banner banner banner
Cennetin bu yakası
Cennetin bu yakası
Оценить:
 Рейтинг: 0

Cennetin bu yakası


Amory durumundan hiç de memnun değildi. St. Regis’te tanınan ve sevilen biri olarak kazanmış olduğu konumu özlüyordu. Yine de Princeton onu heyecanlandırıyordu, ileride karşısına içindeki Machiavelli’yi uyandıracak birçok fırsat çıkacağını ve tek ihtiyacının biraz destek olduğunu düşünüyordu. Geçen yaz isteksiz bir lise mezunu olarak göz attığı seçkin üniversite kulüpleri şimdi dikkatini çekiyordu: Ivy (Sarmaşık) tarafsız ve son derece aristokratikti; Cottage (Kulübe) olağanüstü maceracılarla iyi giyimli çapkınların muazzam bir karışımıydı; Tiger Inn (Kaplan Hanı) hazırlık okulları tarafından ince ince işlenerek hayat verilen geniş omuzlu sportif kişilerin yeriydi; Cap and Gown (Kep ve Cübbe) alkol karşıtı, biraz dindar ve politik açıdan güçlüydü; şatafatlı Colonial (Sömürgeci); edebi Quadrangle (Avlu) ve farklı yaş ve pozisyondaki daha niceleri…

Alt sınıftan bir öğrencinin ön plana çıkmasına sebep olan bir şey hemen lanetli “modası geçmiş” lafıyla etiketleniyordu. Filmler, sert yorumlar sayesinde zenginleşiyor, ama her nasılsa bu yorumları yapanların modası geçiyordu. Kulüplerden bahsetmenin modası geçiyordu. Bir şeyi, örneğin içkili partileri ya da içki düşmanlığını fazla desteklemenin modası geçiyordu. Şahsi olarak dikkatleri üzerine çekenlere tahammül gösterilmiyordu, etkili adam kendini bir şeye adamamış olandı; ikinci sınıftaki kulüp seçimlerine kadar herkesin üniversite kariyerlerinin sonuna kadar bağlı kalacakları bir taraf seçmeleri bekleniyordu.

Amory Nassau Literary Magazine’de yazmak faydasızken Daily Princetonian’ın yayın kurulunda olmanın herkesi etkileyebileceğini anlamıştı. İngiliz Tiyatro Birliği’nde ölümsüz gösterilere imza atma hayalleri, en parlak beyin ve yeteneklerin her sene büyük Noel turnelerine çıkan müzikal komedi topluluğu Triangle Kulübü’nde toplandığını öğrenmesiyle suya düştü. Kafasında yeni arzuların ve hırsların oluşmaya başladığı bu sıralarda yemekhanede kendini son derece yalnız ve huzursuz hissediyordu. İlk dönemi başkalarının çabuk kazanılan başarılarını kıskanarak ve Kerry’yle neden hemen sınıfın seçkinleri arasına kabul edilmediklerine dertlenerek geçirmişti.

Birçok öğleden sonrayı Pansiyon 12’nin penceresinin önüne uzanıp yemekhaneye girip çıkan sınıf arkadaşlarını izleyerek geçiriyorlardı. Kimi kendini önemli kişilerin yanına atmış bir uydu gibi onları takip ediyordu. Kimisi aceleci adımlarla başlarını yerden kaldırmadan yürüyen, kalabalık grupların arasında olmanın verdiği güveni kıskanan çalışkan ve yalnız ineklerdi.

Amory bir gün kanepede uzanmış derin düşüncelere dalarak bir paket Fatima’yı[16 - 1900’lerin başında oldukça popüler olan, Türk tütünü kullanan bir sigara markası. (ç.n.)] bitirmekle meşgulken Kerry’ye “Biz lanet olası orta sınıfız, olan bu!” diye dert yandı.

“Pekâlâ, neden olmasın? Biz de aynı şeyi küçük üniversiteler için söyleyebilelim diye Princeton’a geldik; daha fazla özgüven, daha iyi bir giyim tarzı, daha çok gösteriş…”

Amory “Ah, bunu söylerken aklımda yanardöner kast sistemi yoktu,” dedi. “Tepemizde birkaç popüler çocuk olmasını seviyorum, ama lanet olsun Kerry, ben de onlardan biri olmalıydım.”

“Ama şu an için ne yazık ki sadece terli bir burjuvasın.”

Amory konuşmadan bir süre öylece yattı.

En sonunda “Uzun süre böyle kalmayacağım,” dedi. “Ama çabalayarak bir yere gelmekten nefret ediyorum. Ter dökmem gerekir, biliyorsun.”

Kerry “Onurlu terler,” dedi ve başını birden sokağa doğru uzattı. “Neye benzediğini görmek istiyorsan işte Langueduc, arkasında da Humbird var.”

Amory ayağa fırlayarak pencereye doğru koştu.

Bu değerli kişileri baştan ayağa süzerek “Oo,” dedi. “Humbird epey göz alıcı ama şu Langueduc, sert tiplerden değil mi? Öylelerine hiç güvenmem. İşlenmemiş tüm elmaslar büyük gözükür.”

Heyecan yatışınca Kerry “Ee,” dedi, “Edebi deha sensin. Gerisi sana kalmış.”

Amory duraksayarak “Merak ediyorum,” dedi, “acaba gerçekten edebi bir deha olabilir miyim? Bazen gerçekten öyle olduğumu düşünüyorum. Bunu söylemem çok korkunç, senden başkasına böyle bir şey söyleyemezdim.”

“Peki, hadi durma. Saçlarını uzat ve Lit’teki şu D’Invilliers denen adam gibi şiirler yaz.”

Amory uyuşuk bir şekilde masanın üzerinde duran dergi yığınına uzandı.

“Son yazdığını okudun mu?”

“Hiç kaçırır mıyım? Eşsizler.”

Amory dergiye şöyle bir göz attı.

Şaşkınlıkla “Hey!” dedi. “O da birinci sınıfta, değil mi?”

“Evet.”

“Şunu dinle! Aman Tanrım!”

“Bir hizmetçi kadın konuşuyor:
Siyah kadifeden izler toplanıyor gün yüzünde
Beyaz şeritli mumlar hapsolmuş gri çerçevelere
Titriyor cılız alevleri gölgeler gibi rüzgârda
Pia, Pompia, gel… Gel buraya…”

“Tanrı aşkına şimdi bu, ne anlama geliyor?”

“Bu bir yemek odası sahnesi.”

“Kilitlenmiş ayak parmakları uçan bir leyleğinkiler gibi
Uzanmış yatağına, beyaz çarşaflar üzerine
Elleri kıpırtısız göğsünün üzerinde tıpkı bir azizinkiler gibi
Bella Cunizza, hadi gel ışığa!”

“Aman Tanrım Kerry, bu da neydi böyle? Yemin ederim onu hiç anlamıyorum, bir de ben edebiyat meraklısıyımdır.”

Kerry “Çok çetrefilli,” dedi, “okurken yalnızca musalla taşını ve bozuk sütü düşünmelisin. Diğer yazdıkları kadar vurucu değil.”

Amory dergiyi masanın üzerine fırlattı.

İç çekti, “Elbette henüz ne olacağım belli değil. Sıradan biri olmadığımı biliyorum, yine de sıradan olmayan diğer insanlardan iğreniyorum. Zihnimi tiyatroya adayıp büyük bir oyun yazarı mı olmalıyım yoksa Golden Treasury antolojilerine nanik yaparak Princeton’lı parlak bir çocuk mu, henüz karar veremedim.”

Kerry “Ne diye karar veresin ki?” dedi. “En iyisi benim gibi başıboş dolaş dur. Ben Burne’ün smokininin kuyruğuna takılıp önemli biri olacağım.”

“Ben başıboş dolaşamam, ben ilgi çekmek istiyorum. Başkaları adına bile olsa torpilli olmak, Princetonian kurulunda yer almak ya da Triangle kulübünün başkanı olmak istiyorum. Ben hayran olunmak istiyorum, Kerry.”

“Kendini çok fazla düşünüyorsun.”

Amory bunun üzerine yerinden doğrulup oturdu.

“Hayır. Seni de düşünüyorum. Şu an züppelik hâlâ eğlenceliyken dışarı çıkıp sınıftakilerle kaynaşmalıyız. Mesela haziran ayındaki baloya genç bir kız getirmek istiyorum ama onu ödül olarak oraya getirilen salon güllerine, futbol takımının kaptanına ve diğer basit insanlara tanıtmam beni şirin göstermeyecekse bunu yapamam.”

Kerry sabırsızca “Amory,” dedi, “boşa kürek çekiyorsun. Önemli biri olmak istiyorsan dışarı çık ve bir şeyler dene, eğer yapamıyorsan boş ver gitsin.” Esneyerek devam etti, “Hadi bırakalım bunları. Aşağı inip futbol antrenmanını izleyelim.”

Amory eninde sonunda bu bakış açısını kabullendi, bir sonraki sonbaharda kariyerini resmen başlatma kararı alarak kendini Kerry’nin Pansiyon 12’den yarattığı eğlenceleri izlemeye bıraktı.

Yahudi gencin yatağını limonlu turtayla doldurdular. Her akşam Amory’nin odasındaki jikleye hava üfleyip Bayan On İki’yi ve yerel tesisatçıyı hayretler içinde bırakarak tüm evdeki gazı kestiler. “Adi sarhoşlar”a sataşmak için tüm resimlerini, kitaplarını ve eşyalarını banyoya taşıdılar ama Trenton’daki bir âlemden döndüklerinde sarhoş kafayla olan biteni gören ikili bunu şaka olarak algılayınca büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Akşam yemeğinden güneş doğana kadar red-dog, yirmi bir ve poker oynadılar. Pansiyondakilerden birinin doğum gününde adamı bolca şampanya almaya ikna ederek gürültülü bir kutlama yaptılar. Kerry ve Amory’nin içki içmeyen parti sahibini kazara merdivenlerden iki kat aşağı düşürmesi üzerine adamın revirde geçirdiği bir hafta boyunca ona utangaç ve tövbekâr diye seslendiler.

Kerry bir gün Amory’nin mektuplarının çokluğundan dert yanarak “Söyle bakalım, kim bu kadınlar?” diye sordu. “Son zamanlarda posta pullarına bakıyorum, Farmington ve Dobbs ve Westover ve Dana Hall’dan geliyorlar, neler oluyor?”

Amory sırıttı.

“Hepsi de St. Paul ve Minneapolis’ten,” diyerek isimleri saymaya başladı. “Marylyn De Witt güzeldir, kendi arabası var, çok kolay bir kız. Sally Weatherby epey şişmanlamaya başladı. Myra St. Claire eski bir hikâye, kolay öpülen biri, eğer böylesinden hoşlanıyorsan tabi…”

Kerry “Nasıl tavlıyorsun onları?” diye sordu. “Ben her şeyi denedim ama tutucu tipler benden hiç çekinmiyor bile.”

Amory “Sende ‘iyi çocuk’ tipi var da ondan,” dedi.

“Aynen öyle. Anneler kızlarının benim yanımdayken güvende olacağını hissediyor. Cidden, çok sinir bozucu! Birinin elini tutmaya kalksam bana gülüp sanki el onlara ait değilmiş gibi izin veriyorlar. Ben o eli tutar tutmaz sanki el onların olmaktan çıkıyor.”

Amory “Somurt,” diye öneride bulundu. “Onlara çılgın biri olduğunu, seni yola getirmek zorunda olduklarını söyle, kızıp eve git yarım saat sonra geri dön ve onlara bağır.”