Jean Valjean, kıskanç bir adamın acı sesine benzeyen bir sesle cevap verdi: “Büyüleyici!” Yürüyüşleri sırasında her zamanki gibiydi. Eve döndüklerinde Cosette’e sordu: “Diğer elbiseni ve şapkanı tekrar giymeyecek misin, ne demek istediğimi anlıyor musun?”
Bu konuşma Cosette’in odasında gerçekleşmişti. Cosette, bir kenara kaldırmış olduğu öğrenci kıyafetlerinin asılı olduğu dolaba döndü. “İşte orada.” dedi babasına. “Baba, bununla ne yapmamı istiyorsun? Ah hayır, sakın aklına bile getirme! O korkunç kıyafetleri bir daha asla giymeyeceğim. Kafamda o makine gibi şey varken kendimi deli bir kadın gibi hissediyorum.”
Jean Valjean derin bir iç çekti. O andan itibaren, şimdiye kadar her zaman evde kalmak isteyen ve “Baba, ben burada seninle daha çok eğleniyorum.” diyen Cosette artık hep dışarı çıkmak istiyordu. Aslında haklıydı da. Güzel bir yüze ve zarif bir kostüme sahip olan biri, bunları sergilemezse kime ne faydası olurdu ki? Ayrıca Cosette’in arka bahçeyle ilgilenme hususunda aynı hevese sahip olmadığını fark ediyordu Jean Valjean. Artık bahçenin dışını tercih ediyor ve parmaklıkların önünde bir ileri bir geri dolaşmaktan hoşlanıyordu. Bu konuda çekinceleri olan Jean Valjean ise bahçeye hiç adım atmıyor, tıpkı bir yavru köpek gibi arka bahçesine saklanıyordu. Cosette, güzel olduğu bilgisini kazandıktan sonra bunun farkında olmama zarafetini kaybetmişti. Enfes bir zarafettir aslında bu çünkü içtenlikle artan güzellik tarif edilemez ve hiçbir şey, cennetin anahtarını farkında olmadan elinde tutarak yürüyen göz kamaştırıcı ve masum bir yaratık kadar sevimli değildir. Ama içten bir zarafetle kaybettiğini, dalgın ve ciddi bir çekicilikle kazanıyordu. Gençliğin, masumiyetin ve güzelliğin neşesiyle dolu bütün kişiliği, muhteşem bir melankoli soluyordu.
Marius, aradan altı ay geçtikten sonra onu bir kez daha Lüksemburg Bahçesi’nde gördü.
VI
Savaş Başladı
Kendi gölgesindeki Cosette, tıpkı Marius gibi ateş almaya hazır durumdaydı. Kader; esrarengiz ve ölümcül sabrı ile hepsi tutkunun fırtınalı elektriğiyle dolu olan ve çürüyen bu iki varlığı, iki bulutun şimşek yüklü olması gibi aşk yüklü bu iki ruhu, yavaş yavaş birbirine çekti ve alev alan bulutları birbiriyle çarpıştırdı. Aşk romanlarındaki bakışmalara dair öyle çok şey söylendi ki aslında artık bu konuda kelimelerin ne kadar kifayetsiz kaldığının herkes farkında. Bugünler, iki insanın yalnızca bakışlarının birleştiği günlerdi ama birbirlerine âşık olduklarını söylemeye kimse cesaret edemiyordu. Aralarında bu kıvılcımı çakmak için karşılaşan iki ruhun sarsıntısından daha doğal ne olabilirdi ki? Cosette hiç farkında olmadan Marius’ün aklını başından alan o bakışla baktığı anda, Marius de hiç farkında olmadan genç kızı coşkulandıran bir bakışla bakmıştı. Cosette uzun zamandır delikanlının farkındaydı ve içgüdüsel olarak her karşılaştıkları anda fırsat kollayarak genç delikanlıyı incelemişti. Marius’ün kendisini çirkin bulduğu günlerde bile kız onu alımlı buluyordu. Fakat kendisini umursamayan bu genç adama ilk rastladığı günlerde o da fazla ilgi göstermemiş, yine de onun saçlarının gürlüğünü ve ışıltısını, gözlerinin ifadesini, dişlerinin beyazlığını fark etmekten geri kalmamıştı. Marius arkadaşlarıyla konuşurken onu dinleyen genç kız, onun ses tonundan da hoşlanmış; yürürken biraz eğik durmasına rağmen yine de uyumlu yürüdüğünü, davranışlarının nezaketini, hiç de serseri bir tavrının olmadığını, tüm bedeninden tatlı ve gururlu bir asalet fışkırdığını, yoksul görünmesine karşın çok havalı olduğunu düşünmüştü. Bakışlarının karşılaştığı anda hissettikleri o tarifsiz duyguları gözleriyle birbirlerine söyledikleri gün, Cosette önce şaşırarak hiçbir şey anlamamıştı. Akşam, babasıyla Ouest Sokağı’ndaki evlerine geldiğinde derin düşüncelere dalmış ve bunun sonrasında Jean Valjean eski alışkanlıklarına dönerek altı hafta kalmak için Cosette’le buraya gelmişti. Genç kızın ertesi sabah ilk yaptığı iş, parkta görmüş olduğu o gizemli delikanlıyı düşünmek olmuş; uzun süre varlığından bile habersiz görünen o umursamaz adamın bu ilgisinden hiç de hoşlanmamıştı. Hatta o kibirli, yakışıklı genç adamın ilgisi onu öfkelendirmişti bile. İçten içe ona karşı gizli bir savaş gütmeye başlayarak bundan inanılmaz bir haz aldı ve sonunda ondan intikam almayı bile düşündü. Güzelliğini hissettiği günden başlayarak artık elinde çok güçlü bir silah vardı. Kadınlar böylesi zamanlarda her zaman dişiliklerini kullanmazlar mıydı zaten? Marius’ün onca zaman boyunca yaşamış olduğu kalp çarpıntılarını, umutsuzluklarını ve çektiği acıları okurlarımızın hepsi hatırlıyordur. O kıza ilgi duymaya başladığı andan itibaren artık ona yaklaşmaya çekinmiş, önünden bile geçmeyerek uzaktaki bir bankta oturmuştu hep. İşte Cosette’i asıl öfkelendiren şey de bu olmuş ve hatta bir gün babasına şöyle demişti: “Baba, bu tarafa doğru yürüyelim.” Delikanlının kendisine yaklaşmadığını fark eden genç kız, kendisi yaklaşmaya kararlıydı. Zaten hep böyle olmamış mıdır? Bir delikanlıda aşkın ilk işareti çekingenliktir, buna karşılık genç kız aşkta fütursuzca küstahlaşır.
Cosette’in o günkü bakışı Marius’ün aklını başından almış, buna karşılık Marius’ün bakışı da genç kızı altüst etmeyi başarmıştı ve ilk kez o günden sonra birbirlerine âşık olmaya başlamışlardı. Cosette’in kapıldığı ilk duygu açıklanamaz bir hüzün olmuş ve bir gün içerisinde sanki ruhu kararmıştı. Artık kendi ruhunu bile tanıyamayacak hâle gelmişti, aslında genç kızların ruhları safi neşeden oluşan kar taneleri gibidir ve aşkın ateşi onları yakmaya başladığı anda hızlıca erimeye mahkûmdur. Cosette bugüne kadar aşkın ne olduğunu hiç duymamıştı. Bu yüzden de nasıl davranılması gerektiğini bilmiyordu. Manastırda aşk kelimesi kesinlikle geçmezdi. Kitaplarında ve müzik defterlerinde aşk kelimesi yerine başka bir kelime kullanılırdı. Aslında yaşı daha büyük kızlar bu kelimeyi bilirdi ama Cosette oradan ayrıldığında çocuk sayılırdı. Bu nedenle, genç kız gönlüne dolan o duyguyu isimlendiremiyor ve tutulmuş olduğu bu duygunun tuhaflığını çözmeye çalışıyordu. Bunun iyi mi, kötü mü, yararlı mı, tehlikeli mi, öldürücü mü, sonsuz mu, gelip geçici mi, yasal mı, yasak mı olduğunu sürekli olarak zihninde ölçüp biçiyor; hiçbir anlam veremese de sevdiğinin ayrımına varabiliyordu. Biri ona şunları diyecek olsa: “Ama siz geceleri uyumuyorsunuz. Bu kesinlikle yasak! Yemek de yemiyorsunuz, bu tehlikeli; kalbiniz daralıyor, çarpıntınız var! Bu kesinlikle olmamalı! Yeşillikler arasında bir yürüyüşün sonunda siyahlara bürünmüş biri belirdiğinde kızarıp solgunlaşıyorsunuz. Ama bu çok korkunç!” Bu konuda kesinlikle hiç tecrübesi olmayan kız, bu sözlerden de bir şey anlamaz ve muhtemelen şöyle bir karşılık verebilirdi: “Hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyden dolayı nasıl suçlanabilirim? Bir şey bilemediğim için yapabileceğim bir şey yok!” Karşısına çıkan aşk tam da onun yapısına uygun bir aşktı. Bu uzaktan bir bağlanma, bir yabancıya karşı duyulan büyük ve ilahi bir hayranlıktı. Gençliğin gençliğe zuhuruydu, gecelerin rüyasının romana dönüşmesine rağmen bir rüya olarak kalmasıydı, özlenen hayalet sonunda belirdi ve ete kemiğe büründü ama henüz ne adı ne hatası ne yeri ne kusuru ne de zorunluluğu vardı. Tek kelimeyle uzak ve ideal aşk, cisim kazanmış bir hayaldi. Daha yakın ve elle tutulur bir karşılaşma, henüz manastırın abartılı sislerine yarı yarıya dalmış olduğu bu ilk aşamada Cosette’i tedirgin edebilirdi. Çocukların ve rahibelerin tüm korkuları bir arada onun ruhunda vücut bulmuş hâldeydi. Beş yıl boyunca içine nüfuz ettiği manastırın ruhu, kişiliğinden yavaş yavaş buharlaşma sürecindeydi ve etrafındaki her şeyi titretiyordu. Bu durumda o bir sevgili değildi, hatta bir hayran bile değildi, o bir vizyondu. Marius’e çekici, parlak ve imkânsız bir şeymiş gibi tapmaya kendini adadı. Aşırı masumiyet, aşırı cilve ile sınırlandığından, ona tüm samimiyetiyle gülümsedi. Her gün sabırsızlıkla yürüyüş saatini bekliyordu. Marius’ü orada buldu, kendini tarifsiz bir şekilde mutlu hissetti ve tüm samimiyetiyle Jean Valjean’a şunları söylediğinde tüm düşüncesini dile getirdiğini düşündü:
“Şu Lüksemburg Bahçesi ne kadar güzel!”
Marius ve Cosette karanlıkta birbirlerine benziyorlardı. Birbirlerine hitap etmediler, selam vermediler, birbirlerini tanımadılar; birbirlerini gördüler ve bir diğerinden milyonlarca fersahla ayrılmış gök yıldızları gibi birbirlerine bakarak yaşadılar. Böylece Cosette yavaş yavaş bir kadın oldu; güzelliğinin bilinciyle ve aşkından habersiz olarak gelişip güzel ve sevgi dolu bir varlığa dönüştü. Bilgisizliği onu cilveli kıldı üstelik.
VII
Kalpler Birleşiyor
Bütün durumlarda kendince devreye giren içgüdüler vardır. Yaşlı ve sonsuz doğa ana, Jean Valjean’a gizlice Marius’ün varlığını fısıldadı ve onun ürpermesine neden oldu. Aslında net olarak bir şey göremiyor ya da bilmiyordu ancak etrafında gelişen tuhaf bir durumun farkına varıyor ve etrafını saran gölgelerin hareketlerini takip ediyordu sadece. İçten içe yeni bir hayat şekillendirirken bir taraftan başka bir şeylerin yıkılmaya yüz tuttuğunu hissediyordu. Marius ise Tanrı tarafından doğal bir içgüdü ile uyarılmış olduğundan kızın babasına karşı her zaman temkinli davranmaya çalışıyordu. Ona görünmemeye uğraşıyor, yine de Jean Valjean zaman zaman onu fark ediyordu. Marius’ün alışık olmadık ve acemi tavırları, ne kadar temkinli davranmaya çalışsa da daha fazla dikkat çekiyordu. Artık eski günlerde olduğu gibi onların yakınına sokulmuyor, önlerinden yürümüyor, uzaklarda oturuyor ve sanki onların hiç farkında değilmiş gibi davranmaya çalışıyordu. Mesela elinde bir kitap vardı ama okuyor muydu? Kim için böyle okur gibi yapıyordu? Önceleri yıpranmış bir giysiyle parka gelen delikanlı, artık sürekli yeni elbiseler giyiyordu. Gözleri çok değişikti, eldiven giyiyordu, kısaca belirtmek gerekirse neler olduğuna anlam veremese de Jean Valjean o delikanlıdan bütün içtenliğiyle nefret ediyordu. Ne olduğunu tam olarak bilmemesine rağmen yine de bu duyguyu açık etmemesi gerektiğini düşündüğünden Cosette duygularını belli etmiyordu. Bu süre zarfında bir anda Jean Valjean’ın zihninde bir şimşek çaktı, “Yoksa Cosette’in süse düşkünlüğüyle, şu delikanlının sürekli yeni elbiselerle gelme düşkünlüğü arasında bir bağlantı olabilir mi?” diye düşünmeye başladı. Elbette tesadüf olabilirdi ancak gerçekten çok tuhaf ve tehlikeli bir tesadüftü bu. Düşüncelerini biricik kızına hiç belli etmedi ancak bir gün daha fazla dayanamayarak felaketini hemen öğrenmek isteyen birinin arzusuyla: “Ne küstah bir delikanlı şuradaki öyle!” dedi.
Bir yıl önce, henüz küçük bir kız olan Cosette ise ona şöyle karşılık verdi: “Ah, o mu? Bence gayet samimi görünüyor!” Kalbinde Marius’ün aşkıyla on yıl sonra ustalaşmış bir genç kadın olarak ise şöyle diyebilirdi: “Küstah evet, ayrıca çok da itici!” Ancak o sırada hiç bilmediği aşk duygusuyla sarmalanmış olan genç kızın dudaklarından, kendisini bile şaşırtan bu yanıt çıkmıştı. “Ah, ne aptalca davrandım!” diye düşündü Jean Valjean. Sonrasında büyük bir acıyla ve kendi kendine öfkelenerek “Kız onun farkında bile değil; şimdi ben, onu düşünmesine neden olacağım!” diye geçirdi içinden. Ah, eskilerin sadeliği! Ah, çocukların derinliği! O taze yılların acı ve sıkıntılarının, ilk aşkla ilk engeller arasındaki canlı çatışmaların yasalarından biri; genç kızın kendisini hiçbir tuzağa düşürmemesi ve bu tuzağa genç adamın düşmesidir. Jean Valjean, Marius’e karşı sessiz ve derin bir savaş açtı. Delikanlı, tutkusu ve toyluğu yüzünden bunların farkında bile değildi. Adam parka geliş vaktini, oturduğu yeri değiştirdi; mendilini bankta unuttu, yollara serptiği bütün bu soru işaretlerine Marius “Evet!” karşılığını verdi. Cosette ise görünürdeki ilgisizliği ve huzurlu kaygısızlığını korumayı sürdürdü. Bunu öylesine ustaca yapmıştı ki sonunda Jean Valjean, “Bu serseri Cosette’e deli gibi âşık ama Cosette onun varlığından bile haberdar değil!” diye bir sonuca vardı. Yine de içini kederli bir titreme sardı. Her an Cosette aşka yakalanabilir, birilerini sevebilirdi. Sonuç olarak tüm aşklar da tıpkı böyle kayıtsızlıklarla başlamaz mıydı? Cosette sadece bir kez babasını endişelendiren bir hata yaparak üç saat boyunca oturdukları yerden kalktıkları sırada, “Şimdi mi gidiyoruz?” diye sordu. Jean Valjean, Cosette’in şüphelenmemesi ve durumdan farklı çıkarımlarda bulunmaması için alışkın oldukları park gezintilerini sürdürmeye devam etti.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Fahişe kolejleri, dolandırıcılar, dilenciler, mahalle oyuncuları. (ç.n.)
2
(Lat.) Issız bir yerde, Pater Noster duasını okumayı istemiyor.
3
İtalyan kuyumcu, heykeltıraş, yazar. (ç.n.)
4
François Villon, Fransız lirik şair. (ç.n.)
5
Ons: Fransa’da 30,59 gram, İngiltere’de 28,349 grama denk gelen bir ağırlık birimi. (ç.n.)
6
(Lat.) Yapraklar arasında. (ç.n.)
7
Fransız takviminin sekizinci ayı. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов