banner banner banner
Şehir Mektupları
Şehir Mektupları
Оценить:
 Рейтинг: 0

Şehir Mektupları


Büyük annesi olacak, ihtiyar bir kadın, güvezimsi feraceli,[60 - Güvezimsi ferace: Morumsu renkte üstlük.]mangal kapağı yaşmaklı, eski usulde yapılmış rugandan yarım potin, elinde tarçıni bir şemsiye var. Derhâl koştum. Gürbüz bir çocuk. “Korkma oğlum!” falan diyerek kurtardım. Aldığım duanın haddi hesabı yok. Ben bu hizmeti bitirdiğim sırada, karşı taraftan da beş altı tanesi geçiyordu:

Aman ne çarşaflar! İnsan seyretmeye doyamıyordu. Elektrik alevi, yanar döner, akşam güneşi, parlak nefti… Bu rengârenk latiflik, işve ve naz artıran sekişlerle geçip giderken bir ses daha peyda oldu. Kar gibi beyaz bir yeldirmeye bürünmüş olan bir siyah kadın, bir şeyler söylüyor. Dikkat ettim; şemsiyesinin ucu yine o deliklerden birine girip kırılmış. O kuzguni[61 - Kuzguni: Simsiyah.] çehrenin üzerindeki parlak gözler, habire, dövecek bir adam arıyor.

Artık, o çarşafların rengini sormayın! Geçen yıldan kalma moda mahsulü olan kâh ördek başı, kâh kumru göğsü, kâh sincabi, kâh yanık al, menekşe moruyla karışık ipek dallı, şeftali çiçeği rengi üzerine, serpik sırma rengini andırır işlemeli, modaya uyma derecesi, sahibi olan hanımın bu yadigâra rağbeti ölçüsüne uyarak: fes rengi, samani, fındıki, nohudi, mavi, tahinî, mor, lacivert, al, kanarya sarısı, zeytuni, şarabi, deniz rengi, şeker rengi, ekşi karadut, tozpembesi, bunların açığı, koyusu karmaşık olarak… Komik İngiliz’in “karnaval âlemi”ne benzetmekte haklı olduğu örtülü, açık binlerce vücut, gözümün önünden geçiyordu.

Arada, doru ata binmiş birisi; ak saçlı, bitkin bir ihtiyar; bakla kırı, yağız, demir kırı beygirler; boz bir merkep; alaca entarili biri; abraş[62 - Abraş: Alaca benekli.] bir hayvan; vapurdumanı gözlüklü bir sakat; maun[63 - Maun: Kızıla çalar kahverengi.] boyalı bir çerçeve; kırçıl bir gazete müvezzii; güvem[64 - Güvem: Siyaha çalar, koyu yeşil.] gözlü bir kız çocuğu; havai kâğıda sardığı paketini koltuğunda tutan bir ağa; lepiska, kumral, siyah saçlı madamalar; tirşeye[65 - Tirşe: Yeşile çalar gökrengi karması.] çalar renkte bir ser ve sandık; esmer, beyaz, siyah buğdayı, keşmirî[66 - Keşmirî: Koyu esmer, Hintli rengi.] insanlar; pembe feraceli bir hanım. Velhasıl, renklerin derece derece çeşitlenişini gösteren bir panorama[67 - Panorama: Genel görünüş.] ki bunu her yerde görmek nasip olmaz.

Köprü üzerindeki Rumeli ve Anadolu kıraathaneleri şu mevsimde o kadar serin oluyor ki insan saatlerce çıkmak istemiyor. Temizlik, bakım ve hizmet son derecede olduğundan, şehrimizde bir benzerine rastlamak güççedir. Fakat eski köprü ile yeni köprüyü birbirine bağlayan geçitlerin merdiven yerleri, pek ziyade tehlikeli, demirleri kopmuş, kırılmış olduğundan insan, inerken biraz sendeleyecek olursa, denize yahut dubaların üzerine düşecek.

Beni “köprücü”lere kim haber vermiş? Gelip geçerken, birbirilerine gösteriyorlar. Tenkidimize kulak verilmiş ve tembih edilmiş olmalı ki bu günlerde o biçimsiz hâller görülmüyor. Hatta, para vermeyenlere bir kere hatırlatıyorlar. Galiba, bu hatırlatma da dalgınlıktan uyarmak için olsa gerek.

10

“Baba Yaver’e”[68 - Baba Yaver: Ahmet Rasim’in, Şehir Mektupları’nda çok geçen, mizahlı manzumelerinde ve yazılarında kendisine ‘‘Baba Yaver-i şikem-perver’’ diye takıldığı, midesine düşkün ve obur diye takdim ettiği bir arkadaşı.] dediye.[69 - Dediye: Fransızca ‘‘dediee: ithaf olunmuş’’. Burada sadece, ‘‘ithaf’’ karşılığı.]

Geçenlerde, aziz ahbaplardan biri işkembe ve işkembecilere mahsus makale hakkında dolaşan bahislere dalarak Galata lokantalarının gündelik yemekleri üzerine tetkikler yapmaya başlamış ve bu konuda ele geçirdiği listeyi ben âcizlerine yollamış olmayla, ilişikte ve açıkça, midesine düşkün efendimizin huzurlarına, takdim kılındı.

– Çorba —

Kokulu işkembe çorbası

– Etliler ve Balıklar —

Paçavra haşlaması, kılıç kebabı, kalkan kebabı, şiş kebabı, süngü kebabı, çoban kebabı, keçi kebabı, orman kebabı, kuzu başı, hafta başı, fileto pane, ben kül oldum yâne yâne, beyin tavası, ton ton havası, kuzu fırında, omlet dö jarden, kotlet dö eski saten, kızartma, sarartma, morartma, Okmeydanı mektupçusu bize bu kadar sarma, pantolon paçası, Kuşdili, Et Meydanı, Taş Kasap (hep bir hesap), yahni kapan, acemaşiran, Salma Tomruk.

– Sebzeler —

Semizotu bastı; aftos suratı astı, tramvay silkmesi, zeytinyağlı çınar dolması, Yeni Bahçe, Bostancı.

– Hamur işi —

Aside ma’kaside[70 - Aside makaside (kasideli aside): Yakıştırma bir isim. Aside, pekmeze un ve yağ katılarak yapılan bir tatlıdır.] mantarlı pilav, kantarlı çilav,[71 - Çilav: Haşlama pirinç.] Un Kapanı, altı kere altı, Asma Altı, Yel Değirmeni, Bulgurlu, pencere gözlemesi, segâh maya.

—Tatlılar —

Kaymaklı tulumba tatlısı, hortumun iki katlısı, balcı kızı (daha tatlı), dilber dudağı, saba buselik, sütlaç, ağzını aç.

– Tencere dışında bulunanlardan: salata —

Limoncu küfesi, Balık Pazarı muhtırası, Sirkeci büfesi (kadehi kuruşa).

– Meyveler —

Top atan, Dekadan,[72 - Dekadan: Aslında düşkün, inkıraz buları anlamlarına gelen bu söz, 19. yüzyıl sonu Fransız Sembolist şairlerine alaycı, küçültücü bir sıfat olarak takılmıştır.] adam aman ne derde? (ne sevdaya uğradı garip başım, ne derde!) şeftali sokağı, incir köyü, Fıstıklı, Fındıklı, Bağlar Başı, Narlı Kapı.

– İçkiler —

Ördek rakısı, pehlivan yakısı[73 - Pehlivan Yakısı: Çok sert bir yakı cinsi. Ancak pehlivanların dayanabileceği bir yakıcılıkta olduğu için bu adla anılır.] (Hekimlerin tavsiyesine göre eczanelerden veriliyor.), züğürtler şampanyası, Terkos kumpanyası, vay – vaylı çay, Kızılırmak, Zincirlikuyu.

11

Taze Havadis:

Cinasa[74 - Cinas: Şekilce benzer, anlamca ayrı birden fazla kelimenin aynı beyit veya cümlede (kimi zaman kafiyeli olarak) kullanılması.] ve cinas düşürmeye meyil ve arzuları ile tanınmış olan (Eskiler alaayiim!) tacirlerinin, bundan böyle (Eskiler sataliim!) adıyla anonim bir şirket kurmaya karar verdikleri ve durumu İştayn, Mayer, Viktor, Tiring[75 - İştayn, Mayer, Viktor, Tiring: Zamanın çok meşhur hazır elbise mağazaları.] mağazaları ile bütün yeni edebiyatçılara haber verdikleri işitilmiştir. Heveskârlar, sokağa çıkmayın!

Tribuna gazetesi, yazmış olduğu son bir makalede, İtalyalı meşhur filozof Viko’nun[76 - Viko (Jean Baptise Vico, 16688- 1744): ‘‘Yeni İlim ve Tarih Felsefesinin Esasları’’ adlı eseriyle tanınmış, İtalyan filozofu.] yüksek bilgili nazariyelerinde, “terakkinin şeklini” helezoni olmak üzere nitelemiş bulunması dolayısıyla, yeni edebiyatçılarımızın dahi o yola giderek; fakat daha gümüşi olmasına dikkat eyleyerek, bir şekil vücuda getirmeye çalıştıklarını belirtiyor.

“Derdine deva bulamayanlara!” başlığı ile gazetelere ilan veren doktor ile yarışmak üzere meşhur Kadıköylü Kambur Terzi, matbaamıza gelerek eski akçe hesabıyla yüz dirheme[77 - Dirhem: Eski gümüş para birimi.] dinleyeceğini söylüyor. Ok Meydanı mektupçuları, hazır olun!

Eczanelerde “pehlivan yakısı”nın her isteyene verilemeyeceği ve öteki berikinin hekimlik işlere karışamayacağı hususunda hekimlerin ileriye sürdükleri düşüncenin sebeplerini aramaya kalkışan bir zat, sonunda, işin içinden çıkabilmiştir. Bilindiği gibi yiğit lakabı ile anılır!

Hazımsızlık, iştihasızlık, kan kuvvetsizliği, kalp rahatsızlığı gibi hastalıkları (hayret edilecek bir süratle) yok eden “Fosfodin” adlı ilacın, zaman aşımı ile ihtiyarlayarak günde iki mil yol alabilmekte olduğu Eczahane-i Türkiyye’nin geçenlerde attığı perakende hesaplardan anlaşılmakta imiş.

Malum, nezlenin her iki cinsi de geçicidir. Rivayete bakılırsa geçmemesini isteyenler, Portakalis şurubundan içerlerse kanları tepelerine fırlayarak muvaffak oluyorlarmış. El uhdetü Ale’r – râvı.[78 - El uhdetü Ale’r – râvı: Doğrusu, yanlışı, rivayet edenin üzerine olsun!]

Reji[79 - Reji: Türk tütünlerini işleme, paketleme ve satma hakkı İnhisarlar (Tekel) idaresine geçmeden önce, aynı haklara sahip olan yabancı şirket.] idaresi, son zamanlarda, “Bafra” tütünleri hakkındaki tutumunu değiştirmiştir. Adı geçen idare, bu tütün paketlerinin yaldızı olduğu gibi kalmak ve yirmi beş gramdan beş gramı çıkarılıp azaltılmak şartıyla, her birini iki kuruşa satmaktadır. Tütün fiyatını indirmiyor, diye Reji’den şikâyet edenler gözlerini dört açsınlar!

Sahne-i Âlemde yer yer göze çarpan tabii garipliklerden olarak, bir tiyatroda, oyun oynandığı sırada bir demet “menekşe” peydah olarak, koklayanların burnunu düşürdüğü haber veriliyor. Acaba ben de koklayayım mı dersiniz? Ne dersiniz?

“Veresiye içenler, iki defa sarhoş olurlar” hakikatine dayanarak, şöhretli ayyaşlardan Bekri Mustafa’nın bin bu kadar sene yaşamış olduğunu Yeni Takvim yazıyor.

Bütün yeni şairlerin bir araya gelerek; kar yağdı, kar bastı, kar topu, karlı dağı ben aştım geldim, kar gibi beyaz, karfiçe, karlık, kartal, karga başlıkları ile manzumeler yazacağı duyulduğundan, Baba Yaver’in kar helvasından feragat ettiği söyleniyor.

12

Aşka dair…

Malum, aşk ve muhabbet su götürür şeylerden değildir. İnsan bir kere fitili aldı mı, idare kandili gibi sabahlara kadar yanar tutuşur. Hani, bekçinin biri bir eve girmiş; odada, sopası dizinde, muhabbete dalmış da kadının kocası gelir gelmez yüke tıkılmış. Bir esnemiş, bir daha esnemiş, dalar dalmaz rüyasında nöbetçi gelmiş. “Evde yangın var!” diye bağırarak bütün mahalleliyi ayağa kaldırmış, diye bir hikâye yok mu? İşte insan, o hikâyedeki bekçi gibi bangır bangır ünler. Fakat herkese, rüyada nöbetçi gelmez. Herkesin sevdası da bir olmaz. Kimisi, içinden yanar da belli etmez. Yalnız, aşkın can yakıcı alevini sevgilisine “ah!” şeklinde gösterir. Yahut, gözlerimle görüp neşelendiğim şöyle bir mektup ile anlatmaya çalışır:

“Sevgili Cananım,

Beni sönmez ateşlere yakan baştan çıkarıcı gözlerini görmeyeli, kalbim cehennem alevleriyle harap oldu. Yanıyorum. O günden beri yanıyorum. Hatırında mı?

O gece ben sana kömürlükte ilanıaşk ederken, bekçi “Yangın vaar!” diye bağırmıştı da sen “Acaba nerede?” diye kulak verir vermez, ellerini “sine-i sad pareme”[80 - On dokuzuncu asrın tanınmış bestekârlarından Hacı Arif Bey (1831 – 1885)’in segâh makamındaki meşhur şarkısı.]götürerek yavaşça:

“Burada!” demiş idim. İşte, gönül evimde o gece başlayan ateş henüz sönmedi ve sönmeyecek de.

Bu nâr ile ben kabre girersem bilirim ki
Dûzah tutuşur şûle-i âh-ı elemimden[81 - Beyitin Anlamı: Ateş ile ben mezara girersem, ıstırap anımın alevinden cehennemin tutuşacağını biliyorum.]

Mektup hoş, değil mi? Lakin belaya bakın ki sevgili, bu mektubun içindeki şairane, yakıcı nükteleri ciddi zannederek bir “ah” çekerse evi, kömürlüğü ateşe verir korkusu ile biçareyi bir daha kabul etmemiş! Bence de sevgili haklıdır. Fakat ben o ateş gönüllüyü ele geçirirsem, matbaadaki özel hücreme hapsedeceğim. Çünkü, mangal bile yakılamadığı için, zemheri zürefası[82 - Zemheri zürefası: Önce varlıklı olup sonradan düşkünleşen kimselerden, yokluktan, karakış ortasında yazlık elbise giyenler. Zürefa; zarifin çoğulu.] gibi tir tir titriyordum. O bana derdini yanar, ben de dinler ısınırım.

Ziyadece çakırkeyif olmayı âdet edinen zamane ayyaşlarından biri, geçen gecelerde düşe kalka evine giderken yolda sızacağını nasılsa kestirmiş; fakat ortalığın çamur olması dolayısıyla derdine bir çare bulmayı da kurarak genişçe halkalı bir evin kapısına kolunu geçirip ayakta uyumaya başlamış iken o aralık evin sahibi dışarıya çıkmak için kanadı hızla çeker. Hâlbuki kanat içeri doğru bükülünce uyuyanın kolu acır, kendini kurtarmak için o da asılır. O açar, bu kapar. Uzun müddet devam eden bu çekişme, en sonra, sarhoşun çamurlar üzerinde “şükran secdesi”ne[83 - Şükran secdesi: Namaz kılarken Allah’a şükürle, alnını yere koymak.] kapanması, ev sahibinin de kol demirini kapı ardına tam süratle yerleştirmesi feryat figan sona erer.

Al tavanlı yüksek evde
Gelin mi oldun, gelin mi oldun?
Evvel sen benim idin,
Şimdi ellerin mi oldun?