banner banner banner
Bir nefeste dünya tarihi
Bir nefeste dünya tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Bir nefeste dünya tarihi


Fenike

M.Ö. 2000’de Doğu Akdeniz sahilinde çok sayıda halk yaşıyordu. Bu bölge günümüzde Lübnan, Suriye ve İsrail’i kapsamaktadır. Bu dar sahil Asya, Afrika ve daha ileride kalan bölgeler için doğal bir iletişim noktası konumunda bulunuyordu. Sahil şeridinde yaşayanlar, aralarında sedir ağacı (bina yapımında), zeytin, şarap ve giysi gibi birçok ürünün bulunduğu çeşitli ticari mallar üretiyorlardı. Bu ürünler Mısır, Kıbrıs, Girit ya da Türkiye’nin batısında bulunan Truva gibi bölgelerin halklarına satılıyordu.

M.Ö. 1500’lerde, bölgede Ugarit ve Biblos şehirlerine ek olarak yeni yerleşim yerleri inşa edilmeye başlandı. Ugarit M.Ö. 4000, Biblos ise M.Ö. 3000’de kurulmuştu. Çevre imparatorlukların gerilemesine paralel olarak, Fenike’nin en bilinen ve süslemeleriyle ünlü olan Tire, Sidon ve Berot şehirleri M.Ö. 1000 civarında altın çağlarını yaşamaya başladı.

Ticaret Fenike refahının temel unsuru olmaya devam etti. Özellikle altın ve gümüş işlemeleri, güzel cam ürünleri ve işlenmiş fildişi gibi lüks maddelerin üretimi ve ticaretinin bu refahın oluşumundaki payı büyüktü. Fenike boyaları ve özellikle mor dokumaları çok rağbet görüyordu (Mor kumaşlar o dönemde yüksek bir sosyal statünün göstergesiydi). Nitekim Fenike adı bile Yunanca “mor” kelimesinden türetilmişti.

Denizci bir güç olan Fenikeliler, M.Ö. 9. yüzyılın sonlarından başlayarak Kıbrıs’ta ve Kuzey Afrika sahili boyunca koloniler inşa etmeye başladılar. M.Ö. 814 yılında Tunus’ta Kartaca’yı kurdular (Bkz. sayfa 41-42). Fenike, M.Ö. 322 yılına kadar Asur ve Pers imparatorluklarının kontrolü altında büyümeye devam etti. Bu tarihte başkentleri Tire yağmalandı ve Fenike Büyük İskender’in Yunan dünyası ile birleşti.

UZAKDOĞU

İndus Medeniyeti

Dünyanın en gelişmiş kent topluluklarından biri, yaklaşık olarak M.Ö. 2500 yılında, günümüzde Pakistan sınırları içerisinde bulunan İndus Nehri’nin aşağı vadisinde ortaya çıktı. Bu topluluk pek çok açıdan Antik Mısır’dan daha ileriydi. 500.000 kilometrekarelik bir alanı kaplıyordu. Bu haliyle toprakları 63.000 kilometrekarelik bir alana yayılmış olan Mısır’dan çok daha genişti. Güney Asya’nın ilk medeniyeti olarak, gelişimini İndus Vadisi’nin bereketine borçluydu.

Arkeologlar tarafından günümüze kadar İndus Medeniyeti ile ilişkili 100 yerleşim yeri açığa çıkarılmıştır. Bu bölgelerde yapılan kazılar halen devam etmektedir. Söz konusu yerleşimlerin en büyükleri her biri 30-40.000 civarı bir nüfusa sahip olan Harappa, Mohenjo-daro ve Dholavira’dır. Fırınlanmış tuğladan yapılmış binalar belirgin bir sokak planı içerisinde sıralanmıştır. Bu durum İndus Medeniyeti’nde yerleşim bölgeleri inşa edilirken, planlamaya ve tekbiçimliliğe dikkat edildiğini göstermektedir. Bölgedeki şehir ve kasabalarda belirgin bir uyum vardır. İndus yerleşimleri aynı zamanda döneminin en ileri sulama kanallarına ve su tesisatı sistemlerine sahiptir. Mohenjo-daro’da neredeyse her evde bulunan tuğla kanal formundaki tuvaletler sokakların altından akan bir kanalizasyon sistemine bağlanmaktadır.

Yaklaşık 400 farklı simgeden oluşan ve genellikle sabuntaşından damga mühürlerinin üzerinde bulunan İndus yazısı halen deşifre edilmeyi beklemektedir. Bu nedenle, İndus Medeniyeti’ne ilişkin pek çok soruya halen yanıt verilememiştir. Bölgede ciddi bir silahlanma ya da organize dinin varlığına dair herhangi bir kanıta ulaşılamamıştır. Henüz İndus Medeniyeti’nin M.Ö. 1500’lerde son derece ani bir biçimde çökmesiyle ilgili ikna edici bir açıklama ortaya konulamamıştır. Nüfus artışı, seller, topraktaki tuz miktarının artışı ya da şehirlerinin Aryan işgalcileri tarafından yağmalanması bu çöküşe neden olmuş olabilir.

Vedik Çağ ve Hinduizm

Vedik Çağ (y. M.Ö. 1500-800), Antik Hindu metinleri olarak bilinen Vedaların meydana getirildiği çağdır. Dört kutsal kitaptan oluşan Vedalar, Hinduizmin tarihsel kaynakları olarak kabul görmektedir. Vedik Çağ, Aryan işgalcilerin M.Ö. 1500’lerde Hindistan’a gelmeleri ile başlar. Bunlar Orta Asya kökenli asil göçebe halklardı. Nitekim “Aryan” kelimesi esas olarak “asil” anlamına gelmektedir.

Aryan göçünün somut tarihsel kanıtları bulunmamaktadır. Buna karşılık, Veda metinlerinin en eskisi olan Rigveda metinlerinde Aryanlara göndermeler yapılır. Metinlerde Aryanlardan, hayatları atları ve sığır sürüleri etrafında geçen kabile halkları olarak bahsedilmektedir. Aryanlar Antik Hindu metinlerinin dili olan Sanskritçenin eski bir formunu kullanmışlardır. Bu dil, aralarında modern Hindistan’ın resmi dili Hintçenin de bulunduğu çok sayıda modern dile kaynaklık etmiştir.

Aryanların gelişini izleyen yüzyıllarda, Kuzey Hindistan adım adım Aryanlaştırılmıştır. Açık tenli Aryanlar, başlarda Hindistan’ın koyu tenli yerleşimcileri ile herhangi bir biçimde karışmayı reddetmişlerdir. Toplumu dört gruba ayırarak, katı bir sosyal hiyerarşi kurmuşlardır: Brahmanlar (rahipler ya da bilginler), Kshatriyalar (askerler), Vaişyalar (çiftçiler ve tüccarlar) ve Şudralar (hizmetçiler). Bu bölünme Hindu kast sisteminin temelini oluşturmaktadır.

Vedik inanç formlarının modern Hinduizmin köklerini teşkil ettiğine inanılmaktadır. Temel ilahları Indra, Agni (kurbanlık ateş) ve Suyra’dır (güneş). Metinlerde Vişnu gibi kimi önemli Hindu ilahlarına ise çok az önem verilir. Hatta Şiva gibi ilahlara hemen hemen hiçbir atıf yapılmaz. Kurban törenleri Vedik ibadetinde merkezi bir role sahiptir. Özellikle sanrı (halüsinasyon) görülmesine sebep olan Soma içkisinin tanrılara sunumu yaygın bir dini ritüeldir. Geç Vedik dönemde, Hindistan’ın fethedilmiş halkının inançları Veda gelenekleri ile harmanlanarak Hinduizmin ilk biçimleri ortaya çıkarılmıştır.

Erken Çin Medeniyeti

Çin’de ilk medeniyet biçimi Xia Hanedanlığı döneminde ortaya çıkmıştır. Arkeolojik kalıntıların son derece sınırlı oluşu Xia Hanedanlığı’nın gerçekten var olup olmadığı konusunda tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yine de Xia Hanedanlığı’nın, arkeologların M.Ö. 2000’li yıllara ait taş aletler ve bir bronz dökümhane buldukları Sarı Nehir Vadisi’nde M.Ö. 2100’lerde kurulmuş olabileceği düşünülmektedir.

Daha sonra gelen Shang Hanedanlığı, M.Ö. 1766 yıllarında, modern Anyang’ın yakınlarında kurulmuştur. Bu hanedanlık hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır. Shang Hanedanı hakkında sahip olduğumuz tüm bilgileri, bu dönemde 100.000’den fazla kaplumbağa kabuğu ve kemik parçasının üzerine işlenmiş olan eski metinlere borçluyuz. Shang halkı hayvanların kemiklerini ya da kabuklarını ısıtarak geleceği tahmin etmeye çalışıyorlardı. Bunlara kehanet kemiği denirdi. Bu kemik ve kabukların üzerine işlenmiş olan yazılar Çin yazısının bilinen en eski kayıtlarıdır. M.Ö. 1500’lerde Shang Hanedanlığı gelişmeye başladı. Kutsal vazolar ve bronz dökümü silahlar yapılması, bol içerikli bir yazı sisteminin geliştirilmesi, karışık fildişi ve yeşim taşı oymaların yapılması gibi gelişmeler bu dönemde mümkün olmuştur. Shang Krallığı’nın sınırlarının genişliği belirsizdir. Yaklaşık 647.500 km’ye kadar yayıldığı tahmin edilmektedir.

M.Ö. 1046 yılında, Zhou Krallığı’nın yöneticileri Shang Krallığı’nı ele geçirdi. Bu hanedanlık yaklaşık 800 yıl ayakta kalacaktı (Çin tarihinin en uzun ömürlü hanedanlığıdır). Zhou Hanedanlığı, Yangtze Nehri’nin kuzeyindeki bölgede hüküm sürdü. M.Ö. 771 yılında başkentleri Hao’dan Luoyang’a taşındı. Sonrasında, krallar ve feodal lordlar arasında yaşanan savaşlar Çin’deki birliğin bozulmasına sebep olan (Söz konusu feodal yapı Avrupa’da ortaya çıkışından bin yıl önce Çin’de ortaya çıkmıştı). Zhou Hanedanlığı döneminde, çarpım tabloları geliştirildi. Demir işleme ve tarımsal üretim alanında gelişmeler oldu. Konfüçyusçuluğun Beş Klasiği bu dönemde derlendi. Bu eserler daha sonra yüzyıllar boyunca Çinli bilginlerin temel metinlerinden olacaktı.

AVRUPA

Minos Medeniyeti

Girit Adası’nda M.Ö. 3000 – M.Ö. 1450 yılları arasında kurulan Minos Medeniyeti, Avrupa’da ortaya çıkan ilk medeniyettir (Aynı zamanda herhangi bir nehrin taşma sahasında kurulmayan ilk medeniyettir). Minoslulardan geriye büyük saraylar, güzel çömlekler, altın ve bronz işlemeler kaldı. Minos, Yunan efsanelerinde kayıp ve bereketli bir toprak parçası olarak geçmektedir.

Minoslular, dağlarla kaplı adalarında, yaygın bir biçimde zeytin, buğday ve asma yetiştirdiler. Dağ otlaklarında koyun sürüleri besleyip, balıkçılık yaptılar. Elde edilen ürünleri Mısır, Suriye ve Kıbrıs’a ihraç ettiler. M.Ö. 2000’de bu ticaretin yarattığı zenginlik, şehirlerin ve limanların gelişmesine olanak sağladı. Buralarda Knossos, Mallia, Phaistos ve Zakros gibi görkemli saraylar inşa edilmişti. Bunlardan en büyüğü olan Knossos, 1900 yılında İngiliz arkeolog Arthur Evans tarafından keşfedildi (Daha önce Minos Medeniyeti hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmiyordu).

Minoslular çeşitli Yunan efsanelerinde önemli bir yere sahiptir. Bu efsanelerin arasında Giritli yarı-insan, yarı-boğa canavar Minotor oldukça önemli bir yer tutar (Boğa, Minosluların kutsal hayvanıdır). Minoslular aynı zamanda hece sistemlerine dayanan ve “Lineer A” adıyla bilinen bir yazı sistemi geliştirmişlerdir. Bu yazı sisteminin deşifre edilmesi için halen çalışmalar yürütülmektedir.

M.Ö. 1700 civarında, Minos saraylarının çoğu yangınlarda harap oldu. Bu yangınların bir savaş ya da deprem sonucunda ortaya çıkmış olması mümkündür. Saraylar daha sonra Minosluların çömlekçilik sanatı ve yüksek kaliteli freskleri ile yeniden inşa edildi. Bugün Santorini olarak bilinen Thera Adası’nda M.Ö. 1500 yılında yaşanan büyük bir volkanik patlama, Minos saraylarını ve kasabalarını harap eden bir tsunami dalgasına neden oldu. Gemilerinin önemli bir bölümü tsunami sırasında hasar gördü. Buna rağmen daha sonra durumlarını toparladılar ve Girit felaketten sonra da uzun yıllar boyunca zenginliğini muhafaza etti. Yaklaşık olarak M.Ö. 1450 yılında Mikenler (aşağıya bakınız) Ege bölgesinde kontrolü sağlayınca, Minos Medeniyeti son bulmuş oldu.

Miken Medeniyeti

Mikenler zengin, sanata yatkın ve savaşçı bir topluluktu. Yunan anakarasında, Argos düzlüğünde yaşıyorlardı. Minoslular gibi bir Ege medeniyeti olan Mikenlerin yükselişi yaklaşık olarak M.Ö. 1600 yılında başladı. Bir dizi küçük ve korunaklı şehir inşa etmeye başladılar. En önemli yerleşimleri Tiryns, Pylos ve Miken’di. Pek çok şehri doğal ortamlarda, korunaklı yerlerde bulunuyordu. Bu şehirlerde, krallarına ev sahipliği yapan sağlam duvarlarla çevrili saraylar vardı.

M.Ö. 1450’de, Mikenler Girit’i işgal edip Minos deniz ticaretinin kontrolünü ele geçirdiler. Küçük Asya ve Suriye’ye yolculuk ettiler. Sicilya ve İtalya ile ticaret yaptılar. Yunan kolonileri oluşturma sürecini başlattılar (Bu süreç en üst noktasına Klasik Yunan döneminde ulaşacaktı). Rodos, Kıbrıs ve Anadolu’nun güneybatı sahilinde koloniler kurdular.

Mikenler, Minos alfabesini Yunancanın bir formuna uyarladılar. Bu dilin metinlerinden yapılan çeviriler, Mikenlerin Poseidon, Apollo ve Zeus gibi pek çok Klasik Yunan tanrısına tapındıklarını ortaya koymuştur. Önemli ölçüde Minoslulardan etkilenmekle birlikte kendine özgü olan Miken sanatında savaş sıkça işlenen bir temaydı. Bronz kaplar, zırhlar, silahlar ve altın maskeler ürettiler. Mikenlerin inşa ettikleri oda mezarları ve gömütleri de oldukça ünlüydü.

Efsaneye göre, M.Ö. 1200’de Mikenler Truva’yı (Anadolu’nun Akdeniz sahillerinde bulunmaktadır) yağmaladılar. Bu yolculuk Homeros’un İlyada’sında oldukça abartılı bir biçimde ele alınmıştı. Miken Medeniyeti M.Ö. 1120 civarında çöktü. Buna tam olarak neyin sebep olduğu bilinmemektedir. Öte yandan bu çöküş Doğu Akdeniz’deki genel bir karmaşa döneminde gerçekleşmişti (Hitit İmparatorluğu da M.Ö. 1205 yılında aniden çökmüştür). Bu durumun Egeli deniz halklarının istilaları ile bağlantılı olması mümkündür.

KUZEY VE GÜNEY AMERİKA

Olmek ve Chavín Medeniyetleri

Amerika’da ortaya çıktığı bilinen ilk medeniyet olan Olmekler, Doğu Meksika ve Meksika Körfezi sahillerinin bataklık halindeki Veracruz ovalarında kurulmuştu. M.Ö. ikinci binyıldan itibaren Orta Amerika’da çiftçilik, köy tipi yerleşimler ve çömlekçilik ortaya çıkmıştı. Olmekler M.Ö. 1500 yıllarında bu zeminin üzerinde yükseldi.

Olmek’in odak noktası büyük törensel siteler gibi görünmektedir. Sitelerdeki oyulmuş devasa taştan kafaların yakınında peribacaları bulunur. Buralarda yöneticilerini anmak için törenler yaptıkları düşünülmektedir. Törensel siteler binlerce kişilik bir nüfusu barındırabilmektedir. En büyüklerinden biri La Venta’dadır. Bölge M.Ö. 400’lere kadar gelişimini sürdürmüş oldukça zengin bir balıkçılar, çiftçiler, tüccarlar ve sanatçılar kolonisini beslemiştir. M.Ö. 800’den sonraki birkaç yüzyıl boyunca, karakteristik Olmek sanat tarzı (Genellikle çocuk ve jaguar benzeri figürler işlenmektedir) Orta Amerika boyunca, bugünkü El Salvador’a dek yayılmıştır.

Olmek kültürü M.Ö. 400’lerde yok olmuştur. Mayalar gibi (Bkz. sayfa 80-82) yeni medeniyetler onların yerini almıştır. Olmeklerin üstünü örten sır perdesi halen varlığını korumaktadır. Hangi dili konuştukları ya da yok oluşlarına tam olarak neyin sebep olduğu bilinmemektedir.

Daha güneyde, Peru’da, Chavín Medeniyeti, kendisine Chavín de Huantar’ı merkez almıştır. And Dağları’nın yükseklerinde bulunan Chavín de Huantar törensel bir yerleşim bölgesidir. Chavín Medeniyeti, M.Ö. 900’lerden M.Ö. 200’lere dek varlığını korumuştur. Usta birer taş işçisi olan halkın sanat tarzları, And bölgesinde büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Chavín de Huantar’da yaklaşık iki yüz tane işlenmiş taş ürün bulunmuştur. Bölgenin, Peru genelinde yaşayan insanların toplandığı bir hac merkezi olabileceği düşünülmektedir.

II

ANTİK DÜNYA

M.Ö. 800 – M.S. 450

ORTADOĞU VE AFRİKA

Ahameniş İmparatorluğu

M.Ö. 559 yılında II. Kiros (“Büyük Kiros” olarak da bilinir) Pers Ülkesi’nde başa geçti ve 10 yıl içinde de dünya nüfusunun neredeyse beşte birine hükmeden büyük bir imparatorluk kurdu. Pers Hanedanı’nın kralları, İran Kralı Ahamenes adından yola çıkılarak Ahamenid adıyla anıldılar.

M.Ö. 549 civarında Kiros insanlarını harekete geçirdi. Medleri egemenlikleri altına aldılar (İran’da yaşayan ve daha önce Persleri kontrol eden Hint-Avrupalı bir topluluk). Zamanla Asur’u ele geçirdiler. İki yıl sonra Kiros’un orduları İyonya şehirlerini de kontrol etmeye başladılar. Kiros M.Ö. 539’da Babil’i ele geçirdi. Burada yaşayan sürgündeki Yahudileri serbest bıraktı ve onlara Kudüs’e dönerek tapınaklarını yeniden inşa etmeleri için izin verdi. M.Ö. 529 yılında ölmeden önce imparatorluğun sınırlarını Hindistan’a kadar genişletmişti.

I. Darius (M.Ö. 522-486) döneminde imparatorluğun sınırları Mısır’ın çevresini kuşatıyordu. Kuzey Hindistan’dan batıda Türkiye’nin doğusuna dek uzanmıştı. Dünyanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluk ortaya çıkmıştı. Bu geniş coğrafyanın kontrolünü kolaylaştırmak için Kral I. Darius etkin bir yönetim ve vergi sistemi geliştirdi. M.Ö. 500’de günümüz İran’ındaki Susa’dan Türkiye’deki Efes’e dek uzanan yaklaşık 2400 km’lik bir yol inşa ettirdi.

Bu dönemde Antik Pers dini Zerdüştlük oldukça yaygınlaştı. Esasen İran’da yaklaşık olarak M.Ö. 600’lerde ortaya çıkan bu dinin, ölümden sonraki hayat, kıyamet, nihai yargılama gibi argümanları İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dünya dinleri üzerinde önemli bir etki yarattı.

M.Ö. 500’lerden itibaren İyonya şehirlerine yerleşen halk başkaldırmaya başladı. M.Ö. 490’da Darius Atina’ya bir ordu yolladı. Başkaldırılara yardım edenleri cezalandırmak istiyordu. İsyanı bastırmasına rağmen daha sonra ünlü Maraton Savaşı’nda yenilgiye uğradı. Bu olayla birlikte Persler ve Yunanlılar arasındaki Pers Savaşları başlamış oldu. Darius’un halefi Serhas Yunanistan’ın kontrolünü ele geçirmeye çalıştı. M.Ö. 480’de Atina’yı ateşe verdi. Ne var ki aynı yılın sonlarına doğru yenilgiye uğradı. Bu olay Perslerin gerilemesinin başlangıcı oldu. Gerileme süreci, imparatorluk 330 yılında Büyük İskender tarafından tamamıyla fethedilene kadar devam edecekti.

Part İmparatorluğu

Makedonya ve Yunanistan hakimiyetindeki bir dönemin ardından (Selevkos İmparatorluğu olarak anılır), M.Ö. 247 yılında İran, Part İmparatorluğu’nun kontrolünü ele geçirdi. Burası Pers Ülkesi’nin kuzeydoğusunda bulunan küçük bir krallıktı. Birkaç yüzyıl içerisinde Part-lar kendi imparatorluklarını kurdular (Bu imparatorluk aynı zamanda Arsak Hanedanlığı adıyla bilinmektedir). Toprakları Fırat’ın kuzey ucundan İndus’a kadar uzanıyordu. Aynı zamanda Çin ve Roma İmparatorluğu arasındaki İpek Yolu (Bkz. sayfa 53, 65, 98, 101) üzerinde bulunan Part İmparatorluğu, önemli bir ticaret merkezi oldu.

Önemli Part hükümdarlarından biri de kendisine I. Darius’u örnek alan I. Mithridates’ti (y. M.Ö. 171-138). Onun yanı sıra II. Mithridates (y. M.Ö. 123-88) ve III. Phraates de (y. M.Ö. 70-57) önemli Part kralları arasında yer almaktadırlar. Partlar usta savaşçılar ve maharetli binicilerdi. Part okçuları at binerken arkalarına dönüp ok atabiliyorlardı (Bu atış, “Part atışı” adıyla bilinir). Bu yetenekleri onlara savaşta büyük bir üstünlük sağlıyordu.

Part İmparatorluğu Pers, Yunan ve diğer bölge kültürlerinin bir karışımıydı. Arsak sarayı Yunan etkileri taşısa da daha ziyade İran geleneklerinin tekrar dirilişi olarak görülmüştür. Part İmparatorluğu batıya doğru genişledikçe Roma ile sorunlar yaşamaya başladı. Bu sorunlardan öncelikli olanı da Ermenistan’ın kontrolü üzerineydi. Partlar, Carrhae Savaşı’nda (M.Ö. 53) Marcus Licinius Crassus’u yenilgiye uğrattılar (Bu olay Roma tarihinin en büyük askeri felaketlerinden biridir. 44.000 Roma askerinin katıldığı savaştan geriye 10.000 asker sağ olarak dönebilmiştir). Bu savaş Roma’nın doğuya ilişkin hırslarının sonu oldu. Birbirini izleyen Roma-Part Savaşları’nda (M.Ö. 66-M.S. 217) çeşitli Roma imparatorları bölgeyi işgal etmişlerdir. Hatta bir keresinde Part İmparatorluğu’nun başkenti Tizpon ele geçirilmiştir. En sonunda istikrarsızlık ve Part İmparatorluğu’nun kendi yöneticileri arasındaki savaşlar İran’ın Fars bölgesinden bir hükümdar ve Sasani İmparatorluğu’nun kurucusu olan I. Ardeşir döneminde Part İmparatorluğu’nun çöküşüne neden olmuştur.