banner banner banner
Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar
Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar
Оценить:
 Рейтинг: 0

Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar


Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti yeniden, coğrafi genişleme alanı olarak Avrupa’ya yöneldi. 1521’de Belgrat’ın ele geçirilmesi, Avrupa’ya dönük planlarda önemli bir direnç noktasının kırılmasını sağladı. Ardından 1522’de Rodos Adası’nın ele geçirilmesiyle Akdeniz’de dengeler Osmanlı Devleti lehine değişti. Osmanlı Devleti, 1526 Mohaç’ta kazandığı büyük zaferle Macar Krallığı’nı tarihe gömerken Orta Avrupa’ya da yerleşti.

1529’daki başarısız Viyana Kuşatması ve 1532 yılındaki Alman seferi ile Almanlara gözdağı verilirken 1538’deki Boğdan seferi ile bugün Moldova sınırlarında kalan Karadeniz’in kuzeyindeki Bender ve Özi ele geçirildi.

Diğer yandan Akdeniz’deki egemenlik mücadelesinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı donanması 1538 yılında kazandığı Preveze Deniz Zaferi ile Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirdikten sonra Kuzey Afrika’da yeni beylerbeylikler kurularak ilerleme temin edildi. Kanuni 1566 yılındaki son seferinde Zigetvar Kalesi’ni ele geçirdi.

Doğuda Doğal Sınırlara Ulaşıldı

Bu arada Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da genişleme siyasetinden yararlanmaya çalışan Safevî Devleti, Osmanlı’nın dikkatini yeniden doğuya çevirmesine neden oldu. Kanuni’nin 1526 yılındaki Mohaç seferi sırasında, Safevîler de Anadolu’da propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bunun sonucu olarak doğuda ortaya çıkan iç karışıklıklara son vermek için 1534’te Irakeyn Seferi düzenlendi. Bu sefer sonunda Tebriz ve Bağdat ele geçirildi. 1543’te Tebriz’e yönelik bir gözdağı seferi daha icra edildi. Nahcıvan seferi neticesinde 1555’te Amasya Antlaşması imzalandı ve Safevî-Osmanlı savaşlarına son verildi. Safevîler’le yapılan mücadele, Osmanlı Devleti’ne doğuda kendi doğal sınırlarının ilerisine gitmemesi gerektiğini gösterdi. Ancak 1555’teki anlaşmadan sonra Bağdat’tan Basra’ya uzanan kesim tamamen Osmanlı kontrolüne girdi.

Bu arada Akdeniz ticaretini tamamen ele geçirmek için 1538’de Portekizlilere karşı Hint seferine çıkıldı ve onların faaliyetleri engellenmeye çalışıldı. Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle önemini yitirmeye başlayan Kızıldeniz ticaretini yeniden canlandırmak ve mukaddes yerleri korumak için Yemen ve Habeşistan’ın kuzeybatısında yeni fetihler yapıldı ve beylerbeylikler kuruldu. Böylece Kızıldeniz’in iki yakasına hâkim olan Osmanlılar, Portekizlileri Kızıldeniz’e sokmadıkları gibi onların bu sulardaki geleceklerine de mâni oldular, ticareti canlandırıp Kahire ve Suriye limanlarını eski şaşaalı günlerine kavuşturdular.

Süveyş ve Don-Volga Kanalları Planlandı

Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle Akdeniz ticaretinin zayıflamaya başlaması üzerine, Süveyş Kanalı’nın açılması planları yapılmaya başlandı.

Aynı süreçte, 1552 yılında Kazan ve 1556 yılında Astarhan’ı ele geçiren Rusların, Orta Asya’dan batıya uzanan tarihî ticaret ve hac yollarını kesmesini engellemek için Don-Volga Kanalı planlandı. Ancak her iki kanalın inşasını gerçekleştirmek mümkün olmadı. Bunda Osmanlı’nın dikkatini Kıbrıs’ın fethine ve İran’a çevirmesinin de etkisi oldu.

Kıbrıs, konumu itibarıyla Akdeniz’in en önemli adasıydı. Akdeniz’in doğusuna hâkim olmak için Kıbrıs’ın ele geçirilmesi gerekiyordu. Kıbrıs, 1571 yılında Venediklilerden alınsa da aynı yıl Osmanlı donanması İnebahtı’da ağır bir darbe aldı. Bu darbenin etkisi ancak 1574 yılında Tunus’un fethedilmesiyle atlatılabildi. Böylece İspanyolların Kuzey Afrika hedefleri ortadan kaldırıldı.

İspanyollar Akdeniz’de Osmanlı gücüyle rekabet edemeyince bütün dikkatlerini Atlantik ötesinde koloniler oluşturmaya verdi. Bu nedenle Osmanlı donanması Akdeniz’in yegâne gücü oldu. Akdeniz’in güvenli bir denize dönüşmesi ticareti artırırken beraberinde korsanlık faaliyetlerinin de artmasına yol açtı.

1578’de Fas’ta meydana gelen Üç Kral Savaşı ile Portekiz Krallığı’nın geleceği tayin edilirken Osmanlı Devleti de Kafkaslar’da Safevîler ile büyük bir mücadele başlattı. Bu mücadele sonunda Osmanlı Devleti’nin sınırları Hazar Denizi kıyılarına ulaştı. Ancak buradaki varlığı uzun sürmedi. Zira 1590 yılında Safevî Devleti ile yapılan barış antlaşmasından sonra tahta çıkan I. Abbas, 1603 yılında yeniden savaşı başlattı. Aralıklarla devam eden bu savaşlar sonucunda Osmanlı Devleti, yeniden doğal sınırlarına çekilmek zorunda kaldı.

Haçova Savaşı, Orduda Değişim İhtiyacı Doğurdu

Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’da en uzun süren savaşları 1593’te başladı. 14 yıl süren bu savaşların en önemlisi 1596’da Haçova’da yapılan savaştı. Bu savaş Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlansa da Osmanlı ordularının Avrupa orduları karşısında teknik olarak yetersiz kaldıkları ortaya çıktı. Avrupa orduları, yeni savaş tekniklerini ilk defa Haçova’da kullandılar. Aynı şekilde ateşli silahları yaygın olarak kullanmaya başladılar. Bu durum Osmanlı ordusunda yenileşme ihtiyacını doğurdu. Bunun sonucunda yeni askerî grupların istihdamı problemi ortaya çıktı. Sisteme uymayan tımarlı sipahilerin ordu içindeki önemi azaldı. Bunların yerini tüfek kullanmakta mahir sekban denilen Anadolulu gençler aldı. Anadolulu gençlerin orduda görevlendirilmesi ordunun yapısında köklü değişime yol açtı. Bu ayrıca zincirleme olarak bürokrasiyi, mali yapıyı da çeşitlendirip değiştirdi.

Hem Doğuda Hem Batıda Savaşan Tek Devlet Oldu

Osmanlı Devleti, hem doğuda hem batıda genişlemeye çalışan ve her iki hatta da savaşmak zorunda kalan yegâne devlet oldu. Habsburglarla batıda, Safevîler ile doğuda yürütülen mücadele maliyeyi büyük ölçüde sarsarken, diğer ekonomik ve sosyal sebeplerle Osmanlı sisteminde derin yaralar açıldı. Mali sorunların üstesinden gelmek için konulan vergiler, isyanlara neden oldu. Celali adı verilen isyanlar, Anadolu’nun her tarafını altüst etti. Suriye ve Lübnan bölgelerinde Canbolatoğlu ve Maanoğulları isyanları patlak verdi. Her iki isyan da 1607 yılında kuvvet yoluyla bastırıldıysa da Anadolu’daki bazı isyanlar, isyancı liderlere tavizkâr davranıp hükûmete bağlılığını temin için kendilerine idari görevler verilmek yoluyla yatıştırılabildi. Fakat 1595-1610 yılları arasında büyük bir karışıklık yaşanmış ve Osmanlı kaynaklarında bu döneme “büyük kaçgunluk” adı verilmiştir.

Osmanlı Devleti, iki cephede yürüttüğü mücadele sonrasında Avusturya’da egemen olan Habsburg Hanedanı ile 1606’da Zitvatorok Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşma Osmanlı diplomasi tarihinin dönüm noktasını teşkil etti. Bu tarihten itibaren Osmanlılar, Batı karşısında savunma pozisyonuna geçti.

Osmanlı Devleti, içine düştüğü iktisadi ve sosyal bunalımları pratik çözümlerle halletmeye çalıştı. Çözüm arayanların bir kısmı, sistemin “kânûn-ı kadîm”e dönüşle düzelebileceği fikrini savundular. Fakat saray mensupları bunun bir çözüm olamayacağını görüyordu. Bu nedenle köklü önlem almak yerine, geçici çözümler geliştirildi. Alınan bu önlemler, II. (Genç) Osman’ın kanlı bir ihtilalle devrilmesi gibi olaylara rağmen uzun vadede rahatlatıcı etkisini gösterdi.

İran ile Uzun Barış Dönemi 1639’da Başladı

16. yüzyıldan beri aralıklarla süren İran ile mücadele ancak IV. Murat’ın Revan ve Bağdat seferleri sonrasında 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile sonlandı ve Osmanlı Devleti için doğuda uzun soluklu bir barış dönemi başladı. İmzalanan antlaşma ile Bağdat, Van, Kars, Kuzey Irak bölgelerindeki Osmanlı hâkimiyeti onaylanmış oldu.

Bu arada Erdel-Eflak ve Boğdan’ın emniyeti için Osmanlılar bir süre Lehler (Polonyalılar) ve Kazaklarla (Ukraynalılar) uğraşmak zorunda kaldılar. Hatta II. (Genç) Osman 1621’de ordunun başında Hotin önlerine kadar gitmişti.

Avrupa’nın en kanlı yılları Otuz Yıl Savaşları denilen 1618-1648 yılları arasındaki dönemdi. Bu dönemde Osmanlı’nın Avrupa ile uğraşmasını engelleyen ise Osmanlı Devleti’nin 1645’te Girit batağına saplanmasıydı. Osmanlılar Girit Adası’nı 1669’da Kandiye’nin düşmesiyle ele geçirebildi. Bu sırada içeride iktidar çekişmesiyle boğuşan Osmanlılar, Köprülü Mehmet Paşa’nın sadarete getirilmesiyle batıda yeni bir atılım içerisine girdiler. Onun sert politikası içeride sükûneti sağladı, Venediklilerin Boğaz ablukası kaldırıldı ve 1657 yılında Dalmaçya sahillerine ulaşıldı.

Uyvar Ele Geçirilerek Avrupa’da En Geniş Sınırlara Ulaşıldı

Bu arada bugünkü Romanya’nın Batı ve Orta bölgesi olan Erdel politikasına da ağırlık verildi. 1658’de batı sınırında Varad eyaleti kurulurken 1662’de Habsburg Hanedanı ile yeni bir savaş başladı. 1663’te bugünkü Slovakya’nın Nove Zamky şehrinde bulunan Uyvar Kalesi fethedildi. Böylece Osmanlı Devleti Avrupa topraklarında en geniş sınırlarına ulaştı. Yeni alınan yerler de Uyvar’a bağlanarak eyalet teşkil edildi.

1672’de Ukrayna’nın Podolya bölgesinde Kamaniçe Kalesi alınarak kuzeydeki en uzak noktaya ulaşıldı. Böylece 1676’da yapılan Zoravvna Barışı ile Ukrayna da Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına girdi. 1678’de Kiev yakınlarındaki Çehrin’e ulaşan Osmanlı Devleti, 1681’de Ruslarla yapılan anlaşma ile Batı Ukrayna’daki nüfuzunu tasdik ettirdi.

Felaketin Başlangıcı Viyana Kuşatması Oldu

Osmanlı Devleti’nin batıdaki ilerleyişi 1683’teki Viyana Kuşatması ile zirveye ulaştı. Ancak bu kuşatmanın tam bir hezimetle sonuçlanması, Osmanlı Devleti için felaketin başlangıcı oldu. 1685’te Uyvar, 1686’da Budapeşte kaybedildi. 1691’de Salankamen ve 1697’de Zenta bozgunları her şeyin sonunu getirdi. 1683’teki Viyana bozgununun faturası 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile kesildi. Böylece 1526 yılındaki Mohaç Meydan Savaşı’ndan sonra elde edilen bütün bölgeler teker teker Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı. Osmanlı Devleti batıdaki düşmanları Habsburg Hanedanı, Lehler, Ruslar ve Venediklerin ittifak etmesi sebebiyle önemli ölçüde yıprandı.

Viyana bozgunuyla Orta Avrupa topraklarını bırakmak zorunda kalan Osmanlı Devleti ancak Balkan topraklarında tutunabildi. Buna rağmen, Balkanlar’daki varlığı da tehdit altına girdi.

1683’ten sonra askerî alandaki yetersizlik, Osmanlı Devleti için yeni savunma ihtiyacını gündeme getirdi. Karlofça Antlaşması’yla belgelenen ağır mağlubiyetin ezikliği, ancak 1711’deki Prut Savaşı ile giderilebildi. Poltava’da Rus ordusuna yenilen İsveç Kralı 19. Karl’ın Osmanlı Devleti’ne sığınması Prut Savaşı’na giden süreci başlattı. Rusların Osmanlı sınırlarına yaptıkları tecavüzler, Lehistan topraklarındaki egemenlik mücadelesi Osmanlı ordusunu yeni bir sefere sürükledi. Baltacı Mehmet Paşa 1711’de Prut’ta Rus Çarı Petro’yu durdurdu. Rus çarı burada ağır bir yenilgiden son anda kurtuldu. Daha sonra da Venedik ve Avusturya ile savaşlar yapıldı. Venediklilerle yapılan savaşlar sonucunda kaybedilen Mora Yarımadası ve bazı Ege adaları geri alındı. Alınan bu zaferler Osmanlı Devleti’ni yeniden diriliş konusunda ümitlendirdi. Bu nedenle, Karlofça ile kaybedilen toprakların geri alınmasına dönük planlar yapılmaya başlandı. Avusturya ile 1716’da Petervaradin’de yapılan savaş sonunda Osmanlı Devleti Belgrat’ı da kaybetti. Bu yenilginin ardından 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile günümüzde Romanya’nın ikinci büyük şehri olan Temeşvar’ı içine alan bölge ile Küçük Eflak ve Belgrat, Avusturya’ya bırakıldı. Böylece 16. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren elde tutulan ve parça parça elden çıkan Macaristan tamamıyla kaybedilmiş oldu.

Yenilgiler Lale Devri’ni Doğurdu

Batı karşısında gerileyişle birlikte, Osmanlı Devleti’nde Batı’ya olan ilgi artmaya başladı. 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması’ndan sonra 1730’a kadar, Lale Devri denilen müreffeh bir dönem yaşandı. 1730’daki Patrona Halil İsyanı bu dönemin sonunu getirdi

Lale Devri’nin dinginliğini ise 1723’te İran ile tutuşulan savaş bozdu. 1732’de imzalanan antlaşma da barışı getirmedi. 1733’ten itibaren İran-Osmanlı savaşı tırmanış gösterdi. Savaşı sona erdiren ise Osmanlı’nın Avusturya ile geldiği savaş durumu oldu. Nadir Şah ile yapılan anlaşma sonucunda 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndaki sınırlara dönüldü. Yapılan bu mücadeleler sırasında Nadir Şah, Osmanlı Devleti’nden Caferi mezhebini, ehlisünnetin fıkıh ekolü olarak kabul ettiği Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliğin yanında, beşinci mezhep olarak kabul edilmesini şart koştu. Ancak Osmanlı Devleti bu şartı kabul etmedi. Böylece İran’ı gayrimeşru ilan etme siyasetinden vazgeçilmemiş oldu.

Osmanlı Devleti’nin İran ile savaştığı sırada Avusturya, Bosna ve Eflak’a saldırdı. Yapılan savaşı Osmanlı orduları kazandı. Elde edilen zafer sonrasında Belgrat geri alındı. 1739’da Rusya ve Avusturya ile ayrı ayrı imzalanan Belgrat Antlaşması’yla Pasarofça’da kaybedilen yerler geri alındı. Ayrıca Kırım’a saldırıp ardından Yaş ve Hotin’i alan Ruslar da işgal ettikleri yerleri geri verdiler. Azak Kalesi yıkılarak iki devlet arasında tampon bir bölge oluşturuldu.

Uzun Barış Dönemi Değerlendirilemedi

1739’da Belgrat Antlaşması’yla başlayan 30 yıllık barış dönemi, 1768’de sona erdi. Bu tarihte Eflak ve Boğdan’a girip Kırım’ı işgal eden Ruslar, İngiltere’nin de desteğiyle 1770 yılında Çeşme Limanı’nda demirli Osmanlı donanmasını yaktılar. 1774 yılında, günümüzde Bulgaristan’ın Şumnu şehri yakınında kalan Kozluca mevkisinde yapılan son savaşı kaybeden Osmanlı ordusu, aynı yıl Güney Dobruca’daki Küçük Kaynarca kasabasında imzalanan antlaşma ile Kırım’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti, bu antlaşma ile aynı zamanda yabancı bir devletin kendi iç işlerine karışması hakkını tanıdı. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslara, Ortodoks halkı himaye hakkı tanındı. Karadeniz Rus gemilerine açıldı. Buna rağmen, Osmanlı Devleti, 18. yüzyılın son çeyreğine doğru batıda ve doğudaki rakipleriyle etkili şekilde mücadele etmeyi sürdürdü. Ancak Ruslara karşı askerî alandaki yenilgiler, ordu sisteminde köklü bir değişim ihtiyacını gündeme getirdi.

18. yüzyılın sonlarına doğru başlayan dönemde Osmanlı Devleti kaçınılmaz olarak yapısal değişimler içine girdi ve takip eden yüzyılın başından itibaren de Avrupa kıyaslamasına göre özellikle askerî alanda gerilemiş olduğunun farkına varıp kendini köklü bir şekilde yenilemenin yaşam meselesi arz eden bir zorunluluk olduğunu açıkça gördü.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı bağımsız bir hanlık durumuna getiren Ruslar, 1783’te de Kırım’ı ilhak etti. Osmanlı Devleti, bu ilhak kararını resmen tanımak zorunda kaldı.

Bu arada Karadeniz’in bir Türk denizi olmaktan çıkışı ve Rusya ile birlikte kullanılır hâle gelişi Boğazlar sorununu gündeme getirdi. Ayrıca 1783 yılında Osmanlı Devleti’ni kapsamlı bir ticaret anlaşması yapmaya zorlayan Rusya, İngiltere ve Fransa’nın sahip olduğu ticari ayrıcalıkları da elde etti.

Osmanlı Devleti, Küçük Kaynarca’nın rövanşını 1787 yılında almak istedi. Bu çerçevede Kırım’ı fethetmek amacıyla 1787 yılında Ruslara ve Avusturya’ya karşı cephe açtı. Avusturya ile savaş, 1789 Fransız İhtilali ve aynı zamanda Prusya’nın Avusturya’nın genişlemesini istememesi nedeniyle Avusturya’yı çekilmeye zorlaması nedeniyle 1791’de Ziştovi’de imzalanan antlaşma ile sona erdi. Ordu komutanlarının Ruslara karşı yürütülen savaşın zaferle sonuçlanmayacağını anlamlarıyla da Rusya ile 1792 yılında Romanya’nın Yaş şehrinde barış antlaşması imzalandı. Anlaşma sonucunda Tuna Nehri Osmanlı-Rus sınırı olarak kabul edildi. Kuban Nehri’nin sınır kabul edildiği Kafkaslar’da ise Ruslar ilerlemeye devam etti.

Yaşanan Hezimetler Yenilenmeyi Dayattı

Savaşlarda alınan ağır yenilgiler yenilenme ihtiyacını kabul ettirdi. Bu doğrultuda askerî eğitim, ordu ve donanmada yeniliğe gidilmesi kararlaştırıldı. Ancak bunu gerçekleştirmek öyle kolay olmadı. Devlet düzeninde yenileşme ihtiyacının kapsamının genişletilmesi, toplumun değişik kesimlerinde direnç yarattı. Gösterilen direnç nedeniyle yeni ordu anlamındaki Nizam-ı Cedit çalışmaları mali ve idari alandaki kurumsal düzenlemelere rağmen Mayıs 1807’de sona erdi.

III. Selim tarafından başlatılan reform çalışmalarını, II. Mahmut devam ettirdi. Nizam-ı Cedit’in kurulmasını engelleyen Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından sonra III. Selim devrindeki yenilenmede görülen eski ve yeniyi birlikte götürme mecburiyetinden tamamen kurtulundu. Merkezî yönetimi güçlendirmek amacıyla başlatılan reform çalışmalarıyla, devletin yönetim yapısında köklü değişikliğe gidildi. Böylece devletin değişik yerlerinde yarı bağımsız hâle gelen yerel güçler tasfiye edildi. Mısır dışında merkezîleşme çalışmaları başarıyla uygulandı. Tabii 1789 Fransız İhtilali ile ateşlenen milliyetçilik fikirleri, Osmanlı Devleti’ndeki merkezîleşme çalışmalarına karşı direnç gösterilmesine de neden oldu. 1821’deki Mora isyanı bağımsız Yunanistan’ın oluşum sürecini başlattı. Kuzey Afrika’daki Osmanlı toprakları üzerindeki merkezî otorite ise 18. yüzyılda olduğu gibi hükmünü ancak hukuki bağlılığı içinde ismen sürdürebildi. 1830 yılında Cezayir ve 1881 yılında Tunus Fransızların, 1882 yılında ise Mısır İngilizlerin eline geçti.

Anayasal Sistemde Değişikliğe Gidildi

Yeni şartların yenileşmeyi zorunlu hâle getirmesiyle Osmanlı Devleti, anayasal devlet olmak yolunda önemli bir adım attı. Yapılan reformlar 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile taçlandırıldı. Ferman, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde çok öncelerde ilan edilmiş ve uygulamaya sokulmuş olan bir “Osmanlı insan hakları beyannamesi” olarak değerlendirildi. 1839’daki Tanzimat Fermanı, 1856’da ilan edilen Islahat Fermanı ile geliştirildi. Sosyal ve siyasal alanda atılan adımlar 1876’da kabul edilen Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu (Anayasa) ile geliştirildi.

Avrupa’da, siyasal ve sosyal alandaki değişimin dayatması neticesinde atılan adımların eseri olan Tanzimat Fermanı, özellikle Mısır sorununun çözümünü kolaylaştırmayı ve başta İngiltere olmak üzere liberal Avrupa çevrelerinin yardımını sağlamayı amaçlamaktaydı ve bunda da başarılı olundu. Çünkü Temmuz 1798’de Fransa’nın Mısır’ı işgali Osmanlı Devleti’nin aczini gözler önüne sermişti. Mısır’ın Fransızlar tarafından işgali ancak Ocak 1799’da yapılan Osmanlı-İngiliz ve Rus ittifakları sonrasında başlatılan askerî operasyon ile mümkün olabildi. Buna rağmen, Mehmet Ali Paşa’nın 1805 yılında Mısır’da söz sahibi olarak kendisini vali tayin ettirmesi önlenemedi. Mehmet Ali Paşa, Mısır’ın gerçek hâkimleri olan Kölemen beylerini ortadan kaldırdı. Koyduğu ağır vergilerle halkın yaşamını zorlaştırsa da Mısır’ın kalkınmasını hızlandırdı. Oluşturduğu savunma sistemiyle Mısır ordusunu güçlendirdi. İslam’ın kutsal yerlerine musallat olan Vehhabileri etkisiz hâle getirdi. Diğer yandan, 1826 yılında Mora’da ayaklanan Yunanların bastırılmasına verdiği destek ile de Osmanlı halkının sevgisini kazandı. Bu arada 1832’de Osmanlı Devleti üzerine yürüyen Mısır orduları da Kütahya’da Rusların yardımı ile durdurulabildi. Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya isyanının faturasını, Osmanlı Devleti, 8 Temmuz 1833’te Beykoz’da imzaladığı Hünkar İskelesi Antlaşması ile ödedi. Antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın koruması altına girdiği belgelendi. Antlaşmanın gizli maddesinde yer alan boğazların Rusya dışındaki diğer devletlere kapalı olması konusu Avrupa devletleri arasında hoşnutsuzluk yarattı.

Osmanlı orduları, Mısır ordusu ile ikinci büyük çarpışmayı Haziran 1839’da Nizip’te yaptı. Osmanlı Devleti’ni içine düştüğü zor durumdan bu sefer de İngiltere kurtardı. İngiltere’nin yardım etmesinin nedeni, Rusya’nın müdahalesine fırsat vermemek idi. İngiltere’nin yardımı ile Fransa tarafından desteklenmekte olan Mehmet Ali’nin direnişi kırılabildi. 24 Mayıs 1841’de varılan anlaşma ile Mısır’ın özerkliği resmen kabul edildi. Bu arada büyük devlet temsilcilerinin Londra’daki toplantısı sonucunda 13 Temmuz 1841’de hazırlanan Londra Boğazlar Sözleşmesi’yle, Osmanlı Devleti’nin katılmadığı savaşlarda, boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı olması kabul edildi. Böylece boğazlara devletler arası bir statü verildi.

Rusya’nın Planını Avrupalılar Bozdu

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından en büyük yarar uman devlet Rusya idi. Rusya’nın tek başına Osmanlı Devleti’ni tasfiye planını bozan, Avrupa devletleri oldu. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren artık, Rusya’nın Osmanlı üzerinde tek başına istediği gibi tasarrufta bulunmasını önleyen gelişmeler, 1848’de Polonya ve Macaristan’daki ihtilalin kanlı bir şekilde bastırılması, İngiltere, Fransa ve Avusturya’da Rusya aleyhine bir hava esmesine neden oldu. Polonya ve Macaristan’daki ihtilalin bastırılması sırasında her iki ülkeden Osmanlı Devleti’ne sığınan mültecilerin, her türlü tehdide rağmen iade edilmemesi, bu ülkelerin halklarının desteğinin kazanılması sonucunu doğurdu. Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması ile elde ettiği imtiyazları bahane ederek, “kutsal yerler sorunu”nu yarattı. Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmeyi amaçlayan Ruslar, Osmanlı uyruğundaki 10 milyondan fazla Ortodoks’tan vergi alınmaması, ayrı mahkemeler kurulması gibi taleplerde bulundu. Bu talepler iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden oldu. Rusya’nın Avrupa karşısında güçlenmesini istemeyen Fransızlar da Osmanlı Devleti’ni destekledi. Bunun üzerine İngiltere, Fransa ve Osmanlı Devleti, ittifak halinde Rusların egemenliği altındaki Kırım’a saldırdı. 1853-1856 yılları arasında yapılan savaş sonunda kazanılan zaferle, Küçük Kaynarca’nın rövanşı alınmış oldu. Elde edilen zaferle birlikte Rusya’nın Ortodoks himayesiyle ilgili iddialarına son verildi. Buna karşılık 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ilan edildi. Ferman, İngiliz, Fransız ve Avusturya elçileri tarafından hazırlanmış, Müslüman ve gayrimüslimler arasında vatandaşlık hukuku itibarıyla mevcut olan eşit olmama hâlini iptal ederek gayrimüslimlerin bu anlamda “kısıtlı” olma hâline son vermiştir. Anayasal yöndeki bu değişiklik özellikle ahalisi karışık olan vilayetlerde Müslüman ve gayrimüslim ahali arasında önemli çatışmalara ve yabancı devlet müdahalesine yol açtı. Gayrimüslimlere tanınan imtiyazlar, toplum içinde hukuki, mali, idari, eğitsel özerk adacıklar doğurdu. Ayrıca gayrimüslimleri sahip oldukları meclisleriyle devlet içinde devlet konumuna soktu. 1875 senesine gelindiğinde ise Hersek, Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan’da ayaklanmalar başladı. Ayaklanmaları bastırmak için Osmanlı ordusunun yaptığı müdahaleler de Batı kamuoyunda “Hristiyanlar katlediliyor” şeklinde propaganda edilerek Türk düşmanlığı körüklendi.

Osmanlı Devleti’nin Geleceği, Tersane Konferansı’nda Masaya Yatırıldı

Avrupa devletlerinden aldığı borçla 1854’te Ruslarla savaşa tutuşan Osmanlı Devleti, 1875’te borçları ödeyemeyeceğini ilan etti. Bu durum Avrupa kamuoyunun Osmanlı Devleti’ne duyduğu tepkiyi daha da artırdı. Yaşanan ekonomik bunalım, içeride de Müslüman halkın ve medrese öğrencilerinin sokak gösterileri yapmalarına neden oldu. Bunun sonucunda, 1876 yılı sonunda büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu’nun akıbetini görüşmek üzere toplanmaları amacıyla Tersane Konferansı’nı düzenledi. 23 Aralık 1876’da anayasanın ilanı bu krizden bir çıkış yolu olarak düşünüldü. Ancak sorunun anayasal sistemden kaynaklanmadığı tarihî tecrübelerle anlaşıldı.