banner banner banner
Cennetin bu yakası
Cennetin bu yakası
Оценить:
 Рейтинг: 0

Cennetin bu yakası


“Hey midilliler!”

Oyuncu koçu küplere binmişti, Triangle Kulübü başkanı otoriteden kaynaklanan öfke patlamaları ve yorgunluktan kaynaklanan taşkınlıklar arasında gidip gelen endişeli bakışlarla ruhsuz bir şekilde oturmuş gösterinin Noel turnesine nasıl yetişeceğini düşünüyordu.

“Pekâlâ. Korsan şarkısından alıyoruz.”

Midilliler sigaralarından son fırtları çekerek yerlerine geçtiler, başaktris öne geldi, el ve ayaklarını havalı bir şekle sokup öylece durdu. Koç, el çırpıp ayaklarını yere vurarak tempoyu verdi ve dans başladı.

Triangle Kulübü kargaşa içindeki kocaman bir karınca yuvasıydı. Her sene Noel tatili boyunca oyuncuları, korosu, orkestrası ve dekoruyla birlikte müzikal bir komedi sergilemek üzere turneye çıkardı. Oyun ve müzik, öğrencilere aitti ve kulübün kendisi de her sene üç yüz kişinin rol kapabilmek için kıyasıya mücadele ettiği en saygın cemiyetlerden biriydi.

Amory ikinci yılın ilk yarısında düzenlenen Princetonian yarışmasını kolaylıkla kazanarak Korsan Yüzbaşı Kaynar Yağ rolüne seçildi. Son bir haftadır öğleden sonra ikiden sabah sekize kadar her gece gazinoda sade ve sert kahveyle ayakta durmaya çalışarak Ha-Ha-Hortense! oyununu prova ediyor, günün geri kalanını ise ders aralarında uyuyarak geçiriyordu. Gazino, enteresan manzaralara sahne oluyordu. Ambara benzeyen bu büyük bina kız gibi giyinen erkekler, korsan gibi giyinen erkekler, bebek gibi giyinen erkeklerle dolu bir oditoryumdu. Dekor henüz inşaat halindeydi, ışıkçılar sahne ışığını öfkeli gözlere tutarak prova yapıyor, orkestra durmadan aletlerini akort ediyor ya da neşeli bir Triangle melodisi çalınıyordu. Sözleri yazan çocuk köşede durmuş kalemini kemirerek yirmi dakikadır alkış alacak bir nakarat bulmaya çalışıyordu. Müdür sekreterle “şu lanet olası sütçü kostümlerine” ne kadar para harcanabileceğini tartışıyor, eski mezunlardan 1898 yılının müdürü bir kolinin köşesine ilişmiş, kendi zamanında her şeyin nasıl daha basit olduğunu düşünüyordu.

Bir Triangle Kulübü gösterisinin nasıl sahnelendiği tam bir muammaydı; insanların saat zincirlerine altından ufak bir üçgen[21 - Triangle (İng): Üçgen. (e.n.)] takabilmek için yeterince hizmet edip etmediğine bakıldığı epey de şamatalı bir muamma. Ha-Ha-Hortense! tam altı defa baştan yazılmıştı ve yapımda dokuz kişinin adı geçiyordu. Tüm Triangle gösterilerinin “farklı bir şey, sıradan müzikal komediden çok daha fazlası” olması planlansa da çeşitli yazarlar, kulüp başkanı, oyuncu koçu ve fakülte kurulu işe dahil olunca geriye eski bilindik şakalarıyla başroldeki komedyenin turneden hemen önce okuldan atıldığı ya da hastalandığı ya da başına bir şey geldiği için yerine “kesinlikle günde iki kere tıraş olmayan” kara bıyıklı bodur bir adamın geçtiği sıradan, güvenilir bir Triangle gösterisi kalırdı.

Ha-Ha-Hortense!’ta çok ince esprili bir bölüm vardı. Bu, bir Princeton geleneğiydi: Yale öğrencilerinden meşhur “Kurukafa ve Kemikler” cemiyetine üye olanlar bu kutsal ismi duyduklarında bulundukları odayı terk etmek zorundaydı. Ayrıca cemiyet üyelerinin ilerleyen yıllarda çok başarılı olduğu; servet, oy, faiz kuponu ya da her ne toplamak istiyorsa onu topladığı görülürdü. Bu yüzden Ha-Ha-Hortense!’in her gösteriminde altı koltuk ücret karşılığı sokaktan toplanan en perişan berduşlara ayrılır ve Triangle makyözleri bunlara ufak müdahalelerde bulunurdu. Altı berduşa, gösteride Korsan Reisi Meşale’nin korsan bayrağını işaret ederek “Ben bir Yale mezunuyum, Kurukafa ve Kemiklerime bakın!” dediği anda dikkat çekici bir şekilde yerlerinden kalkıp kederli derin bakışlar ve incinmiş bir gururla tiyatro salonunu terk etmeleri söylenmişti. Hatta bir defasında doğruluğu asla kanıtlanmamış olmakla birlikte kiralık Yale öğrencilerinden birinin durumu ciddiye alıp bundan gurur duyduğu söylenmişti.

Tatil boyunca gösterilerini revaçtaki sekiz şehirde sahnelediler. Amory en çok Louisville ve Memphis’i sevdi: Bu şehirlerde insanlar, yabancıları nasıl ağırlamaları gerektiğini biliyorlardı; dört bir yan fevkalade meyve kokteylleriyle doluydu ve burada akıllara durgunluk verecek güzellikte her çeşit kadına rastlamak mümkündü. Chicago, baskın aksanını borçlu olduğu bir enerjiye sahipti; ama ne yazık ki burası bir Yale şehriydi ve Yale’in Glee Kulübü bir hafta içinde gösteri için orada olacağından Triangle yalnızca kısıtlı bir hürmet gördü. Baltimore, Princeton’ın mekânıydı ve herkes onlara vuruldu. Yol boyunca seviyeli bir içki tüketimi söz konusuydu; adamlardan biri sahneye neredeyse sarhoş çıkıyor ve rolünün bunu gerektirdiğini iddia ediyordu. Üç tane korsan arabası vardı; ama orkestranın çenesi düşük dört gözlerinin “hayvan arabası” denen arabası dışında kimse uyumazdı. Her şey o kadar hareketliydi ki kimsenin sıkılmaya vakti kalmıyordu. Ama Philadelphia’ya vardıklarında tatil sona ermek üzereydi ve herkes çiçeklerle gres boyasının ağır kokularından uzaklaşmaya, korselerini çözen midilliler de rahat bir nefes almaya başlamıştı.

Grubun dağılma zamanı geldiğinde Amory alelacele Minneapolis’e doğru yola koyuldu; çünkü Sally Weatherby’nin kuzeni Isabelle Borgé ailesi yurtdışındayken kışı geçirmek üzere Minneapolis’e geliyordu. Isabelle’i Minneapolis’e ilk gittiği zaman ara sıra oynadığı küçük bir kız olarak hatırlıyordu. Ama kız daha sonra Baltimore’a taşınmıştı ve onu o zamandan beri görmemişti.

Amory dimdik, kendinden emin, asabi ve coşkuluydu. Sadece çocukluğunu hatırladığı bir kızı görmek için Minneapolis’e gidiyor olmak, ona son derece enteresan ve romantik geliyordu. Bu yüzden hiçbir pişmanlık duymadan annesine kendisini beklememesini bildiren bir telgraf çekti, trene atladı ve sonraki otuz altı saat boyunca kendini düşündü.

Oynaşma

Amory, Triangle turnesinde yeni Amerikan fenomeni “oynaşma partileriyle” tanıştı.

Victoria dönemi annelerinin -ki annelerin çoğu Victoria dönemi annesiydi- kızlarının öpüşmeyle bu denli içli dışlı olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Bayan Huston-Carmelite popüler kızına “Hizmetçi kızlar böyledir,” derdi. “Önce öpülür, sonra evlenme teklifi alırlar.”

Ama Popüler Kız (P. K.) on altı ve yirmi iki yaşları arasında her altı ayda bir nişanlanır, ahmakça onun ilk aşkı olduğunu zanneden Cambell & Hambell şirketlerinin genç varisi Hambell’ı (danslı balolarda yalnızca en uygun adayın başarıya ulaşmasını sağlayan araya girme sistemiyle) kendine eş olarak seçmeden önce P. K. ay ışığında, ateş başında ya da zifiri karanlıkta nice duygusal son öpücüklere mazhar olmuştu.

Amory, kızların hayal bile edemeyeceği şeyler yaptığını görüyordu: Dans partileri sonrasında gece üçte uygunsuz kafelerde yemek yemeleri, yarı ciddi yarı alaycı yine de taptaze bir heyecanla hayatın her yönünden bahsedebilmeleri Amory’nin gözünde tam bir ahlaki hayal kırıklığıydı. Ama bunun ne denli yaygın olduğunu devasa bir gençlik aşkına benzeyen New York ve Chicago arasındaki şehirleri görene dek anlamamıştı.

Plaza’da bir öğleden sonra dışarıda bir kış karanlığı hüküm sürerken alt kattan hafif davul sesleri geliyordu. Havalı havalı yürüyerek lobiyi aşındırıyor, titizlikle giyinmiş bir halde birer kokteyl daha alıp bekliyorlardı. Çift taraflı kapılar açıldı ve üç kürk manto ufak adımlarla kırıta kırıta yürüyerek içeri girdi. Oradan tiyatroya geçildi, sonrasında Midnight Frolic’e… Elbette anne baştan sona yanlarındaydı. Ama uzaklardaki bir masada tek başına oturup bu tür eğlencelerin sanıldığı kadar kötü değil, aksine çok yorucu olduğunu düşündüğü için işleri çok daha gizemli ve dikkat çekici bir hale getiyordu. Ama P. K. yine âşıktı. Ne tuhaftı, öyle değil mi? Takside yeterince yer olmasına rağmen P. K. ve kolejli genç oraya sığamayacaklarını söyleyip ayrı bir arabayla gitmek zorunda kalmışlardı. Tuhaf! P. K. yedi dakika gecikmeyle yanlarına vardığında yüzü ne kadar da kızarmıştı. Ama P. K. bundan da paçayı yırtardı.

“Güzel kız” “sevgiliye”, “sevgili” de “fettan bir pilice” dönüşürdü. “Güzel kız”ı her öğleden sonra beş altı kişi ziyarete gelirdi. Eğer tuhaf bir kaza yaşanır da P. K.’nin aynı anda iki ziyaretçisi olursa bu, randevusu olmayan kişiyi rahatsız edici bir duruma sokardı. Dans aralarında “güzel kız”ın etrafı bir düzine adamla çevrilirdi. Dansa ara verildiğinde P. K.’yi bulmaya çalışın, sadece çalışın.

Aynı kız… Bu defa kendini caz müziğine ve ahlaki kuralları sorgulamaya kaptırmış. Amory saat sekizden önce tanıştığı her popüler kızı on ikiden önce muhtemelen öpecek olduğunu bilmeyi son derece büyüleyici bulurdu.

Amory bir gece Louisville Şehir Kulübü’nün önünde, bir limuzinde otururken yeşil tokalı kıza “Ne diye buradayız?” diye sordu.

“Bilmiyorum. Yaramazlığım üstümde.”

“Hadi dürüst olalım, birbirimizi bir daha asla görmeyeceğiz. Seninle buraya gelmek istedim, çünkü oradaki en güzel kız sendin. Beni tekrar görüp görmemek umurunda değil, değil mi?”

“Hayır, ama bu senin kızları tavlama lafın öyle değil mi? Bunu hak etmek için ne yaptım peki?”

“Dans etmekten yorulmadın, sigara ya da söylediğin diğer şeylerden hiçbirini istemiyorsun, öyle mi? Sen sadece şey istiyorsun…”

Kız “Eğer analiz etmek istiyorsan içeri girelim,” diye araya girdi. “Hadi artık bundan konuşmayalım.”

El örgüsü kolsuz süveterler modayken Amory ani bir ilhamla bunlara “oynaşma gömlekleri” adını takmıştı. Bu ad, salon çiftlerinin ve P. K.’lerin dudaklarında kıyıdan kıyıya dolaştı.

Betimsel

Amory artık on sekiz yaşında, bir seksen boyunda, geleneksel anlamda olmasa bile alışılmadık şekilde yakışıklıydı. Simsiyah kirpiklerle çevrili, delici bakışlı yeşil gözlerinin verdiği içtenlikle yüzü çok genç gözüküyordu. Kadın ve erkeklerde güzelliğe eşlik eden o yoğun hayvani çekicilikten tuhaf şekilde yoksundu. Kişiliğini daha çok zihniyle şekillendiriyordu ve bunu, bir musluk gibi açıp kapama gücüne sahip değildi. Ama insanlar onun yüzünü unutamazdı.

Isabelle

Merdivenlerin başında durdu. Atlama tahtasının başındaki dalışçıların, gala gecelerindeki başrol oyuncularının ve Büyük Maç’ı bekleyen iri yarı kaslı genç adamların hissettiği türden bir heyecan duyuyordu. Aşağıya Thaïs ve Carmen operalarının uyumsuz melodilerinin ve coşkulu davul seslerinin eşliğinde inmesi gerekirdi. Daha önce görünüşü konusunda hiç bu kadar endişelenmemiş ve ondan hiç bu kadar tatmin olmamıştı. On altı yaşına basalı altı ay olmuştu.

Kuzeni Sally giyinme odasının kapısından “Isabelle!” diye seslendi.

“Ben hazırım,” dedi. Sesinin heyecandan boğazına düğümlendiğini fark etti.

“Yeni bir çift terlik getirmeleri için birilerini eve yolladım. Bir dakikaya burada olur.”

Isabelle son bir defa aynaya bakmak için giyinme odasına doğru yöneldi, ama içinden bir ses orada durup Minnehaha Kulübü’nün geniş merdivenlerinden aşağı bakmasını söyledi. Baş döndürücü bir şekilde aşağı doğru kıvrılan merdivenlerin sonundaki salonda iki çift erkek ayağı dikkatini çekti. Yüksek tabanlı bu sıradan siyah ayakkabılar sahiplerinin kim olduğuna dair en ufak bir fikir vermiyordu, ama Isabelle içten içe bu ayakların bir çiftinin Amory Blaine’e ait olup olamayacağını merak ediyordu. Henüz karşılaşmadığı bu genç adam gününün büyük bölümünü meşgul etmişti, üstelik bu aslında oradaki ilk günüydü. İstasyonda trenden iner inmez kendisini karşılayan Sally tarafından bir soru, yorum, açıklama ve mübalağa yağmuruna tutulmuştu:

“Amory Blaine’i mutlaka hatırlıyorsundur. Seni tekrar görmek için can atıyor. Üniversiteden bir günlüğüne izin almış, bu akşam buraya geliyor. Senin hakkında o kadar çok şey duymuş ki… Gözlerini hatırladığını söylüyormuş.”

Isabelle bunları duyduğuna memnun olmuştu. Demek ki eşit şartlar altındaydılar. Gerçi Isabelle kendi aşk maceralarını reklama ihtiyaç duymadan da idare edebilme becerisine sahipti. Ama bu mutlu tatmin dalgası birden yerini bir düşkünlük hissine bırakınca sormuştu:

“Benim hakkımda çok şey duymuş da ne demek? Neler duymuş?”

Sally gülümsedi. Egzotik kuzeninin yanında bir gösteri kadınının becerilerine sahip olduğunu hissediyordu.

“Senin… Senin güzel olduğunu falan duymuş,” biraz duraksadıktan sonra devam etti, “ve sanırım daha önce öpüştüğünü de biliyor.”

Isabelle kürk pelerininin altında bu küçük yumruk darbesiyle sarsıldı. Azılı geçmişi tarafından kovalanmaya alışmıştı, hissettiği pişmanlık her defasında biraz daha azalıyordu, yine de böylesine tuhaf bir kasabada bu, üstünlük sağlayan bir şöhretti. O “hovarda” biriydi, öyle mi? Pekâlâ, öyle olup olmadığını kendileri göreceklerdi.

Isabelle pencereden dışarı bakarak bu dondurucu sabahta karın süzülerek yağışını izlemişti. Burası daima Baltimore’dan daha soğuk olurdu; bunu unutmuştu. Kapının camlı bölmesi buz tutmuş, pencerelerin köşelerinde karlar birikmişti. Isabelle’in aklında tek bir şey vardı. Acaba o da şu telaşlı şirketler caddesinde salınarak yürüyen mokasen ve kış karnavalı kostümlü çocuk gibi mi giyiniyordu? Ne kadar da Batılı işi! Elbette o böyle olamazdı. Princeton’a gitmişti, ikinci sınıfta falan olmalıydı. Hakikaten de onu hiç hatırlamıyordu. Eski bir fotoğraf albümünde sakladığı çok eski bir fotoğraftaki kocaman gözleri (muhtemelen gözleri hâlâ öyleydi) onu etkilerdi. Yine de geçen ay, kışı Sally’nin yanında geçirmesine karar verildiğinde, Amory hatırı sayılır rakiplerle karşılaşacağını tahmin etmişti. Bu yüzden en kurnaz çöpçatanlar olan çocuklar hemen dalaverelere başlamış, Sally de Isabelle’in heyecanlı mizacına uygun mektuplaşmalarla kendi payına düşen rolü zekice oynamıştı. Isabelle bir süredir gelip geçici fakat çok güçlü duyguların etkisi altındaydı.

Bir sapaktan içeri girerek karlı caddenin uzağında kalan beyaz taştan bir binanın önünde durmuşlardı. Bayan Weatherby onu içtenlikle karşılamış, küçük kuzenleri nazikçe saklandıkları köşelerden bir bir ortaya çıkmış, Isabelle de onları zarifçe selamlamıştı. Formunda olduğu için kendinden yaşça büyük kızlar ve birkaç kadın dışında tanıştığı herkesle dost olmuştu. Yarattığı her izlenimin farkındaydı. O sabah tanışıklığını tazelediği yarım düzine kız onun kişiliğinden, bir o kadarı da şöhretinden etkilenmişti. Amory Blaine herkesçe bilinen bir konuydu. Anlaşılan popüler olsun olmasın, oradaki her kız onunla bir zamanlar ilişki yaşamıştı; fakat içlerinden hiçbiri kayda değer bir bilgi paylaşma niyetinde değildi. Amory ona abayı yakacaktı… Sally bu bilgiyi genç arkadaş grubuna yaymış, onlar da Isabelle’i görür görmez aynı sözleri Sally’ye iade etmişti. Isabelle içten içe eğer mecbur kalırsa kendini onu sevmeye zorlama kararı almıştı, bunu Sally’ye borçluydu. Korkunç derecede hayal kırıklığına uğrayabilirdi. Sally onu öve öve bitirememişti: Yakışıklıydı, “isterse mükemmel biri olabilirdi”, bilgiliydi ve gerektiği gibi vefasızdı. Aslında çağın ve çevrenin Isabelle’e arzulattığı tüm romantizmin bir özetiydi. Isabelle aşağıdaki yumuşak halının üzerinde bir o tarafa bir bu tarafa dolanan dans ayakkabılarının onun olup olmadığını merak ediyordu.


Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
(всего 830 форматов)