banner banner banner
İlyada
İlyada
Оценить:
 Рейтинг: 0

İlyada

Böyle ağzına geleni söyledi Thersites fakat Odysseus hemen yanına gidip onu bir güzel payladı. “Düşünmeden konuşan diline dikkat et, Thersites!” dedi. “Ve bir kelime daha etme. Arkanda adam yokken krallara çıkışmaya kalkma. Atreusoğulları ile Truva’ya gelen adamlar içinde senden daha alçak bir yaratık yok. Krallar hakkındaki bu gevezeliği bırak ve ne küfür et onlara ne de eve gitmek konusunda ısrar et. Her şeyin nasıl olacağını henüz bilmiyoruz, Akhaların güzel başarılarla mı yoksa dertlerle mi döneceğini. Sen hangi cüretle Agamemnon’la alay edersin, Danaolar birçok hediye ile onu ödüllendirdi diye? Sana söylüyorum, bu nedenle -ki şüphen olmasın bundan- eğer ki bir daha böyle saçmalıklar söylediğini duyarsam ya kendi başımı verip bundan böyle Telemakhos’un babası olarak anılmayacağım ya da seni alıp anadan doğma soyacağım ve meydandan dışarı döverek atacağım, ta ki gemilere kadar ağlaya ağlaya gidene dek.”

Böyle deyip asası ile sırtına ve omuzlarına vurdu, ta ki Thersites yere düşüp gözlerinden yaşlar akıncaya dek. Altın kakma sırtında kanlı bir şiş bıraktı, ardından korkmuş ve acı içinde oturdu, gözlerinden yaşları sildikçe gülünç görünerek. İnsanlar üzüldüler ona fakat gene de kahkahalarla güldüler ve kimisi yanındakine dönüp şöyle dedi: “Odysseus bundan evvel savaşta ve kurulda pek çok güzel işler yaptı, fakat bu adamın daha fazla boş konuşmasını engellemekten daha iyi bir iş yapmamıştı Argoslulara. Krallara daha fazla küstahlık etmeyecektir bundan böyle.”

İnsanlar konuştu işte böyle. Sonra Odysseus kalktı, elinde asa ile, Athena da haberci kılığında insanlara sessiz durmalarını söyledi, en uzaktakiler de onu duyup öğütlerini dinleyebilsinler diye. Odysseus da bütün samimiyeti ve iyi niyeti ile onlara şöyle seslendi:

“Kral Agamemnon, Akhalar seni insanlar arasında dile düşürmek isterler. Argos’tan çıktıklarında sana vermiş oldukları sözü unuttular, Truva şehrini yağmalayıncaya kadar dönmeyelim diye, çocuklar veya dul kadınlar gibi söylenip durur ve eve doğru yola çıkmak isterler. Şu da doğru ki ümitleri kırılacak kadar zorluk çektiler. Karısından bir ay bile ayrı kalmaya dayanamaz bir adam, güvertesinde rüzgârın ve denizin insafına kalmışken, ama şimdi biz burada kalalı dokuz koca yıl oldu. Bu sebepledir ki, Akhaları sabırsızlandıkları için suçlayamam. Yine de bu kadar uzun bir zamandan sonra eve elimiz boş gidersek kendimizden utanmalıyız -bu yüzden dostlar, birazcık daha sabırlı olun ki Kalkhas’ın kehanetlerinin doğru olup olmadığını öğrenebilelim. O zamandan bu zamana hayatını kaybetmeyen herkesin dün gibi veya daha evvelki gün gibi hatırlaması lazım, biz Priamos ve Truvalılarla savaşmak için o zamana kadar yolumuzda giderken, Akhaların gemileri Aulis’te kalıvermişti. Bir kaynağın çevresinde toplanıp kutsal sunağın üstünde tanrılara kurbanlar sunduk, güzel bir çınar ağacı vardı, altından duru bir su akıntısı gelen. Sonra bir mucize gördük, zira Zeus toprağın altından koca bir yılan gönderdi, sırtında kan kırmızı lekeler olan yılan sunağın altından çınar ağacına sıçradı. Orada yavru serçe kuşlar vardı yuvalanmış, oldukça küçük, en yüksek dalın üzerinde, yaprakların arasından görünüyorlardı; hepsi sekiz tane ve onları yavrulayan ana ile beraber dokuz. Yılan cıvıldaşıp duran bu zavallı yavruları yedi, yaşlı kuşsa yavrularına yana yana uçuştu. Fakat yılan ona doğru yaylandı ve o haykırırken kanadından yakaladı. Hem serçeyi hem de yavrularını yedikten sonra, onu gönderen tanrı alamete çevirdi onu, öyle ki kurnaz Kronosoğlu onu taş etti ve biz de orada oturup olan bitene şaşırdık. O zaman böyle korkunç bir belirtinin kurban merasimimizi yarıda kesmesini gören Kalkhas, hemen tanrının kerametini bildirdi. ‘Nedendir, Akhalar…’ dedi, ‘böyle nutkunuz tutuldu? Zeus bize uzun zaman sonra olacak ve gerçekleşmesi uzun sürecek olan, ancak ünü sonsuza dek sürecek olan bu işareti gönderdi. Yılan sekiz yavruyu ve onları doğuran serçeyi, ki toplam dokuz eder, yediği için biz de dokuz sene Truva’da savaşacağız, ancak onuncuda şehri alacağız.’ Buydu onun söylediği ve şimdi hepsi gerçekleşiyor. Bu yüzden, burada kalın hepiniz, ta ki Priamos’un şehrini alıncaya dek.”

Ardından Argoslular, gürültüleri gemiyi çepeçevre sarana dek bağrıştılar. Gerene’nin şövalyesi Nestor, onlara hitap etti sonra. “Yazıklar olsun size!” diye bağırdı. “Burada durmuş, çocuklar gibi konuşursunuz, erkek gibi savaşmanız gerekirken. Anlaşmamız nerede şimdi, nerede verdiğimiz yeminler? Kararlarımız ateşe mi atılmalı, tanrı şerefine sunduğumuz içkiler ve el sıkışmalarımızla beraber inancımızı teslim ettiğimiz? Burada konuşarak zamanımızı harcıyoruz ve bütün bu tartışmalarla hiçbir ilerleme kaydedemeyeceğiz. Bu yüzden, haydi ayağa kalk Atreusoğlu, sebat ettiğin amacın için. Argoslulara savaşta önderlik et ve bu bir avuç insanı da çürümeye bırak, Zeus’un doğru mu yalan mı söylediğini öğrenmeden önce, Argos’a dönmek için entrikalar çeviren, hem de boşu boşuna. Zira Kronos’un yüce oğlu elbet başaracağımız sözünü verdi, biz Argoslular Truvalılara ölüm ve yıkım getirmek için yelkenleri açınca. Bize olumlu bir işaret verdi, sağ tarafımızda şimşek çaktırarak. Bundan dolayı kimse gitmek için acele etmesin, önce bir Truvalının karısı ile yatmadan ve Helen’in uğruna çektiği zahmet ve acının intikamını almadan. Buna rağmen, eğer her kim tekrar evinde olmak için acele ederse, bırakalım gemisine el atsın da herkesin gözü önünde eceline kavuşsun. Ey kralım, önce düşün ve kulak ver bu öğüdüme, zira sözüm ihmal edilmemeli. Agamemnon, adamlarını kavimlere ve boylara göre ayır, böylece kavimler ve boylar beraberce durup birbirlerine yardım edebilir. Eğer böyle yaparsan ve Akhalar da sana uyarsa, komutanların ve askerlerin hangilerinin cesur, hangilerinin korkak olduğunu bulacaksın, çünkü birbirlerine karşı yarışacaklar. Böylece tanrının buyruğundan mı yoksa adamların korkaklığından mı şehri ele geçiremediğini de anlayacaksın.”

Agamemnon karşılık verdi: “Nestor, konuşmada Akhaoğullarını gene yendin. Zeus Baba, Athena ve Apollon tarafından verilseydi bana on tane daha böyle danışman bunların arasından, Kral Priamos’un şehri kısa zamanda ellerimize düşerdi ve biz de yağmalardık. Ancak Kronosoğlu bana gereksiz kavga ve çekişmelerle acı veriyor. Aşil ve ben bir kız için tartışıyoruz, ki ilk gücendiren bendim bu meselede. Eğer anlaşırsak yeniden, Truvalılar yıkımı bir gün dahi geciktiremeyecekler. Haydi, şimdi sabah kahvaltınızı alın da ordularımız savaşa başlasın. Bileyin mızraklarınızı iyice, hazır edin kalkanlarınızı, besleyin atlarınızı ve gözden geçirin dikkatlice savaş arabalarınızı, çünkü bütün bir gün boyunca cenk edebiliriz, hiç dinlenemeyebiliriz, bir an bile ta ki gece bizi ayırıncaya dek. Kalkanınızı tutan kayışlar terle sırılsıklam olacak omuzlarınızın üstünde, elleriniz mızraklarınızdan yorulacak, atlarınız arabaların önünde soluk soluğa kalacak ve eğer ki kavgadan kaçan veya gemide kalmaya çalışan bir adam görürsem ona kimse yardım edemez, kurda kuşa yem olur ancak.”

Böyle konuştu ve Akhalar tezahüratlarla bağırdı. Nasıl ki güney rüzgârından önce dalgalar yükselir ve yüksek bir burunda patlar, her yönden esen rüzgârın önüne katmasıyla çarpıp hiç durmadan boğuşarak, Akhalar da kalktılar ve her bir yönden gemilerine aceleyle gittiler. Ateş yakıp yemeklerini yediler, her biri bir başka tanrıya adak sunarak ve her birine dua ederek savaştan sağ salim çıkmak için. Erlerin kralı Agamemnon, yüce Kronosoğlu’na yağlı, beş yaşında bir sığır kurban etti ve krallar ile ordunun yaşlılarını davet etti. Önce Nestor ve Kral İdomeneus’u çağırdı, sonra iki Aias’ı ve Tydeus’un oğlunu, altıncı olarak da tanrılar gibi akıllı Odysseus’ı, ancak Menelaos kendiliğinden geldi, zira biliyordu kardeşinin ne çok meşgul olduğunu. Ellerinde arpa kırmalarıyla oturdular sığırın etrafında ve Agamemnon dua etti şöyle: “Zeus, en şanlı, en yüce, göklerde oturup kasırga bulutlarında dolaşansın! Bahşet bize güneşin batmamasını veya karanlığın çökmemesini, ta ki Priamos’un sarayı mahvolup, kapıları ateşle yanıp kül oluncaya dek. Kılıcımla Hektor’un göğsünün üstündeki zırhı delip geçmeyi nasip et ve bütün yoldaşlarının da etrafına cansız yığılıp, geberip gitmelerini.”

Bu şekilde dua etti, ancak Kronosoğlu duasını yerine getirmeyecekti. Kurbanı kabul etti ancak buna rağmen sıkıntılarını giderek artırdı. Dualarını bitirip kurbanın üzerine arpa kırmalarını serptikten sonra, başını arkaya kaldırıp kestiler ve sonra da derisini yüzdüler. Butlarını ayırdılar, iki kat yağla sardılar ve üzerine biraz çiğ et koydular. Bunları parça parça kütüklerin üzerinde pişirdiler, iç taraftaki etleri de şişe takıp pişmeleri için ateşe tuttular. Butlar pişince, içindeki etleri tattılar, kalanını da küçük parçalara kestiler, parçaları şişlere geçirdiler, pişene dek kızarttılar ve ateşten çektiler. İşlerini bitirip şöleni hazır edince yediler ve herkes kendi eşit payını aldı, böylece herkes memnun kaldı. Yeterince yiyip içince Gerene’nin kralı Nestor konuşmaya başladı. “Kral Agamemnon!” dedi. “Burada konuşup durmayalım ve tanrının elimize verdiği bu işi aksatmayalım. Haberciler insanları gemilerinde toplanmaya çağırsın. Biz de ordunun yanına gidip derhâl savaşı başlatalım.”

Böyle konuştu ve Agamemnon da sözlerini dinledi. Hemen insanları meydana toplamaları için habercileri etrafa yolladı. Onlar da çağırdılar ve insanlar da bunun üzerine toplandı. Atreusoğlu’nun etrafındaki komutanlar adamlarını seçip dizdiler, Athena ise ne eskimek ne ölüm bilen kıymetli kalkanını tutarak aralarında dolaştı. Saf altından yüz püskül sallanırdı kalkanda, hepsi ustaca örülmüş ve her biri yüz öküz değerinde. Bununla Akha ordusu içinde coşkuyla bir o yana, bir bu yana koşturdu, ilerlemelerini söyleyerek ve her birinin yüreğine cesaret koyarak, mücadele edip hiç durmadan savaşabilsinler diye. Böylece, savaş, gözlerine gemileriyle evlerine dönmekten daha tatlı göründü. Dağ başında büyük bir orman yangını nasıl şiddetlenir ve parlaklığı ta uzaklardan nasıl görünürse yürüdükçe zırhlarının pırıltısı da tanrının gök kubbesinde öyle parladı.

Kaystros’un sularının civarındaki ovalardaki muazzam kaz, turna veya kuğu sürüleri gibiydiler, oraya buraya kanat çırpan kuşlar nasılsa, öyle uçuşlarıyla iftihar ederek ve konarken bağrışarak ta ki çayırlar çığlıkları ile doluncaya dek. İşte böyle aktı birlikler gemilerden ve çadırlardan Skamandros’un ovalarına. Toprak, insanların ve atların ayaklarının altında çın çın çınladı. Çiçeklerle süslü çayırda bitişik bitişik durdular, yazın yeşeren yapraklar gibi.

Bahar zamanı kovalar sütle dolup taştığında çobanın evinin etrafında sayısız sinek sürülerinin uğuldaması gibi Akhalar da ovaya akın ettiler, Truvalılara saldırıp yok etmek için.

Komutanlar adamlarını bir o yana bir bu yana dizdiler savaş başlamadan önce, otlarken karışan sürülerine kolayca çekidüzen veren keçi çobanları gibi. Sonra aralarına girdi, Kral Agamemnon, gök gürültüsünün efendisi Zeus’unki gibi başı ve yüzü, Ares’inki gibi beli ve Poseidon’unki gibi göğsü ile. Ovadaki sürüye hâkim koca bir boğaya benzer şekilde, Zeus da Atreus’un oğlunu dizi dizi yiğitler arasında emsalsiz kıldı.

Olympos’ta oturan ey Musalar, şimdi söyleyin bana -zira siz tanrıçasınız ve her yerdesiniz, öyle ki her şeyi görürsünüz; bizse bir şey bilmez, sadece duyarız. Danaoların kralları ve komutanları kimdir? Sıradan askerlere gelince, öyle çoktular ki hepsinin tek tek isimlerini sayamam ben on tane dilim olsa, sesim kısılmasa ve kalbim tunçtan olsa bile, eğer ki ey Olymposlu Musalar, kalkan taşıyan Zeus’un kızları, siz onları bana saymadıkça. Ama bütün gemileri ve komutanları sayacağım yine de.

Peneleos, Leitos, Arcesilaus, Prothoenor ve Klonios, Boiotialıların komutanıydı. Bunlar Hyrie ve kayalık Aulis’te otururlardı ve Skhainos, Skolos ve Eteonos'un dağlık alanları ile Thespeia, Graia ve güzel şehir Mykalessos’a sahiptiler. Yanlarında Harmalılar, Eilesioslular, Erytraililar, Eleonlular, Hyleliler ve Peteonlular var; Okalee ve Medeo’da oturanlar var; sonra, Kopailılar, Eutreisliler ve bol güvercinli Thisbeliler; Koroneia’nın ve çimenli Haliartos’un insanları var; Plataia ve Glisas’ta, düzenli Hypothebai’da yaşayanlar, Poseidon’un meşhur korusu ile kutsal Onkheston’un insanları var sonra bağları bol Arne’de, Mideia’da oturanlar, kutsal Nisa ve denizin kıyısındaki Anthedon’da oturanlar var. Yüz yirmi delikanlı binmişti Boiotialılardan her gemiye ve bunlar elli gemiyle çıkmıştı yola. Ares’in oğulları Askalaphos ve İalmenos, Minyoların diyarı Aspledon ve Orkhomenos’ta yaşayan halkı yönettiler. Soylu bir bakire olan Astyokhe, onları Azeus’un oğlu Aktaros’un evinde doğurdu, zira çıkmıştı bir gün kadınlar katına ve Ares’le gizlice beraber olmuştu. Bunlardan otuz tane gemi gelmişti.

Phokislilerin başında yüce Naubolosoğlu İphitos’un oğulları Skhedios ve Epistrophos vardı. Bunlar Kyparissos, kayalık Pytho, kutsal Krisa, Daulis ve Panopeus’ta otururlar. Anemoerialılarla, Hyampolisler var yanlarında, Kephisos Nehri kıyılarında oturanlar, Kephisos’un kaynaklarında yaşayan Lilaialılar. Bunlar beraberinde kırk gemi ile geldi ve Boiotialıların yanında, sollarında birliklerini tanzim ettiler.

Oileusoğlu çevik Aias, Lokrislilere komuta etti. Telamon’un oğlu Aias kadar da iri yarı değil, ufak bir adamdı ve zırhı kendirdendi ancak mızrak atmada tüm Hellenleri ve Akhaları geçerdi. Bunlar Kynos, Opoeis, Kalliaros’ta otururlar; kentleri Bessa, Skarphe, güzel Augeiai’dır, Tarphe ve Boagrios Nehri yakınındaki Thronios’tur. Kırk kara gemiyle gelmişlerdi, Euboie’nin karşısında oturan Lokrislilerindi bu gemiler. Euboie’den gelen Abantlar ateş içindeler, kentleri Khalkis, Eiretria, asmalarıyla zengin Histiaia, denizin kıyısındaki Kerinthos ve kayaya tünemiş Dion’dur. Onlar Karystos ve Styra’da otururlar ve komutanları Ares’in soyundan Elephenor, Khalkodon’un oğlu ve tüm Abantların önderiydi. Onunla beraber geldi çevik ayaklı ve uzun saçlarını arkalarında toplayan cesur savaşçılar, düşmanlarının zırhlarını uzun dişbudak ağacından mızraklarıyla delmek için yanıp tutuşurlardı. Bunlardan kırk gemi geldi.

Yüce Erekhteus’un insanları güçlü şehir Atina’ya sahipti. Toprağın doğurduğu Erekhteus’u, Zeus’un kızı Athena besledi ve Atina’ya yerleştirdi, kendi zengin mabedine. Burada her yıl Atinalı gençler kurbanlık boğa ve koçlarıyla ona ibadet ederler. Komutanları Peteos’un oğlu Menestheus’tu. Savaş arabalarını ve yaya askerleri dizmekteydi; yaşayan hiçbir adam onunla boy ölçüşemezdi. Yalnızca Nestor rekabet edebilirdi, ondan daha yaşlı idi. Bunlardan kırk gemi geldi. Aias, Salamis’ten on iki gemi getirdi ve onları Atinalıların gemileri yanında yerleştirdi.

Argos’un ve sağlam duvarlı Tiryns’in yurttaşları, Hermione ve körfezin kıyısında Asine’de oturanlar, Troizenliler, Eionalılar ve bağlara sahip Epidauroslular, Aigina ve Mases’ten gelen Akhaoğulları; bunlar gür savaş naraları atan Diomedes ve meşhur Kapaneus’un oğlu Sthenelos tarafından komuta edilir. Bunlarla beraber komutada Talaosoğlu Kral Mekisteus’un oğlu Euryalos vardı. Ancak, Diomedes hepsinin komutanıydı. Bunlarla beraber seksen gemi geldi.

Sonra düzenli Mykene’in insanları gelir, zengin Korinthoslular ve güzel Kleonailılar, Orneiai’da, Araithyree’de oturanlar ve Adrestos’un ilk kral olduğu Sikyon’da oturanlar, Hyperesie’nin, yüksek Gonoessa’nın insanları, Pelleneliler, Aigionlular, tekmil Aigialos’ta, geniş Helike dolaylarındaki kişiler. Bunlar Atreusoğlu Kral Agamemnon kumandasında yüz gemi gönderdiler. Hepsi arasında birlikleri en iyi ve sayıca en fazla olandı ve ortalarında da parıldayan tunç zırhı içinde tüm ihtişamıyla kralın kendisi duruyordu -yiğitler içinde en önde geleni- zira o en büyük kraldı ve sayıca en fazla adama sahipti.

Sonra Lakedaimon’da oturanlar, dağ eteklerinde yayılarak, Pharis, Sparta, güvercinlerin buluşma yeri Messe ile Bryseai, Augeia, Amyklai ve deniz kıyısındaki Helos’un insanları, Laas, bir de Oitylos’takiler vardı. Bunlar, Agamemnon’un kardeşi gür savaş naraları atan Menelaos tarafından yönetildi ve diğerlerinden ayrı dizilmiş altmış gemiydi. Aralarına heves içindeki Menelaos’un kendisi gitti adamlarına dövüşmeleri için telkin vermeye, zira Helen’in uğruna çektiği zahmet ve acının intikamına hasretti.

Pylos’ta, Arene’de ve Alpheios Nehri’nin geçtiği yerde, Thryos’ta, güzel Aipy’de, Kyparesseis ve Amphigeneia’da, Pteleos, Helos ve Dorion’da oturanlar. Musalar buluşmuşlardı eskiden Dorion’da, keseceklerdi Trakyalı Thamyris’in şarkısını. Oikhalia’dan gelmişti Thamyris, Oikhalialı Eurytos’un yanından; kendine güvenip övünüyordu, şarkı söylemede Musalardan dahi üstün çıkacağını söylüyordu. Bunun üzerine, Musalar sinirlendi ve onu kör etti. Tanrısal şarkıyı elinden aldılar ve çalgı çalmayı unutturdular ona. Başlarında Gerene’nin şövalyesi Nestor vardı ve doksan gemiyi dizmişti oraya. Yüksek Kyllene Dağı eteğinde oturan Arkadialılar var sonra, Aipytos’un mezarı yanında oturan bu adamlar teke tek dövüşte ustadır, onlar Pheneos’ta, sürüleri bol olan Orkhomenos’ta, Ripe, Stratie ve rüzgârlı Enispe’de otururlar; kentleri Tegee, güzel Mantinee, Stymphelos ve Parrasie’dir. Kumandanları Ankaiosoğlu Kral Agapenor’du ve altmış gemileri vardı. İyi asker olan birçok Arkadialı doluşup geldiler her birine, ancak denizleri geçecek gemileri onlara Agamemnon verdi, zira onlar denizci insanlar değillerdi.

Sonra da Buprasion ve Elis’te oturan adamlar var, yerleri Hyrmine ile deniz kıyısındaki Myrsinos ve Olenie kayalığı ile Alesion arasına konumlanmıştır. Bunların dört lideri vardı ve her birinin de onar gemisi, güvertelerinde de birçok Epeolular; bir takımına Amphimakhos ve Thalpios -biri Kteatos’un oğlu, diğeri Eurytos’un-komuta eder ikisi de Aktor ırkından. Diğer ikisi Amorynkheus’un oğlu Diores ve Augeiasoğlu Kral Agathenes’in oğlu olan Polykseinos.

Dulikhion’da denizaşırı Elis’in karşısında kutsal Ekhinai adalarında oturanlar gelir. Bunlar Ares’in dengi Meges’tir önderleri, Zeus tarafından sevilen yiğit Phyleus bir zamanlar babası ile tartışıp Dulikhion’a yerleşmişti. Onunla kırk gemi geldi.

Cesur Kephallenleri Odysseus komuta ediyordu, İthake’de, ormanlık Neriton Dağı’nda, Krokyleia ve sarp Aigilips’te otururlar. Samos ve Zakynthos da onlarındır, kimi içerlerde kimi adalara karşı kıyılarda oturur. Bunlar Zeus gibi akıllı Odysseus tarafından yönetiliyordu ve onunla on iki gemi geldi.

Aitolialılara Andraimon’un oğlu Thoas kumandanlık ediyordu. Bunlar, Pleuron, Olenos, Pylene ve denizin kenarındaki Khalkis ve kayalık Kalydon’da otururlar. Kral Oineus’un yaşayan oğlu olmadığı ve kendi de öldüğü için, aynı şekilde altın saçlı Meleagros da, Thoas Aitolialıların kralı yapıldı. Thoas’la beraber kırk gemi geldi.

Meşhur mızrağıyla ün salmış İdomeneus var Giritlilerin başında. Bunlar, Knossos ve duvarlarla çevrili Gortyn’de, Lyktos, Miletos ve kireçli Lykastos’ta otururlar. Phaistos ve Rytios en güzel şehirleridir. Yüz kentli Girit’in insanları var bir sürü, hepsi İdomeneus’un buyruğunda, adam öldüren Enyalios’la tanrıya denk Meriones’in buyruğundalar. Bunlarla da seksen gemi geldi.

Heraklesoğlu, hem cesur hem soylu Tlepolemos, Rodos’tan dokuz gemi dolusu yiğit savaşçı getirdi. Üç sıraya dizilen bu Rodoslular; Lindoslular, İelysoslular, sütbeyaz Kameiroslular idi. Astyokhe ve Herakles’in oğlu Tlepolemos’un buyruğundaydılar. Tanrıların büyüttüğü delikanlıların şehirlerini yok edince Herakles, getirmişti Selleis Irmağı kenarındaki Ephyre’den Astyokhe’yi. Ancak Tlepolemos büyüdüğünde, kendi zamanında meşhur bir savaşçıyken yaşlanmış olan babasının dayısı Likymnios’u öldürdü. Sonra kendine donanma kurdu, pek çok insanı topladı ve uzak denizlere kaçtı ancak Herakles’in diğer oğulları ve torunları tarafından kovalandı. Çok zorluk çektiği bir seferden sonra, Rodos’a geldi. Burada insanlar üç topluluğa bölündüler soylarına göre ve hem tanrıların hem de insanların efendisi Zeus tarafından çokça sevildiler, bundandır ki Kronosoğlu onlara büyük bolluk gönderdi.

Nireus da Syme’den üç gemi getirmişti -Kral Kharops ile Agleie’nin oğlu- İlyon’a gelen tüm Danaolar arasında Peleusoğlu’ndan sonra en yakışıklı adamdı- ancak gücü olmayan biriydi ve az adamı vardı.

Nisyros, Krapathos, Kasoslulardaydı sıra şimdi, Eurypylos’un adası Kos’tan, Kalydnai adalarından gelenlerde. Heraklesoğlu Kral Thessalos’un iki oğlu Pheidippos ve Antiphos’tur önderleri. Bunlar otuz gemiyle geldi.

Pelasgların kenti Argos’ta oturanlarda sıra şimdi, Alos, Alope ve Treknis onlarındır. Myrmidon, Hellen ve Akhalar diye bilinen bu halk Phthie’de, güzel kadınlı Hellas’ta otururlar. Elli gemisi vardı Aşil’in komuta ettiği. Ancak savaşta yer almadılar, zira onların başında idare edecek kimse yoktu. İçerlemişti Aşil, Briseis yüzünden. Çünkü Lrynessos ve Thebai surlarını yıkmak için Selepiosoğlu Kral Euhenos’un oğulları Mynes ve Epistrophos’u vurmak için ne sıkıntılar çekmiş, Lrynessos dönüşü de o güzel saçlı kızı kendisine seçmişti. Aşil hâlâ kız için üzülüyordu, ancak yakında onlara tekrar katılacaktı.

Sonra Phylake ve çiçekli çayırların olduğu, Demeter Tanrıça’nın korusu Pyrassos’ta, koyunları bol İton, deniz kıyısındaki Antron ve çayırlar üzerindeki Pteleos’ta yaşayanlar vardı. Cesur Protesilaos hayattayken önderleriydi, ancak şimdi kara toprağın altında. Ardında Phylake’de yanaklarından acıyla yaşlar boşanan karısını bıraktı ve yarım kalmış bir saray. Truva toprağına Akhalar arasında en önde ayak bastığı sıra, bir Dardanoslu savaşçı tarafından öldürüldü. Halkı önderlerine yas tuttuysa da lidersiz kalmamışlardı, çünkü Ares’in soyundan Podarkes onları idare etti. O, Phylakes’un oğlu olan bol koyun sürüsüne sahip İphiklos’un oğlu idi ve Protesilaos’un küçük kardeşi. Ama Protesilaos ondan hem daha büyük hem de daha yiğitti. İnsanlar lidersiz değillerdi ama kaybettikleri önderlerine de matem tuttular. Onunla kırk gemi geldi.

Boibeis Gölü’nün yakınındaki Pherailılar gelir, Boibe, Glaphyrai ve düzenli İaolkos illerinde oturanlar. Pelias kızlarının en güzel kızı Alkestis’ten doğma ve Admetus’un oğlu Eumelos on bir tane gemisiyle önderiydi onların.

Sonra Methone ve Thaumakie’de, Meleboia’da ve sarp Olizon’da yaşayanlar gelir. Bunlar becerikli okçu Philoktetes tarafından yönetildi ve yedi gemileri vardı, her birinde hepsi iyi okçular olan elli kürekçi de. Ancak Philoktetes, Limni Adası’nda acılar içinde yatıyordu, Akhaoğullarının onu bıraktığı yerde zira zehirli bir su yılanı tarafından ısırılmıştı. Orada hasta ve üzgün yatarken pek yakında Argoslular onu çok özleyeceklerdi. Halkı onun yokluğunu çok hissetseler de lidersiz değildiler zira Rhene’nin Oileus’tan doğurduğu gayrimeşru oğlu Medon onları hizaya dizdi.

Trikkeliler, kayalık bölge İthome ile Oikhalieli Eurytos’un şehri Oikhalie’de yaşayanlar da vardı. Bunlar Asklepios’un iki oğlu tarafından komuta ediliyorlardı, şifa alanında yetenekli Podaleirios ve Makhaon. Bunlarla da otuz gemi geldi.

Bir de Ormenion’da, Hypereia Pınarı başında, Asterion’da ve ak zirveli Titanos’ta oturanlar var. Bunlar Euaimon’un oğlu Eurypolos tarafından komuta ediliyordu ve kırk gemiyle geldiler.

Argissa, Gyrtone, Orthe, Elone ve beyaz şehir Oloosson’da oturanların lideri cesur Polypoites’ti. Zeus’un oğlu olan Peirithoos’un oğlu idi zira Hippodameia onu Peirithoos’a doğurmuştu, kıllı dağ azmanlarından öcünü alıp onları Pelion Dağı’ndan Aithikler’e doğru sürdüğü gün. Ancak Polypoites komutada tek başına değildi, çünkü Ares’in soyundan Kaineusoğlu Koronos’un oğlu olan Leonteus da onunla birlikteydi. Kırk gemiyle geldiler.

Guneus yirmi iki gemi getirmişti Kyphos’tan. Onunla gelenler, Ainienler ve yiğit Peraibolar, soğuk Dodone’de yurt kurmuşlar. Bir de Titaresis Irmağı’nın kıyılarını işleyenler var, Peneios’a dökülür bu ırmağın suyu, onun gümüş akıntılarına karışmaz ama yağ gibi üzerinden kayar gider; korkunç antlara tanık Styks Irmağı’nın koludur o.

Magnetlerin komutanı Tenthredon’un oğlu Protheos’tu. Bunlar Peneios Nehri ve Pelion Dağı civarında otururlardı. Çevik ayaklı Protheos liderleriydi ve onunla kırk gemi geldi.

Bunlar Danaoların komutanları ve önderleri idi. O zaman ey Musa, say bana şimdi de Atreusoğullarıyla gelenler arasında en iyi atları ve erleri.

Atlardan, Pheresoğlu’nunkiler en iyi atlardı. Bunlar Eumelos tarafından sürülünce kuşlar kadar hızlıydılar. Aynı yaş ve renkte, boyda da tamamen uyumlu. Gümüş yaylı Apollon onları Pierie’de yetiştirdi, ikisi de kısrak ve savaşta Ares kadar korkutucu. Erler içinde Telamon’un oğlu Aias en üstündü ama Aşil’in öfkesi sürene dek. Zira Aşil ondan çok daha üstündü ve daha iyi atları vardı. Ancak Aşil şimdi gemilerinde uzakta duruyordu, Agamemnon’la olan kavgası yüzünden ve adamları da deniz kenarında zaman öldürdü, disk atarak, mızrak atarak ve okçuluk yaparak. Atları kendi arabaları yanında durdu, nilüfer çiçeği ve yaban kerevizi yiyerek. Arabalar ise efendilerinin çadırlarının yanında öylece dururlar, sımsıkı bağlı. Onları sürenlerse liderleri olmadığı için ordunun etrafında, orada burada gezindi ve savaşmaya gitmedi.

Ordu böylece şiddetli bir ateş gibi ilerledi ve altlarındaki toprak inledi, aynı gök gürültüsünün efendisi Zeus, Arimos dağlarında kızmıştı Typheus’a, Typheus’un ini oradadır derler, şimdi de Zeus kamçılıyordu o toprağı o günkü gibi. Onlar hızla giderken de ovada, toprak altlarında öyle inledi işte.

Şimdi rüzgâr kadar hızlı İris, Zeus tarafından Truvalılara kötü haberi vermesi için gönderildi. Genci yaşlısı toplandı Priamos’un kapılarında ve İris Priamos’un oğlu Polites’in sesi ile konuşarak Priamos’a yaklaştı. Ayağı hızlı Polites Akhaların herhangi bir hücumunu gözetlemek için Truvalıların gözcüsü olarak eski Aisyetes’in mezarının bulunduğu höyüğün tepesinde duruyordu. Ona benzeterek konuştu İris, dedi ki: “İhtiyar, boşuna konuşursun sanki barış zamanı gibi, savaş kapıdayken. Pek çok savaş gördüm, ancak şimdi gelen ordu gibisini hiç görmedim. Şehre saldırmak üzere ovayı aşıyorlar, yapraklar gibi çok, denizdeki kum gibi. İşte sana söylüyorum Hektor, dediğimi yap. Priamos şehrine uzak şehirlerden gelip çeşitli diller konuşan pek çok müttefikimiz yayılmıştır. Bu yüzden her kumandan kendi adamlarına emir verip onları teker teker sıraya dizsin ve savaşa doğru yol alsınlar.”

Böyle konuşunca Hektor onun tanrıça olduğunu anladı ve hemen toplantıyı dağıttı. Erler silahları kapıp gitti, bütün kapılar açıldı ve insanlar çıktı dışarı atla ve yaya, çok büyük bir gürültü içinde.

Şehrin karşısında yüksek bir tepe vardır, ovanın içinde yükselen kendi başına. İnsanlar ona Batieia der, ölümsüzlerse onun kıvrak Myrrhine’nin mezarı olduğunu bilir. Burada Truvalılar ve müttefikleri birliklerini dizdiler.

Priamos’un oğlu parlak miğferli ulu Hektor Truvalıları komuta etti ve fazla sayıda ve savaş için sabırsızlanan en yiğit erler onunlaydı.

Dardanialıların başında cesur Aeneas vardı, Afrodit, tanrıça olmasına rağmen İda Dağı'nın eteklerinde Ankhises'le beraber olup, onu doğurmuştu. Yalnız değildi Aeneas, zira Antenor’un iki oğlu Arkhelokhos ve Akamas yanındaydı, her ikisi de savaş sanatında usta.

İda Dağı’nın ta dibinde Zeleia’da oturanlar vardı, Aisepos’un kara sularını içen ve Truva soyundan olan güçlü adamlar bunlar, Lykaon’un oğlu Pandaros var başlarında, ki ona yay kullanmayı Apollon öğretmişti.

Adresteia ve Apaisos ülkesinde oturanlar gelir sonra, Pityeia ve Tereie’nin sarp eteklerinde oturanlar, başlarında kendirden zırh giymiş Adrestos ve Amphios var. Her türlü falcılığı bilen Perkoteli Mereops’un oğullarıydılar. Mereops onlara savaşta yer almamalarını söyledi, zira kara ölüm tanrıçaları onları sürüklüyordu, ancak onu dinlemediler.

Perkote ve Praktios’ta oturanlar gelir sonra, Sestoslular, Abydoslular ve Arisbe’nin yurttaşları, başlarında Hyrtakes’in oğlu cesur kumandan Asios vardı. Selleis Irmağı kıyılarından, Arisbe’den, güçlü, doru atların getirdiği Hyrtakesoğlu Asios. Bereketli Larissa’da oturan Pelasglı mızrakçıların birliğine Hippothoos önderlik eder, başlarında Ares’in soyundan Teutamosoğlu Lethos’un oğulları Hippothoos ve Pylaios var.

Akamas’la yiğit Peiroos var Trakyalıların başında, hızla akan Hellespontos çevirir topraklarını.