Wallander sandalyesinde arkaya yaslandı. Odadaki dikkat seviyesi son derece yükselmişti. Wallander en can alıcı noktaları ayıklamıştı.
“Hökberg emniyetten çıkınca ne yaptı?” dedi Hansson. “Öğrenmemiz gereken şey bu.”
“Trafoya yürümedi,” dedi Wallander. “Yüzde yüz bunu kanıtlamak zor olsa da. Birisinin arabayla onu götürdüğünü varsaymak zorundayız.”
“Biraz fazla hızlı gitmiyor muyuz?” dedi Viktorsson. “Oraya vardığında belki ölüydü.”
“Henüz lafım bitmedi,” dedi Wallander. “Tabii ki bu bir ihtimal.”
“Bu varsayımı çürüten herhangi bir şey var mı peki?”
“Yok.”
“Aslında bu sizce de en mantıklı sonuç değil mi? Oraya kendi iradesiyle gittiğini varsaymamız için ne gibi sebeplerimiz var?”
“Sadece onu oraya arabayla götüren kişiyi tanıyor olması.”
Viktorsson başını hayır anlamında salladı. “Bir insan neden bir trafoya gitmeye kalksın, hele hele bir tarlanın ortasındaki bir trafoya? Hem bunca zaman hava yağmurlu değil miydi? Bunlar bize onun aslında başka bir yerde öldürüldüğünü anlatmıyor mu?”
“Bir dakika,” dedi Wallander. “Şu anda bütün seçenekleri masaya yatırmaya çalışıyoruz. Tek bir tanesinin üstüne odaklanmamamız lazım şu noktada.”
“Onu kim arabayla götürdü?” dedi Martinson. “Eğer bunu bilirsek, onu kimin öldürdüğünü de biliriz, nedenini bilmesek de.”
“Oraya daha sonra geleceğiz,” dedi Wallander. “Benim fikrim şu: Persson, Hökberg’in ölmüş olmasını, onu öldüren kişi haricinde kimseden duymuş olamaz. Ya da en azından bir tanık haricinde.” Holgersson’a baktı. “Demek ki olan biteni çözmek için anahtarımız Persson. 18 yaşından küçük ve yalan söylüyor. Şimdi ortalığı biraz alevlendirsek iyi olur. Hökberg’in ölümünü nereden öğrendiğini bilmek istiyorum.” Wallander ayağa kalktı. “Sorgusunda ben yer almayacağım için diğer işlerle ilgilenmeye gidiyorum.”
Odadan çıktı, bu çıkışından memnundu. Çocukça bir gösteriye girmişti, farkındaydı ancak hedefi vurduğuna inanıyordu. Persson’la konuşma sorumluluğunun Höglund’a verileceğini tahmin etti. Höglund ne soracağını biliyordu, Wallander’in onu hazırlamasına gerek yoktu.
Wallander paltosunu alıp çıktı. Vaktini, bir şeyi kontrol etmekle geçirecekti. Emniyetten çıkmadan önce vaka dosyasından iki fotoğrafı alıp cebine koydu. Şehir merkezine doğru yürüdü. Olayda bir nokta hâlâ canını sıkıyordu. Hökberg neden öldürülmüştü ve cinayet neden Skåne’nin büyük kısmı elektriksiz kalacak şekilde işlenmişti? Maksatlı mıydı bu, yoksa şans eseri mi olmuştu?
Wallander meydandan karşıya geçti, Hamn Caddesi’ne vardı. Hökberg ve Persson’un bira içtikleri restoran henüz açılmamıştı. Wallander pencereden içeriye şöyle bir baktı. İçeride birisi vardı ve tanıdığı bir adamdı. Wallander cama tıklattı. Adam tezgâhın arkasındaki işini yapmaya devam etti. Wallander cama daha sert vurdu, adam kafasını kaldırıp baktı. Wallander’i tanıyınca gülümsedi, gidip kapıyı açtı.
“Saat daha dokuz bile değil,” dedi. “Pizza mı istiyorsun?”
“Sayılır,” dedi Wallander. “Bir fincan kahve iyi olurdu. Seninle konuşmam lazım.”
István Kecskeméti, 1956 yılında Macaristan’dan İsveç’e gelmişti. Ystad’da birkaç tane restoran işletmişti ve Wallander yemek pişirmeye hâli yoksa burada yemeyi alışkanlık edinmişti. Adam çok konuşurdu ama Wallander onu seviyordu. Aynı zamanda Wallander’in diyabetinden haberi olan az sayıda insandan biriydi.
“Çok sık uğramıyorsun,” dedi István. “Sen geldiğinde de kapalı oluyoruz. Demek ki yemek dışında bir şey istiyorsun.” Kollarını kaldırıp iç geçirdi. “Herkes István’dan yardım istiyor. Spor kulüpleri, hayır dernekleri, hayvan mezarlığı açmak isteyen birisi… hepsi para istiyor. Karşılığında reklamını yaparız diye vaatlerde bulunuyorlar. Peki ama bir hayvan mezarlığına reklam vermek bir pizzacının ne işine yarayacak? Belki sen de başka bir şey istiyorsundur? İsveç emniyet teşkilatına bağış mı?”
“Birkaç soruya cevap vermen kâfi,” dedi Wallander. “Geçen salı burada mıydın?”
“Ben hep buradayım. Ama geçen salının üstünden çok zaman geçti.”
Wallander iki fotoğrafı masaya koydu. Işık loştu.
“Bu yüzlerden birini tanıyor musun, bak bakalım.”
István fotoğrafları bara götürdü. Uzun bir süre baktıktan sonra, “Galiba,” dedi.
“Taksici cinayetini duydun mu?”
“Berbat ya, nasıl olmuş? Hem de gencecik insanlar.” Derken István bağlantıyı kurdu. “Bu ikisi mi?”
“Evet. O akşam buradalarmış. Hatırladığın her şeyi anlatabilirsen çok iyi olur. Nerede oturuyorlardı, yanlarında kim vardı, öyle şeyler.”
István o akşamı anımsamaya çalışırken Wallander bekledi. Fotoğrafları aldı, restoranda dolaşmaya başladı. Yavaş yavaş yürüdü, bir şey arıyor gibiydi. Müşterilerini arıyor, diye düşündü Wallander. Ben olsam ben de böyle yapardım. Bakalım, onları bulacak mı?
István cam kenarındaki masada durdu. Wallander o masaya doğru yürüdü.
“Bence burası,” dedi István.
“Kim hangi sandalyede oturuyordu?”
István sıkıntılı durdu. Wallander gene bekledi, István iki tur attı, yürüdü, geldi. Sonra sanki menüyü verir gibi Hökberg ve Persson’un fotoğraflarını sandalyelerine koydu.
“Emin misin?”
“Evet.”
Ancak Wallander adamın alnını çattığını gördü. István hâlâ bir şey hatırlamaya çalışıyordu.
“O akşam bir şey olmuştu,” dedi. “Kızları hatırlıyorum çünkü biri bana on sekiz yaşında değilmiş gibi geldi.”
“Değildi,” dedi Wallander. “Ama boş ver şimdi.”
Wallander bekledi. István’ın nasıl hatırlama gayretinde olduğunu gördü.
“O akşam bir şey oldu,” dedi adam tekrar. Sonra ne olduğunu hatırladı. “Yer değiştirdiler,” dedi. “Bir ara kalkıp yer değiştirdiler.”
Wallander, Hökberg’in akşamın ilk yarısını geçirdiği sandalyeye oturdu. Oradan bir duvar ve sokağın üstündeki bir pencere görünüyordu. Restoranın büyük kısmı arkasındaydı. Yer değiştirdiği zaman ön kapıyı görebildi. Bir sütun ve sedirli bir masa dükkânın geri kalan kısmının çoğunu sakladığı için ancak bir masayı net seçebiliyordu, iki kişilik bir masayı.
“Şurada oturan var mıydı?” dedi, masaya işaret ederek. “Kızlar yer değiştirdiğinde orada oturan biri var mıydı?”
“Aslında evet,” dedi István. “Birisi içeri girip orada oturmuştu ama onlar yer değiştirince miydi, değil miydi, emin değilim.”
Wallander nefesini tuttuğunu fark etti. “Adamı tarif edebilir misin? Onu tanıyor muydun?”
“Onu daha önce hiç görmemiştim ama tarif etmesi kolay.”
“Nasıl yani?”
“Şey, adam Çinliydi. Ya da en azından Asyalı görünüyordu.”
Wallander önemli bir şeye yaklaşıyordu.
“Kızlar taksiye binip gittikten sonra burada kaldı mı?”
“Evet, en azından bir saat daha oturdu.”
“İletişim kurdular mı?”
István olumsuz anlamda başını salladı. “Bilmiyorum. Görmedim ama olabilir.”
“Adam hesabını nasıl ödedi, hatırlıyor musun?”
“Galiba kredi kartıyla ödedi ama emin değilim.”
“Güzel,” dedi Wallander. “Slipini bulmanı istiyorum.”
“Gönderirim sana. American Express, yanlış hatırlamıyorsam.”
“O zaman senin nüshanı buluruz,” dedi Wallander.
İçinde bir telaş duydu. Sonja Hökberg sokaktan gelen birinin dükkâna girdiğini gördü, diye düşündü. Onu görebilmek için arkadaşıyla yer değiştirdi. Adam Asya kökenliydi.
“Senin aradığın şey nedir?” diye sordu István.
“Ben sadece ne olduğunu anlamaya çalışıyorum,” dedi Wallander. “Bundan daha öteye geçemedim.”
István’a veda edip restorandan çıktı. Asya kökenli bir adam, diye düşündü. Güçlü bir endişe dalgası Wallander’i ele geçirdi, daha hızlı yürümeye başladı.
11
Wallander emniyete vardığında nefes nefeseydi. Hızlı yürümüştü çünkü Höglund’un, Eva Persson’u sorguya çektiğini biliyordu. István’ın restoranında öğrendiklerini ona söylemek zorundaydı, böylece Höglund kıza istediği soruları sorabilirdi. Irene ona küçük bir yığın mesaj uzattı, Wallander bakmadan cebine tıktı. Höglund’u sorgu yaptığı odadan aradı.
“İşim bitmek üzere,” dedi Höglund.
“Bekle,” dedi Wallander. “Sana birkaç soru getirdim. Bir mola ver. Dışarıdayım.”
Wallander koridorda sabırsızca bekliyordu, kadın odadan çıktı. Wallander ona hemen restorandaki yer değişimini ve Hökberg’in net gördüğü masada oturan adamı anlattı. Höglund’un ikna olmadığını görebiliyordu.
“Asyalı bir adam?”
“Evet.”
“Gerçekten bunun önemli olduğunu mu düşünüyorsun?”
“Hökberg birisiyle göz teması kurmak istediği için yer değiştirmek istemiştir. Bunun bir anlamı olmalı.”
Höglund omuz silkti. “Persson’a sorarım. Ama senin tam olarak cevabını istediğin soru ne?”
“Neden yer değiştirdiler ve saat kaçta yer değiştirdiler? Yalan söyleyecek mi bak bakalım. Bir de, arkasında oturan adamı fark etmiş mi?”
“Kızın aklından geçenleri anlamak çok zor.”
“Yeni hikâyesine mi sadık kalıyor?”
“Hökberg, Lundberg’e hem vurmuş hem de onu bıçaklamış. Persson öncesinde hiçbir şey bilmiyormuş.”
“Ona Hökberg’in öldüğünü söylediğin zaman nasıl tepki verdi?”
“Üzülmüş gibi yaptı ama bunda pek başarılı olamadı. Bence kız aslında şoke olmuştu.”
“Yani sence önceden bilmiyordu?”
“Hayır. Annesi bir avukat tutmuş, Klas Harrysson. Adam sana dava açmış.”
Wallander’in tanımadığı bir isimdi bu.
“Malmö’lü genç, hırslı bir avukat. Kendinden pek emin.”
Wallander’e yorgunluk çöktü. Sonra öfkesi geri geldi, ayrıca haksızlığa da uğradığını düşünüyordu.
“Yeni bir bilgi kopardın mı?”
“Doğrusunu istersen, bence Persson biraz aptal ama hikâyesinde ısrar ediyor yani ikinci versiyonda. Hiç takılmadan konuşuyor.”
“Lundberg cinayetinde göründüğünden daha fazlası var,” dedi Wallander. “Adım gibi eminim.”
Höglund, Persson’u sorguya çekme işine döndü. Wallander de odasına gitti. Martinson’u bulmaya çalıştı ama bulamadı. Hansson da yoktu. Ardından Irene’in ona verdiği mesajları şöyle bir karıştırdı. Arayanların çoğu gazeteciydi ama Tynnes Falk’ın eski karısından bir mesaj gelmişti. Wallander bu mesajı kenara ayırdı, Irene’i aradı ve bir süre telefon bağlamamasını söyledi. Bilinmeyen numaraları aradı, American Express ofisinin telefon numarasını öğrendi. Ne istediğini anlattığında Anita adında birisine aktarıldı. Kadın güvenlik kontrolü için onu kendisinin araması gerektiğini söyledi. Wallander telefonu kapatıp bekledi. Birkaç dakika sonra Irene’den hiçbir telefon bağlamamasını istediğini hatırladı. Küfretti ve American Express’in numarasını bir daha aradı. Bu kez gelen aramayı açtı, Wallander ihtiyaç duyduğu bilgileri sorabildi.
“Biraz zamanımızı alır,” dedi kadın.
“Ne kadar önemli olduğunu anlamalısınız.”
“Elimizden geleni yaparız.”
Wallander oto tamircisini aradı. Sonunda, daha önceden konuştuğu adam telefona çıktı ve ona dudak uçuklatan bir rakam verdi. Araba ertesi güne hazırdı. İşçilik değil, değişen parçalar pahalıydı. Wallander öğlen saati arabayı almaya geleceğini söyledi.
Ahizeyi yerine koydu, düşünceleri gene sağa sola dağıldı. Höglund’la birlikte sorgu odasında olmayı diledi. Orada olamayışı sinirlerini bozuyordu. Höglund biraz yumuşak başlıydı, karşısındakine gerçekten baskı uygulamada başarılı değildi. Öte yandan Holgersson ona insaflı yaklaşmamıştı ve Wallander bu yüzden onu asla affetmeyecekti.
Zamanı doldurmak için Falk’ın eski karısının bıraktığı numarayı çevirdi. Kadın neredeyse ânında telefonu açtı.
“İyi günler, ben Komiser Wallander. Marianne Falk’la mı görüşüyorum?”
“Çok memnun oldum. Ben de aramanızı bekliyordum.”
Kadının yüksek oktav, hoş tınılı bir sesi vardı. Mona gibiydi. Wallander inceden bir sızı duydu. Hüzün müydü bu?
“Dr. Enander sizinle iletişime geçti mi?” diye sordu kadın.
“Konuştum onunla.”
“O hâlde Tynnes’in kalp krizinden ölmediğini biliyorsunuz.”
“Bu ihtimali eleyebileceğimizden emin değilim.”
“Neden? Saldırıya uğradı ya.”
Wallander’in merakı kabardı. “Hiç şaşırmışa benzemiyorsunuz.”
“Şaşırmadım zaten. Tynnes’in çok düşmanı vardı.”
Wallander bir tükenmez kalem ve birkaç kâğıt çekti önüne. Gözlüğü zaten gözündeydi.
“Ne tür düşmanlar?”
“Bilmiyorum. Ama hep bir savunma hâlindeydi.”
Wallander, Martinson’un raporunda yazan bilgileri hafızasından şöyle bir taradı.
“Bir nevi bilgisayar danışmanıydı, doğru mu?”
“Evet.”
“Pek tehlikeli bir mesleğe benzemiyor.”
“Bence ne yaptığınıza bağlı olarak değişir bu.”
“Peki ya o tam olarak ne yapardı?”
“Bilmiyorum.”
“Ama saldırıya uğradığını düşünüyorsunuz?”
“Birlikte yaşamasak da onu çok iyi tanırdım. Özellikle son bir yıldır çok kaygılıydı.”
“Size sebebini hiç anlatmadı mı?”
Kadın cevap vermeden önce biraz duraksadı. “Daha net konuşamayışım dışarıdan bakınca garip görünüyor, biliyorum,” dedi. “Uzun zamandır birlikteydik, iki çocuğumuz var ama yine de.”
“‘Düşman’ çok ciddi bir kelime.”
“Tynnes sıklıkla seyahat ederdi. Her zaman. Ne tür insanlarla tanışıyordu hiçbir fikrim yok ama bazen eve döndüğünde çok heyecanlı olurdu. Bazen Sturup Havaalanı’nda buluştuğumuz zaman oldukça endişeli bir hâli olurdu.”
“Ama muhakkak bir şey demiştir, neden düşmanı var, ya da kimler?”
“Sessiz bir adamdı ama endişesini yüzünden okuyabiliyordum.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов