banner banner banner
Bir nefeste dünya tarihi
Bir nefeste dünya tarihi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Bir nefeste dünya tarihi


Sasani İmparatorluğu

M.S. 224 yılında Ardeşir tarafından kurulan Sasani İmparatorluğu İran tarihinin en etkili ve önemli dönemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Antik Pers kültürü (İslam fethi öncesinde) bu dönemde doruk noktasına ulaşmıştır.

Tizpon şehrindeki Sasani Sarayı parlak bir kültüre ev sahipliği yapıyordu. Astronomi, sanat, tıp ve felsefe alanlarında çeşitli çalışmalar yapılıyordu. Boş zamanlarda satranç ve polo gibi oyunlar oynanırdı. Sasani sanat çalışmalarının İslam sanatı üzerinde son derece büyük bir etkisi olmuştur. Onun etkileri Çin’de, Orta Asya’da ve hatta Batı Avrupa’da bile hissedilmiştir. Sasaniler aynı zamanda kaya oymaları ile ünlenmişlerdi.

Suriye çölünden Kuzeybatı Hindistan’a kadar yayılan imparatorluğun kuruluşu başta Roma olmak üzere, Hunlar, Türkler ve Bizans İmparatorluğu gibi önemli güçlerle uzun savaşlara neden oldu. Ermenistan’ın fethi sırasında Kral I. Şapur (M.S. 240/242-272) M.S. 260 yılındaki Edessa Savaşı’nda Roma İmparatoru Valerian’ı yenip tutsak almasıyla ünlenmiştir. M.S. 296 yılında Romalılar üstünlüğü yeniden ele geçirdiler. Böylece Sasaniler, Ermenistan ve Mezopotamya’dan çıkarıldılar. İmparatorluk güçlü krallarla (M.S. 579 yılında önce I. Khosrau gibi) ve güçlü yerel asiller arasındaki güç mücadelelerine sahne oldu. Arap fethinden önce, 7. yüzyılda çözülme başlamıştı. Bu sürece paralel olarak Zerdüştlük inancı da gücünü kaybetmeye başladı.

İbraniler ve Onların “Tek Gerçek Tanrısı”

İbraniler, Sami göçebeleridir. M.Ö. 2. binyılın sonlarına doğru doğudan Kenan’a göç etmişlerdi. Filistinlilerin yenilgisinin ardından (Filistin sahilinde yerleşmiş olan denizci halk), Kral Davud (M.Ö. 1006-962), Sur şehrindeki Fenike Kralı Hiram’ın yardımları ile Filistin’i birleştirdi. Kudüs’ü dini ve siyasi başkenti haline getirdi. M.Ö. 930’dan sonra, ülke yeniden bölündü: Kuzeyde İsrail, güneyde Kudüs’ü de kapsayan Yahudiye.

M.Ö. 721’de Asur, İsrail’in kontrolünü ele geçirdi. M.Ö. 586’da Yahudiye, Babil egemenliğine girdi. Yahudiyeliler (İbranilerden ve İsraillilerden farklı olarak Yahudiler olarak bilinmektedir) Babil’e sürgüne gönderildiler. Yahudi Tevratı adını verdikleri ve Hıristiyan İncil’inin ilk kitabı olan metinde tarihlerini yazmaya başladılar. M.Ö. 538’de Babil, Perslerin eline geçince, Yahudilerin Kudüs’e geri dönmelerine izin verildi. Yahudiliğin politik ve dini temelleri orada atıldı. Kimi Yahudiler Babil’de kalmaya karar verdiler. Böylece ilk Yahudi diaspora topluluğunu oluşturdular.

Bu süreç içerisinde Yahudiler, kendilerinin tek tanrının seçtiği halk olduğuna inanmışlardı. Bu kadir-i mutlak ve yegane gerçek tanrı, dini metinlere göre M.Ö. 2. binyılın ilk yarısında kendisini çoban İbrahim’e göstermişti. Monoteizm olarak anılan bu tek tanrı inancı Hıristiyanlık ve İslam dinlerini etkiledi. Her iki din de İbrahim’in dini kuruculuğunu tanıyorlardı (İncil’e göre İsa, İbrahim’in soyundan geliyordu. İslami geleneğe göreyse İbrahim peygamber, Arap ve Yahudi halklarının atasıdır).

M.Ö. 333 yılında Büyük İskender Filistin’i fethetti. Daha sonra bölge, aralarında Romalıların, Sasanilerin ve Bizans İmparatorluğu’nun da bulunduğu bir dizi imparatorluğun hakimiyetine girdi. Bölgedeki Yahudi varlığı giderek azaldı ve Celile onların dini merkezleri haline geldi. M.S. 636 yılında Araplar bölgeyi fethettiler. 1300 yıl boyunca Filistin Müslümanların kontrolünde kaldı.

Hıristiyanlığın Doğuşu

M.S. 30 yıllarında, o sıralar bir Roma eyaleti olan Filistin’deki Celile’de İsa adındaki bir Yahudi marangoz, Yahudi takipçilerine tek tanrıyı anlatan vaazlar vermeye başladı. Öğretisi popüler hale geldi ve çok sayıda takipçi kazandı (Bunlardan havariler adıyla bilinen on ikisini mesajını diğer insanlara iletmeleri için seçmişti). İsa merhametli ve şefkat dolu bir tanrıyı anlatıyordu. Tüm insanları ve tüm ırkları kucaklayan bir tanrı. Onun adına yapılan dini törenlere yardımseverlik, alçakgönüllülük ve samimiyet damgasını vuruyordu.

İsa, öğretileri nedeniyle kısa zamanda Yahudi otoriteleri ile çelişkiye düştü. Onu politik ve sosyal huzuru bozan bir kişi gibi görüyorlardı. En üst Yahudi yargıcı olan Sanhedrin tarafından Kudüs’te ölüme mahkum edildi. Onu Roma Valisi Pontius Pilate’nin karşısına çıkardılar. Pilate, İsa’nın çarmıha gerilerek idam edilmesi emrini verdi. Çarmıha gerilmesinden üç gün sonra İsa’nın dirildiği iddia edildi. Bu durum takipçilerinin onun Mesih (“Christ”, Yunanca kutsal kişi) olduğu yönündeki inançlarını doğruluyordu.

Sonraki iki yüzyıl boyunca Yeni Ahit’in dört incilinde anlatılan İsa’nın öğretisi Roma dünyasında yaygınlaştı. Bu süreçte Küçük Asyalı eski bir çadır imalatçısı olan St. Paul’ün yazdıkları önemli bir rol oynamıştı. Yeni Ahit’in yirmi yedi kitabından on üçü onun elinden çıkmıştı. Roma imparatorları ümitsizce bu yeni ve tehlikeli kültün yaygınlaşmasını engellemeye çalıştılar. Bunun için ilk Hıristiyanlara büyük baskılar yapıldı. Hıristiyanları hedef alan en kitlesel baskı uygulamaları M.S. 250 yılında Decius ve M.S. 303 – 311 yılları arasında Diocletian dönemlerinde yaşanmıştır. Sonunda M.S. 313 yılında İmparator I. Konstantin bir hoşgörü buyruğu yayınlamış ve M.S. 324 yılında Hıristiyanlığın ülkenin resmi dini olmasına yol açan süreci başlatmıştır (Bu süreç M.S. 381 yılında Birinci İstanbul Konsili’nde tamamlanacaktır). Daha sonra Hıristiyanlık Avrupa’da ve daha da uzaklarda yaygınlaşmaya devam etmiştir. Batı medeniyetinin şekillenmesinde çok büyük bir etkisi olmuştur.

Kuş Krallığı

Mısır’dan sonraki ilk önemli Afrika devleti olan Kuş Krallığı (Kuşitler) günümüzde Sudan sınırları içerisinde yer alan Nubiya’nın yukarı bölgelerinde kurulmuştu. Giderek büyüyen krallık bir yüzyıl içerisinde Mısır’ı fethetmiştir.

M.Ö. 2000 yıllarında Kuşitler büyük ölçüde kuzey komşusu Mısır’ın egemenliği altındaydı. Buna rağmen Kuşitler zengin ve bağımsız bir kültür geliştirebilmişlerdi. M.Ö. 1000 civarında Mısır etkisi zayıflarken Kuş yöneticileri bağımsızlıklarını kazandılar. M.Ö. 800 yılında başkenti Napata olan yeni Kuşitler kuruldu. M.Ö. 715 civarında Kral Piye ve Kral Şabaka liderliğindeki Kuşitler, Mısır’daki hakim hanedanlığı devirip ülkeyi fethettiler. M.Ö. 654 yılında kadar Kuş kralları yeni firavunlar olarak ülkede hüküm sürdüler. Yeni başkentleri muhtemelen Memphis’ti. Daha sonra gerçekleşen Asur istilası onları Kuş bölgesine geri dönmeye zorladı.

Kuş Medeniyeti gelişmeye devam etti. M.Ö. 591 yılında başkentlerini güneydeki Meroë şehrine taşıdılar. Burası Nil’in doğu kıyısındaydı ve Kızıldeniz’e yakındı. Başkentte ticaret gelişme gösterdi. Özellikle abanoz, fildişi ve altından yapılan süs eşyalarının ticareti çok yaygındı. Tapınakları, evleri ve sarayları ile Meroë büyük bir şehir halini aldı. Meroë aynı zamanda zengin demir cevherlerine ve kereste kaynaklarına sahipti. Bunlar Afrika’nın ilk demir sanayisi için gerekli hammadde kaynakları oldular. Kuşitler aynı zamanda alfabetik bir yazı geliştiren ilk halklardandır (Bu yazı henüz deşifre edilememiştir).

M.S. 3. yüzyıla gelindiğinde, Kuşitler gerilemeye başladı. Bu durumun en önemli nedeni muhtemelen doğal kaynakların tükenmeye başlamasıydı. Ayrıca Kızıldeniz ticaretinin de komşu krallık Aksum’a kaptırılması gerilemenin başlamasının önemli nedenlerinden biriydi (Aksum M.S. 350 yılında Kuş bölgesini işgal etti ve Meroë’yi yok etti).

Kartaca Dönemi

Tunus’un sahil şeridinde yer alan Kartaca şehri M.Ö. 814 yılında Fenikeliler (Bkz. sayfa 22) tarafından kurulmuştu. Hızla Kuzey Afrika sahilinin en önemli şehirlerinden biri haline geldi. Kuruluş süreci pek çok efsaneye konu olmuştu. Romalı Şair Virgil’in Aeneid isimli eserinde, Fenike şehri Sur’dan kaçan Kraliçe Dido’nun Kartaca’yı bulduğu anlatılmaktadır.

M.Ö. 600 civarında Kartaca, Fenike kontrolünden çıktı. Kendisini büyük bir ticaret merkezi haline getirdi. Bu yolla Afrika içleri ile Akdeniz dünyasını birbirine bağlıyordu. Zenginliğinin temelinde deniz yolculukları ve ticaret vardı. Aynı zamanda Kuzey Afrika ve Güney İspanya’daki gümüş madenleri de önemli bir gelir kaynağıydı.

Kartaca’nın Kuzey Afrika, İspanya ve Sicilya’daki (Burada koloniler kurulmuştu) emelleri çeşitli gerilimlerin yaşanmasına neden oldu. Önce M.Ö. 5. yüzyılda Yunanistan’la, sonrasında M.Ö. 264 yılında başlayan Pön Savaşları’nda Roma ile sorunlar ortaya çıktı. II. Pön Savaşı (M.Ö. 218-201) İspanya Komutanı Hannibal önderliğinde yaşandı. Hannibal Roma’ya doğru bir orduyu ve kırk fili Alplerden yürütmeye çalışması ile ünlenmişti. En büyük zaferini M.Ö. 216 yılında Cannae’de kazandı. Bu savaş sırasında 60.000 Roma askeri ölmüştü.

Hannibal Roma’yı mağlup edemedi. Aksine III. Pön Savaşı’nın (M.Ö. 146) sonunda Kartaca Romalılar tarafından yok edildi. Bölgede yaşayan 200.000 kişi katledildi. Toplam 50.000 kişi köle olarak satıldı. Kar-taca daha sonra bir Roma şehri olarak yeniden kuruldu ve Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri oldu. Şehir 533 yılında Bizans İmparatorluğu’nun egemenliği altına girdi. 705 yılında Araplar tarafından yıkıldı ve Kartaca’nın yerini Tunus aldı.

UZAKDOĞU

Budizm

Budizm inancı, M.Ö. 563 yılında Kuzey Hindistan’da doğan Siddhartha Gautama’nın öğretilerinden kaynaklanır. Zengin bir aileden gelen Siddhartha, 29 yaşında sahip olduğu her şeyden vazgeçer. Hayatın gerçek anlamını araştırmak için bir dilenci gibi yaşamaya başlar. M.Ö. 528 yılında bir bodhi ağacının altında otururken büyük bir aydınlanma yaşar. Bundan sonraki hayatını öğrendiklerini başkalarına anlatmaya adar.

Gautama’nın öğretilerinin (Dhamma) ve Budizm inancının temel teması, bütün fenomenlerin bir zincirle birbirlerine bağlı olduğudur. Dünyanın tüm acılarının temel kaynağı bencil arzulardır. Bir insan ancak Buda’nın yolunu izleyerek yeniden doğum döngüsünden kurtulabilir. Hayatın amacı “Nirvana’ya” ermektir, kelimesi kelimesine ifade edilirse “arzuları söndürmek”.

Siddhartha Gautama “aydınlanmış olan” anlamına gelen “Buda” lakabıyla tanındı. M.Ö. 482’deki ölümün ardından keşişler, öğretilerinin Kuzey Hindistan’da yaygınlaşmasına yardımcı oldular. M.Ö. 3. yüzyılda Hindistan Maurya İmparatoru Asoka (Bkz. sayfa 45) Budizm’in güneyde Seylan (Sri Lanka), kuzeyde Kaşmir’e (Pakistan) kadar ulaşmasına aracılık etti. Bugün Tayland sınırları içerisinde yer alan Syan’a (Siyam, günümüzde Tayland) ve Burma’ya misyonerler yolladı. Pek çok Budist anıtı ve manastırı inşa ettirdi.

2 Antik İmparatorluklar: Amerika ve Uzakdoğu y. M.Ö. 3500-M.S. 900

M.S. 150 yıllarında Hindistan, Çin ve Roma İmparatorluğu arasındaki ticaret Mahayana keşişlerinin Buda öğretisini Çin’e taşımalarına imkan sağladı. Temel Budist metinler M.S. 3. yüzyılda Çinceye çevrildi. M.S. 4. ve 5. yüzyıllarda Budizm Çin’in inanç sistemi haline geldi. Budizm M.S. 4. yüzyılda Kore’de ve son olarak M.S. 550-600 yılları arasında Japonya’da yaygınlaştı. Aynı süreçte Hindistan’da gerileyen Budizm, Hinduizm ile yer değiştirdi.

Maurya İle Gupta İmparatorlukları ve Hindistan’ın Altın Çağı

Maurya İmparatorluğu (y. M.Ö. 321-185) Hindistan’da kurulmuş büyük ve politik olarak güçlü bir imparatorluktu. Bölgedeki ilk devlet sistemi Chandragupta Maurya tarafından kuruldu. Maurya, Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Nanda Krallığı’nı devirmişti. Büyük İskender’in generallerinden olan Selevkos’a karşı kazandığı zaferin ardından M.Ö. 305’te Afganistan’ın ve günümüz Pakistan’ının pek çok bölgesini ele geçirdi.

Maurya’nın oğlu Güney Hindistan’ın büyük bölümünü, torunu Asoka ise küçük bir krallık olan Kalinga’yı ele geçirdi ve bütün hayatını Budizm’in yayılmasına adadı (Bkz. sayfa 43). Asoka’nın M.Ö. 232 yılında ölümünün ardından imparatorluk küçük krallıklara ayrıldı. M.Ö. 170 yılında Pencap’ta Yunan prenslikleri kuruldu. M.S. 50’te Kuzey Hindistan’da Kushana İmparatorluğu gelişti. Bu imparatorluk M.S. 240 yılında Sasani İmparatorluğuna bağlanacaktı (Bkz. sayfa 36)

M.S. 320 senesinde Magadha Krallığı’nın hükümdarı I. Chandragupta ülkesinin sınırlarını genişletti. Sonra gelen Gupta Krallarının faaliyetleri ile birlikte ülkenin sınırları Hindistan’ın büyük bölümünü içine alacak şekilde genişledi. Gupta Hanedanlığı’na kimi zaman “Hindistan’ın Altın Çağı” adı verilmektedir. Uzun barış ve refah dönemi boyunca sanat, mimari ve edebiyat alanında önemli ilerlemeler yaşanmıştır. Muazzam tapınak ve saraylar inşa edilmiş, Sanskrit dilinde Mahabbarata ve Ramayana gibi epik metinler kaleme alınmıştır. Bu metinlerin Hinduizm’in gelişimi için son derece büyük bir önemi bulunmaktadır. Günümüzde halen Güneydoğu Asya’da okunmakta ve dilden dile yayılmaktadırlar. Guptalar, Brahmanizmin teolojik bir kavram olarak gelişmesinden de sorumludurlar.

Araplardan Avrupalılara geçen, aslında Guptaların bulduğu “Araplara özgü” diye bilinen sayı dizilimi, ondalık sayı sistemi ve sıfır konsepti, sıklıkla yanlış bir şekilde Araplara atfedilmiştir. Gupta İmparatorluğu 6. yüzyılda çökmüştür. Orta Asya’dan gelen Akhunların istila hareketleri, yıkılmalarında büyük ölçüde rol oynamıştır.

Çin’in Qin ile Han Hanedanlıkları ve Konfüçyus

M.Ö. 485 – 221 yılları arasında, Çin çeşitli rakip krallıklara ve kent devletlerine bölünmüştü. (Bunlardan biri de Zhou’dur (Bkz. sayfa 27). Qin Krallığı (Çin kelimesi de bu imparatorluğun adından türemiştir) M.Ö. 221 yılında Çin’in ilk birleşik imparatorluğunu teşkil edecektir.

Qin imparatoru katı bir yönetim sistemi uyguladı. Tek biçimli bir yazı ve ölçü sistemini geliştirdi. Kuzeyin göçebe kabileleri ile mücadele etti. Çin Seddi’ni inşa etmeye başladı (Önceki savunma duvarlarını birleştirdi). Gerçek boyutlu heykellerden oluşan bir ordu inşa edilmesi emrini verdi. Bu heykellere “Terakota Ordusu” adı verilmektedir. Qin Hanedanlığı M.Ö. 207 yılına kadar yaşayabildi. Buna karşılık kısa bir dönemde neredeyse bugünkü Çin’le bire bir aynı olan sınırlara ulaştı ve kendine özgü bir yönetim sistemi yarattı.

Daha sonra uzun bir dönem başta kalan Han Hanedanlığı (M.Ö. 206-M.S. 220) Çin kültürünü şekillendirdi (Öyle ki Han kelimesi genel olarak Çinlileri tanımlayan bir sözcük haline gelmiştir). Sahne sanatları büyük bir gelişme gösterdi. Resim ve heykel alanında da önemli eserler verildi. Bilim ve teknolojide son derece önemli ilerlemeler yaşandı (Bu dönemde ortaya konulan yenilikler çok uzun bir süre Batı dünyası tarafından öğrenilemeyecekti). Dönemin teknolojik ilerlemelerinin arasında kağıdın keşfi, güneş saati, sismograf ve pusula bulunmaktadır. Han yöneticileri sınırlarını Kore’yi ve Vietnam’ın kimi bölgelerini içine alacak şekilde genişlettiler. Dış dünya ile başka ilişkiler de kuruldu. Çinli tüccarlar M.S. 100 yılı itibariyle, özellikle 6 bin kilometrelik ticaret rotası olan İpek Yolu üzerinden Batı dünyasına ipek kumaşlar taşıdılar.

Han liderleri, büyük Çin filozofu Konfüçyüs’ün (y. M.Ö. 551-479) öğretilerine saygı göstermelerine rağmen; Qin’in merkezi yönetim biçimini devam ettirdi. Konfüçyüs’ün öğretileri, günümüzde Çin, Kore, Japonya ve Vietnam’da etkileri devam etmekte olan bir sosyal kod olarak; mütevazi ve erdemli olmayı, bireyin kaderini kendisinin belirleyebilmesi imkanını vurgular. M.S. 189 yılından itibaren Hanlar, kendi aralarında mücadele eden savaş lordlarının yönettiği küçük bölgesel rejimlere ayrılmıştır.

AVRUPA

Etrüskler ve Roma’nın Kuruluşu

Etrüskler, Antik Etruria’nın yerleşimcileriydi (Bu bölge hemen hemen bugünkü İtalya’nın Toskana’ya karşılık gelmektedir). Etrüsk kültürü İtalya’da M.Ö. 800’lerden itibaren gelişmeye başladı. Etrüskler, M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda Orta İtalya’nın büyük bölümünde hakimiyet kurmuşlardı.

Etrüsklerin kökeni bir gizem olarak kalmıştır. Bir teoriye göre Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından Asya’dan İtalya’ya gelmişlerdir. Etrüskler Yunan alfabesinden türemiş olan bir alfabe kullanmaktaydılar. Dilleri tam olarak tercüme edilememiştir. Zengin arkeolojik kalıntılar; etkileyici bronz işlerini, figüratif oymaları ve Roma’yı etkisi altında bırakan mimari anlayışı da biçimlendiren güçlü bir sanatsal geleneğin varlığını ortaya koyar. Etrüskler, planlı bir şehir inşa eden ve kadınların kamu hayatına dahil olmasına izin veren ilk toplumdur. Aynı zamanda önemli bir deniz gücüne sahiplerdi.

M.Ö. 6. yüzyılın sonlarına doğru Yunanlılar tarafından Orta İtalya’nın güney bölgelerinden çıkarıldılar (Yunanlılar güneyde Magna Graecia’yı kurdular). Aynı zamanda antik Hint-Avrupa kabileleri olan Latinler ve Samnitler ile de karşı karşıya geliyorlardı.

Roma şehri Roma söylencelerine göre M.Ö. 753 yılında kurulmuştu. Aralarında Etrüskler ve Latinlerin de bulunduğu çeşitli topluluklar bu bölgede yerleşik durumdaydılar. İlk kralı ve kurucu babası olan Romulus’u Latin ve Etrüsk kökenli altı kral izledi. Efsaneye göre, M.Ö. 509 yılında bir Tiran yönetici olan Tarquinius Superbus, o kadar baskıcı davrandı ki Romalıların kendisini şehirden sürmelerine neden oldu. Onun arkasından Romalılar bir cumhuriyet kurdular.

M.Ö. 474’te Etruria’nın donanması, Magna Graecia şehirlerinden oluşan bir koalisyon tarafından Cumae Savaşı’nda yenilgiye uğratıldı. Bunun ardından Etrüsk Medeniyeti uzun ve acılı bir gerileme dönemi yaşamaya başladı. M.Ö. 3. yüzyılın ortalarında ise Roma Cumhuriyeti tarafından tamamen asimile edildi.

Antik Yunan ve Demokrasinin Doğuşu

Miken Medeniyeti’nin çöküşünü izleyen belirsizlik yıllarının ardından Yunanistan’da güçlü şehir devletleri ortaya çıkmaya başladı. Antik Yunan’ın kültürel ve bilimsel başarıları zamanla büyük bir yaygınlık kazanacak ve Roma İmparatorluğu’nu etkileyecekti. Bu kültürün Batı medeniyeti üzerinde de büyük bir etkisi olduğu ifade edilebilir.

M.Ö. 730’larda Yunanistan’da başlayan kasaba hayatı hızla gelişti. Denizaşırı ticaret ve tarımsal üretim yaygınlaştı. Bu noktada kısmen Asur İmparatorluğu’nun (Bkz. sayfa 21) büyüyen gücü ve lükse olan doymak bilmez arzusu rol oynuyordu. Bu kasabalar zamanla güçlü şehir devletleri haline geldi. Atina, Sparta, Korint, Thebai Yunanistan’ın antik döneminde (M.Ö. 650-480) en güçlü şehir devletleriydi. Zaman zaman birbirleriyle savaşsalar da bu şehir devletleri her dört yılda bir Yunanistan’ın prestijli spor etkinliği olan Olimpiyat Oyunları’nda bir araya gelirlerdi. Artış gösteren ticaret, esnek bir yazı sisteminin geliştirilmesine imkan vermişti (Fenike alfabesinin geliştirilerek benimsenmesiyle ortaya çıkmıştır). Okuma yazma seviyesi de epeyce yüksekti. Yunanistan’ın antik döneminde Homeros destanları doğdu, İlyada ve Odysseia. Aynı şekilde Pisagor matematik teoremlerinin geliştirilmesi gibi Mısır, Bizans, Sicilya’daki Syracuse’da Yunan ticaret merkezi ve kolonilerinin kurulması da bu döneme denk gelmekteydi.