banner banner banner
Bir nefeste dünya tarihi
Bir nefeste dünya tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Bir nefeste dünya tarihi

Bir nefeste dünya tarihi
Emma Marriott

M.Ö. 3500’den 1945’e kadar kronolojik olarak düzenlenmiş; Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Okyanusya, Ortadoğu ve Orta Asya olarak bölgelere göre ayrılmış, bir nefeste okuyacağınız bir dünya tarihi kitabı.

Farkında olsak da olmasak da, yaşadığımız dünya, tarihimiz tarafından şekillendirilmiştir. Tarih, aynı anda ortak insanlığın hem bir kaydı hem de bütünlüğünü sağlayan bir bağdır.

Bu kitap, antik medeniyetlerden II. Dünya Savaşı’na kadar yaşanmış büyük tarihsel olaylar hakkında fikir sahibi olmamız için gereken temel bilgileri içeren bir rehber. Büyük İskender’in imparatorluğu, Arap halifelerinin yükselişi ya da Çin’deki Tang Hanedanlığı, kadınların özgürleşmesi, komünizm ve faşizmin yükseliş ve düşüşleriyle ilgileniyor olabilirsiniz. Tüm bu konular ve daha fazlası hakkında son derece önemli bilgileri bu kitapta bulabileceksiniz.

Emma Marriot

Bir Nefeste Dünya Tarihi

GİRİŞ

Bu çalışma dünya tarihinin yaklaşık 5000 yıllık bir kesitini, küçük bir kitaba sığdırmayı amaçlamaktadır. Küresel tarihimizin geniş ve sıklıkla karmaşık doğası, basit ve anlaşılır bir formatta damıtılmış; bir nefeste okunabilen tarih derlemesi ortaya çıkarılmıştır.

Biz, bu kitapta dünyanın en eski medeniyetlerine ve antik imparatorluklarına özellikle önem gösterdik. Daha önce fazlasıyla ele alınmış olan Avrupa tarihinin ötesine geçebilen bir dünya tarihi hazırlamaya gayret ettik.

Bu kitapta, Avrupa ve Kuzey Amerika tarihinin bilindik öykülerine, Antik Yunan’ın yücelikleri ve Norman İstilaları’ndan Amerikan Bağımsızlık Savaşları ve Wall Street’in çöküşüne kadar birçok olaya yer verildi. Bununla birlikte Uzakdoğu, Afrika, Ortadoğu, Okyanusya ve Amerika halklarının başından geçen olayları da ele aldık. Bu sayede, kitabın doğası gereği, kısa da olsa Pakistan’ın İndus Medeniyeti’ne, Çin’in Tang Hanedanlığı’na, Kuzey Afrika’nın Kuşitler’ine ve Pers Ülkesi’nin Nadir Şah’ına kitapta dikkat çekebildik.

Her bir bölüm kısa fakat kapsamlıdır. Bu çalışmada yer alan bağımsız her bir bilgi parçasından kendi başına ya da sunulan diğer bilgilerle birlikte yararlanılabilir. Bir kitabın kapsayabileceği şekilde mümkün olan hiçbir şeyi atlamamaya gayret gösterdik (Neyin dışarıda bırakılacağına karar vermek neyin kitaba dahil edilmesi gerektiğine karar vermekten daha zor oldu). Diğer kayıtlara ve olaylara da atıflar yapıldı. Zira tarih, daha önce yaşanan olaylarla şekillendirilmediği ve bağlantılandırılmadığı sürece hiçbir şey ifade etmez.

Kitaba, hakkında pek az şey bildiğimiz ama bugünkü hayatımız üzerinde muazzam bir etkiye sahip olan en eski medeniyetlerle başladık. (Tarihçi J. M. Roberts’ın dediği gibi: “Eski tarih, yaşamlarımızı ve düşüncelerimizi etkilemeye devam etmektedir.”) İlk medeniyetlerden başlayarak 1945 yılına kadar getirebildiğimiz süreçte, neredeyse elli dört asrı aşan bir dünya tarihi anlatılmaktadır. Aktarımlar Ortadoğu ve Afrika, Avrupa, Amerika, Uzakdoğu ve Okyanusya’yı içeren alt gruplar halinde tasnif edildi. Sıklıkla ülkelerin ve şehirlerin günümüzde yaygın olan adları kullanıldı. Eski isimlerin daha uygun ve okuyucu için daha tanıdık olduğu hallerde ise orijinal isimler muhafaza edildi.

Bir Nefeste Dünya Tarihi’nin tarihle ilgili kimi karışıklıkları aydınlatarak, kitlesel göç ve çatışmalardan, geçmişin büyüleyici başarılarına ve insanın hayatta kalma azminin sayısız örneklerine kadar düşüncelerimizi etkileyen ve bizi bugün olduğumuz şey haline getiren gerçeklerin anlaşılmasına katkı sunacağını umuyoruz.

    Emma Marriott

Bu kitaba olan katkılarından ötürü Dr. Hilary Stroh 2 soyadlı, Lindsay Davies, David Woodroffe, Ana Bježančević, Greg Stevenson, Andrew John, Charlotte Buchan, Dominique Enright ve Glen Saville’e teşekkür ediyorum.

I

İLK İMPARATORLUK VE MEDENİYETLER

M.Ö. 3500 – M.Ö. 800

ORTADOĞU VE AFRİKA

Sümer Medeniyeti

M.Ö. 5000’lerde Güney Mezopotamya’nın (günümüzde Irak) Sümer adıyla bilinen verimli topraklarına çiftçiler yerleşti. Bu mütevazı başlangıç aslında dünyanın ilk büyük medeniyetinin tohumlarını atıyordu.

Dicle ve Fırat nehirleri arasında yaşayan (Mezopotamya, Yunancada “iki nehrin arasındaki toprak” demektir) Sümerli çiftçiler tahıl ve diğer tarım ürünlerini bol miktarda yetiştirebiliyorlardı. Temel gıda ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra ellerinde kalan üretim fazlası ise onlara yerleşik bir yaşam sürme imkanını sunuyordu. Sümerliler, ellerindeki fazla gıdayı günümüzde Pakistan ve Afganistan sınırlarına kadar uzanan bölgede yaşayan insanlar tarafından üretilen metalleri ve aletleri almak için kullandılar. Verimli fakat sel eğilimi olan arazileri üzerinde hendek ve kanallardan oluşan bir ağ sistemi ve drenaj yolları kurmayı başardılar.

M.Ö. 3000’lerde, Sümer’de bir dizi şehir devleti ortaya çıktı. Bunların en büyüğü kırk bin insanı barındıran Ur’du. Dünyanın bilinen ilk yazı sistemi Sümer kökenlidir. Başlarda resim yazısı olan Sümer çivi yazısı, aşamalı olarak bir dizi kama biçimli basit simgeden oluşan bir yazı sistemine dönüştü. Metinler kil tabletlere kamış saplarıyla yazılıyordu. Sümerliler aynı zamanda karmaşık bir yönetim ve hukuk sistemi düzenlediler. Tekerlekli araçlar ve çömlekçi çarkları geliştirdiler. Büyük zigguratlar[1 - Ziggurat, (Akatça ziqqurrat, zaqā “yükselmiş yere kurmak”) eski Mezopotamya vadisinde ve İran’da terası bulunan piramitlere benzeyen tapınak kulesidir. (ç.n.)], kubbeli ve sütunlu binalar inşa ettiler.

İlk büyük Sümer İmparatorluğu, M.Ö. yaklaşık 2350 yılında Akad Kralı Sargon (Sümer’in kuzeyinde yer alan antik bir krallık) tarafından kurulmuştu. Bütün Sümer şehirleri onun kontrolü altında birleşti. İmparatorluk Suriye’den Basra Körfezi’ne kadar uzanıyordu. Bu hanedanlık takriben M.Ö. 2200 yılında yıkıldı. Ancak M.Ö. 2150’den sonra Ur kralları Sümer otoritesini yeniden kurup, Akadları egemenlikleri altına aldılar. Tahminen M.Ö. 2000 yıllarında, Elamitlerin istilası (Sümer’in doğusunda yer alan bir medeniyet) ve Ur’un yağmalanmasını takip eden süreçte Sümerliler Amorit egemenliği altına girdi. Yakın gelecekte onlardan geriye kalanlardan büyük şehir devleti Babil doğacaktı (Bkz. sayfa 17).

Antik Mısır: Eski Krallık

Afrika’daki ilk medeniyet M.Ö. 5000’lerde kıtanın kuzeydoğusunda yer alan Nil Vadisi’ndeki yerleşim ile başladı. Buralarda yaşayanların Sahra’dan geldiği düşünülmektedir. Yaklaşık 2000 yıl önce, iklim değişikliği Sahra’yı çöl haline getirmeden Afrika’nın ilk tarımcı toplulukları orada yaşamışlardı. Aynı iklim değişikliği Nil Vadisi’nin bataklıklarını da kurutmuş ve burayı çiftçi halklar için çekici bir bölge haline getirmişti.

M.Ö. 4. yüzyılın ortalarında, Nil Vadisi yoğun bir nüfusa sahipti. Kasabalar büyümüş ve bölge iki Mısır krallığına ayrılmıştı. Geleneksel Mısır kronolojisi bize M.Ö. 3200’de Firavun (Hükümdar) Menes’in Mısır’ın iki krallığını tek bir devlet çatısı altında birleştirdiğini söyler. Bu 3000 yıllık bir medeniyetin başlangıcıdır. Bu medeniyete devasa anıt mezar inşa projeleri ve serpilip gelişen Mısır kültürü damgasını vuracaktır.

Antik Mısır’ın en eski dönemi Eski Krallık (yaklaşık[2 - Metinde y. kısaltmasıyla belirtilmiştir. (e.n.)]M.Ö. 2575-2130) olarak bilinir. Bu dönemde ülkeyi bir dizi güçlü firavun yönetmiştir. Teknoloji, sanat ve mimarlıkta büyük gelişmeler yaşanmıştır. Hiyeroglif yazı sistemi geliştirilmiş, Büyük Sfenks ve Giza piramitleri inşa edilmiştir (Bunların inşası sırasında binlerce Mısırlı hayatını kaybetmiştir). Piramitler firavunun ölümden sonraki hayatı için inşa edilmişlerdir. Piramitler, Güneş Tanrısı Ra inancıyla yakından ilişkilidir. Bir noktadan genişleyerek inen şekli, güneş ışınlarını andırır ve merhum kralın tanrılara doğru yükselişi için bir merdiven rolü oynar.

Antik Mısır: Orta ve Yeni Krallık

Mısır’da Orta Krallık (y. M.Ö. 1938-1630) adıyla bilinen bir istikrar döneminin ardından şiddetli kuraklık, kıtlık ve merkezi devletin çöküşü gelmiştir.

Daha sonra Mısır’ın firavunları ülkenin refah ve istikrarını yeniden inşa etmeyi başarmışlardı. Bu amaçla sınırların güvenliği sağlanmış, tarımsal üretim arttırılmış ve zengin maden kaynakları ele geçirilmiştir (Bu başarı kısmen zengin altın madenleri ve taş ocaklarına sahip olan Nubya’nın fethi ile gerçekleşmiştir). Bu döneme, altın ve diğer değerli maddelerden yapılan mücevher tasarımları damgasını vurmuştur. Ölüm ve yeniden doğuş tanrısı Osiris’e tapınma Mısır’da yaygınlaşmıştır. Bu inanca göre sadece firavunlar değil tüm insanlar ölümlerinin ardından tanrılar tarafından karşılanacaklardır.

Bu dönemde girişilen iddialı inşaat ve madencilik projeleri, Nil’deki ciddi taşkınlarla birlikte firavunun Mısır’daki gücünün zayıflamasına neden oldu. Bu durum yabancı yerleşimcilerin (Özellikle de Filistin’den geldiği düşünülen Hiksosların) gücü ellerine geçirmesine imkan verdi. Bronz yerine demirin yaygın olarak kullanıldığı bir ekonomiye geçiş de bu düşüşe katkıda bulundu. Bu dönemi izleyen Yeni Krallık (y. M.Ö. 1539-1075) döneminde firavunlar hakimiyeti yeniden ele geçirdiler. Mısır etkisi Suriye, Nubya ve Ortadoğu’da yayıldı. Mısır tarihinin en önemli dönemlerinden biri olarak görülen bu süreçte, çok sayıda büyük tapınak inşa edildi. Bunların arasında Krallar Vadisi’ndeki resimli anıt mezarlar da bulunmaktadır. Aralarında kadın lider Hatşepsut ve çocuk kral Tutankamon’un da bulunduğu Mısır’ın en ünlü firavunları bu dönemde hüküm sürmüşlerdir.

Mısır’ın son büyük firavunu III. Ramses’in M.Ö. 1070 yılında ölümünün ardından, Mısır çok sayıda küçük krallığa bölünmesine neden olacak olan yavaş bir gerileme dönemine girdi. M.Ö. 719 yılı civarında, Kuşitler (Bkz. sayfa 40) Mısır’ı fethettiler. Kuşitler, M.Ö. 656 yılında Asurlular tarafından kendi sınırlarına sürülene dek Mısır’ı firavunlar gibi yönettiler. Asur hakimiyetini, M.Ö. 525 yılında Pers istilası izledi. M.Ö. 322 yılında Büyük İskender ve son olarak M.Ö. 30 yılında Romalılar Mısır’ı fethettiler.

Babil

Mezopotamya’daki politik güç, en sonunda kuzeydeki Akad şehri Babil’e kaydı. Öyle ki bu dönemde tüm bölge Babil adıyla anıldı. İlk büyük Babil Hanedanlığı, M.Ö. 1894 yılından gücünün zirvesine çıktığı Kral Hamurabi (y. M.Ö. 1795-1750) dönemine kadar 300 yıl boyunca hüküm sürdü.

Hamurabi döneminde, Babil İmparatorluğu’nun sınırları Sümer de dahil olmak üzere Güney Mezopotamya’nın tamamını ve Asur’un kuzey bölgelerini içine alacak biçimde genişledi. Hamurabi, kendi adıyla bilinen dünyanın ilk kanunlarını çıkarmasıyla (Hamurabi Kanunları), bilimi ve bilim insanlarını desteklemesiyle ün kazanmıştı.

Hamurabi’nin ölümünün ardından Babil gerilemeye başladı. M.Ö. 1595 yılından itibaren Hitit egemenliği (aşağı bakınız) altına girdi. Hititleri, 400 yıllık bir hanedanlık kuran, Babil’in doğusundan gelmiş dağlı Kas-sitlerin hükümranlığı izledi. Bu süreçte Asur Babil’den ayrıldı. Babil’in kontrolü için yüzlerce yıl sürecek olan bir mücadele başlıyordu. M.Ö. 9. yüzyılda Asur kralları Babil’i yönetmeye başladılar. Bu dönem M.Ö. 7. yüzyılın sonlarına kadar devam etti.

1 Antik İmparatorluklar: Afrika ve Ortadoğu y. M.Ö. 3500-M.Ö. 60

Daha sonra Babil, haklarında pek az şey bilinen semitik bir halk olan Keldanilerin kontrolüne geçti. Özellikle II. Nebukadnezar (M.Ö. 604-532) döneminde imparatorluk yeniden yükselmeye başladı. II. Nebukadnezar, Asur ve Filistin’i egemenliği altına aldı, Babil şehrini yeniden canlandırdı ve Babil’in ana tanrısı olan Marduk Tapınağı’nı yeniden inşa etti. Nebukadnezar ünlü “Babil’in Asma Bahçeleri”nin yapılmasını emretti. M.Ö. 539 yılında Babil, Büyük Kiros komutasındaki Persler tarafından istila edildi (Bkz. sayfa 33). Bu olay Babil İmparatorluğu’nun sonu oldu. Buna karşılık M.Ö. 4. yüzyıla kadar Babil şehri önemini korumaya devam etti.

Hitit İmparatorluğu

Bronz Çağı’nın en büyük güçlerinden biri olan, Hititler adıyla bilinen savaşçı halk, günümüz Türkiye’sinin büyük bir bölümünü ve Suriye’yi yaklaşık bin yıl boyunca yönetti. En geniş sınırlarına M.Ö. 1450 – M.Ö. 1200 yılları arasında ulaşan Hititler, Babil ve Asur İmparatorlukları ve Antik Mısır ile mücadele etti.

Hititlerle ilgili bilgilerimizin büyük bölümü 1906 yılında Türkiye’deki Hattuşaş’ta keşfedilen çivi yazılı on bin adet kil tabletten gelmektedir. Diğer antik şehirlerinden geriye kalanlarla birlikte bu tabletler, Hititlerin M.Ö. 3000 yıllarından sonra Karadeniz’in kuzeyindeki bir bölgeden Anadolu’ya (Bir başka deyişle Küçük Asya’ya) geldiklerini ortaya koymaktadır. Bu bölge günümüzde Türkiye’nin Asya topraklarını teşkil etmektedir. Hititler ata binip, at arabaları kullanıp bronz hançerler kuşanıyorlardı. Hitit dominyonları, M.Ö. 2000’de bir imparatorluk çatısı altında birleştiler. Başkentleri Hattuşaş oldu. İlk Hitit krallarından olan I. Hattuşili (M.Ö. 1650-1620) Suriye’yi işgal etti. Halefi I. Mursili, Babil’i yağmaladı. Ne var ki Mursili öldürüldükten sonra Hitit istilası başarısız oldu.

M.Ö. 1450’de Hitit İmparatorluğu’nun yükselişi başladı. M.Ö. 1380’de büyük Hitit Kralı Şuppiluliuma, Suriye’den günümüzde İsrail sınırları içerisinde yer alan Kenan bölgesine dek uzanan bir imparatorluk yarattı. Onun soyundan gelen Muwatallis zamanında Mısır ve Hitit İmparatorluğu Suriye’de egemenlik kurmak için birbirleriyle mücadele ettiler. Bu süreçte, Mısır Firavunu II. Ramses’le Muwatallis arasında Kadeş’te yaşanan çok şiddetli savaş, tarihte önemli bir üne sahiptir (y. M.Ö. 1300).

Hititlerin, demiri büyük ölçeklerde üreten ve üretilen demiri alet ve silah yapımında kullanan ilk medeniyet olduğu düşünülmektedir. Bu özellikleriyle Hititler, Demir Çağı’nı başlatmışlardır (Demir, birkaç yüzyıl sonra bile birçok medeniyet tarafından hâlâ kullanılmamıştı). Aralarında Ege denizi halklarının (Doğu Akdeniz kökenli göçmenlerin nasıl oluşturulduğu tam bilinmeyen koalisyonu) da bulunduğu göçmenlerin yaklaşık olarak M.Ö. 1193 yılında bölgeyi istila etmeleri ile birlikte Hititler aniden çöküş sürecine girdiler.

Asurlular

M.Ö. 14. yüzyılda Asurlular, Babil’den (Bkz. sayfa 17-19) ayrılarak asıl merkezi Kuzey Mezopotamya’daki Asur şehri olan bağımsız bir imparatorluk kurdu.

Kuzeyden ve güneyden gelen işgalcilerle yaptıkları aralıksız mücadeleler, Asurluları usta savaşçılar haline getirmişti. Çoğunlukla zalimlikleriyle ün kazanmışlardı. Kültürlerini büyük ölçüde özümsedikleri Babillilerin dili ile kendi dilleri neredeyse aynıydı. Özellikle silah teknolojisi alanında son derece yenilikçiydiler. Çeşitli kuşatma silahları geliştirmişlerdi. Atlara araba çektirmek yerine onları süvari birliklerinde kullanan ilk kavim oldukları düşünülmektedir.

En ünlü Asur Kralı II. Sargon (M.Ö. 722-705), başkenti Ninova’ya taşıdı. Şam ve İsrail’in de içinde bulunduğu birçok bölgeyi fethetti. 30 bin İsrailliyi sürgüne gönderdi (İsrail’in “On Kayıp Kabile” efsanesinin temeli bu olaya dayanmaktadır).

M.Ö. 7. yüzyılda, Asur dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük imparatorluk halini almıştı. Büyük Asur krallarının sonuncusu olan Asurbanipal (M.Ö. 668-627) Pers Körfezi’nden Mısır’a dek uzanan büyük bir imparatorluğa hükmetti. Asurlular böyle bir imparatorluğu yönetebilmek için, yollar ve son derece etkili bir posta servisi kurdular. Asurbanipal Ortadoğu’nun ilk düzenli kütüphanesini Ninova’da kurdu. Burada binlerce metin ve kil tablet bulunuyordu. Bu çiviyazılı tabletlerin 20.720 tanesi, günümüzde British Museum’da saklanmaktadır.

Asur Devleti, M.Ö. 612 yılında Medler (Perslerle bağlantılı Hint-Avrupa kökenli bir halk) ve Keldanilerin oluşturduğu bir koalisyon tarafından yenilgiye uğratıldı. Asurlular, sonraki yüzyıllar boyunca Babil, Pers İmparatorluğu, Büyük İskender (Adını “Suriye” olarak değiştirdi), Partlar ve Romalılar tarafından idare edilmiştir.