Книга Beşinci Kadın - читать онлайн бесплатно, автор Хеннинг Манкелль. Cтраница 9
bannerbanner
Вы не авторизовались
Войти
Зарегистрироваться
Beşinci Kadın
Beşinci Kadın
Добавить В библиотекуАвторизуйтесь, чтобы добавить
Оценить:

Рейтинг: 0

Добавить отзывДобавить цитату

Beşinci Kadın

1961 yazındaysa her şey birdenbire sona ermişti. Berggren birden günlük tutmaktan vazgeçmişti. Wallander, onun bu savaşın sonsuza değin süreceğini düşündüğünden emindi. Günlüğünün son sayfalarında ışıklarını söndürmüş bir kargo uçağıyla gece yarısı ülkeden nasıl kaçtıklarını yazmıştı. Uçak aprondan havalanırken motorlardan biri titremeye başlamıştı. Günlük sanki Berggren yazmaktan sıkılmışçasına ya da artık yazacak bir şeyi kalmamışçasına işte tam bu noktada sona eriyordu. Wallander uçağın nereye gittiğini öğrenememişti. Berggren karanlık Afrika gecesinde bir yerlere doğru uçup gitmişti.

Wallander gerinerek balkona çıktı. Saat beş olmuştu. Hava bulutlanmıştı. Bu günlük kesik kafayla birlikte neden Eriksson’un kasasındaydı? Berggren eğer hâlâ hayattaysa 50 yaşlarında olmalıydı. Balkonda duran Wallander birden ürperdi. İçeri girip kanepeye oturdu. Gözleri acıyordu. Berggren günlüğünü kimin için tutmuştu? Kendisi için mi yoksa başka biri için mi?

Afrika’da savaşa paralı asker olarak katılan bir delikanlı günlük tutmuştu. Olayları ayrıntılarıyla yazmıştı ama bazı açılardan da yazdıklarında yapay bir hava hissediliyordu. Wallander’in satır aralarında okuyamadığı bir şeyler eksikti.

Höglund zili çalıncaya değin bunun ne olduğunu çözememişti. Genç kadını kapının önünde görmesiyle anlaması bir olmuştu. Günlükte erkeklerin dünyasından söz ediliyordu. Berggren’in anlattığı kadınlar ya ölmüşler ya da panik içinde kaçmışlardı. Çok tatlı ama çok da uzun boylu Irene dışında hiçbir kadından söz etmemişti. İzinli olduğunda barlara gidip nasıl sarhoş olduğunu ve barlarda çıkan kavgalara nasıl karıştığını yazmıştı ama kesinlikle kadınlardan söz etmemişti. Wallander bunun önemli olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu. Berggren, Afrika’ya gittiğinde gençti. Savaş ona göre bir serüvendi. Delikanlıların dünyasında kadınlar serüvenin önemli bir bölümünü oluştururlardı. Wallander merak etmeye başlamıştı ama şimdilik bu düşüncelerini kendine saklamaya karar verdi.

Höglund, Nyberg’in adli tıp teknisyenlerinden biriyle Runfeldt’in evine gittiğini haber vermeye gelmişti. Sonuç olumsuzdu. Runfeldt’in neden dinleme cihazı sipariş ettiğini açıklayabilecek bir şey bulamamışlardı.

“Gösta Runfeldt’in dünyasında yalnızca orkideler var,” dedi Höglund. “Onun çok yalnız bir dul olduğu izlenimini edindim.”

“Karısı boğulmuş galiba,” dedi Wallander.

“Çok güzel bir kadınmış,” dedi Höglund. “Düğün fotoğraflarını gördüm.”

“Kadına ne olduğunu öğrenmemizde belki de yarar var,” dedi Wallander.

“Martinson’la Svedberg çocuklarıyla bağlantı kurmaya çalışıyorlar.”

Wallander az önce Martinson’la telefonda konuşmuştu. Runfeldt’in kızıyla bağlantı kurmuştu bile. Babasının kaybolabileceği düşüncesine çok şaşırmış ve çok endişelenmişti. Babasının Nairobi’ye gittiğini sanıyordu.

“Bunlardan bir sonuç çıkarmamız olası değil,” dedi. “Svedberg oğluyla konuştuktan sonra beni arayacak. Runfeldt’in oğlu Hälsingland’da telefonu olmayan bir çiftlikteymiş.”

Pazar günü öğleden sonra erkenden soruşturma ekibini toplantıya çağırmaya karar verdiler. Bununla ilgili düzenlemelerle Höglund ilgilenecekti. Wallander daha sonra genç kadına günlükten söz etti.

“Berggren,” dedi Höglund, Wallander sözlerini bitirdiğinde. “Olabilir mi?”

“Bilmiyorum ama gençliğinde para için adam öldürmüş,” dedi Wallander. “Günlük, korku filmi gibi. Belki de şimdilerde, yaptıklarının bedelini ödemekten korkarak sürdürüyordur yaşamını.”

“Onu bulmalıyız,” dedi Höglund. “Ama nereden başlayacağımıza karar vermeliyiz.”

“Günlük Eriksson’un kasasındaydı,” dedi Wallander. “Bu şimdilik elimizdeki tek somut delil ama buna saplanıp kalmadan diğer delilleri aramayı sürdürmeliyiz.”

“Bunun olanaksız olduğunu sen de biliyorsun,” dedi Höglund. “Bir ipucu bulunca bunun tüm araştırmaya şekil verdiğini sen de biliyorsun.”

“Her şeye karşın yine de yanılabileceğimizi hatırlatmaya çalışıyorum.”

Telefon çaldığında Höglund kapıdan çıkmak üzereydi. Runfeldt’in oğluna ulaşmayı başaran Svedberg arıyordu.

“Oğlu deliye döndü,” dedi. “Hemen bir uçağa atlayıp buraya gelmek istedi.”

“Babasından en son ne zaman haber almış?”

“Nairobi’ye gideceği günden birkaç gün önce. Her şey olağanmış. Oğluna bakarsan babası bu yolculuğu iple çekiyormuş.”

Soruşturma ekibinin toplantısını söylemesi için telefonu Höglund’a uzattı. Wallander, Svedberg için yazılmış notu Höglund telefonu kapatınca anımsadı. Ystad Hastanesi’nin doğum koğuşunda garip davranışları olan bir kadınla ilgili bir nottu bu.

Höglund eve, çocuklarının yanına gitti. Wallander yalnız kalınca babasını aradı. Pazar sabahı görüşmeyi kararlaştırdılar. Babasının eski fotoğraf makinesiyle Roma’da çektiği fotoğraflar gelmişti.

Wallander cumartesi akşamının kalan bölümünü Eriksson cinayetinin özetini çıkarmakla geçirdi. Bu konuda çalışırken bir yandan da Runfeldt’in ortadan kayboluşunu düşünüyordu. Kendisini tedirgin, huzursuz hissediyor ve konsantre olmakta zorlanıyordu. İçindeki tedirginlik sürekli artıyordu. Bu duygudan arınamıyordu. Akşam saat dokuzda artık düşünemeyecek denli yorgun hissetti kendini. Not defterini bir kenara fırlatıp kızı Linda’ya telefon etti. Telefon çaldı, çaldı ama açan olmadı. Linda evde yoktu. Üstüne kalın bir ceket geçirip meydandaki Çin restoranına gitti. Restoran alışılmışın dışında kalabalıktı. Şarabını içip yemeğini yedikten sonra yağmurda yürüyerek eve döndü. Başı çok ağrıyordu.

O gece rüyasında kendini büyük ve karanlık bir yerde gördü. Berggren tabancasını çevirmiş, karanlığın içinde ona bakıyordu.

Sabah erkenden uyandı. Yağmur durmuştu. Yedi on beşte arabasına atlayıp Löderup’a babasını görmeye gitti. Wallander babasıyla Gertrud’u kandırıp birlikte sahile gitmeyi önermeyi düşündü. Yakında havalar soğuyacaktı.

Yüzünü buruşturarak gece gördüğü rüyayı anımsadı. Arabasını kullanırken bir yandan da o gün öğleden sonra yapacakları toplantıda yanıtlanması gereken soruların bir listesinin çıkarılması gerektiğini düşündü. Berggren’in yerini bulmak çok önemliydi.

Babası kapının önünde onu bekliyordu. Gertrud’un kahvaltı hazırladığı mutfağa gittiler. Fotoğraflara baktılar. Bazıları bulanık çıkmıştı ama babası çektiği bu fotoğraflarla gurur duyduğundan Wallander hoşnutlukla başını sallamakla yetindi.

Bir tanesi diğerlerinden ayrı duruyordu. Bu, Roma’da geçirdikleri son gece restoranın garsonu tarafından çekilen fotoğraftı. Yemeklerini yeni bitirmişlerdi. Wallander’le babası yan yanaydı. Beyaz masa örtüsünün üstünde kırmızı şarap şişesi duruyordu. Her ikisi de kameraya gülümsüyordu.

Birden Wallander, Eriksson’un günlüğündeki fotoğrafı anımsadı ama bu düşünceyi hemen kafasından uzaklaştırdı. O anda yalnızca babasının Roma’da çektiği fotoğraflara bakmak istiyordu. Bu yolculuk sayesinde bir şey öğrenmişti: Babasına hem fiziksel hem de duygusal açıdan çok benziyordu.

“Bu fotoğraftan ben de bir tane isterim,” dedi Wallander.

“Merak etme, yaptırdım bile,” dedi babası gülümseyerek. Masadaki zarfı uzattı.

Kahvaltıdan sonra babasının stüdyosuna gittiler. Babası bu kez içinde horoz olan bir manzara resmi üzerinde çalışıyordu.

“Kaç resim yapmışsındır?” diye sordu Wallander.

“Buraya her gelişinde bana bunu soruyorsun,” diye karşılık verdi babası. “Nereden bileyim? Ayrıca bunun ne önemi var? Önemli olan hepsinin birbirine benzemesi.”

Uzun süre önce Wallander babasının sürekli aynı şeyin resmini yapmasının tek bir açıklaması olduğunu fark etmişti. Bu şekilde çevresindeki değişikliklere karşı tepki gösteriyordu. Yaptığı resimlerde güneşin ışınlarını bile denetleyebiliyordu. Resimlerinde güneş hep aynı yerdeydi.

“Harika bir tatildi,” dedi Wallander boyaları karıştıran babasına bakarak.

“Harika olacağını söylemiştim sana,” diye karşılık verdi babası. “Eğer ben olmasaydım Sistina Şapeli’ni görmeden ölecektin.”

Wallander bir an için babasının Roma’da tek başına çıktığı yürüyüşe ilişkin soru sormayı düşündü ama sonra hemen vazgeçti. Bu yalnızca babasını ilgilendiren bir şeydi.

Wallander kumsala gitmelerini önerdi. Babası karşı çıkmadı ama Gertrud evde kalmak istediğini söyledi. Baba oğul arabaya atlayıp Sandhammaren’e doğru yola koyuldular. Rüzgâr durmuştu. Wallander direksiyonu kumsala doğru kırdı. Bir süre gittikten sonra denizi gördüler. Kumsalda hemen hemen hiç kimse yoktu. Uzaklarda bir yerde birileri köpekleriyle koşuyordu.

“Harika,” dedi babası.

Wallander babasına bir bakış fırlattı. Roma babasının tüm davranışlarını değiştirmişe benziyordu. Belki de doktorların tanısını koyduğu o sinsi hastalığın olumlu bir etkisiydi bu. Ancak Roma tatilinin babası için ne anlama geldiğini hiçbir zaman tam olarak anlayamayacaktı. Bu, babasının yaşamı boyunca düşünü kurduğu bir yolculuktu ve Wallander’e de babasına bu yolculukta eşlik etme şerefi verilmişti.

Roma babasının Mekke’siydi.

Kumsalda uzun süre yürüdüler. Wallander eski günlerden söz edip etmeme konusunda ikircikliydi ama acele etmesine gerek yoktu, önlerinde daha, çok uzun bir zaman vardı. Babası birden durdu.

“Ne oldu?” diye sordu Wallander.

“Son birkaç gündür kendimi iyi hissetmiyorum,” dedi. “Ama bu da geçer herhâlde.”

“Eve dönelim mi?”

“Geçer dedim ya.”

Wallander, babasının, sorularını öfkeyle yanıtladığı eski alışkanlığına döndüğünü fark edince başka bir şey söylemedi.

Yürüyüşe devam ettiler. Bir göçmen kuş sürüsü başlarının üzerinden batıya geçti. Babası iki saat sonra yeterince yürüdüklerini söyledi. Kumsalda zamanı unutan Wallander birden emniyetteki toplantıya yetişmesi için acele etmesi gerektiğini fark etti.

Babasını Löderup’a bıraktıktan sonra Ystad'a dönerken huzurluydu. Polis olmaya karar verdiği gün kopan ilişkilerini belki yeniden eski hâline döndürebilirlerdi. Babası, seçtiği bu mesleği hiç kabullenememişti ama neden karşı çıktığını da hiç açıklamamıştı. Yaşamının büyük bir bölümünü bu sorunun yanıtını merak ederek geçiren Wallander, belki de sonunda yanıtı öğrenebilecekti.

Saat iki buçukta toplantı odasının kapıları kapandı. Müdür Holgersson bile gelmişti toplantıya. Wallander müdürü görünce birden Per Åkeson’u aramayı unuttuğunu fark etti. Not defterine bununla ilgili bir not yazdı.

Kesik kafayla Harald Berggren’in günlüğünü bulduklarını açıkladı. Herkes bunun somut bir ipucu olabileceğini düşünüyordu. Görev dağılımı yapıldıktan sonra Wallander, Gösta Runfeldt konusunu açtı.

“Runfeldt’in başına bir şey geldiğini düşünmek zorundayız artık,” dedi. “Bir kaza olduğunu ya da kendi isteğiyle ortadan kaybolduğu olasılığını da göz ardı edemeyiz. Bu iki olasılık her zaman aklımızda bulunmalı. Öte yandan Eriksson ile Runfeldt arasında bir bağ olduğunu hiç sanmıyorum. Ortada bununla ilgili herhangi bir ipucu yok.”

Wallander toplantının mümkün olduğunca kısa olmasını istiyordu. Ne de olsa günlerden pazardı. İş arkadaşlarının ellerinden geleni yaptıklarının farkındaydı ama bazen de ellerinden gelenin en iyisini yapmanın ara sıra mola vermek anlamına geldiğini de biliyordu. O sabah babasıyla geçirdiği saatlerden sonra enerji toplamıştı. Akşam dörtte emniyetten çıktığında kendini uzun zamandan beri ilk kez dinlenmiş hissediyordu. Endişesi azalmış gibiydi.

Eğer Harald Berggren’i bulurlarsa çözüme ulaşma şansları da vardı. Çok iyi planlanmış cinayetlerin her zaman alışılmışın dışında kişiler tarafından işlenmesi gerekmiyordu. Belki de katil Berggren’di.

Wallander eve dönerken marketin önünde durup biraz alışveriş yaptı. Waterloo Köprüsü adlı filmin videosunu görünce dayanamayıp aldı. Bu filmi evliliklerinin ilk yıllarında Malmö’de Mona’yla izlemişti ama unutmuştu.

Linda aradığında filmin tam ortasındaydı. Kızının sesini duyunca ona hemen arayacağını söyledi. Videoyu kapattı, mutfak masasına oturdu. Yaklaşık yarım saat konuştular. Linda uzun zamandan beri babasını aramadığı için özür dilemedi. O da bundan söz etmedi. Birbirlerine benzediklerinin farkındaydı. Her ikisi de dalgındı ama yapılması gereken bir iş varsa nasıl konsantre olacaklarını çok iyi bilirlerdi. Linda babasına her şeyin yolunda gittiğini söyledi. Restorandaki işinden ve tiyatro okulundan çok memnundu. Wallander kızının tiyatro konusundaki kuşkularını bildiğinden bu konuyu fazla irdelemedi. Linda kendini pek yetenekli bulmuyordu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:

Полная версия книги

Всего 10 форматов