David S. Kidder, Noah D. Oppenheim
Entelektüelin Kutsal Kitabı Biyografiler
Dahiyane katkıları ve bize olan inançları ile bu serinin hazırlanmasını mümkün kılan Leigh Haber ve Joy Tutela’ya
Yayıncı notu
İçeriğinden dolayı serinin diğer kitaplarında olduğu gibi, bu kitabın da orijinal baskısında ciddi bir özen gösterildiğinin farkındaydık. Üzerimize aldığımız sorumluluğun bilincinde olarak, eserin Türkçe baskısını emin ellere bırakmak istedik. Bu nedenle kitabı konunun uzmanı akademisyen arkadaşlara teslim ettik. Elinizdeki kitabı, çok uzun ve zahmetli bir hazırlık aşamasından sonra beğeninize sunuyoruz.
Çok önemli bazı şahsiyetlerin Biyografiler’in sayfalarında yer almadığını fark edeceksiniz. Bunun nedeni yazarın bu isimlere serinin ilk kitabı olan Entelektüelin Kutsal Kitabı’nda yer vermiş olması. Örneğin Mao, Nelson Mandela, Hitler, Martin Luther King ve Dostoyevski gibi kişileri ya içinde yer aldıkları olaylar ya da yaşam hikayeleriyle serinin ilk kitabında bulabilirsiniz.
Hazırlıklarına devam ettiğimiz serinin üçüncü kitabı Modern Kültür ile birlikte her üç kitap da umarız amacına ulaşan birer kaynak kitap olur ve kütüphanenizdeki hak ettiği yeri alır.
Giriş
Entelektüelin Kutsal Kitabı serisi ile okuyucularımız için anlaşılır ve eğlenceli bir bilgi kaynağı oluşturmayı amaçladık. Elinizdeki ciltte dünyanın en hayranlık uyandırıcı insanlarına ait kısa biyografiler bir araya getirilmiştir.
Serinin bu bölümünü biyografilere ayırmamızın son derece haklı gerekçeleri var. Tarih boyunca sıradışı kişiler dünyanın gidişatını belirlemiş ve değiştirmiştir. İmparatorlukların yükselişi ve düşüşü, dinlerin doğuşu ve gelişimi, sanatsal dehanın dışavurumu, bilimsel keşifler… Tüm bunları mümkün kılan en önemli unsur istisnai bireylerin katkılarıdır. Peki, bu insanları başkalarından ayıran şey ne? Bu sorunun yanıtını elinizdeki kitapta bulacaksınız. Serimizin bu bölümünde dünyaya damgasını vuran insanların büyüleyici hayat öyküleri yer alıyor.
Kitaptaki 365 biyografi aşağıdaki kategorilere göre sınıflandırıldı:
Liderler
Kitleleri harekete geçiren karizmatik kişiler
Filozoflar
Dünyaya farklı açılardan bakan ve diğer insanların önünde yeni ufuklar açan düşünce adamları
Yenilikçiler
İnsanlık tarihinde yaşanmış en büyük ilerlemelerin arkasındaki beyinler
Savaşçılar ve Zalimler
Çağdaşları veya tarih tarafından mahkum edilen insanlar
Yazarlar ve Sanatçılar
İnsan düşüncesinin sınırlarını yıkan yaratıcı ruhlar
Asiler ve Reformcular
Mevcut düzeni daha iyi veya daha kötü yönde değiştiren putkırıcılar
Din Adamı ve Peygamberler
Yüce güçleri anlamamıza imkan veren ruhani kişilikler
Khufu
Antik Mısır firavunu Khufu (MÖ 2609-2566) mezarının, kendi büyüklüğünü yansıtan devasa bir anıt olmasını istiyordu. Çöldeki büyük piramit sadece ölüm sonrası yolculuğu sırasında ruhunun korunmasını sağlamayacak, aynı zamanda insanlığın yirmi üç yıllık hükümranlığını hiç unutmamasını da mümkün kılacaktı.
Gerçekten de öyle oldu. Khufu’nun ismi daima Giza’nın Büyük Piramit’i ile birlikte anıldı. Piramidin inşası için büyük bir işçi ordusunun neredeyse firavunun ömrü boyunca çalışması gerekmişti. Antik dünyanın yedi harikasından biri olan piramit, inşası bittiği zaman dünyanın insan elinden çıkmış en yüksek yapısıydı –ve sonraki 3000 yıl boyunca da öyle kalacaktı.
Piramitlere olan tutkusu dışında Khufu hakkında pek az şey bilinmektedir. Kral Sinefru’nun oğlu ve Antik Mısır’ın dördüncü hanedanının ikinci üyesiydi. Sinefru’nun ölümünün ardından henüz yirmili yaşlarındayken firavun oldu. Nübya,* Güney Mısır ve batıda da Libya’ya olmak üzere çeşitli seferler düzenlediği tahmin edilmektedir.
Antik Mısırlıların ölümden sonraki hayata ilişkin inançlarının piramitlerin inşası üzerinde önemli bir etkisi olduğuna inanılmaktadır. Antik Mısırlılar firavunların yaşayan tanrılar olduğuna inanıyordu. Firavunların öldükten sonra cennete gidebilmesi ise ancak piramitler sayesinde mümkün oluyordu.
Khufu’nun büyük piramidi, Giza’da inşa edilmiş ilk ve en büyük yapıdır. Firavun ayrıca eşleri ve akrabaları için daha küçük başka anıtlar da inşa ettirmişti. Benzer bir şekilde Khufu’nun kendisinden sonra gelen iki halefi de bu bölgede kendi piramitlerini inşa ettirmiştir. Piramitlerin inşasında kullanılan kireç taşlarının önemli bir bölümü çevre bölgelerden çıkarılmış ve Nil Nehri üzerinde sallarla taşınmıştır. Daha sonra üç tonluk bloklar halinde inşaat alanına kadar devasa bir rampanın üzerinde sürüklenmişlerdir. Piramit yapımında kullanılan diğer malzemeler ise Lübnan gibi uzak bölgelerden getirilmiştir.
Ellili yaşlardaki ölümünün ardından Khufu mumyalandı ve piramidin içindeki derin bir mezara gömüldü. Her ne kadar piramidin taştan olan dış yüzeyi ve dış kısımları bin yıl içerisinde yağmalanmış olsa da, Büyük Piramit firavunun da istediği gibi büyük ölçüde hasar görmeden günümüze kadar ayakta kalabilmiştir.
Ek Bilgiler1- Büyük Piramit’in inşasında yaklaşık 2.3 milyon kireçtaşı kullanılmıştır. Bazılarının ağırlığı on beş tona kadar ulaşabilmektedir. Piramidin toplamda 6 milyon ton ağırlığında olduğu tahmin edilmektedir.
2- Khufu’nun tam adı “Khnum, beni koru” anlamına gelen “Khnum-Khufwy”dur. Khnum Antik Mısır’ın Nil tanrısıydı. Nil Nehri, Antik Mısır tarımı ve ticareti için hayati önem taşıyordu.
3- Büyük Sfenks, Büyük Piramit’in yanı başında durmaktadır. Aslan-insan karışımı bir yaratığı temsil eden heykelin, Khufu’nun oğlu olan Firavun Kefren (MÖ 2558-2532) tarafından inşa ettirildiği düşünülmektedir.
* Nil Nehri Havzası’nda, bugünkü sınırlarla Mısır’ın güneyini ve Sudan’ın kuzeyini kapsayan bölge. (ç.n.)
Miletli Thales
MÖ 585 yılında Yunan şehri Milet’le (Miletos) yaşayan bir filozof bir iddia ortaya attı. Buna göre o yılın 28 Mayısı’nda tam güneş tutulması yaşanacaktı.
Astronomik gözlemlere dayanılarak yapılan böylesi tahminler antik dünya için duyulmamış bir şeydi. Yunan dünyasındaki pek az insan tutulmalar gibi göksel olayların önceden tahmin edilebileceğine inanıyordu. İnsanların çoğu kendilerini her şeye kadir tanrıların kollarına bırakmıştı. Tüm bunlara rağmen Miletli bilgin Thales (MÖ 620-546) insan bilgisinin doğa olaylarının anlaşılmasını mümkün kılabileceği yönündeki iddiasında ısrarcı oldu.
Tam da Thales’in söylediği tarihte, bugün Türkiye sınırları içerisinde kalan bir bölge karanlığa gömüldü. Tutulma Miletlileri korkutmuş, Thales’i ise haklı çıkarmıştı. Bu olay Batı bilim tarihinin miladı olarak kabul edildi.
Thales’ten önce, pek çok Yunanlı için din ve doğa birbirinden ayrı düşünülemezdi. İnsanlar deprem ve tutulma gibi olayların, kızgın tanrılar insanlığa bir mesaj gönderdiğinde yaşandığına inanıyordu. Yunan mitolojisi doğrudan doğruya doğa olaylarına müdahale eden tanrılarla ilgili hikayelerle doluydu.
Bir tutulma olayını önceden tahmin eden Thales, Yunanlıların doğayı ve dünyayı anlama ve bilgiye değer verme şeklini değiştirmiş oldu. Felsefe kelimesini de bir kavram olarak ilk o kullandı. Yunanca bilgi aşkı anlamına gelen felsefe, Thales’e göre olayların ardındaki nedenleri araştırarak dünyayı anlamaya çalışanlar tarafından yapılan düşünsel eylemdi.
Thales bir tüccar ve zeytinyağı üreticisiydi. Sık sık Yakın Doğu’ya ve Milet’le ticari ilişkileri bulunan Mısır’a gidiyordu. Büyük ihtimalle Babil’e de gitmiş ve burada tutulmayı önceden tahmin etmesini mümkün kılan Babil Astronomisi’ni öğrenmişti.
Milet’e döndüğü zaman Thales bir felsefe okulu kurdu. Bu okul aralarında Anaximander (MÖ 610-546) ve Anaximenes’in de (MÖ 585-525) bulunduğu pek çok önemli düşünürü yetiştirecekti. Bilimsel ve felsefi çalışmalarına ek olarak Thales krallara askeri danışmanlık da yapmıştır. Komşusu Lidya Persler’e yenildikten sonra Milet’in bağımsızlığını koruyabilmiş olmasında Thales’in önerileri büyük rol oynamıştı.
Hemen hemen 60 yaşlarındayken beklenmedik bir şekilde öldü. Söylendiğine göre bir jimnastik gösterisini izlerken bir anda hayatını kaybetmiştir.
Ek Bilgiler1- Thales dünyanın sudan yapıldığını ve maddenin tüm biçimlerinin sudan kaynaklandığına inanıyordu.
2- Antik Miletos kazı alanı günümüzde Türkiye sınırları içerisinde yer almakta ve Milet adıyla anılmaktadır.
3- Bir rivayete göre Thales Mısır’a geometri öğrenmek için gider. Gölgelerinin uzunluğundan yola çıkarak piramitlerin yüksekliğini doğru hesaplaması ev sahiplerinin hayranlığını kazanmasını sağlayacaktır.
İmhotep
Pek çok tıp tarihinde Yunanlı doktor Hipokrat (MÖ 460-375) tıbbın babası olarak anılır. Ne var ki onun doğumundan 2000 yıl önce Mısırlı bir mimar ve rahip olan İmhotep, veremden diş ağrısı ve kireçlenmeye kadar pek çok hastalık için tedaviler geliştirmiştir.
Gerçekten de MÖ 2650 yıllarında Mısır’da yaşayan İmhotep tarihin ilk doktoru olarak kabul edilmektedir. Firavun Djoser’in üst düzey bir yetkilisi olan İmhotep yüzlerce hastalığı kayıt altına almıştı. Ölümünden binlerce yıl sonra bile tanrılar kadar saygı gören usta bir şifacıydı.
Aynı zamanda firavunun mimarı olarak ilk Mısır piramidini de o tasarlayıp inşa etmiştir. Yaklaşık 61 metre uzunluğundaki bu basamaklı yapı Djoser’in mezarıydı. O zamana kadar yapılmış en büyük yapılardan biri olan “Basamaklı Piramit” bugün Kahire’nin güneyinde yer almaktadır.
Halktan biri olarak dünyaya gelen İmhotep, Heliopolis’teki tapınakta yüksek rahip oldu. Burası Mısır’ın dini başkenti olarak kabul ediliyordu. İmhotep burada daha sonra firavunun veziri ve en güçlü danışmanı konumuna gelecekti.
İmhotep’in papirüslere yazıldığı düşünülen tıbbi tedavileri, tıbbi şifacılık tekniklerini hurafelerden ayırmaya dönük ilk girişim olarak kabul edilmektedir. Bunlar İmhotep’in ölümünden sonra çoğaltılarak nesilden nesile aktarılmıştır. İmhotep yüzlerce farklı hastalık için tedaviler geliştirmişti. Antik Mısırlılar yaraların balla tedavi edilebileceğine, kerevizin romatizmayı azaltacağına ve sarısabır ağacının cilde iyi geldiğine inanırlardı. İmhotep’in geliştirdiği tedavi yöntemlerinin bazıları modern araştırmacılar tarafından da onaylanmıştır. Akasyanın soğuk algınlığı belirtilerini azaltması İmhotep’in modern tıp tarafından onaylanan tedavi yöntemlerinden birisidir.
Ölümünden sonraki yüzyıllarda iyileştirici gücü dolayısıyla İmhotep’e tapılmaya başlanmış, MÖ 525 yılında Antik Mısır tapınağında resmen Tanrı kabul edilmiştir.
Ek Bilgiler1- 1932 yapımı korku filmi The Mummy’e (Mumya) ilham kaynağı olan İmhotep, film sayesinde ününe ün katmıştır. Kaybettiği aşkı için yeniden hayata dönen İm-ho-tep karakterini Boris Karloff’un (1887-1969) canlandırdığı film, 1999 yılında yeniden çevrilmiştir. Filmin yeni versiyonunda İmhotep Arnold Vosloo (1962- ) tarafından canlandırılmıştır.
2- İmhotep ismi Antik Mısır dilinde “Barışla Gelen” anlamına gelmektedir.
3- İmhotep’in tasarladığı “Basamaklı Piramit” Giza’daki meşhur Büyük Piramit’e model teşkil etmiştir. Firavun Khufu’nun (MÖ 2609-2556) mezarı olarak yüz yıl sonra inşa edilen Büyük Piramit yaklaşık 4000 yıl boyunca insanlar tarafından inşa edilen en uzun yapı unvanını korumayı başarmıştır. Ancak Orta Çağ’da inşa edilen Avrupa katedralleri Büyük Piramit’i aşmayı başarabilmişlerdir.
Amenpanufer
Cüretkar bir hırsız olan Amenpanufer, MÖ 1111 yılında Mısır firavunlarının mezarlarını yağmalarken suç üstü yakalanmıştı. Mezar soygunculuğu Antik Mısır’da ciddi bir suç olarak kabul ediliyordu. Amenpanufer’in yakalanışı, işkenceyle sorgulanması ve suçunu itiraf etmesi insanlık tarihinin kayıt altına alınan ilk davaları arasında yer almıştır. Yargılama sürecinde yaşananlar tarihçiler tarafından Mısır devletinin zayıflamasının önemli bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Öyle ki bu devlet artık kralların mezarlarını bile koruyamamaktadır.
Mahkeme kayıtlarına göre Amenpanufer Teb yakınlarındaki taş ocaklarında çalışan bir işçiydi. Çetesinde yer alan yedi suç ortağı ile birlikte pek çok Mısır firavununun gömülü olduğu Krallar Vadisi’nde yer alan mezarlara gizlice girmiş ve hanedan üyelerinin mumyalarıyla birlikte gömülmüş olan altın ve mücevherleri çalmışlardı.
Mezarları yağmalamak çok büyük bir suç olsa da, bu suçu işleyenler sadece Amenpanufer ve çetesi değildi. Krallar Vadisi’nde çalışan pek çok sanatçı ve zanaatkar bir şekilde hırsızlığa bulaşmıştı. Özellikle 9. Ramses, çalışanların maaşlarını ödeyemeyince hırsızlık çok büyük bir yaygınlığa ulaşmıştı. Nitekim Amenpanufer mezar soygunculuğunu tutuklanmadan yıllar önce bir “alışkanlık” haline getirdiğini itiraf etmişti.
Anlaşılan dönemin otoritelerinin büyük bölümü meselenin gerçek boyutları ile yüzleşmek istemiyordu. Yargılanması sırasında Amenpanufer daha önce de iş üzerindeyken yakalandığını ama kendisini serbest bırakması için yerel bir memura rüşvet verdiğini itiraf etmişti. Ünlü yağmacının yakalanması ancak mezar soygunculuğunu araştırmak için firavun tarafından bir kraliyet komisyonu kurulduktan sonra mümkün olabilmişti.
Amenpanufer 500 yıl önce hüküm sürmüş olan Kral 2. Sobekemsaf’a ait mezarı yağmaladığını kabul etmişti. İtirafı öncesinde işkence görmüş ve sonrasında suçu nasıl işlediğini bütün ayrıntıları ile anlatmıştı. Papirüslere yazılmış olan yargılama kayıtlarına ancak 19. yy’da ulaşılabildi.
Hikayenin bundan sonrasında Amenpanufer’in başına nelerin geldiği tam olarak bilinmemektedir. Mısırlılılar mezar soygunculuğunu tanrılara karşı işlenen bir suç olarak görüyorlardı. Bu nedenle suçlulara verilen cezalar da genel olarak son derece ağırdı. Amenpanufer’in başına her ne gelmiş olursa olsun bunun son derece korkunç olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Nitekim bu olaydan otuz yıl kadar sonra mezar soygunculuğu ile suçlanan bir adam şöyle demiştir: “Hırsızların başına neler geldiğini ve çektikleri acıları gördüm. Böyle bir şeye tanıklık ettikten sonra benzer bir ölümü nasıl göze alabilirim?”
Ek Bilgiler1- Amenpanufer’i cezalandıran firavun 9. Ramses’in mezarı da soyulmuştur. Mumyası ise 1881 yılında dokunulmamış olarak bulunmuştur. Mumya şu anda Kahire Müzesi’nde koruma altında tutulmaktadır.
2- Sonunda mezar soygunculuğu o kadar yaygınlaştı ki Mısırlı yöneticiler Teb’in etrafındaki yüzlerce mezar alanını korumaya çalışmaktan vazgeçtiler. Bunun yerine mumyalar birkaç merkeze taşınıp, bu noktalar koruma altına alındı. Neredeyse tamamen orijinal haliyle korunmuş olan tek mezar Tutankamon’a aittir. Tutankamon’un mezarı 1922 yılında Krallar Vadisi’nde keşfedilmiştir.
3- Mumyalamanın amacı ölümden sonraki hayat için bedeni korumaktı. Antik Mısır’da krallar, önemli rahipler ve hatta kediler bile mumyalanırdı. Bu yöntem MÖ 1000’lerden sonra maliyetli oluşu ve zaman kaybına yol açması nedeniyle bir kenara bırakılmıştır.
Homeros
Antik Yunan tarihçilerine göre Homeros MÖ 800’lerde yaşadı. Batı edebiyatında çok büyük bir etkiye sahip olan iki temel metnin yazarıdır: İlyada ve Odysseia. Uzun şiirlerden oluşan bu iki yapıtta, Yunan tarihinde bir dönüm noktası olan Truva Savaşı sırasında Sparta ve müttefiklerinin kazandığı zafer konu alınmaktadır.
Pek çok uzman Homeros adında bir şairin gerçekten yaşamış olduğundan şüphe duymaktadır. İlyada ve Odysseia’nın yüzlerce yıllık bir sözlü geleneğin ürünü olma ihtimali göz önünde tutulmaktadır. Diğer taraftan Homeros’un halk destanlarını derleyip yeniden düzenleyerek onları bugünkü hallerine getirmiş olması da mümkündür. Her halükarda efsanevi kör şairin gerçekten yaşayıp yaşamadığı kesin olarak bilinmemektedir.
Her iki şiirin de sahip olduğu etki ise tartışmasızdır. Batı edebiyatının ilk örnekleri olarak kabul edilen İlyada ve Odysseia 3 bin yıl boyunca Virgil’den (MÖ 70-19) James Joyce (1882-1941) ve Ralph Ellison’a kadar (1914-1994) yazarlara, şairlere ve sanatçılara ilham kaynağı olmuştur. 2008 yılında bir eleştirmen Odysseia’nin Batı yolculuk romanlarının (road novel) atası olduğunu bile iddia etmiştir.
Yunan mitolojisine göre, Truva Savaşı Truva Prensi Paris, Sparta Kralı’nın eşi Helen’i kaçırınca başlamıştır. Deliye dönen kral Menelaus, Truva’ya saldırıp karısını geri almak için büyük bir güç toplar. Savaşçı Aşil ve İthaka Kralı Odysseus’un da aralarında bulunduğu Sparta ordusu tam on yıl boyunca Truva’yı kuşatma altında tutmuş ve Menelaus en sonunda şehri ele geçirmiştir.
Uzmanların Odysseia’dan önce yazıldığına inandıkları İlyada Aşil’in öyküsünü ve büyük kuşatmanın son yılını anlatır. Odysseia ise İlyada’nın kaldığı yerden devam eder. Odysseus’un İthaka’ya ve sadık karısı Penelope’ye geri dönüşü sırasında karşılaştığı tehlikelerle dolu uzun yolculuğu konu alır.
Bu iki destana ek olarak Homeros’a atfedilen çok sayıda kısa ilahi bulunmaktadır. Tıpkı Odysseia ve İlyada gibi bu şiirlerin de gerçek yazarının kim olduğu hâlâ kesin olarak bilinmemektedir.
Ek Bilgiler1- Odysseia’nın hikayesi pek çok kitaba, oyuna ve filme konu olmuştur. James Joyce’un Ulysses’inden (1922) Koen Kardeşler’in O Brother, Where Art Thou’suna (Ah Kardeşim Neredesin?) (2000) kadar sayısız örnek verilebilir. Benzer bir şekilde İlyada da, Shakespeare’in Troilus ve Cressiada’sından (1602) Brad Pitt’in (1963- ) Aşil’i canlandırdığı 2004 tarihli Troy (Truva) filmine kadar çok sayıda yapıma ilham kaynağı olmuştur.
2- Odyssey kelimesi genel olarak uzun yolculukları anlatmak için kullanılır. “Homerik” sözcüğü ise kahramanca yapılmış ehemmiyetli işleri betimler.
3- Odysseia ve İlyada’nın ilk İngilizce çevirisi George Chapman (1559-1634) tarafından tamamlanmış ve yüzyıllar boyunca Homeros çevirilerinin en etkileyicisi olarak kabul edilmiştir. Aralarında İngiliz şair Alexander Pope (1688-1744), Amerikalı gazeteci William Culten Bryant (1794-1878) ve Princeton Üniversitesi’nden Profesör Robert Fagles’ın (1933-2008) da bulunduğu pek çok başka önemli isim de destanları İngilizce’ye çevirmiştir.
Hz. Musa
Tevrat’taki en önemli kişiliklerden birisi olan Hz. Musa, İsrailliler’in lideriydi. İncil’e göre halkını Mısır firavununun elinden kurtarmıştı. Daha sonra İbraniler’e On Emir’i getirmiş ve -Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam da dahil olmak üzere-pek çok inanç sistemi tarafından ilk kanun koyucu olarak kabul edilmiştir. Hz. Musa’nın kanunları tüm bu inanç sistemlerinin ahlaki temelini oluşturmaktadır.
Hz. Musa’nın hayatına ilişkin İncil’de yer alan ayrıntıların pek azı tarihsel veriler tarafından doğrulanmaktadır. 120 yıl kadar yaşaması gibi kimi bilgilerin ise gerçek olması mümkün gözükmemektedir. Hz. Musa eğer gerçek bir kişilikse MÖ 1500-1200 yılları arasında bir zaman diliminde Mısır ve Ürdün civarında yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Yaşadığı dönemin, Mısır firavunu 2. Ramses’in (MÖ 1303-1213) hükümranlığına denk düşmesi olasıdır.
Tevrat’ın Yahudilerin Mısır’dan ayrılışını konu alan kısmındaki kimi ayrıntılar Hz. Musa’nın kökenine ilişkin bir fikir vermektedir. Buna göre Hz. Musa’nın doğduğu gün Firavun, yeni doğan tüm Yahudi erkek çocuklarının öldürülmesini emretmiştir. Hz. Musa’nın annesi Yokebed bu emre itaat etmek yerine bebeğini bir salın üzerinde Nil Nehri’ne bırakmıştır. Hz. Musa’yı Firavun’un kızlarından biri bulmuş, sahiplenmiş ve bir Mısırlı olarak yetiştirmiştir. Yıllar sonra Hz. Musa, firavunun kölelere zulmeden bir görevlisini öldürünce Mısır’dan kaçmak zorunda kalmıştır.
Hz. Musa gittiği yerlerde Yahudiler’le kaynaşmış, çok geçmeden Yahudi halkını kurtarması için Tanrı tarafından kendisine emir verilmiştir. “Çıkış Kitabı”na (Exodus) göre Hz. Musa, kardeşi Harun’la birlikte Mısır’a dönmüş ve Firavun’dan bir istekte bulunmuştur: “İnsanlarımı özgür bırak.” Firavunun bunu reddetmesi üzerine Mısır’ın başına -çekirge istilası, dolu, ilk doğan erkek çocukların ölümü gibi- on büyük felaket gelmiştir. Tüm bunlardan sonra firavun pes etmiş ve Hz. Musa, ikiye ayrılan Kızıl Deniz’in arasından geçerek Yahudi halkını anavatanlarına geri götürmüştür.
Tanrı yolları üzerinde durakladıkları Horeb Dağı’nda Hz. Musa’ya On Emir’i vahyetmiş, ancak sabırsızlığından ötürü Hz. Musa’ya öfkelenerek Vaat Edilmiş Topraklar’a girişini engellemiş ve onu cezalandırmıştır. Hz. Musa, Yahudiler’in İsrail’e varmalarından hemen önce Ürdün Nehri’nin doğu kıyısında ölmüştür.
Ek Bilgiler1- Washington’daki ABD Yüksek Mahkeme Binası’nda yer alan ünlü yasa koyucu heykelleri arasında Hz. Musa’nın da heykeli bulunmaktadır. Aynı yerde, aralarında Babil Kralı Hammurabi ve İngiliz hukukçu William Blackstone’un (1723-1780) da bulunduğu pek çok önemli hukuk adamının heykelleri yer almaktadır.
2- Oyuncu Charlton Heston (1923-2008), Cecil DeMille (1881-1959) tarafından yönetilen “On Emir” (The Ten Commandments) filminde (1956) Hz. Musa’yı oynamıştır. Mel Brooks (1926-), Val Kilmer (1959-) ve Burt Lancaster (1913-1994) gibi daha pek çok başka oyuncu da muhtelif yapımlarda Hz. Musa’yı canlandırmışlardır.
3- Mısır’ın başına gelen on felaket, Yahudiler’in Hamursuz Bayramı (Passover) sırasında anılır. Söylendiğine göre felaketler Yahudiler’i “esgeçerek” sadece onlara eziyet eden Mısırlılar’a zarar vermiş, bu nedenle bu bayrama İngilizce’de esgeçmek anlamına gelen Passover ismi konmuştur.
Akhenaton
Antik dünyanın en tanınmış dini reformcuları arasında yer alan Mısırlı firavun Akhenaton, ülkesinin dini geleneklerini yenilemek için büyük bir çaba harcamıştır. Eski inançların kökünü kazıyarak güneş tanrısı Aton’un etrafında gelişen tek tanrılı bir inanç sistemini yerleştirmeye çalışmıştır.
MÖ 1350 yılında tahta çıkan Akhenaton, yaklaşık 38 yıl boyunca tahtta kalan firavun 3. Amenhotep’in oğluydu. Genç kral ilk önce 4. Amenhotep olarak anılsa da hükümdarlığının dördüncü yılında yeni bir din kurarak eski isminden vazgeçmiştir.
Akhenaton’dan önce Mısırlılar, Bereket tanrısı Osiris ve savaş tanrısı Horus gibi eski tapınak tanrılarına tapıyorlardı. Eski tanrıları reddeden Akhenaton bunlara tapılmasını yasakladı ve pek çok eski tapınağın yıkılmasını emretti.
Akhenaton bu yeni inanca samimiyetle bağlanmıştı. Diğer yandan yeni dinin çok önemli politik sonuçları da oldu. Rahiplerin geleneksel olarak sahip oldukları, tanrılar ve insanlar arasındaki aracılık rolünün ortadan kalkması ve Akhenaton’un sadece kendisinin Aton’la iletişim kurabileceğini iddia etmesi ruhban sınıfının gücünü azalttı. Böylelikle kendi otoritesi de güçlenmiş oldu. Egemenliğini pekiştirmek için çölün ortasında Akhetaten adını verdiği yeni bir şehir inşa ettirdi. Daha sonra Mısır’ın başkentini Teb’den buraya taşıdı.
Ne var ki nüfusun büyük çoğunluğu kralın on yedi yıllık hükümranlığı boyunca yeni dini tam olarak benimsemedi. Firavunun ölümünün ardından çocuk firavun Tutankhaten ruhban sınıfından gelen baskılara boyun eğerek eski tanrıları diriltti ve Teb’i yeniden başkent yaptı. Birkaç yıl içerisinde Mısırlılar Atenizmi tamamen reddettiler ve putkırıcı firavundan geriye kalan tüm eserleri imha ettiler.
Yine de Akhenaton günümüze kadar bir yenilikçi olarak anılmaya devam etmiştir. Yarattığı din ise pek çokları tarafından tek tanrılı dinlerin atası olarak kabul edilmektedir.
Ek Bilgiler1- Akhenaton kendi isteği üzerine dönemin sanat eserlerinde kısa gövdeli, uzun kollu, uzun boyunlu ve uzun kafalı olarak resmedilmiştir. Bu ilginç durum, kimi uzmanların Akhenaton’un Marfan sendromu adı verilen bir genetik bozukluktan muzdarip olduğunu iddia etmesine sebep olmuştur.
2- Akhetaten, “Aten’in ufku” anlamına gelmektedir.
3- Atenizmin bırakılmasından sonra çocuk kral Tutankhaten “Aten’in Yaşayan İmajı” anlamına gelen isminden vazgeçti. Daha ziyade sonradan benimsediği “Tuhankhamen” ismi ile tanınmaktadır.