banner banner banner
Beş Çember Kitabı
Beş Çember Kitabı
Оценить:
 Рейтинг: 0

Beş Çember Kitabı

Beş Çember Kitabı
Musashi Miyamoto

Asataro Miyamori

Samuray Hikâyeleri

Asataro Miyamori (1869-1952) Tokyo’daki Toro Üniversitesi’nde profesörlük yapmıştır. Eski Japonya kültürü ve Samuraylar ile ilgili birçok araştırması ve eseri bulunmaktadır.

Berke Kılıç, Adana’da doğdu; ilköğretim ve lise eğitimini orada tamamladı. 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Hemen ardından bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başladı. 2016 yılından beri kariyerine serbest redaktör ve çevirmen olarak devam ediyor. Onlarca İngilizce romanın Türkçeye kazandırılmasında emeği geçti.

Önsöz

Eski Japonya’nın şövalyeleri olan samuraylara ait bu hikâyeler büyük ölçüde gerçeklere dayanır. Akşamları geniş kitleleri aşk ve tarih hikâyeleriyle, özellikle de samurayların asil davranışlarıyla eğlendiren kōdanshi isimli hikâye anlatıcılar tarafından aktarılan geleneksel anlatılardan uyarlanmışlardır. Ayrıca bu türdeki hikâyelere adanmış pek çok Japonca kitap ve dergi vardır ve bunlar okullarda, bilhassa gençler tarafından merakla okunurlar.

Samuray sınıfının feodalizmle sonsuz bir birlikteliği olduğu doğrudur ancak neyse ki ya da maalesef Japonlar bir anlamda tamamen samuray sayılır. Geçen yarım yüzyılda Avrupa medeniyeti Japon toplumunda iyisiyle kötüsüyle köklü değişiklikler yaptı. Japonlar politik ve sosyal kurumlarda, görgüde ve geleneklerde, sanatta ve edebiyatta pek çok karakteristik özelliğini kaybetti ama yine de karakterlerinin temelinde, deyim yerindeyse bilinçaltlarında samurayların düşüncelerinin, güdülerinin ve ahlak kurallarının kısmen aynı kaldığı rahatlıkla söylenebilir. Bugünün Japonları entelektüel olarak hemen hemen evrensel olsalar da duygusal olarak hâlâ samuray sayılırlar.

Aynı adlı hikâyenin kahramanı Dürüst Kyūsuké samuray değildi ancak onların ilkelerini benimsemişti. Bunun, bu kitabın içindeki hikâyenin sonunu gerekçelendirdiğini söyleyebiliriz.

Yazar, bu hikâyelerin seçiminde kendisine nazikçe yardım eden meşhur kōdanshi Bay Joyen Momokawa’ya ve hikâyelerinden biri olan Katsuno’nun İntikamı’nı çevirmeye izin veren Kōdan Kurabu’nun editörüne içten teşekkürlerini sunar.

    A. Miyamori
    Tokyo

Ungo-Zenji

Kar hızlı hızlı yağıyordu.

Dünya çoktan, göz alabildiğine yayılan, gümüşi bir örtüyle kaplanmıştı. Tepe ve vadi, ağaç ve tarla saf beyaz giyinmiş halde birbirine benziyordu.

Keskin soğuğa aldırış etmeyen ancak güzelliğinden hoşlanan Daté Masamuné manzaranın tadını çıkarmak için dışarı çıkmaya kararlıydı. Bu yüzden yanında birkaç refakatçiyle birlikte, Osaki’deki küçük tımarının geniş manzarasının görülebildiği, kale sınırları içindeki alçak tepeye kameriye kurdurmaya koyuldu.

Hayatının ilerleyen dönemlerinde Masamuné, eyaletin sunduğu muhabere hizmeti sayesinde tanındı ve nihayetinde ilk Şogun İyeyasu’nun altında Japonya’nın en büyük daimyosu[1 - Daimyo, 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Japonya'da hüküm sürmüş olan en güçlü feodal hükümdarlardır. Daimyo sözcüğü Japoncada "büyük ad" anlamına gelir. (e. n.)] oldu ancak bu kez tek varlığı Osaki’ydi ve geliri yılda 100.000 koku[2 - Geleneksel bir hacim ölçü birimi. (e. n.)] pirinci geçmiyordu.

“Ne büyüleyici bir görüntü! Karlı manzarayla ne kıyaslanabilir ki?” diye haykırdı mest olmuş halde kameriyenin balkonundan önündeki manzaranın saf güzelliğine zevkle bakarken. “Karın bereketli bir yılın geleceğini bildirdiğini söylerler. Hasat bol olduğunda insanların neşesi ve ülkenin hükmünde huzur ve refah da bol olur!”

Lort hazretleri böyle kendi kendine konuşurken takunya taşıyıcısı Heishiro – memleketinde Makabé Heishore olarak bilinirdi, Hitachi’de ise Makabé, üçüncü sınıf için soyadı bilinmeyen bir lükstü – öylece bekledi. Efendisinin ayakkabılarını düzelttiğinden o tekrar çıkana dek yapacağı bir şey yoktu. Fakat Heishiro o sırada kar tanelerinin kıymetli yükünün üzerine düştüğünü ve kalın bir tabaka oluşturduğunu gözlemledi. Onları kıyafetinin koluyla hızla sildi ancak daha fazla tanenin düşmesiyle geta (takunyalar) yeniden buzlu taneciklerle kaplandı.

“Böyle olmayacak,” dedi kendi kendine. “Lort hazretleri en soğuk havada bile tabi (çorap) giymeye tenezzül etmez, onu feminenlik işareti olarak görür; çıplak ayaklarıyla bu nemli getaya basarsa mutlaka hasta olur. Bunları sıcak ve kuru tutmak zorundayım.”

Bunun üzerine saf yüreğinde nezaket olan iyi adam ağır tahta takunyaları aldı ve kıyafetinin ortasına tenine temas edecek şekilde yerleştirerek sabırlı bekleyişine devam etti.

“Lort hazretleri geliyor!”

Heishiro getaları girişteki geniş taş basamağa koymuştu ki çift kanatlı kapı kayarak açıldı ve genç, heybetli Masamuné içeri girdi.

Ayaklarına getaları geçirdi. Bu nasıl olmuştu? Dokununca sıcak gelmişti! Dondurucu havada bu nasıl mümkün olabilirdi? Tek bir açıklaması olabilirdi. O tembel eşek takunya taşıyıcısı onların, aziz efendisinin muhterem ayakkabılarının üzerine oturmuş olmalıydı! Ne kabul edilemez bir küstahlıktı bu!

Varsaydığı hakaretin ateşiyle suçluyu ensesinden yakaladı ve onu şiddetle sarsarken dişlerini sıkarak “Seni hain! Getalarımı nasıl üstüne oturarak kirletirsin! Arkamdan ağır hakaret ettin! Adi, al şunu…” dedi.

Tekmelediği takunyalardan birini alarak zavallı uşağının iki gözünün arasına kuvvetle fırlattı ve Heishiro’nun donakalıp sendelemesine ve kanının yere akmasına neden oldu. Ardından eşi olan getayı da perişan kurbanına attı, başka bir çift getanın getirilmesini bekleyemeyecek kadar öfkeli olduğundan çıplak ayakla ve gururla kaleye geri yürüdü.

Hiç kimse Heishiro’yla ilgilenmek için kalmadı. Hiç kimse ona ne olduğunu umursamadı. Bir süre boyunca düştüğü gibi kaldı ancak soğuk hava bilincini geri kazanmasını sağladı ve yavaşça ve dikkatle ayağa kalktı.

Kendisine atılan getayı aldı ve gözyaşları yüzündeki kanlarla karışırken bir süreliğine elindekine kederle dikti gözlerini. Ardından efendisinin adaletsizliği onu ele geçirdi, aciz bir öfkeyle dişlerini gıcırdattı.

“Ne mağrur bir hayvansın sen, Masamuné,” diye mırıldandı. “Bunun bedelini ödeyeceksin! Aramızdaki efendi ve köle bağı sonsuza kadar koptu. Naçiz hizmetlilerinin en sadığıydım ben ama şimdi bu zalim muamelenin intikamını alana kadar durmayacağım!”

Heishiro sonra getayı yeniden fakat bu kez öncekinden farklı bir niyetle göğsüne koydu ve kaleden en uzaktaki tepeden, acı içinde topallayarak indi.

O vakitten beri adamın tek bir düşüncesi vardı, nezaketini suiistimal eden küstah soyludan intikamını almak.

Ne var ki fakir olmasına rağmen Masamuné daimyoyken Heishiro yalnızca bir köleydi. Masamuné her daim, uyurken bile iyi korunduğundan suikast düzenlemek imkânsızdı; ayrıca bedenen bir hayli güçlü sayılırdı. Heishiro başka, daha gizli yollar bulmalıydı. Uzun bir süre derin derin düşündü. Mevkisine dilediği gibi etki edebilecek, daimyodan yüksekte sadece iki üst kademe insan vardı; İmparator ve Şogun. Fakat Heishiro’nun durumundaki bir adam, bu iki meşhur kişiyi Masamuné’yi öldürmeye ve ona karşı tesir etmek için kendisini dinlemeye nasıl ikna edebilirdi? Düşüncesi dahi abesti! Savaş döneminde oldukları ve yiğitlik dolu bir eylemin başarısıyla hızla mevki kazanılabildiği doğruydu; elinde bir mızrak, altında iyi bir atla hemen hemen her üst kademeye ulaşılabilirdi. Ancak Heishiro asker değildi ve beden gücü azdı. İç çekerek gayesinde o yolla başarılı olamayacağını kabul etti.

Ve sonra mutlu bir düşünce geldi aklına. Yüksek ya da alt sınıftan, iri ya da minik herkesin rahip olabildiğini ve o mesleğin getirdiği olasılıkların sınırsız olduğunu hatırladı. Kimin ailesinin düşük sınıfa dahil olduğuna ve kimin zayıf bedeni olduğuna dair bir ayrım yoktu. Âlim, dindarlığından ötürü saygı duyulan bir rahip saraya girebilir, İmparator’un dikkatini bizzat çekebilirdi!

İşte bulmuştu!

Heishiro rahip olmaya karar verdi ve bu yeni bakış açısı onu ivedilikle Kyoto’ya götürdü, Higashiyama’daki Ungoji Tapınağı’na rahip yardımcısı olarak girdi.

Ne var ki rahip yardımcılığı kariyeri hiç kolay değildi. Rahipliğe kabul edilmeden kişisel zevklerden arınmanın, nefsinden feragat etmenin ve kefaretin her şeklinden geçmeliydi. Dahası, üstlerine köle gibi hizmet etmeli, onların emirleriyle en vasıfsız görevleri yerine getirmeliydi. Heishiro bunları yaparken bir hayli zorlandı. Sıradan sebatlı bir adam yenik düşer ve pes ederdi. Ama Heishiro öyle değildi. Gönüllü maruz kaldığı görevini bırakmayı bir kez olsun düşünmedi. Bütün zorluklara ve aşağılanmalara katlanacak mecali olduğu müddetçe çalışacaktı. Yine de insandı; bitkin bedeninin pes etmeye yakın olduğu, ruhunun güçsüzleştiği vakitler oluyordu. Gerilen sinirleri artık dayanamıyormuş gibi görünüyordu. Böyle zamanlarda aynaya, kaşındaki derin yaranın yansımasına bakar ve tuhaf bahçe getasını sakladığı yerden çıkararak kendi kendine, “Cesaret! Masamuné’yi hatırla! İşin daha bitmedi,” derdi.

Bunun üzerine kuvveti ve sakinliği geri dönerdi ve bir kere daha işlerin ve sabretmenin üstesinden gelebileceğini hissederdi.

Heishiro yavaş yavaş üstlerinin destekleriyle yükseldi ve öğrenmesi belirgin bir ilerleme kaydetti. En nihayetinde başka bir manastıra giderse daha hızlı ilerleyebileceğini düşündü ve Hiei Dağı’ndaki Enryakuji Tapınağı, Japonya’daki kutsal öğretiler için en büyük ve en meşhur yer olduğundan oraya başvurunca hemen kabul edildi.

Yirmi yıl sonra Jōben (Heishiro’nun rahipliğe girdiğinde aldığı isim buydu) âlimliğiyle ve sade dindarlık yaşamının kurallarına katı bağlılık göstermesiyle her yerde tanınıyordu. Fakat tatmin olmamıştı. Hâlâ İmparator’un dikkatini çekmekten çok uzaktı. Daha da yukarı tırmanmak zorundaydı. Hedefi dünyaca ünlü olmaktı.

Böylece, haklı olarak bütün ilmin ve irfanın kaynağı kabul edilen Çin’e gitmeye karar verdi. Budist inancının tüm söylemlerine ulaşacaktı. Jōben, fırsatını bulur bulmaz doğduğu kıyılardan yelken açtı ve kendisini tuhaf insanların arasında buldu. Orada on yıl kaldı. Bu süre boyunca pek çok meşhur tapınağı ziyaret etti ve pek çok kaynaktan irfan topladı. Nihayetinde bu gezginin ünü Çin İmparatoru’nun kulağına ulaştı ve İmparator, Jōben’i huzuruna memnuniyetle çağırarak ona nazikçe yeni bir rahip ismi bağışladı: Issan-Kasho-Daizenji. Böylelikle Jōben gerçekten de bilge ve kutsal bir insan olmak için ülkesinden ayrılmış ancak Japonya’ya önde gelen bir rahip addedilerek dönmüş oldu.

Dönüşünün ardından Issan-Kasho-Daizenji, rahip adayıyken girdiği Kyoto’daki Ungo-ji tapınağında kaldı. Yıllardır Masamuné’den haber almamıştı ve ne durumda olduğunu endişeyle öğrenmek istiyordu. Nefretinin nesnesi olan adamın da yükseldiğini ve şu anda Sendai Kalesi’nin efendisi olarak zamanın en önemli adamlarından biri kabul edildiğini duyduğunda memnuniyetsiz bir şaşkınlık yaşadı. Yalnızca sarayda yüksek bir mevki kazanmakla kalmamış, aynı zamanda kuzeydoğu daimyolarının başı olmuştu ve Şogun bile ona saygılı davranıyordu. Oldukça sinir bozucu bir durumdu. Zenji uygun zamanı kollaması ve dikkatli davranması gerektiğini fark etti. Artık yanlış bir hamle uzun yıllardır çektiği zahmeti faydasız kılabilirdi.

Gelgelelim çok da fazla beklemesi gerekmedi.

İmparator hastalanmıştı, illeti öyle ciddiydi ki en bilge hekimlerin becerileri dahi fayda etmiyordu. İmparatorluk Sarayı’nın en yüksek mevkideki memurları, bu meseleyi tartışmak üzere önemli bir özel toplantı düzenlediler ve dünyevi şeylerin boş olduğuna, tek umudun cennetin yardımında yattığına karar verdiler.

Hangi rahip bu üst seviye görevi emanet edebilecekleri kadar temiz, engin bilgiliydi?

Hepsinin dudağından aynı isim döküldü: “Issan-Kasho-Daizenji!”

Bu sebeple kutsal adam süratle saraya çağırıldı ve hasta İmparator’un sağlığına kavuşması için İlahi Güçlere var gücüyle dua etmesi emredildi.

Yedi gün ve yedi gece boyunca Zenji, Mavi Ejder Salonu’nda kendini insanlıktan tamamen soyutladı. Yedi gün ve yedi gece boyunca oruç tuttu ve bu kıymetli yaşamın bağışlanması için dua etti. Ve dualarına karşılık verildi. O sürenin sonunda İmparator daha iyi oldu ve toparlanması öyle hızlı ve kısa sürede gerçekleşti ki hakkındaki endişelerin tamamı sona erdi.

Majesteleri’nin minneti sınır tanımadı. Zenji, imparatorluğun pek çok armasıyla onurlandırıldı ve sonucunda bütün bakanlar ve saray mensupları İmparator’un gözdesi olduğundan ona yaranmak için dalkavuklukta birbiriyle yarışıyordu. Zenji, Ungoji Tapınağı’nın başrahibi olarak atandı ve bir isim daha aldı: Ungo-Daizenji.

“Artık arzuladıklarıma ulaşabilirim!” diye düşündü rahip sevinçle. “Bir tek Masamuné’yi büyük bir hainlik yapmakla suçlamak için makul bir bahane bulmak kaldı.”

Ne var ki düşük mevkili takunya taşıyıcısı Makabé Heishiro, daimyo Daté Masamuné’den intikam alacağına yemin edeli otuz yıl olmuştu ve kutsal yazıtları derinlemesine araştırması, uzun gece ibadetleri, hayatını kişisel zevklerden arınmaya ve meditasyona adaması etkisiz kalmamıştı. Heishiro, büyük rahip Ungo-Daizenji olmuştu. Karakteri radikal bir değişikliğe uğramış olsa da kendisi bundan şüphelenmiyordu. Zihni saflaşmıştı ve artık intikam arzusu gibi adi ve kıymetsiz bir hissi barındırma kabiliyeti yoktu. Gücü elinde olmasına rağmen onu kullanmayı artık umursamıyordu.