banner banner banner
Büyülü şehir
Büyülü şehir
Оценить:
 Рейтинг: 0

Büyülü şehir


Kırmızı ceketliler neşeli bir kahkaha kopardı.

“Yabancılara gülmek terbiyesizliktir,” dedi Philip.

“Sen kendi terbiyenle uğraş,” dedi komutan sert bir tavırla. “Bu ülkede küçük çocuklar söz verilmeden konuşmaz. Yabancısın demek, ha? Eh, bunu zaten biliyoruz!”

Philip bu şekilde terslenmiş olmasına karşın kendini çok iyi hissediyordu. İşte hepsi yetişkin adamlar olan bu askerlerle birlikte bir maceranın tam ortasındaydı. Göğsünü kabartıp cesur bir adam gibi gözükmeye çalıştı.

Komutan uzun bir masanın sonundaki bir sandalyeye oturup üstü tozla kaplı siyah bir kitabı kendine doğru çekti. Sonra küflü bir dolmakalemin ucunu temiz kılıcına sürtmeye başladı.

“Haydi bakalım,” dedi kitabı açarak. “Buraya nasıl geldiğini anlat. Yalan söyleyeyim deme sakın.”

“Ben asla yalan söylemem,” diye cevap verdi Philip gururla.

Bütün askerler ayağa kalkıp onu derin bir şaşkınlık ve saygı dolu bakışlarla selamladı.

“Şey, yani hemen hemen asla,” dedi Philip, heyecandan kulakları kızarmıştı. Askerler bir kez daha kahkaha atıp gürültüyle sıralara oturdular. Philip orduda daha fazla disiplin olduğunu sanıyordu.

“Buraya nasıl geldin?” diye sordu komutan.

“Şu büyük merdivenli köprüden çıktım,” dedi Philip.

Komutan deftere hararetle not alıyordu.

“Neden geldin?”

“Başka ne yapacağımı bilemedim. Uçsuz bucaksız ova dışında bir şey yoktu etrafta. Ben de yukarı çıktım.”

“Çok cesur bir çocuksun,” dedi komutan.

“Teşekkür ederim,” diye cevap verdi Philip. “Cesur olmak istiyorum.”

“Buraya gelmekteki amacın neydi?”

“Herhangi bir amacım yoktu. Sadece yukarı çıkıp buraya geldim.”

Komutan bunu da not aldı. Ardından komutan, Philip ve askerler sessizlik içinde birbirlerine baktılar.

“Şey!” dedi çocuk.

“Ne?” diye sordu komutan.

“Acaba ‘sonunda gerçek oldu’ derken neyi kastettiğinizi öğrenebilir miyim?” diye sordu çocuk. “Sonra evime nasıl döneceğimi söyleyebilir misiniz?”

“Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu komutan.

“Adres: Çiftlik Evi, Ravelsham, Sussex,” diye cevap verdi Philip.

“Orayı bilmiyorum,” dedi komutan lafı uzatmadan. “Zaten eve geri dönemezsin. Merdivenin üstündeki yazıyı okumadın mı? İzinsiz girenler yargılanacaktır. Buradan başka bir yere gidebilmen için önce davanın görülüp karara bağlanması gerekiyor.”

“O merdivenden bir daha ineceğime hapse girerim daha iyi,” dedi. “Hapse girmek çok da kötü bir şey olmasa gerek, değil mi?”

Philip hapse dair düşüncelerini kitaplardan edinmişti. Ona göre biraz nahoş bir şeydi ve hapisten kılık değiştirilerek kaçılırdı. Bu teşebbüs daima maceralarla dolu olup başarıyla sonlanırdı.

“Ne olacağına hâkim karar verecek,” dedi komutan. “Şehrimize izinsiz girmek ciddi bir suçtur. Bu muhafız alayı bilhassa bunu önlemek için görevlendirilmiştir.”

“Şehre izinsiz girenler çok mu?” diye sordu Philip. Komutan iyi birine benziyordu. Philip’in hâkim bir amcası vardı. Bu yüzden hâkim kelimesini duyunca aklına adalet ve cezadan ziyade tavsiye ve nasihat geldi.

“Ne demezsin!” diye cevap verdi komutan âdeta homurdanarak. “Sorun da bu zaten! Daha önce buraya gelen olmadı. Şehre izinsiz giren ilk kişi sensin. Yıllardır muhafız alayı burada bekler durur zira şehir ilk kurulduğunda müneccimler bir kehanette bulundu. Buna göre günün birinde şehre izinsiz giren biri olacak ve bu kişi eşi benzeri duyulmamış fenalıklar yapacaktı. Sonuç olarak şehre girmek isteyenlerin kullanabileceği tek yolda nöbet tutmak şerefini Polistopolis muhafızları olarak biz haiz olduk.”

“Oturabilir miyim?” diye sordu Philip birden. Bunun üzerine askerler onun için sırada yer açtı.

“Babam, büyükbabam ve bütün atalarım muhafız alayında görev yapmıştır,” dedi komutan gururla. “Bu büyük bir onur.”

“Neden merdivenin ucunu kesmiyorsunuz ki?” dedi Philip. “Yani en üst kısmını kastediyorum. Böylece kimse yukarı çıkamaz.”

“Bu hiç işe yaramaz,” dedi komutan. “Çünkü bir başka kehanet daha var. Büyük Kurtarıcımız da aynı yoldan gelecek.”

“Acaba,” diye söze başladı Philip çekinerek, “Şehre izinsiz gireceği değil de Kurtarıcınız olacağı öngörülen kişi olamaz mıyım? Bunu çok isterdim.”

“Bunu isteyeceğinden eminim,” dedi komutan. “Ama insanlar sırf öyle istiyorlar diye Kurtarıcı olamazlar biliyorsun.”

“Peki o ikisinden başka kimse merdivenden çıkamaz mı?”

“Bilmiyoruz. Bize söylenenlerin hepsi bu. Kehanetler nasıldır bilirsin.”

“Korkarım tam olarak ne demek istediğinizi bilmiyorum.”

“Demek istediğim şu ki kehanetler muğlâk ve karmaşıktır. Sana sözünü ettiğim kehanet şöyle:

Merdivenden kim çıkacak?
Sakının, sakının!
Getireceği acı ve eziyetten,
çelik gözlü bakır saçlının.
Hepsi bir gün yukarı çıkacak.

İşte görüyorsun ya, kehanette sözü geçen çelik gözlü bakır saçlı tek bir kişi mi yoksa birden fazla insan mı gelecek kesin olarak bilemiyoruz.”

“Benim saçlarım bildiğiniz çocuk saçı renginde,” dedi Philip. “Ablam öyle diyor. Gözlerim de mavi, sanırım.”

“Bu ışıkta seçemiyorum,” dedi komutan. Dirseklerini masaya yaslayıp dikkatle çocuğun gözlerine baktı. “Yok, göremiyorum. Neyse öteki kehanete gelince, şöyle diyor:

Aşağıdan, çok aşağıdan,
Kral kendine ait olanı almaya gelecek.
Büyülü şehri kurtaracak.
Yaptığı her şey onun olacak.
Sakının, dikkat edin.
Sakının, hazırlanın.
Kral merdivenden çıkıp gelecek.”