes hayatlarını sona erdirdi. Daha sonra da Ksanthos ve Thoon’u kovaladı, Phainops’un oğulları ki ikisi de babalarının göz bebeğiydiler, zira yaşlılıktan bitkin düşmüş ve mallarını miras alacak başka oğlu olmamıştı. Ancak Diomedes her ikisinin de hayatını söndürdü ve babalarını büyük acılarla baş başa bıraktı, zira onların savaştan sağ salim eve geri döndüklerini göremedi ve akrabaları servetini kendi aralarında bölüştüler.

Sonra Priamos’un iki oğlu Ekhemmon’la Khromios’a vardı, ikisi de bir arabanın üzerindeyken. Sürü bir koruda otlanırken, bir ineğin veya buzağının ensesine kapanan bir aslan gibi üzerlerine sıçradı. Her türlü çabalarına rağmen onları arabalarından dışarı savurdu ve silahlarını üzerlerinden soydu. Sonra da atları gemilere götürmeleri için yoldaşlarına verdi.

Aeneas onun sıraları darmadağın ettiğini görünce, savaşın orta yerinden ok yağmuru içinden geçip Pandaros’u bulmaya çalıştı. Lykaon’un cesur oğlunu bulduğunda şöyle dedi: “Pandaros, nerede yayın şimdi, kanatlı okların ve meşhur okçuluğun, bu konuda burada hiç kimse seninle boy ölçüşemez veya Lykia’da seni yenecek tek bir kişi var mıdır? O zaman Zeus’a doğru kaldır ellerini ve ustaca savaşarak Truvalılara ölüm getiren şu adama bir ok gönder. Pek çok cesur adam öldürdü o.

Lykaon’un oğlu da yanıt verdi: “Aeneas, o Tydeus’un oğlundan başkası değildir. Onu kalkanından, miğferinin önünden ve atlarından tanırım. Tanrı olması da muhtemeldir ancak eğer ki dediğim adamsa, bütün bu tahribatı tanrının yardımı olmadan yapmıyor, karanlık bir buluta bürünen ve onu vurduğum okumu başka yere döndüren. Ona nişan alıp vurmuştum sağ omzundan, zırhının göğüslüğünden geçmişti okum ve onu yeraltındaki dünyaya hemence gönderdiğimden emindim, ancak belli ki onu öldürememişim. Bana kızgın olan bir tanrı olmalı. Üstelik ne atım var ne de arabam. Babamın ahırında on bir tane harika araba durur, ustadan yeni gelmiş, çok yeni, üzerlerine de örtüler serilmiş ve her biri önünde arpa ve çavdar yiyen bir çift at durur. Yaşlı babam Lykaon bana tekrar tekrar söylemişti evdeyken benim arabaları ve atları almam için ki Truvalılara savaşta önderlik edebileyim, ancak onu dinlemedim. Dinleseydim çok daha iyi olurdu, fakat doyana kadar yemeye alışık atları düşündüm ve bu kadar insan kalabalığında kötü beslenmelerinden korktum, bu yüzden onları evde bırakıp İlyon’a sadece yayım ve oklarımı kuşanmış şekilde yaya olarak geldim. Bunlar belli ki işe yaramaz, zira vurdum iki önderi, Atreus ve Tydeus’un oğullarını, kanlarını da akıttığıma emin olsam da onları daha da azgın hâle getirdim şimdi. Yayımı askısından almakla kötülük etmişim, Hektor’a hizmet için kendi Truvalı ekibime İlyon’a dek önderlik ettiğim gün ve eğer ki bir gün evime dönüp kendi toprağımı, karımı ve koca evimi görebilirsem, yayımı kırıp da yanan ateşe atmazsam oracıkta benim kafamı kessinler, benimle öyle dalga geçmekte bu.”

Aeneas cevap verdi: “Daha fazla söyleme! İkimiz araba ve atlarla bu adama karşı gidip gücümüzü denemedikçe işler düzelmeyecek. Bin arabama ve gör Tros’un atlarının nasıl hızlandığını oraya buraya, ovada takipte de kaçarken de. Eğer ki Zeus tekrar Tydeusoğlu’na zafer bahşederse bizi sağ salim şehre getirirler. Tut o zaman şimdi kamçıyı ve dizginleri ben ayakta durup dövüşürken veya sen bu adamın saldırısına karşı koy ben atları idare ederken.”

“Aeneas!” diye karşılık verdi Lykaon’un oğlu, “Dizginleri al ve sen sür. Eğer ki Tydeusoğlu’ndan kaçmak zorunda kalırsak, atlar kendi sürücüsüyle daha iyi gider. Beklediklerinde sesini duyamazlarsa korkabilirler ve bizi savaşa götürmeyi reddedebilirler. Tydeus’un oğlu sonra ikimizi de öldürür ve atları alır. Bu yüzden kendin sür ve ben de mızrağımla hazır beklerim onu.”

Sonra arabaya binip Tydeusoğlu’na doğru tam sürat sürdüler. Kapaneus’un oğlu Stenelos gelirken gördü onları ve Diomedes’e dedi ki: “Tydeusoğlu Diomedes, kendi canımdan sonra gelen, iki tane yiğidin hızla sana doğru geldiğini görüyorum, ikisi de pek kudretli adamlar; biri Lykaon’un oğlu becerikli okçu Pandaros, diğeri babası Ankhises ve anası Afrodit olan Aeneas. Arabaya atla da çekip gidelim. Dilerim ki, hiddetle öne çıkmazsın, yoksa öldürülebilirsin.”

Diomedes kızarak ona baktı ve şöyle dedi: “Kaçmaktan bahsetme, zira seni dinlemeyeceğim! Ben kaçmayı da korkuyu da bilmeyen bir nesildenim ve bacaklarım da henüz yorulmadı. Arabaya binmeye hiç niyetim yok, böylece karşılarına dikileceğim. Pallas Athena benim hiçbir kimseden korkmamı istemez ve biri kaçsa dahi atları her ikisini de geri götürmeyecek. Şunu da söyleyeyim ve söylediğimi kafana koy, eğer ki Athena bana ikisini de öldürme şerefini bahşetmeyi uygun görürse, atlarını burada tut ve dizginleri hızlıca arabanın ispitine bağla, sonra da Aeneas’ın atlarına atlayıp onları Truvalıların saflarından Akhalarınkine sür. Onlar yüce Zeus’un oğlu Ganymedes’e karşılık olarak Tros’a verdiği atların soyundandır, güneşin altında yaşayan ve giden en iyileridir onlar. Kral Ankhises, Laomedon’un haberi olmadan kısraklarıyla çaldı kanından onların ve altı tay dünyaya geldi. Dördü hâlâ kendi ahırındadır, ancak diğer ikisini Aeneas’a verdi. Eğer ki onları alabilirsek büyük bir zafer kazanırız.”

Onlar böyle konuşurken, diğer ikisi onlara yaklaşmışlardı o an ve Lykaon’un oğlu önce konuştu. “Tydeus’un yüce ve güçlü oğlu!” dedi, “Okum seni devirmeye yetmedi, bakalım bir de mızrağımla deneyeceğim.”

Konuşurken de mızrağını hazırladı ve fırlattı. Tydeusoğlu’nun kalkanına isabet etti, tunç ucu parçalayarak ta zırhına kadar geldi. Bunun üzerine Lykaon’un oğlu bağırarak şöyle dedi: “Karnından vuruldun işte, fazla dayanamayacaksın ve savaşın galibi ben olacağım!”

Ancak Diomedes hiç aldırmadan cevap verdi, “Iskaladın, vuramadın ve bu işin sonunu görmeden önce ikinizden biri sert kalkanlı Ares’i kanıyla doyuracak!”

Böyle söyleyerek mızrağını fırlattı ve Athena da onu gözünün yanına, burnuna doğru yönlendirdi. Beyaz dişlerin arasını deldi geçti mızrak. Tunç ucu dilinin kökünden keserek çenesinden çıktı ve devrilirken ağır ağır yere parıldayan silahları etrafında şıngırdadı. Atlar korkudan yana kaçtı, ondan da canı ve gücü çekildi gitti.

Aeneas kalkanı ve mızrağı ile arabasından atladı, Akhaların ölüyü taşımasından korkarak. Gücüne güvenen bir aslan gibi etrafında durdu, önünde kalkan ve mızrağı, dudaklarında da savaş çığlığı, karşısına çıkmaya cesaret eden ilk kişiyi öldürmeye kararlı. Ancak Tydeusoğlu güçlü bir taş buldu, öyle koca ve büyük bir taş ki iki adam ancak taşırdı şimdi. Buna rağmen yardım almadan kolayca yukarı kaldırdı ve Aeneas’ı kasığından, kalçanın eklemle birleştiği “leğen kemiği” denen yerden vurdu. Taş bu eklemi parçaladı ve iki kirişi de kırdı, sivri uçları da bütün etini sıyırdı. Dizleri üzerine düştü yiğit ve ellerini yere dayadı ta ki gecenin karanlığı gözlerine inene kadar. Erlerin kralı Aeneas o an can verebilirdi oracıkta, eğer ki Zeus’un kızı, sürüsünü otlatan Ankhises’ten gebe kalan annesi Afrodit hızlıca fark edip beyaz kollarını sevgili oğlunun üzerine kapamasaydı. Onu güzel giysilerinin kıvrımları ile örterek korudu, Danaolardan biri göğsüne mızrak saplayıp öldürmesin diye.

Böylece sevgili oğlunu savaşın dışına taşıdı. Ancak Kapaneus’un oğlu, Diomedes’in verdiği emirleri unutmamıştı. Kargaşadan uzakta atların dizginlerini arabanın ispitine bağlayarak sağlamlaştırdı. Sonra Aeneas’ın atlarına atlayarak onları Truva saflarından Akha saflarına sürdü. Ondan sonra da en çok anlaştığı için hepsi içinde en değer verdiği seçkin yoldaşı Deiphobos’a gemilere götürmesi için verdi onları. Kendisi de arabasına tekrar atlayıp dizginleri alarak Tydeusoğlu’nu aramak üzere son sürat yol aldı.

Tydeus’un oğlu şimdi de elinde mızrakla Kıbrıslı tanrıçanın peşindeydi zira onun güçsüz olduğunu, Athena veya şehirleri yıkan Enyo gibi insanların savaşlarını yönetenlerden olmadığını biliyordu ve sonunda uzun bir kovalamacadan sonra onu yakaladı, üzerine atladı ve narin elinin etine mızrağını geçirdi. Ona Kharitler’in işlediği güzel kaftanını yırtarak bileği ile avuç içi arasındaki deriyi deldi ucu. Böylece kutsal ölümsüz kanı, tanrıların damarlarından akan özü yaradan aktı, zira tanrılar ne ekmek yer ne şarap içer, bu yüzden bizimki gibi kanları yoktur ve ölümsüzdürler. Afrodit koca bir çığlık attı ve oğlunu düşürdü, ancak Phoibos Apollon onu kollarından yakaladı ve karanlık bir bulutla sakladı, Danaolardan biri göğsüne mızrak saplayıp öldürmesin diye. Diomedes de giderken şöyle bağırdı: “Zeus’un kızı, savaşı ve dövüşü bırak git, ahmak kadınları kandırmak yetmez mi sana? Eğer burnunu sokarsan savaşa, savaşın isminden ürperir hâle gelirsin!”

Tanrıça sersemlemiş olarak, kötü bir vaziyette ayrıldı oradan ve rüzgâr gibi hızlı İris tarafından kalabalıktan uzaklaştırıldı, acı içinde ve güzel teninin rengi atmış bir hâlde. Ateşli Ares’i savaş alanının sol tarafında beklerken buldu, mızrağı ve iki atını bir bulutun üzerine dayamış hâlde. Bunun üzerine kardeşinin önünde diz çökerek, ona atlarını vermesi için yalvardı. “Sevgili kardeşim!” diye ağladı. “Kurtar beni ve tanrıların yaşadığı Olympos’a gitmem için bana atlarını ver. Kötü bir şekilde yaralandım, bir ölümlü, Tydeus’un oğlu tarafından ki o şimdi de Zeus Baba’yla bile savaşacak.”

O böyle konuşurken, Ares ona altınla süslenmiş atlarını verdi. Afrodit arabaya hasta ve üzgün bindi, İris de yanında oturup dizginleri eline aldı o sıra. Atları kamçıladı ve onlar da hiç isteksizlik göstermeyerek uçtular hızlıca ta tanrıların yaşadıkları yüksek Olympos’a varıncaya dek. Orada durdurdu onları, arabadan çözdü ve lezzetli yemlerini verdi. Ne var ki Afrodit, annesi Dione’nun kucağına attı kendini, annesi de kollarını dolayarak okşadı onu, şöyle diyerek: “Hangi tanrısal varlık sana bu şekilde davranıyor, sanki göz göre göre bir kötülük yapmışsın gibi?”

Gülmeyi seven Afrodit de yanıt verdi: “Tydeus’un oğlu kibirli Diomedes yaraladı beni, çünkü tüm insanlıktan fazla sevdiğim sevgili oğlum Aeneas’ı savaş alanının dışına taşıyordum. Savaş artık Truvalılar ve Akhalar arasında değil zira Danaolar dövüşü şimdi de ölümsüzlerle yapmaya başladı.”

“Dayan çocuğum…” dedi Dione, “Elinden geleni yap. Biz Olympos’ta oturanlar insanların elinden çok çektik ve birbirimize de pek çok acılar verdik. Ares, Aloeus’un çocukları Otos ve Ephialtes onu zalim zincirlere vurup da tunç bir küpün içinde on üç ay hapis bıraktığında çok acılar çekti. Çoktan ölüp giderdi o zaman Ares, eğer ki Aloeus’un oğullarının üvey annesi güzel Eeriboia Hermes’e onu kimin kaçırdığını söylemeseydi, ki o sırada zorlu esaretten dolayı çoktan bitap bir hâle gelmişti. Amphitryon’un güçlü oğlu onu üç çatallı okla sağ göğsünden yaraladığında, Hera da çok acılar çekti ve hiçbir şey acısını bastıramadı. Sonra yüce Hades bile çekti, bu aynı kişi, kalkan taşıyan Zeus’un oğlu onu cehennemin kapılarında bir okla vurup kötü bir biçimde yaraladığında. Bunun üzerine Hades koca Olympos’taki Zeus’un evine gitti, öfkeli ve acı içinde, güçlü omzundaki ok ona büyük ızdırap verdi ta ki Paean yaraya rahatlatıcı ilaçlar serperek iyileştirene kadar, zira Hades ölümlü yaratılmamıştı. Olympos’ta oturan tanrıları vurarak işlediği günaha aldırmayanlar, cüretkâr, dikbaşlı ve günahkârlar. Şimdi de Athena, Tydeus’un oğlunu sana karşı kışkırttı, ancak tanrılarla savaşan hiçbir adamın uzun yaşamadığını veya savaştan döndüğünde dizleri üstünde çocuklarıyla çene çalamadığını bilmediği için bir budaladır o. Öyleyse bırakalım da Tydeusoğlu senden güçlü biriyle savaşmaması gerektiğini anlasın. O zaman cesur karısı, Adrastos’un kızı Aigialeia bütün evi uykudan kaldıracak, kendini adadığı eşi, Akhaların en cesuru Diomedes’in ölümüne feryat ederek.”

Böyle söyleyerek, iki eliyle kızının bileğindeki özü sildi, bunun üzerine acısı kayboldu ve eli iyileşti. Ancak bunu gören Athena ve Hera, alaycı konuşmalarıyla Zeus’u iğnelemeye başladılar; Athena ilk önce konuştu. “Zeus Baba!..” dedi. “Bana kızma ama bence Kıbrıslı, Akhalı kadınlardan birini çok sevdiği Truvalılardan biriyle gitmesi için ikna ediyor olmalı ve de bunlardan birini veya diğerini okşadığında narin elini kadının broşunun altın iğnesi ile yırtmış olmalı.”

Tanrıların ve insanların babası gülümsedi ve altın Afrodit’i yanına çağırdı. “Çocuğum…” dedi. “Savaşçı olmak senin işin değil. Bu yüzden evlilikle ilgili güzel işlerine ver kendini ve savaşla ilgili şeyleri de Ares ve Athena’ya bırak.”

Onlar böyle sohbet ederlerken, Diomedes Aeneas’ın üzerine atladı, onun Apollon’un kollarında olduğunu bilmesine rağmen. Zerre kadar korkmadı güçlü tanrıdan, Aeneas’ı öldürmeye ve silahlarını almaya öyle kararlıydı. Üç kere öne atıldı var gücüyle onu öldürmek için ve üçünde de Apollon onun parlak kalkanını itti geriye. Dördüncü kez atıldığında aynı bir tanrı gibi, Apollon ona korkunç bir sesle bağırdı ve dedi ki, “Dikkat et Tydeusoğlu ve çek git! Kendini tanrılarla karşılaştırmayı düşünme, zira yerde yürüyen insanlar kendini bir tutamaz ölümsüzlerle.”

Tydeusoğlu o zaman biraz geri çekildi, tanrının gazabından çekindiği için, Apollon da Aeneas’ı kalabalıktan uzaklaştırıp kendi tapınağının olduğu kutsal Pergamos’a getirdi. Burada, aziz mabedin içinde Leto ve Artemis onu iyileştirdiler, bu sırada gümüş yaylı Apollon da Aeneas’a benzer ve onun silahlarını taşıyan bir silüet ortaya çıkardı. Bunun etrafında Truvalılar ve Akhalar birbirlerinin göğüsleri üstünde kalkanlarını paraladılar, yuvarlak kalkanlarını ve deriyle kaplı hafif nişanlarını birbirlerine vurarak. Sonra Phoibos Apollon, Ares’e şöyle dedi, “Ares, Ares, insanların baş belası, şehirleri yıkan kanlı el, Zeus Baba’yla bile dövüşen Tydeusoğlu’na varıp savaşın dışına atamaz mısın onu? İlk önce Kıbrıslı’ya gidip, bileğinin oradan, elinden yaraladı onu; sonra da bir tanrıymış gibi benim üzerime atladı.”

Sonra da Pergamos’un tepesindeki tahtında oturdu, o sırada katil Ares de Truvalıların saflarına onları kışkırtmaya gitti, Trakyalıların önderi hızlı Akamas kılığında. “Priamos’un oğulları!” dedi. “Halkınızın Akhalar tarafından katledilmesine daha ne kadar izin vereceksiniz? Hepsinin Truva duvarlarına dayanmasını mı bekleyeceksiniz? Hektor kadar çok değer verdiğimiz adam, Ankhises’in oğlu Aeneas ellerinde. Bana yardım edin de savaşın kargaşasından kurtaralım cesur yoldaşımızı.”

Bu sözlerle can ve güç verdi onlara. Sonra Sarpedon sert çıkıştı epey Hektor’a. “Hektor!” dedi. “Nerede yiğitliğin şimdi senin? Eskiden adamların veya müttefiklerin olmadan, sadece kardeşlerin ve kayınlarınla beraber tek başına şehrini koruyabileceğini söylerdin. Hiçbirini burada göremiyorum, aslan karşısındaki köpekler gibi sinmişler, biz müttefiklerin savaşın yükünü yüklenmişiz asıl. Çok uzaklardan geldim ben, Lykia ve Ksanthos’un kıyılarından, karımı, küçük oğlumu ve muhtaçları baştan çıkarabilecek mal varlığımı bırakıp da. Buna rağmen, Lykialı askerlerimin başına geçip bana karşı savaşana karşı koyarım, burada Akhaların elimden alacağı hiçbir şeyim olmadığı hâlde, sense bakarsın öyle, adamlarına karılarını korumaları için dayanmalarını bile buyurmazsın. Ağa takılan adamlar gibi düşmanlarınızın ellerine düşmeyin sonra, güzel şehrinizi de hemen yağma ederler. Bunu gece gündüz aklından çıkarma ve müttefiklerinin önderlerine de korkmadan dayanmaları için yalvar, böylece sana serzenişlerini bitirebilirsin.”

Böyle konuşunca Sarpedon, Hektor’un içi acıdı sözleriyle. Zırhlarıyla kuşanmış şekilde arabasından atladı ve iki mızrağını sallayarak ordunun arasına daldı, adamlarını savaşa kışkırtarak ve korkunç savaş çığlıklarını yükselterek. Sonra harekete geçip tekrar Akhalarla karşı karşıya geldiler, ancak Akhalar birbirlerine yakın ve sıkıca durdular, geriye çekilmediler. Büyükçe bir harman yerinde rüzgâr nasıl samanı uçurursa insanlar elerken -sarışın Demeter tahılla samanı birbirinden ayırmak için üflerken rüzgârı, beyaz saman öbekleri daha da büyür- Akhalar da bulandı öyle atların ayaklarının gök kubbeye yükselttiği toza, sürücüleri savaşa döndürünce atları ve onlar da düşmana tüm güçleriyle karşı koyunca. Ateşli Ares Truvalılara yardım etmek için onları karanlıktan bir perdeyle kapladı ve her yere girdi aralarında, Donaolara yardım eden Pallas Athena’nın savaşı terk ettiğini gören Phoibos Apollon Truvalıların yüreklerine cesaret koyması gerektiğini ona söylediği için. Apollon sonra da zengin mabedinden Aeneas’ı geri gönderdi ve yüreğini cesaretle doldurdu, böylece onu canlı, sağlam ve cesaretli görünce çok sevinen yoldaşları arasında yerini aldı, ancak ona nasıl böyle olduğunu soramadılar, zira Ares ve aralarında dur durak bilmez bir hiddetle köpüren Eris tarafından yaratılan kargaşa ile çok meşguldüler.

İki Aias, Odysseus ve Diomedes, Truvalıların öfkesi ve hücumundan korkmayan Danaoları kışkırttılar. Kronosoğlu’nun dağ başlarına örttüğü bulutlar kadar hareketsiz durdular, hani ortada hiç rüzgâr yokken ve acımasız Boreas’la korkunç patlamaları bütün bulutları her bir yöne dağıtan diğer sert rüzgârlar beraberce uyurkenki gibi, Danaolar Truvalılara karşı işte böyle sağlam ve kararlı durdular. Atreusoğlu aralarına girip onları yüreklendirdi. “Dostlarım!” dedi, “Yiğit erler gibi kendinizi kurtarın ve birbirinizin gözünde yüz karası olmayın çetin savaşın ortasında. Yüz karası olmaktan kaçınanlar öldürülmek yerine daha çok yaşarlar, ancak kaçanlar ne hayatlarını ne de ününü kurtarabilir.”

Böyle konuşurken, mızrağını fırlattı ve ön sıralardan birini vurdu, Truvalıların Priamos’un oğulları kadar saygı duyduğu Aeneas’ın yoldaşı olan Pergaosoğlu Deikoon’du bu, zira hep ön sıralara geçmeye can atardı. Kral Agamemnon’un mızrağı kalkanına çarptı ve içinden geçip gitti, öyle ki kalkan önleyemedi mızrağı. Kemerinden geçip karnının altına girdi ve yere doğru ağırca düşerken silahları üzerinde şangırdadı.

Sonra da Aeneas, Danaoların iki yiğidi Kreton ve Orsilokhos’u öldürdü. Babaları güçlü şehir Phere’de oturan zengin bir adamdı ve yayıla yayıla Pylosluların toprağında akan Alpheios Nehri’nden gelmeydi soyu. Nehir, çok insan yönetmiş Orsilokhos’un babası, o da Diokles’in babasıdır, ki o da her türlü savaş sanatında maharetli ikiz erkek çocukları Kreton ve Orsilokhos’un babasıdır. Bunlar büyüyünce Argos gemileriyle Atreus’un oğulları Menelaos ve Agamemnon uğruna İlyon’a geldi ve burada ikisi de öldü. Dağdaki ormanların kuytu yerlerinde analarının beslediği iki aslan, nasıl çiftliği yağmalayıp koyun ve sığırları almak isterken insan eliyle öldürülürlerse, bunlar da Aeneas tarafından öyle mağlup edilip çam ağaçları gibi yere devrildiler.

Cesur Menelaos üzüldü onların ölümüne ve ön sıralara geçti, parlak tunçla kuşanmış hâlde ve mızrağını sallayarak, zira Ares öyle kışkırtıyordu ki Aeneas tarafından öldürülsün. Ancak Nestor’un oğlu Antilokhos onu görüp öne atıldı, krala bir zarar gelip de bütün emeklerinin boşa gitmesinden korkarak, o yüzden Aeneas ve Menelaos ellerini ve mızraklarını savaşa girişmek için istekle kaldırırken, Antilokhos Menelaos’un yanına dikildi. Aeneas gözü pek olsa da iki yiğidi beraber yan yana karşısında görüp geri çekilince, Kreton ve Orsilokhos’un ölülerini Akhaların saflarına çektiler ve bu iki talihsiz adamı yoldaşlarının ellerine bıraktılar. Sonra da dönüp ön sıralarda savaştılar.

Ares’in dengi Paphlagonialıların önderi Pylaimenes’i öldürdüler. Menelaos arabasında dururken kürek kemiğinden vurdu onu, Antilokhos da arabacısı ve yoldaşı Atymnisoğlu Mydon’u vurdu, atlarını döndürdüğü sıra. Onu bir taşla dirseğinden vurdu ve ak fildişiyle süslü dizginler elinden toprağa düştü. Antilokhos ona doğru atılıp kılıcını şakağına sapladı, bunun üzerine baş aşağı düştü arabadan yere. Orada kafası ve omuzları kuma gömülü hâlde bir süre durdu -zira kumlu toprağa düşmüştü- ta ki atları onu tepip yere dümdüz serinceye dek, Antilokhos onları kamçılayıp Akha ordusuna doğru sürdüğü sıra.

Ancak Hektor onları sıralar arasından gördü ve koca bir çığlık atarak üzerlerine doğru atıldı, güçlü Truva taburları da arkasından. Onları kışkırtıyordu Ares ve korkunç Enyo savaşın acımasız keşmekeşi ile taşarken Ares de Hektor’un bir önüne bir arkasına geçerek korkunç mızrağını sallıyordu.

Diomedes onları görünce titredi içten. Geniş ovayı geçen bir adam denize hızla dökülen büyük bir ırmağın kenarında bulunca kendini nasıl ürkerse -kızgın sularını görüp de korkuyla nasıl geri çekilirse- Tydeusoğlu da işte öyle geri adım attı. Sonra adamlarına şöyle dedi: “Dostlar, Hektor’un mızrağını çok iyi kullandığını mı göreceğiz? Tanrılardan biri onu korumak için hep yanındadır ve şimdi de Ares ölümlü bir adam kılığında onunla beraber. O yüzden yüzünüzü Truvalılara dönün fakat geriye doğru gidin, zira biz tanrılarla savaşa girişmeyiz.”

Böyle derken Truvalılar daha yaklaştı onlara ve Hektor iki adam öldürdü, ikisi de aynı arabada olan savaşta becerikli yiğitler Menesthes ve Ankhialos’u. Telamon’un oğlu Aias acıdı öldüklerine, yakına geldi ve mızrağını doğrultarak Selagos’un oğlu Amphios’u vurdu ki bu adam Paisos’ta yaşayan varlıklı biriydi ve pek çok ekin tarlası vardı, ancak kaderi onu Priamos ve oğullarına yardıma getirmişti. Aias onu kemerinden vurdu, mızrak karnının alt kısmını parçaladı ve ağır ağır yere düştü. Aias sonra silahlarından soymak üzere ona doğru koştu, bu arada Truvalıların ona doğru doğrulttukları mızrakların çoğu kalkanına düştü. Ayağını ölüye dayayarak mızrağını çekti, fakat mızraklar durmadan üzerine yağdığı için omuzlarından güzel silahlarını alamadı. Üstüne üstlük pek çok yiğit Truvalı önder de mızraklarıyla çevresini sardı, o da kalmaya cesaret edemedi, ne kadar ulu, cesur ve yiğit olsa da ölüden uzak tutup geri püskürttüler onu.

Böylece şiddetlendi aralarındaki savaş. O sıra kaderin güçlü eli Herakles’in oğlu hem cesur hem de koca endamlı Tlepolemos’u Sarpedon’la dövüşmeye yöneltti. Böylece biri Zeus’un oğlu diğeri de torunu olan iki adam karşı karşıya geldi ve Tlepolemos konuştu önce. “Sarpedon!” dedi, “Lykialıların danışmanı, ne diye gizlenmeye geldin buraya, sen ki rahatına düşkünsündür? Sana, kalkan taşıyan Zeus’un oğlu diyenler yalan söyler, zira sen onun eski zamanlardaki çocukları gibi ufaksın. Cesur ve aslan yürekli babam Herakles nerede sen neredesin, o ki sadece altı gemi ve yanında da çok az adam olduğu hâlde Laomedon’un atları için buraya gelmiş ve İlyon şehrini yağmalayarak yollarını çöle çevirmişti. Sense bir korkaksın ve adamların ölüp gidiyor. Gücüne ve ta Lykialılardan gelmene rağmen Truvalılara bir yardımın dokunmayacak ve benim elimle alt olup Hades’in kapılarından geçeceksin!”

Lykialıların önderi Sarpedon da cevap verdi: “Tlepolemos, senin baban İlyon’u Laomedon’un çılgınlığından dolayı yok etti, ki ona hizmetlerinin karşılığını ödemeyi reddetmişti. Babana vermedi oraya kadar onlar için geldiği atları. Sana gelince, benim mızrağımla ölümü tadacaksın. Bana şan şeref verirken kendi canını da vereceksin atları soylu Hades’e!”

Sarpedon böyle konuşurken, Tlepolemos mızrağını kaldırdı. Aynı zamanda attılar ve Sarpedon düşmanını boğazının ortasından vurdu, mızrak boydan boya geçip ölümün karanlığını gözlerine indirdi. Tlepolemos’un mızrağı ise Sarpedon’un sol baldırına öyle bir güçle geçti ki etinden geçip kemiğini sıyırdı, ancak babası şimdilik felaketi önledi.

Yoldaşları Sarpedon’u savaşın dışına taşıdılar, yarasından çıkan mızrağın ağırlığıyla çok büyük bir acı içindeyken. Öyle telaşlı ve korkmuştular ki onu taşırken, ayakta yürüyebilmesi için kimse mızrağı baldırından çekmeyi akıl edemedi. Bu sırada Akhalar, Tlepolemos’un ölüsünü taşıdılar, Odysseus’un içi acıdı ve kavgayı çekti canı onları öyle görünce. Zeus’un oğlunun peşinden mi gitse yoksa Lykialı birlikleri katledip sıradan mı geçirse karar veremedi. Ancak Zeus’un oğlunu öldürmek ona nasip değildi. Bu sebeple Athena onu Lykialıların kalabalığına yöneltti. Koiranos, Alastor, Khronios, Alkandros, Halios, Noemon ve Prytanis’i öldürdü, daha da fazlasını öldürürdü eğer ki yüce Hektor onu fark etmeseydi ve Donoalar korku saçarak zırhıyla kaplı bir hâlde savaşın ön taraflarına koşmasaydı. Sarpedon geldiğini görünce memnun oldu ve ona şöyle yalvardı: “Priamos’un oğlu, burada durup Danaoların eline düşmeyeyim. Yardım et bana, madem karımın ve küçük oğlumun yüreklerini sevindirmek için evime dönmeyebilirim, bari senin şehrinin duvarları içinde öleyim.”

Hektor cevap vermedi, ancak Akhaların üzerine saldırmak ve pek çoğunu öldürmek için can attı. Yoldaşları da Sarpedon’u taşıdılar ve Zeus’un koca meşesi altına yatırdılar. Arkadaşı ve yoldaşı Pelagon mızrağı baldırından çekti, ancak Sarpedon bayılıverdi ve gözlerine bir sis indi. Sonra tekrar kendine geldi, zira üzerinde esen kuzey rüzgârının nefesi ona yeni bir can verdi ve derin baygınlıktan geri getirdi onu.

Bu sırada Argoslular, Ares ve Hektor tarafından gemilerine sürülmediler ama onlara da saldırmadılar, zira Ares’in Truvalılarla beraber olduğunu öğrenince geri çekildiler, ancak yüzlerini düşmana dönük tuttular. O zaman Ares ve Hektor tarafından ilk ve son katledilenler kimlerdi? Yiğit Teuthras ve ünlü arabacı Orestes, Aitolialı savaşçı Trekhos, Oinomaos, Oinopsoğlu Helenos ve parlak kemerli Orespios ki onun çok büyük bir varlığı vardı ve diğer bereketli toprağa sahip Boiotialı ile birlikte Kephios gölünün yakınında otururdu.

Tanrıça Hera Argosluların kırıldığını gördüğünde, Athena’ya dedi ki, “Eyvah, kalkan taşıyan Zeus’un kızı, olamaz, İlyon şehrini yağma etmeden dönmeyeceğine dair Menelaos’a verdiğimiz söz geçersiz olacak, eğer ki Ares’in böyle öfkeyle kudurmasına izin verirsek. Derhâl katılalım biz de kavgaya.”

Athena itiraz etmedi ona. Sonra yüce Kronos’un kızı saygıdeğer tanrıça altınlarla süslenmiş atları koşmaya başladı. Hera bütün hızıyla her iki yanındaki demir dingilin üstüne sekiz parmaklıklı tunç tekerleri geçirdi. Tekerlerin ispitleri altından ve aşınmazdı, bunların üstünde de tunçtan çemberler vardı, görünce şaşılacak bir şeydi. Her iki yanda dingili döndüren başlıklarda gümüştendi. Arabanın kendisi altın ve gümüşten örülü şeritlerden yapılmıştı ve bütün çevresinde de çifte korkuluk vardı. Arabanın gövdesinden gümüş bir direk çıkıyordu ucuna altın boyunduruğun bağlandığı, atların boyunlarının altına geçen altın kayışları ile beraber. Sonra da Hera atlarını boyunduruğa bağladı, savaş ve savaş çığlıkları karşısında sabırsızlanarak.

Bu arada Athena kendi elleriyle yaptığı zengin işlemeli giysisini attı üstünden babasının eşiğinin oraya ve Zeus’un gömleğini giyerek savaş için silahlarını kuşandı. Omuzlarına püsküllü kalkanını attı, bozgun bir püskülle çepeçevre kaplanmıştı, üzerinde Kavga, Dayanma ve kan donduran Korku vardı, bir de iğrenç canavar Gorgon’un başı, zalim ve korkunç görünüşlü, kalkan taşıyan Zeus’un alameti. Başına altından, dört sorguçlu, hem önünde hem arkasında tepesi yükselen miğferini geçirdi, yüz şehrin arması ile süslü. Sonra parıldayan arabasına bindi ve sağlam, güçlü ve sert mızrağını kavradı, öfkelendiği yiğitlerin topunu kırıp geçirirdi bununla. Hera atları kamçıladı ve gökyüzünün kapıları kendi ahengiyle gıcırdadı onlar uçarken içinden -Saatlerin yönettiği kapılar, elleri Gök ile Olympos olan- ya onları saklayan koyu bulutları açmak ya da kapatmak için. Bunların arasından tanrıçalar uysal atlarını sürdüler ve Kronosoğlu’nu Olympos’un en tepelerinde tek başına oturur buldular. Hera orada atları durdurdu ve herkesin efendisi Kronosoğlu Zeus’la konuştu. “Zeus Baba!” dedi, “Ares’e bu kadar ileri gittiği için kızmıyor musun? Gör de bak nasıl büyük ve güzel bir Akha ordusunu yok etti ne yazık ki, ne bir hakkı ne de nedeni varken, bu sırada Kıbrıslı ve Apollon rahatça keyfini çıkarıyorlar ve bu adaletsiz deliyi de daha fazla fenalık yapsın diye ayartıyorlar. Umarım, Zeus Baba, kızmazsın bana, eğer Ares’e sertçe bir vurup da savaşın dışına kovalarsam.”