En küçük oğlan ayaklanmış. “Selam olsun baba. Bu gece benim de dolap için nöbet tutmama izin ver.”
“Peki evlat, yalnızca göreceklerin seni korkutmasın.”
“Tanrı’nın isteğine göre olsun,” demiş delikanlı.
Oğlan kalkıp dört iğne almış ve başını yastığa koymuş. Dört iğneyi de dört farklı yere yerleştirmiş. Uyku onu ele geçirdiğinde başını bir iğneye çarpmış ve böylece saat ona kadar uyanık kalmış. Kardeşinin beşiğinden kalktığını görmüş. Kız takla atarken oğlan da onu izliyormuş. Kızın dişleri küreğe, tırnakları baltaya dönüşmüş. Küçük kız dolaba gidip her şeyi yemiş. Tabakları bomboş bırakmış. Sonra yeniden takla atıp eskisi gibi küçülmüş ve beşiğine dönmüş. Delikanlı olanları görünce korkudan tir tir titremiş. Şafağın sökmesine dek geçen zaman ona on yıl gibi gelmiş. Hemen kalkıp babasının yanına gitmiş. “Selam olsun baba.”
Babası hemen, “Bir şey gördün mü Peterkin?” diye sormuş.
“Ne gördüm, ne görmedim… Bana para ve at ver. Parayı taşıyabilecek kuvvette bir at olsun. Evlenmek için uzaklara gideceğim.”
Babası ona birkaç çuval duka vermiş. Oğlan hepsini ata yüklemiş. Gidip şehrin sınırında bir çukur kazmış. Taştan bir sandık yapıp tüm parayı içine koymuş ve sandığı gömmüş. Üzerine bir haç koyup gitmiş. Sekiz yıl boyunca seyahat ettikten sonra bütün uçan kuşların kraliçesine rastlamış.
Kuşların kraliçesi, “Nereye gidiyorsun Peterkin?” diye sormuş.
“Oraya, ölümün de yaşlılığın da olmadığı yere gidiyorum evlenmek için.”
Kraliçe, “Burada ölüm de yok yaşlılık da,” demiş.
Peterkin de ona, “Burada nasıl ölüm de yaşlılık da olmaz?” diye sormuş.
Kraliçe, “Ben bu ormandaki tüm ağaçları kestiğimde ölüm gelip beni ve yaşlılığı alacak,” diye cevap vermiş.
Peterkin, “Bir gün ve bir sabah ölüm ve yaşlılık gelip beni alacak,” demiş.
Sonra yeniden yola düşüp sekiz yıl daha seyahat etmiş. Sonunda bakırdan bir saraya varmış. Saraydan bir kız çıkmış, onu tutup öpmüş. “Uzun zamandır seni bekliyordum,” demiş sonra.
Atı alıp ahıra koymuş. Delikanlı geceyi orada geçirmiş. Sabah kalkıp eyerini atına yerleştirmiş.
Genç kız ağlamaya başlamış. “Nereye gidiyorsun Peterkin?” diye sormuş.
“Ölümün de yaşlılığın da olmadığı o yere.”
Genç kız ona, “Burada ölüm de yok yaşlılık da,” demiş.
Peterkin, “Nasıl oluyor da burada ölüm de yaşlılık da olmuyor?” diye sormuş.
“Bu dağlar ve ormanlar yerle bir olduğunda ölüm gelecek.”
“Burası bana göre bir yer değil,” demiş delikanlı ona. Sonra yeniden yollara düşmüş.
Peki atı ona ne demiş? “Efendi, beni dört kez, kendini iki kez kırbaçla. Çünkü Pişmanlık Ovası’na vardın. Pişmanlık seni ele geçirecek. Seni de atı da dümdüz edecek. O yüzden atı mahmuzla, kaç, sakın oyalanma.”
Genç oğlan bir kulübeye varmış. Kulübede on yaşında bir çocuğa rastlamış. Çocuk ona, “Burada ne arıyorsun Peterkin?” diye sormuş.
“Ölümün de yaşlılığın da olmadığı o yeri arıyorum.”
Çocuk, “Burada ölüm de yok yaşlılık da,” demiş. “Ben Rüzgârım.”
Peterkin bunun üzerine, “Buradan asla ama asla ayrılmayacağım,” demiş. Yüz yıl boyunca orada yaşamış ve hiç yaşlanmamış.
Delikanlı orada yaşarken Altın ve Gümüş dağlarına avlanmaya gidiyormuş ama av etlerini eve nadiren getirebiliyormuş.
Rüzgâr ona demiş ki: “Peterkin, Altın dağlarına git, Gümüş dağlarına git ama sakın Pişmanlık dağlarına ve Keder vadisine gitme.”
Peterkin ona kulak asmayarak Pişmanlık dağına ve Keder vadisine gitmiş. Keder onu ele geçirmiş. Delikanlı, gözlerinde yaş kalmayıncaya kadar ağlamış.
Ardından Rüzgâr’a gitmiş. “Ben babama döneceğim, burada daha fazla kalamam,” demiş.
“Gitme, baban öldü, abilerin bıraktığın evde değiller. Bir milyon yıl gelip geçti o zamandan beri. Babanın sarayının nerede olduğu bile bilinmiyor artık. Üzerine kavunlar ekmiş olmalılar. O taraftan geçeli bir saat oldu daha.”
Ama delikanlı oradan ayrılmış. Bakırdan sarayı olan kızın yanına varmış. Geride tek bir çubuk kalmış, kız onu kesip yaşlanmış. Oğlan kapıyı çalınca çubuk düşmüş ve kız ölmüş. Oğlan kızı gömüp yeniden yola düşmüş. Koca ormandaki kuşlar kraliçesinin yanına gitmiş. Tek bir dal kalmış geride ama kırılganmış.
Kraliçe onu görünce, “Peterkin, hâlâ gençsin,” demiş.
Peterkin de ona, “Bana burada kalmamı söylediğini hatırlıyor musun?” diye sormuş.
Kuşlar kraliçesi dala basınca dal kırılmış. Kraliçe de düşüp ölmüş.
Peterkin babasının sarayının olduğu yere gelip etrafına bakınmış. Ortada ne saray varmış ne başka bir şey. Peterkin hayrete düşmüş. “Tanrım, sen ne kudretlisin!” Yalnızca babasının kuyusunu tanıyabilmiş. Yanına gitmiş. Cadı olan kız kardeşi onu görünce, “Uzun zamandır seni bekliyorum köpek,” demiş. Abisini yemek için üzerine saldırmış ama Peterkin istavroz çıkarınca yok olmuş.
Peterkin oradan da ayrılmış ve birden sakalı beline dek inen yaşlı bir adama rastlamış. “Kızıl Kral’ın sarayı nerede? Ben onun oğluyum.”
“Nasıl yani?” demiş ihtiyar adam. “Sen bana onun oğlu olduğunu mu söylüyorsun? Babamın babası Kızıl Kral’dan bahsederdi bana. Onun şehri artık yok. Ortada olmadığını görmüyor musun? Bir de gelmiş bana Kızıl Kral’ın oğlu olduğunu söylüyorsun.”
“Babamın yanından ayrılmamın üzerinden yirmi yıl bile geçmedi ihtiyar ama sen bana babamı tanımadığını söylüyorsun.” (Evinden ayrılalı bir milyon yıl olmuştu aslında.) “İnanmıyorsan düş peşime.”
Taştan sandığın olduğu yere gitmiş. Zeminin yalnızca bir karış altındaymış ama para dolu sandığa ulaşması iki gün sürmüş. Sandığı dışarı çıkarıp açtığında bir köşede ölüm, diğer köşede yaşlılık inliyormuş.
Yaşlılık demiş ki: “Yakala şunu ölüm.”
“Kendin yakala.”
Yaşlılık onu önden tutmuş, ölüm de arkadan.
İhtiyar adam, Peterkin’i düzgünce gömmüş ve başına bir haç dikmiş. Sonra parayı ve atı kendine almış.
Gebelik Elmaları
Bir zamanlar bir kral ve bir kraliçe varmış. On altı yıldır çocukları olmuyormuş. Kral artık umudunu kesmeye başlamış. Çocukları olmadan ne yapacaklarını düşünerek ağlayıp sızlanıyormuş. Bir gün Kral Kraliçe’ye, “Kraliçem, seni bırakıp uzaklara gideceğim. Döndüğümde bir oğlan doğurmamış olursan bil ki seni ya ellerimle öldüreceğim ya da uzaklara göndereceğim ve bundan sonraki hayatımı sensiz yaşayacağım,” demiş.
Bu sırada başka bir kral da ona gelip onunla savaşması için meydan okumuş. Eğer onunla savaşmaya gelmezse bizzat gelip onu tahtında öldüreceğini söylemiş. Kral Kraliçe’ye, “Savaşmam için meydan okundu. Eğer bir oğlum olsaydı o giderdi ben evde mi kalırdım?” demiş.
Kraliçe, “Ah, Kralım, Tanrı bize erkek evlat vermemeyi seçmişse ben ne yapabilirim? Elimden ne gelir?” demiş.
Kral, “Bana Tanrı’dan bahsetme,” demiş. “Geldiğimde bir oğlan doğurmadığını görürsem seni öldüreceğim.”
Kral yola koyulmuş.
O sırada yüce Tanrı ve Aziz Peter, Kraliçe için ne yapabileceklerini konuşuyorlarmış. Tanrı, Peter’a, “Al bakalım Peter. Bu elma ile aşağı in, Kraliçe’nin penceresinin önünden geçerken de elmam var, kim ki bu elmadan yerse gebe kalır, diye haykır. Seni duyacak. Kral’ın geri dönüp onu öldürmesi çok üzücü olur Peter.”
Aziz Peter elmayı alıp aşağı inmiş ve Tanrı’nın dediklerini yapmış. Kraliçe’nin penceresi önünde bağırmış. Kadın onu duyup dışarı çıkmış, adamı yanına çağırmış ve “Bu elma için ne kadar istersin?” diye sormuş.
“Çok para isterim,” demiş Aziz Peter. “Bana bir kese para ver.”
Kraliçe para kesesini adama verip elmayı almış ve yemiş. Yer yemez de gebe kalmış. Aziz Peter para kesesini orada bırakmış. Zaman akıp gitmiş. Kraliçe’nin doğum yapacağı gün yaklaşmış. Derken tam da eşinin savaştan galip döndüğü gün bir oğlan doğurmuş. Kral eve gelip de Kraliçe’nin ona bir oğlan doğurduğunu görünce şarap dükkânına gidip sarhoş olana kadar içmiş. Oradan dönerken kapıda düşüp ölmüş. Oğlan bunu duyunca annesinin kollarından ayrılmış ve şarapçıyı bir darbeyle öldürüp evine dönmüş. Halk ve soylular onu dikkatle izleyip kahramanlığına hayran olmuş. Ama üzerinde kötü gözler de varmış. Üç gün hasta yattıktan sonra nazardan ölmüş.
Üçüncü Bölüm
BUKOVİNA ÇİNGENE MASALLARI
Her Şey Aydınlandı
Karınca yuvasındaki karıncalar kadar çok çocuğu olan bir adam varmış. Kızlarından üçü mısır toplamaya gitmiş. O sırada imparatorun oğlu oradan geçiyormuş. En büyük kız, “İmparator benimle evlenirse tek bir ip yumağından, tüm ordusuna yetecek kıyafet dikerdim,” demiş. Ortanca kız, “Ben tek bir somunla bütün ordusunu beslerdim,” demiş. En küçük kız ise, “Benimle evlenirse ona zeki ve güzel ikiz çocuklar doğururdum. Saçları altın, dişleri inci gibi olurdu,” demiş.
Prensin hizmetkârı onları duymuş ve hemen gidip efendisine anlatmaya başlamış: “En büyük kız dedi ki onunla evlenirseniz, tek bir ip yumağından bütün orduya yetecek kıyafet dikermiş. Ortanca kız, onunla evlenirseniz bütün orduyu tek bir somunla doyuracağını söyledi. Küçük kızsa onunla evlenirseniz size altın saçlı, güzel ve zeki ikiz çocuklar doğuracağını söyledi.”
“Geri dön!” diye haykırmış adam. “En küçük kızı alıp arabaya getir.”
Adam kızı eve götürmüş. Altı ay beraber yaşamışlar, sonra savaşmak için orduya çağırılmış. Savaşta bir yıl kadar kalmış. O sırada karısı iki oğlan doğurmuş. Hizmetçi onları alıp bir domuz ahırına atmış. Annenin yanına ise iki köpek yavrusu bırakmış.
Akşam domuzlar ahırlarına döndüklerinde büyük olanı, “Aha! Efendimizin oğulları burada. Çabuk onlara bir emzik ver ve ikisini de ısıt,” demiş.
Domuzlar yeniden tarlaya gitmiş. Hizmetkâr gelip oğlanların iyi olduğunu, ölmediklerini görmüş ve ikisini de alıp atların ahırına götürmüş. Akşam atlar döndüklerinde en büyük kısrak, “Aha! Efendimizin oğulları, çabuk onlara bir emzik verin,” diye haykırmış.
Sabah atlar yeniden tarlaya gitmişler. Hizmetçi, çocukları alıp bir gübreliğin içine gömmüş. Çocukların gömüldüğü yerde altın rengi iki köknar büyümüş.
İmparator savaştan döndüğünde hizmetkârı onu karşılamış. “İmparatorum, İmparatoriçe iki köpek yavrusu doğurdu.”
İmparator, İmparatoriçe’yi kapının arkasına beline dek gömmüş ve iki köpek yavrusunu da onu emmeleri için orada bırakmış. Sonra hizmetkârıyla evlenmiş. Hizmetkâr İmparator’a, “Şu köknarları kes de bana bir yatak yap,” demiş.
“Kesmem. Muhteşem bir güzellikleri var.”
“Eğer kesmezsen öleceğim.”
İmparator adamlarını işe koşmuş. Köknarlar kesilmiş, bütün kıymıkları toplanıp ateşte yakılmış. Kalanından iki kalaslı bir yatak yapmış ve yeni karısıyla o yatakta uyumuş.
Büyük kardeş, “Kardeşim, sen de bir ağırlık hissediyor musun?” diye sormuş.
“Hayır, ben ağırlık hissetmiyorum. Çünkü üzerimde babam yatıyor. Sen ağırlık mı hissediyorsun?”
“Evet, çünkü üzerimde üvey annem uyuyor.”
Kadın konuşmaların hepsini duymuş. Sabah kalkınca, “İmparatorum, bu yatağı kesip ateşe at da yansın,” demiş.
“Yakmam.”
“Ama yakmalısın, yoksa öleceğim.”
İmparator, yatağın ateşe atılmasını emretmiş. Kadın da bacanın tıkanmasını, dışarı tek bir kıvılcım bile kaçmasına engel olmalarını söylemiş. Ama iki kıvılcım kaçmış ve bir çift kuzunun üzerine düşmüş. Kuzular birden altına dönmüş. Kadın bunu görünce hizmetkârlarına kuzuları öldürmelerini emretmiş. Sonra hizmetkârlarına yıkamaları için hayvanların bağırsaklarını vermiş. Bütün bağırsaklar sayılıymış. Hizmetkârlar derede yıkarken iki parçası suya düşmüş. Hizmetkârlar iki parçayı ikiye bölerek sayıyı denkleştirmiş ve eve dönmüşler. Suya düşen o iki bağırsak parçası, iki güvercine dönüşmüş. Sonra bir takla atıp14
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Spectator’a göre (24 Aralık 1897), 1896-97’de Surrey’de on bin Çingene kışlamıştı!
2
Yalnızca 150 kopyası bulunduğundan ve bunların çoğu kesinlikle yok olduğundan, zaman içinde libri rarissimi sayılacak olan Gypsy Lore Journal’a (1888-92 arasını kapsayan üç cilt) sık sık referans vereceğim.
3
Edirne’de yerleşik yaşam süren ihtiyar bir Çingene kadın tarafından anlatılmıştır.
4
Kláka. “Claca,” der Grenville Murray, “Eflak bölgesinde son derece popüler olan bir tür toplantıyı ifade eder. Eğer bir ailenin, belirli bir durum özelinde yapılacak belirli bir işi varsa, komşularını gelip onlar için çalışmaya davet eder. İş tamamlandığındaysa müthiş bir eğlence tertip edilir. Şarkı söylenir, dans edilir ve hikâyeler anlatılır.” – Doine; or Songs and Legends of Roumania (Lond. 1854), sf. 109.
5
Dr. Barbu Constantinescu, kötü nazarla büyü yapmanın uzun ve güzel bir formülünü verir.
6
Ölen bir kızın çiçeğe dönüşmesi motifi, Hint masallarında çok yaygındır.
7
Dá pes pe sherésti, kelimesi kelimesine, “kendini başının üzerinde döndürmek”. Çingene masallarında bu pek vakur olmayan hareket, neredeyse her dönüşümden önce görülür.
8
Altın saçlı çocuk başka masallarda da karşımıza çıkar. İki elma, doğum izleri olabilir.
9
Bu noktada bahis ya da ona benzer bir şeyin atlandığı çok açık.
10
Dört peni değerindeki eski bir İngiliz gümüş parası. (ç.n.)
11
Romanya Çingenelerinin kullandığı bu sözcüğün hemen her Çingene lehçesinde benzer bir formu bulunur (bakht, bahi, bok, bachi vs.). Paspati, Türk-Çingene sözcükleri listesinde (1870) şöyle der: “Bakht, i. Talih, cins, rastlantı… Les Grecs et le Turcs se servent trés souvent du meme mot”; Miklosich de Modern Yunancadan μπάκτι (Ueber die Mundarten, vii. 14) sözcüğünü alıntılar. Modern Yunancada ve Türkçede bu Çingene sözcüğünün yer alması Çingenelerin Balkan yarımadasındaki derin etkisinin bir göstergesidir. Bakht, fortune, aynı zamanda Farsçada da yer alır.
12
Bu kısım biraz kafa karıştırıcı ama prenses tarafından söylenmiş gibi görünen kısımların aslında saatçi tarafından söylendiğini, diyaloğu saatçinin tek başına sürdürdüğünü kastediyor olmalı.
13
Bu, prensesin ilk gerçek konuşmasıdır. Kadınca davranarak bir elbisenin fiyatı konusunda aptalca bir erkek yorumuna dayanamaz.
14
Bu konuyla ilgili daha önce verdiğimiz nota bakınız.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов