Bırakmam yok kırk namerde dedi ve kırk yiğidine tülbent salladı, el eyledi. Kırk yiğit büyük cins atını oynattı, oğlanın etrafına toplandı. Oğlan kırk yiğidiyle beraber at tepti, savaştı. Kiminin boynunu vurdu, kimini esir eyledi. Babasını kurtardı, çekildi, geri döndü. Dirse Han, burada oğlancığının sağ olduğunu anladı. Hanlar Hanı Bayındır, oğlana beylik verdi, taht verdi. Dede Korkut destan söyledi, deyiş dedi. Bu Oğuzname’yi düzdü koştu, böyle dedi:
Onlar da bu dünyaya geldi geçtiKervan gibi kondu göçtüOnları da ecel aldı, yer gizlediFâni dünya yine kaldıGelimli gidimli dünyaSon ucu ölümlü dünyaKara ölüm geldiğinde geçit versinSağlıkla, akılla devletini Hak artırsınO övdüğüm Yüce Allah dost olup yardım etsinDua edeyim, Han’ım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın, kanatlarının uçları kırılmasın. Koşar iken ak, boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın ufanmasın. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Hakk’ın yandırdığı çırağın yana dursun. Yüce Allah, seni namerde muhtaç eylemesin Han’ım hey!…
SALUR KAZAN’IN EVİNİN YAĞMALANMASI
Bir gün Ulaşoğlu, yırtıcı kuşun yavrusu, zavallının, biçarenin ümidi, Amıt suyunun aslanı, Karacuğun kaplanı, yağız al atın sahibi, Han Uruz’un babası, Bayındır Han’ın güveyisi, Kudretli Oğuz’un devleti, yiğit Kazan yerinden kalkmıştı. Doksan başlı otağını kara yerin üzerine diktirmişti. Doksan yerde alaca ipek halı döşenmişti. Seksen yerde büyük kaplar kurulmuştu. Altın kadehler, sürahiler dizilmişti. Dokuz kara gözlü, güzel yüzlü, saçı arkasında örülü, göğsü kızıl düğmeli, elleri bileğinden kınalı, parmakları süslü dilber, kâfir kızları kudretli Oğuz beylerine kadeh sunup içiyorlardı. Ulaşoğlu Salur Kazan içti içti ve sonunda sarhoş olup kendinden geçti. Dizleri üzerinde doğruldu ve dedi ki:
“Ünümü anlayın beyler, sözümü dinleyin beyler! Yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu. Yürüyelim beyler, av avlayalım, kuş kuşlayalım, yabani geyik yıkalım, dönelim otağımıza inelim, yiyelim, içelim, keyif çatalım.”
Kıyan Selçukoğlu Deli Dündar:
“Evet, Han Kazan uygundur.”
Kara Göneoğlu Kara Budak:
“Ağam Kazan uygundur.”
Onlar öyle deyince at ağızlı Aruz Koca iki dizinin üstüne çöktü:
“Ağam Kazan, pis dinli Gürcistan ağzında oturuyorsun, yurdunun güvenliğini kime bırakıyorsun?” diye sordu.
Kazan, onu şöyle cevapladı:
“Üç yüz yiğit ile oğlum Uruz, benim evimde kalsın ve evimin güvenliğini sağlasın.”
Yağız al atını çektirdi, sıçrayıp atına bindi. Alnı beyaz aygırına Dündar bindi. Gök rengindeki büyük cins atını tutturdu, ona Kazan Bey’in kardeşi Kara Göne bindi. Beyaz büyük cins atını çektirdi, ona da Bayındır Han’ın düşmanını yenen Şer Şemseddin bindi. Parasarın Bayburd Kalesi’nden fırlayıp uçan Beyrek, boz aygırına bindi. Yağız al atlı Kazan’a keşiş diyen Bey Yigenek, doru aygırına bindi. Saymaya kalksam tükenmek bilmez, kısacası kudretli Oğuz beyleri atlarına bindiler ve Ala Dağ’a ava çıktılar.
Kâfirin casusları gidip kâfirler azgını Şökli Melik’e haber verdi. Kaftanının ardı yırtmaçlı, yarısından çoğu kara saçlı, pis dinli, din düşmanı alaca atlı yedi bin kadar kâfir atlarına bindi, dörtnala hücum etti. Gece yarısı Kazan Bey’in yurduna geldiler ve altın otağlarını yerle bir ettiler. Kaza benzer kızları ve gelinleri feryat ettirdiler. Tavla tavla koç atlarına bindiler. Katar katar kızıl develerini yedekte çektiler. Ağır hazinesini, bol akçesini yağmaladılar. Kırk ince belli kız ile boyu uzun Burla Hatun’u esir aldılar. Kazan Bey ’in iyice ihtiyarlamış olan anası, kara devenin boynunda asılı gitti. Han Kazan’ın oğlu Uruz Bey, üç yüz yiğit ile beraber eli bağlı, boynu bağlı olarak gitti. Eylik Kocaoğlu Sarı Kulmaş, Kazan Bey ’in evini savunurken şehit düştü. Kazan’ın bu olan bitenden hiç haberi yoktu.
Kâfir:
“Beyler, Kazan’ın tavla tavla koç atlarına binmişiz. Altın akçesini yağmalamışız. Kırk yiğit ile oğlu Uruz’u esir etmişiz. Katar katar develerini yedekte çekmişiz. Kırk ince belli kız ile Kazan’ın helallisini tutmuşuz. Bu darbeleri Kazan’a biz vurmuşuz.” dedi.
Kâfirin biri:
“Kazan Bey’den alacak bir öcümüz daha kaldı.” dedi.
Şökli Melik sordu:
“Bre asilzade, ne öcümüz kaldı?”
Kâfir:
“Kazan’ın Kapulu Derbendi’nde on bin koyunu vardır, şu koyunları da getirsek, Kazan’a büyük darbe vurmuş olurduk.” dedi.
Şökli Melik:
“Altı yüz kâfir gitsin, koyunları getirsin.” diye emir verdi.
Altı yüz kâfir atlarına atladı, koyunların üzerine dörtnala gitti.
Gece yatarken Karacık Çoban, kara kaygılı rüya gördü. Gördüğü kötü rüyanın da etkisiyle uykusundan sıçradı, ayağa kalktı. Kıyan Gücü ve Demir Gücü adlı iki kardeşini de yanına aldı. Ağılın kapısını sağlamlaştırdı. Üç yere tepe gibi taş yığdı. Alaca kollu sapanını eline aldı.
Ansızın Karacık Çoban’ın üzerine altı yüz kâfir yüklendi.
Kâfir:
Karanlık akşam olunca kaygılı çobanKar ile yağmur yağınca çakmaklı çobanSütü peyniri bol kaymaklı çobanKazan Bey’in penceresi altın otağlarınıBiz yıkmışızTavla tavla koç atlarına biz binmişizKatar katar kızıl devesini biz yedekte çekmişizİhtiyarcık anasını biz getirmişizAğır hazine bol akçesini biz yağmalamışızKaza benzer kızlarını ve gelinleriniBiz esir etmişizKırk yiğidi ile Kazan’ın oğlunuKırk ince belli kız ileKazan’ın helallisini biz getirmişizBre çoban uzağından yakınından beri gelBaş indirip bağır basBiz kâfire selam ver de seni öldürmeyelimŞökli Melik’e seni iletelimSana beylik alıverelimÇoban, kâfire şöyle cevap verdi:
Lakırdı söyleme bre itim kâfirİtim ile bir yalakta bulaşığımı için azgın kâfirAltındaki alaca atını ne översinAlaca başlı keçim kadar gelmez banaBaşındaki tolganı ne översin bre kâfirBaşımdaki börküm kadar gelmez banaAltmış tutam mızrağını ne översin murdar kâfirKızılcık değneğim kadar gelmez banaKılıcını ne översin bre kâfirEğri başlı çomağım kadar gelmez banaOkluğunda doksan okunu ne översin bre kâfirAlaca kollu sapanım kadar gelmez banaUzağından yakınından beri gelYiğitlerin darbesini gör öyle geçBunu duyan kâfirler derhâl at teptiler, ok serptiler. Yiğitler yiğidi Karacık Çoban sapanının ayasına taş koyup fırlattı. Birini atınca ikisini üçünü yıktı; ikisini atınca üçünü dördünü yıktı. Kâfirlerin gözü korktu. Karacık Çoban, kâfirin üç yüzünü sapan taşı ile yere serdi. İki kardeşi okla vuruldu, şehit oldu. Çoban’ın taşı tükendi, koyun demedi keçi demedi, sapanının ayasına koyup attı, kâfiri yıktı. Kâfir şaşkına döndü. Dünya âlem kâfirin başına karanlık oldu:
“Murada, maksuda ermesin, bu Çoban hepimizi öldürür mü öldürür!” dediler ve durmayıp oradan kaçtılar.
Çoban, şehit olan kardeşlerini Hakk’a teslim etti. Kâfirlerin leşinden büyük bir tepe yığdı. Çakmak çakıp ateş yaktı ve keçesinden isli kül yapıp yarasına bastı. Yolun kenarına geçip oturdu, ağladı, sızladı:
“Salur Kazan, Bey Kazan, ölü müsün diri misin, bu işlerden haberin yok mudur?” dedi.
Meğer Hanım, o gece Kudretli Oğuz’un devleti, Bayındır Han’ın güveyisi, Ulaşoğlu Salur Kazan, kara kaygılı bir rüya gördü. Sıçradı ayağa kalktı:
“Biliyor musun kardeşim Kara Göne, rüyamda ne gördüm? Kara kaygılı rüya gördüm. Yumruğumda çırpınan benim şahin kuşumu ölüyor, gördüm. Gökten yıldırım ak otağımın üzerine çakıyor, gördüm. Kapkara duman yurdumun üzerine dökülüyor, gördüm. Kuduz kurtlar evimi dişleyip yırtıyor, gördüm. Kargı gibi kara saçımı uzanıyor, gördüm; uzanarak gözümü örtüyor, gördüm. Bileğimden on parmağımı kanda gördüm. Ne vakit ki bu rüyayı gördüm, ondan beri aklımı fikrimi toplayamıyorum. Kardeşim, benim bu rüyamı yor bana.” dedi.
Kara Göne:
“Kara bulut dediğin senin devletindir, kar ile yağmur dediğin senin askerindir, saç kaygıdır, kan karadır, geri kalanını yoramam, Allah yorsun.” dedi.
Kara Göne böyle söyleyince Kazan:
“Benim avımı bozma, askerimi dağıtma. Ben bugün yağız al atı ökçelerim, üç günlük yolu bir günde varırım. Öğle olmadan yurdumun üstüne varırım. Eğer yurdum, sağ ve esense akşam olmadan gelirim; yok yurdum sağ ve esen değilse başınızın çaresine bakın, ben artık gidiyorum.” dedi.
Kazan Bey, yağız al atını mahmuzladı, yola çıktı. Gele gele yurdunun üzerine geldi. Gördü ki yurdunun üzerinde kuzgunlar uçuyor, tazılar etrafta dolaşıyor. Kazan Bey burada yurt ile haberleşmiş, görelim Han’ım, ne haberleşmiş:
Kavim kabile benim ortak yurdumYaban eşeği ile yabani geyiğe komşu yurdumSeni düşman nereden dalamış güzel yurdumAk otağlar dikilince yurdu kalmışİhtiyarcık anam oturunca yeri kalmışOğlum Uruz ok atınca hedef kalmışOğuz Beyleri at sürünce meydan kalmış,Kara mutfak dikilince ocak kalmışBu hâlleri görünce Kazan’ın kara süzme gözleri kan yaş doldu; kan damarları kaynadı; kara bağrı sarsıldı. Yağız al atını ökçeledi, kâfirin ardından yola düştü, gitti.
Kazan’ın önüne bir su geldi:
“Su, Hak yüzünü görmüştür, ben bu su ile haberleşeyim.” dedi.
Görelim Han’ım, nice haberleşti:
Çağıl çağıl kayalardan çıkan suAğaç gemileri oynatan suHasan ile Hüseyin’in hasreti suBağ ve bostanın ziyneti suAyşe ile Fatma’nın bakışı suKoç atların gelip içtiği suKızıl develerin gelip geçtiği suAk koyunların gelip çevresinde yattığı suYurdumun haberini biliyor musun söyle banaKara başım kurban olsun suyum sanaSu nasıl haber versin? Sudan geçti, bu sefer bir kurda rastladı:
“Kurt yüzü mübarektir, kurt ile bir haberleşeyim.” dedi.
Görelim Han’ım, ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca günü doğanKar ile yağmur yağınca er gibi duranKara koç atlar gördüğünde kişnettirenKızıl deve gördüğünde bağrıştıranAkça koyun gördüğünde kuyruk çarpıp kamçılayanArkasını vurup berk ağılın ardını sökenKarma ögeçin 4 semizini alıp tutanKanlı kuyruk yüzüp çap çap yutanAvazı kalın köpeklere kavga salanÇakmaklıca çobanları geceleyin koşturanYurdumun haberini biliyor musun söyle banaKara başım kurban olsun kurdum sanaKurt nasıl haber versin? Kurttan da geçti. Karaca Çoban’ın kara köpeği, Kazan’ın karşısına geldi. Kazan, kara köpek ile haberleşti.
Görelim Han’ım, ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca vaf vaf ürenAcı ayran dökülünce çap çap içenGece gelen hırsızları korkutanKorkutarak şamatasıyla ürkütenYurdumun haberini biliyor musun söyle banaKara başımın sağlığında iyilikler edeyim köpek sanaKöpek nasıl haber versin? Köpek, Kazan’ın atının ayağına çap çap düşer, sin sin sinler. Kazan, bir sopa ile köpeğe vurdu, köpek çekildi, geldiği yola gitti. Kazan, köpeği takip ederek Karaca Çoban’ın yanına geldi. Çoban’ı gördüğünde haberleşti.
Görelim Han’ım, ne haberleşti:
Karanlık olunca kaygılı çobanKar ile yağmur yağınca çakmaklı çobanÜnümü anla sözümü dinleAk otağım şuradan geçmiş gördün mü söyle banaKara başım kurban olsun çoban sanaÇoban:
Ölmüş müydün, yitmiş miydin a Kazan?Nerede geziyordun, neredeydin a Kazan?Dün değil evvelki gün evin buradan geçtiİhtiyarcık anan, kara devenin boynunda asılı geçti.Kırk ince belli kızı ileHelallin boyu uzun Burla HatunAğlayarak şuradan geçti.Kırk yiğit ile oğlun Uruz, başı açık yalın ayakKâfirlerin yanınca esir gitti.Tavla tavla koç atlarına kâfir binmiş.Katar katar develerini kâfir yedekte çekmiş.Altın akçe, bol hazineni kâfir almış.Çoban böyle deyince Kazan ah etti, aklı başından gitti. Dünya âlem gözüne karanlık oldu:
“Ağzın kurusun Çoban, dilin çürüsün Çoban, Yüce Allah, senin alnına bela yazsın Çoban!” dedi.
Kazan Bey böyle söyleyince Çoban:
Ne kızıyorsun bana ağam Kazan Yoksa göğsünde yok mudur iman Altı yüz kâfir de benim üzerime geldi.İki kardeşim şehit oldu.Üç yüz kâfir öldürdüm, gaza ettim; Semiz koyun, zayıf toklu 5Senin kapından kâfirlere vermedim.Üç yerimden yaralandım.Kara başım bunaldı, yalnız kaldım.Suçum bu mudur?dedi ve sözüne şöyle devam etti:
Yağız al atını ver banaAltmış tutam mızrağını ver banaAlp alaca kalkanını ver banaKara çelik öz kılıcını ver banaOkluğundan seksen okunu ver banaAk kirişli sert yayını ver banaKâfire ben varayımYeniden doğanını öldüreyimYenim ile alnımın kanını ben sileyimÖlürsem senin uğruna ben öleyimAllahuteala kor ise evini ben kurtarayımÇoban böyle deyince Kazan kahırlandı, kara cins atını sürdü ve yürüdü. Çoban da Kazan’ın ardından yetişti. Kazan döndü baktı:
“Oğul Çoban nereye gidiyorsun?” dedi.
Çoban:
“Ağam Kazan, sen evini almaya gidiyorsan, ben de kardeşimin kanını almaya gidiyorum.” dedi.
Çoban böyle söyleyince Kazan:
“Oğul Çoban, karnım açtır, bir şeyin var mıdır yemeğe?” diye sordu.
Çoban:
“Evet, Ağam Kazan, geceden bir kuzu pişirmişimdir, gel şu ağaç dibinde oturup yiyelim.” dedi.
Atlarından indiler. Ağacın altına gelince, Çoban dağarcığı çıkardı ve yemeye başladılar.
Kazan içinden: “Eğer Çoban ile oraya varacak olursam, kudretli Oğuz beyleri benimle alay ederler. ‘Çoban beraberinde olmasaydı Kazan, kâfiri yenemezdi.’ derler.” diye düşündü.
Kazan’a gayret geldi. Hemen yerinden kalkıp Çoban’ı bir ağaca sıkı sıkıya bağladı, kalktı yürüdü. Çoban’a:
“Bre Çoban, karnın acıkmamışken, gözün kararmamışken bu ağacı koparmaya bak, yoksa seni burada kurtlar kuşlar yer.” dedi.
Karaca Çoban zorladı, koca ağacı yeri, yurdu ile kopardı, arkasına aldı. Kazan’ın ardına düştü. Kazan arkasına baktı, bir de ne görsün, Çoban ağacı arkasına almış geliyor.
Kazan:
“Bre Çoban, bu ağaç ne ağaçtır?”
Çoban:
“Ağam Kazan, bu ağaç o ağaçtır ki sen kâfiri tepelersin, karnın acıkır; ben sana bu ağaç ile yemek pişiririm.” dedi.
Bu söz Kazan’ın çok hoşuna gitti. Atından indi, Çoban’ın ellerini çözdü, onu alnından öptü ve dedi ki:
“Eğer Allah benim evimi kurtaracak olursa seni tavlacıbaşı yapacağım.” dedi.
İkisi birlikte yola koyuldular.
Beri yanda Şökli Melik, kâfirlerle şen şakrak yeyip içip eğleniyordu.
Şökli Melik, bir ara etrafındakilere şöyle dedi:
“Beyler biliyor musunuz, Kazan’a nasıl acı vermek gerek? Boyu uzun Burla Hatun’unu getirip kadeh sundurmak gerek.” dedi.
Boyu uzun Burla Hatun bunu işitti, yüreği ile canına ateşler düştü. Kırk ince belli kızın arasına girdi, onlara öğüt verdi:
“Hanginize sorarlarsa: ‘Kazan’ın hatunu hanginizdir?’ diye, kırk yerden ses veresiniz.” dedi.
Şökli Melik’in adamları geldi ve:
“Kazan Bey’in hatunu hanginizdir?” dedi.
Kırk yerden ses geldi. Adamlar, Hatun’un hangisi olduğunu bilemediler. Gidip kâfire haber verdiler:
“Birine sorduk, kırk yerden ses geldi. Hatun’un hangisi olduğunu bilemedik.” dediler.
Kâfir:
“Bre varın Kazan’ın oğlu Uruz’u çekin, çengele asın, ak etinden kıyma kıyma çekin, kara kavurma pişirip kırk bey kızına iletin. Kim ki yedi o değil, kim ki yemedi odur. Onu alın gelin, bize kadeh sunsun.” dedi.
Boyu uzun Burla Hatun, oğlunun yamacına geldi. Çağırıp oğluna söyler, görelim Han’ım, ne söyler:
Oğul oğul ay oğulBiliyor musun neler oldu?Söyleştiler fısıl fısılKâfirin fiilini duydumPenceresi altın otağımın kabzası oğulKaza benzer kızımın, gelinimin çiçeği oğulOğul oğul ay oğulDokuz ay karnımda taşıdığım oğulOn ay deyince dünyaya getirdiğim oğulDolaması altın beşikte belediğim oğulSonra oğluna kâfirlerden duyduklarını bir bir anlattı:
Kafirler ters konuşmuşlar. “Kazanoğlu Uruz’u hapisten çıkarın. Boğazından urgan ile asın. İki küreğinden çengele takın. Kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk bey kızına iletin. Kim ki yedi o değil, kim ki yemedi, o Kazan’ın hatunudur. Çekin döşeğimize getirelim, kadeh sunduralım ona.” demişler. Senin etinden mi yiyeyim oğul, yoksa pis dinli kâfirin döşeğine mi gireyim, baban Kazan’ın namusunu mu lekeleteyim? Ne yapayım hey oğul, de bana! dedi.
Uruz:
“Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana! Ana hakkı kutsal olmasaydı; kalkarak yerimden doğrulaydım, yakan ile boğazından tutaydım, kaba ökçem altına alaydım, ak yüzünü kara yere tepeydim, ağzın ile burnundan kan fışkırtaydım, can tatlılığını sana göstereydim. Bu nasıl sözdür? Sakın kadın ana, benim üzerime gelmeyesin, benim için ağlamayasın. Bırak beni kadın ana, çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler kara kavurma etsinler, kırk bey kızının önüne iletsinler. Onlar bir yediğinde sen iki ye, seni kâfirler bilmesinler, duymasınlar, ta ki pis dinli kâfirin döşeğine varmayasın, kadehini sunmayasın, babam Kazan’ın namusunu lekelemeyesin, sakın!” dedi.
Oğlan böyle deyince Burla Hatun’un gözünden boncuk boncuk yaşlar yere döküldü. Boyu uzun, beli ince Burla Hatun, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu, oğul oğul diyerek feryat figan edip ağladı.
Uruz annesine dedi ki:
Kadın ana karşıma geçip ne böğürüyorsun?Ne bağırıyorsun ne ağlıyorsun?Bağrım ile yüreğimi ne dağlıyorsun?Geçmiş günlerimi ne diye hatırlatıyorsun?Hey ana Arap atlar olan yerdeBir tayı olmaz mı olur?Kızıl develer olan yerdeBir deve yavrusu olmaz mı olur?Akça koyunlar olan yerdeBir kuzucağız olmaz mı olur?Sen sağ ol kadın ana, babam sağ olsunBir benim gibi oğul bulunmaz mı olur?Uruz’un bu konuşmasının ardından anası diyecek tek bir söz bulamadı ve oğlunun yanından ayrılıp yeniden kırk ince belli kızın arasına girdi.
Kâfirler, Uruz’u alıp kesim çengelinin dibine getirdiler.
Uruz dedi ki:
Bre kâfir amanTanrı’nın birliğine yoktur gümanBırakın beni, bu ağaç ile söyleşeyimÇağırıp ağaca söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaçMekke ile Medine’nin kapısı ağaçMusa Kelim’in asası ağaçBüyük büyük suların köprüsü ağaçKara kara denizlerin gemisi ağaçErlerin şahı Ali’nin Düldül’ünün eyeri ağaçZülfikar’ın kını ile kabzası ağaçŞah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaçErkeğin de kadının da korkusu ağaçBaşına doğru bakar olsam başsız ağaçDibine doğru bakar olsam dipsiz ağaçBeni sana asarlarsa çekme ağaçÇekecek olursan yiğitliğim seni tutsun ağaçBizim elde olmalıydın ağaçKara Hindû kullarıma buyuraydımSeni parça parça doğrayalardı ağaçSonra devam etti:
Tavla tavla bağlanırken atıma yazıkKardeş diye beslerken arkadaşıma yazıkYumruğumda çırpınırken şahin kuşuma yazıkYetişmesi ile tutarken tazıma yazıkBeyliğe doymadan kendime yazıkYiğitlikten usanmadan canıma yazıkVe tane tane gözyaşı döküp ağladı, yanık ciğerciğini dağladı.
Bu sırada Sultan’ım, Salur Kazan ile Karaca Çoban dörtnala yetiştiler. Çoban’ın sapanının ayası üç yaşında dana derisindendi, sapanının kolları üç keçi tüyünden, çatlayıcısı ise bir keçi tüyündendi. Her atışında on iki batman6 taş atardı. Attığı taş yere düşmezdi, yere düşse dahi toz gibi savrulurdu, düştüğü yer ocak gibi oyulurdu. Taşın düştüğü yerde üç yıla kadar ot bitmezdi. Semiz koyun, zayıf toklu bayırda kalsa, kurt gelip yemezdi, sapanının korkusundan. Öyle olunca Sultan’ım, Karaca Çoban sapan çatlattı, dünya âlem kâfirin gözüne karanlık oldu.
Kazan:
“Karacık Çoban, anamı kâfirden isteyeyim de at ayağı altında kalmasın.” dedi.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazan kâfire çağırıp söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Bre Şökli MelikPenceresi altın otağlarımı getirmişsinSana gölge olsunAğır hazinemi bol akçemi getirmişsinSana harçlık olsunKırk ince belli kız ile Burla Hatun’u getirmişsinSana esir olsunKırk yiğit ile oğlum Uruz’u getirmişsinKulun olsunTavla tavla koç atlarımı getirmişsinSana binek olsunKatar katar develerimi getirmişsinSana yük taşıyıcı olsunİhtiyarcık anamı getirmişsinBre kâfir anamı ver banaSavaşmadan, vuruşmadan çekileyimGeri döneyim, gideyim böyle bilKâfirler:
Bre KazanPenceresi altın otağını getirmişizBizimdirKırk ince belli kız ileBoyu uzun Burla Hatun’u getirmişizBizimdirKırk yiğit ile oğlun Uruz’u getirmişizBizimdirTavla tavla koç atlarınıKatar katar develerini getirmişizBizimdirİhtiyarcık ananı getirmişizBizimdirSana vermeyizYayhan Keşiş oğluna veririzYayhan Keşiş oğlundan oğlu doğarBiz, onu sana düşman ederizdediler.
Bu sözleri duyan Çoban çok hiddetlendi, dudakları kabardı ve dedi ki:
Bre dini yok akılsız kâfirAklı yok derneksiz kâfirKarşı yatan karlı kara dağlar ihtiyarlamıştırOtu bitmezKanlı kanlı ırmakları ihtiyarlamıştırSuyu gelmezYiğit yiğit atlar ihtiyarlamıştır tay vermezKızıl kızıl develer ihtiyarlamıştır yavru vermezBre kâfir Kazan’ın anası ihtiyarlamıştırOğul vermezDölünü almaktan sefan var ise Şökli Melik,kara gözlü kızın var iseGetir Kazan’a verBre kâfir senin kızından oğlu doğsunSiz onu Kazan Bey’e düşman yapasınız.Bu sırada kudretli Oğuz beyleri yetiştiler. Han’ım görelim kimler yetişti: Kara Dere ağzında Kadir veren, kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, hiddeti tutunca kara taşı kül eyleyen, bıyığını ensesinde yedi yerde düğümleyen, yiğitler ejderhası, Kazan Bey’in kardeşi Kara Göne dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Kardeş Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Demir Kapı Derbendi’ndeki demir kapıyı tepip alan, altmış tutam alaca mızrağının ucunda er böğürten Kıyan Selçukoğlu Deli Dündar dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca Han’ım, görelim kimler yetişti: Hemid ile Merdin Kalesi’ni tepip yıkan, demir yaylı Kapçak Melik’e kan kusturan, gelerek Kazan’ın kızını erlik ile alan, Oğuz’un ak sakallı ihtiyarlarının görünce o yiğidi takdir ettiği, al ipekli şalvarlı, atı deniz ördeği püsküllü Kara Göneoğlu Kara Budak dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim Han’ım, kimler yetişti: İzin almadan Bayındır Han’ın düşmanını bastıran, altmış bin kâfire kan kusturan, ak boz atının yelesi üstünde kar durduran Gaflet Kocaoğlu Şer Şemseddin dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim Han’ım, kimler yetişti: Parasarın Bayburd Kalesi’nden fırlayıp uçan, ap alaca gerdeğine karşı gelen, yedi kızın ümidi, Kudretli Oğuz’un imrenileni, Kazan Bey ’in en güvendiği boz aygırlı Beyrek dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca Han’ım, görelim kimler yetişti: Dönüp baksa çalımlı, kartal hünerli, süslü eklem kuşaklı, kulağı altın küpeli, kudretli Oğuz beylerini bir bir atından düşüren Kazılık Kocaoğlu Bey Yigenek dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim, Han’ım, kimler yetişti: Altmış keçi derisinden kürk eylese topuklarını örtmeyen, altı keçi derisinden külah etse kulaklarını örtmeyen, kolu budu irice, uzun baldırları ince, Kazan Bey’in dayısı, at ağızlı Aruz Koca dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Beyim Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim, kimler yetişti: Giderek Peygamber ’in yüzünü gören, gelerek Oğuz’da sahabesi olan, hiddeti tutunca bıyıklarından kan çıkan, bıyığı kanlı Bügdüz Emen dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Kâfirleri it ardına bırakıp horlayan, yurttan çıkıp Aygır Gözler suyunda at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan, Ak Melik Çeşme’nin kızını nikâhlayan, Sofi Sandal Melik’e kan kusturan, kırk cübbe bürünüp otuz yedi kale beyinin dilber kızlarını çalıp bir bir boynunu kucaklayan, yüzünden dudağından öpen Eylik Kocaoğlu Alp Eren dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Saymakla Oğuz beyleri tükenmek bilmez, hepsi yetiştiler. Arı sudan abdest aldılar, ak alınlarını yere koydular, iki rekât namaz kıldılar. Adı güzel Muhammed’e salavat getirdiler, derhâl kâfire atlarıyla saldırdılar, kılıç çaldılar. Gümbür gümbür davullar dövüldü, burması altın tunç borular çalındı. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün namertler sapa yer gözetti. O gün bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Başlar kesildi top gibi. Yiğit yiğit atlar koştu, nalı düştü. Alaca alaca mızraklar saplandı. Kara çelik öz kılıçlar çalındı, ağzı düştü. Üç kanatlı kayın oklar atıldı, temreni düştü. Kıyametin bir günü, o gün oldu. Bey, hizmetkârından; hizmetkâr, beyinden ayrıldı.
Dış Oğuz beyleri ile Deli Dündar sağdan hücum etti. İç Oğuz beyleri ile Kazan merkezden saldırıp Şökli Melik’e hücum etti. Şökli Melik’i böğürterek attan yere düşürdü. Derhâl kara başını tutup kesti.
Parçalayarak alaca kanını yeryüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tüken Melik’le Kıyan Selçukoğlu Deli Dündar karşı karşıya geldi. Deli Dündar, Kara Tüken Melik’in sağ yanını kılıçladı, onu yere düşürdü. Sol tarafta Buğacık Melik’le Kara Göneoğlu Deli Budak karşı karşıya geldi. Deli Budak, altı dilimli gürz ile Buğacık’ın tepesine şiddetle tutup vurdu, dünya âlem gözüne karanlık oldu, atın boynunu kucakladı, yere düştü. Kazan Bey ’in kardeşi kâfirin tuğu ile sancağına kılıçla vurup yere düşürdü. Derelerde tepelerde kâfire kırgın girdi, leşine kuzgun üşüştü. On iki bin kâfir kılıçtan geçti. Beş yüz Oğuz yiğidi şehit oldu. Kaçanını Kazan Bey kovalamadı, “Aman!” diyenini öldürmedi. Kudretli Oğuz beyleri ganimetler aldı.