Cumhuriyet’in ilk yılları, Ankara’da bir “apartıman”… Ayaşlı İbrahim Efendi, bunun bir bölüğünü tutmuş ve oda oda kiraya veriyor. Bu dokuz odayı kiralayanlarsa; bekârı, evlisi, memuru, işçisiyle birbirinden akla kara kadar farklı insanlar… Mutfağı, ayakyolu bir bu küçücük yerde yaşamanın doğal sonucu, kimsenin mahreminin, sırrının kalmaması… Birinin bildiği yarın hepsinin dilinde… Esendal, romanda adı geçmeyen genç bir banka memurunun gözünden, âdeta bir kamera tarafsızlığıyla bakıyor bu insanlara… Ve karakterlerin her biri tek başına romanı alıp götürebilecek güçteyken, elindeki malzemeyi öylesine ustalıkla kullanmış ki kimse eksik ya da fazla görünmüyor sayfalar arasında. Son kertede, buruk bir tadı var romanın… İnşa edilmeye çalışılan ulus kimliğiyle, imparatorluk bakiyesi kozmopolit bir toplumun benzemezliği o kadar aşikâr ki… Oturduk, biz namuslu insanlar; zamanın kötülüğünden, ahlak düşkünlüğünden, yana yana şikâyetler ettik, Faika’ya, ablasına acıdık; Ayaşlıya, Fuat’a kızdık… Böyle konuşmak da bir ihtiyaç mı? Bilmem, belki o çekiştirdiğimiz adamlar da bizim gibi oturup ortalığın ahlaksızlığından şikâyet ederler!