Peri kadının haline dikkat bile etmemiş. Ama yanına yaklaşıp sert ve acımasız bir sesle, “Kittlerumpit’in hanımı, neden burada olduğumu biliyorsun zaten. Çocuğu bana ver,” demiş.
Kadın, bunun üzerine daha da büyük bir endişeye kapılmış gibi davranmış. Kötü kalpli kadının önünde dizlerinin üstüne çöküp merhamet dilemiş.
“Lütfen hanımefendi,” diye haykırmış. “Çocuğumu bana bağışlayın, onun yerine domuzu alabilirsiniz.”
“Benim geldiğim yerde domuz etine ihtiyacımız yok,” diye cevap vermiş Peri soğuk bir tavırla. “O yüzden çocuğu ver de gideyim. Daha fazla harcayacak vaktim yok.”
“Ah sevgili hanımım lütfen,” diye yalvarmış kadın. “Eğer domuzu almayacaksanız, zavallı oğlumu bağışlayın ve beni alın.”
Peri bir adım geri çekilmiş sanki şaşırmış gibi. “Delirdin mi sen kadın?” diye bağırmış kibirle. “Deli misin de böyle bir şey teklif ediyorsun? Şu dünyada kim senin gibi basit görünümlü, gözleri kıpkırmızı, pasaklı bir kadını alıp yanında götürür?”
Kittlerumpit’in hanımı güzel olmadığının farkındaymış elbette ama bu daha önce hiç canını sıkmamış. Fakat Peri’nin ses tonundaki bir şey onu öylesine kızdırmış ki kendini daha fazla tutamamış.
“Doğrusunu isterseniz, şunu bilecek kadar aklım var ki benim gibi biri sizin gibi kibirli bir prensesin yanına bile yaklaşamaz Sayın Düşüncesiz Yabancı!”
Eğer yerde barut gömülü olsaymış ve Peri’nin ayaklarının altında aniden patlasaymış, Kötü Kalpli Peri ancak bu kadar yukarılara zıplayabilirmiş.
Zıpladığı yerden aşağı indiğinde öylece arkasını dönmüş ve büyük bir öfke ve hayal kırıklığıyla eski bir kitapta da söylendiği üzere, cadılar tarafından kovalanan baykuş gibi yamaçtan aşağı koşarak inmeye başlamış.
Kızıl Gaddar
Bir zamanlar birbirinden pek de uzak olmayan iki kulübede yaşayan iki tane dul kadın varmış. Bu iki kadının ikisinin de birer inek ve birkaç tane de koyun yetiştirdikleri toprak parçaları varmış ve geçimlerini buradan sağlarlarmış.
Bu zavallı iki dul kadından birinin iki oğlu, diğerinin de bir tane oğlu varmış. Bu üç oğlan sürekli bir arada olduklarından zamanla çok iyi arkadaş olmuşlar.
Günün birinde iki tane oğlu olan kadının büyük oğlunun evden ayrılıp kendi düzenini kurması gereken zaman gelmiş çatmış. Evden ayrılmadan önceki akşam, annesi ona bir bidon alıp kuyuya gitmesini ve oradan biraz su getirmesini söylemiş. Böylece yanında götürmesi için ona bir kek yapacakmış.
“Ama sakın unutma,” demiş kadın. “Kekin büyüklüğü getireceğin suyun miktarına bağlı. Eğer çok su getirirsen kek büyük olacak; ne kadar az su getirirsen kek de o kadar küçük olacak. Küçük ya da büyük nasıl olursa olsun, sana verebileceğim tek şey bu.”
Oğlan, bidonu alıp kuyuya gitmiş ve suyla doldurup eve dönmüş. Ama bidonun dibinde bir delik olduğunu ve içindekinin aktığını fark etmemiş. Bu yüzden eve döndüğünde bidonun içinde geriye çok az su kalmış. Annesi de ona çok küçük bir kek pişirebilmiş.
Her ne kadar çok küçük olsa da annesi keki oğluna verirken ona iki seçenek sunmuş: Ya kekin yarısını ve annesinin hayır duasını alacak ya da kekin tamamını alıp annesinin bedduasını alacak. “Çünkü hem tüm keki hem de yanında hayır duası alamazsın,” demiş kadın.
Oğlan keke bakıp bir an duraksamış. Evden ayrılırken annesinin iyi dualarıyla ayrılması güzel olurmuş ama gidecek çok uzun bir yolu varmış ve kek de çok küçükmüş. Kekin yarısı sadece bir lokmalıkmış ve o bittiğinde de ne zaman yemek bulabilir bilmiyormuş. Sonunda hepsini almaya karar vermiş, bunun anlamı annesinin bedduasını almak olsa bile.
Oğlan daha sonra küçük kardeşini bir kenara çekip ona av bıçağını vermiş ve “Bunu yanından ayırma ve her sabah kontrol et. Bıçak temiz ve parlak olduğu sürece ben iyiyim demektir. Ama eğer bıçak kararıp paslanmaya başlarsa başıma bir kötülük gelmiş demektir,” demiş.
Bunu söyledikten sonra ikisine de sarılıp yola koyulmuş. O gün ve ondan sonraki gün hep yoldaymış. Üçüncü gün öğleden sonra bir koyun sürüsünün yanında oturan yaşlı bir çobana denk gelmiş.
“Çobana bu koyunların kimin olduğunu sorayım,” demiş oğlan kendi kendine. “Belki de sahibi beni çoban olarak işe alır.” Böylece yaşlı adamın yanına gitmiş ve koyunların kime ait olduğunu sormuş. Aldığı cevap aynen şöyleymiş:
İrlanda’nın Kızıl Gaddar’ıMesken edinmiş Ballygan diyarını,Kızını kaçırmış kralın,Malcolm imiş İskoçya Kralı’nın adı.Kızı dövermiş, bağlarmış,Bazen de yere fırlatırmış.Her gün bir yara açarmış,Elindeki parlak gümüş bir asaymış.Romalı Julianus gibi,Kimseden korkmazmış.Kaderinde yazılmış birinin,Düşmanı olacak kişinin,Daha dünyaya gelmediğini söylerler,Gelmesinin uzun sürmesini dilerler.“Bu söyledikleri bana pek bir şey ifade etmedi. Ama nedense bu Kızıl Gaddar’ı pek sevemedim,” diye düşünüp yoluna devam etmiş.
Daha çok yol almamış ki bir tane daha yaşlı adam görmüş. Kar beyazı saçlı yaşlı adam, domuz sürüsüne çobanlık ediyormuş. Oğlan, domuzların sahibini merak ettiğinden ve kendisinin de domuzlara çobanlık edip edemeyeceğini sormak istediğinden köylü adamın yanına gidip hayvanların sahibinin kim olduğunu sormuş.
Diğer çobanın söylediklerinin aynısını bu çoban da tekrar etmiş.
İrlanda’nın Kızıl Gaddar’ıMesken edinmiş Ballygan diyarını,Kızını kaçırmış kralın,Malcolm imiş İskoçya Kralı’nın adı.Kızı dövermiş, bağlarmış,Bazen de yere fırlatırmış.Her gün bir yara açarmış,Elindeki parlak gümüş bir asaymış.Romalı Julianus gibi,Kimseden korkmazmış.Kaderinde yazılmış birinin,Düşmanı olacak kişinin,Daha dünyaya gelmediğini söylerler,Gelmesinin uzun sürmesini dilerler.“Lanet olsun şu Kızıl Gaddar’a! Ne zaman onun topraklarından çıkacağım acaba?” diye mırıldanmış oğlan kendi kendine ve ilerlemeye devam etmiş.
Çok geçmeden çok çok yaşlı bir adama rastlamış. Gerçekten o kadar yaşlıymış ki yaşlılıktan iki büklüm halde bir keçi sürüsünü otlatıyormuş.
Gezgin oğlan, bir kez daha hayvanların kime ait olduğunu sormuş ve bir kez daha aynı cevabı almış:
İrlanda’nın Kızıl Gaddar’ıMesken edinmiş Ballygan diyarını,Kızını kaçırmış kralın,Malcolm imiş İskoçya Kralı’nın adı.Kızı döver, bağlar,Yerden yere fırlatırmış,Her gün bir yara açar,Elindeki parlak gümüş bir asaymış.Romalı Julianus gibi,Kimseden korkmazmış.Kaderinde yazılmış birinin,Düşmanı olacak kişinin,Daha dünyaya gelmediğini söylerler,Gelmesinin uzun sürmesini isterler.Ama bu yaşlı çoban tekerlemenin sonunda bir nasihat vermiş. “Dikkatli ol yabancı,” demiş. “Önüne ilk çıkacak canavar sürüsüne dikkat et. Koyun, domuz, keçi… Bunların kimseye zararı dokunmaz. Ama ileride karşına çıkacak yaratıklara benzer bir şeyi ne görüp ne duymuşsundur. Onlar da zararsız sanma sakın.”
Genç adam, çobana, verdiği nasihatler için teşekkür edip yola koyulmuş. Çok geçmeden çok ürkütücü bir yaratık sürüsüyle karşılaşmış; bunlar, hayatı boyunca hayal bile edemeyeceği türden yaratıklarmış.
Her bir yaratığın üç tane kafası, her üç kafada da dörder tane boynuzu varmış. Yaratıkları gördüğünde o kadar ürkmüş ki arkasını dönüp olabildiğince hızla koşmaya başlamış.
Gidebildiği yere takatsız kalana kadar koşmuş da koşmuş. Ayaklarının onu bir adım daha ileri götüremeyeceğini düşündüğü sırada, karşısında kapıları sonuna kadar açık kocaman bir şato olduğunu görmüş.
Çok yorgun olduğundan hemen içeri girmiş. Şatonun çok ıssız duran muhteşem koridorlarında biraz dolandıktan sonra mutfağa varmış. İçeride, şöminenin yanında yaşlı bir kadın oturuyormuş.
Kadına bir geceliğine orada kalıp kalamayacağını sormuş. Çok uzun ve yorucu bir yolculuk geçirdiğinden kalacak bir yer bulması onu çok memnun edermiş.
“Burada kalabilirsin, ben sorun etmem, memnun olurum,” demiş yaşlı kadın. “Ama kendi iyiliğin için seni uyarıyorum, burası kalmak için çok kötü bir yer. Çünkü burası Kızıl Gaddar’ın şatosu. Kızıl Gaddar, çok acımasız ve korkunç olan üç başlı bir canavardır. Kadın erkek fark etmez, yanındaki kişiye acımaz.”
Genç adam, az önce kaçtığı korkunç canavarları hatırlamamış olsa tüm yorgunluğuna rağmen böyle tehlikeli bir evden kaçmaya çalışırmış. Hava da kararmaya başladığından, tekrar yola koyulursa o canavarlarla karşılaşacağından korkmuş. Bu yüzden yaşlı kadına, kendisini karanlık bir yerde saklaması ve Kızıl Gaddar’a şatoda olduğunu söylememesi için yalvarmış.
“Çünkü,” diye düşünmüş “sadece sabaha kadar burada kalırsam, bu korkunç yaratıklardan uzakta olurum ve sağ salim yola çıkarım.”
Böylece yaşlı kadın onu arka taraftaki merdivenlerin altındaki dolaba saklamış. Dolabın içinde yeterince yer olduğundan, içine rahatlıkla yerleşmiş.
Tam uykuya dalacakken yukarıdan gelen korkunç bir kükreme ve ayak sesi duymuş. Kızıl Gaddar eve gelmiş ve onun bir şey aradığı gün gibi ortadaymış.
Dehşete düşmüş oğlan canavarın aradığı şeyin ne olduğunu anlamakta gecikmemiş çünkü canavar mutfağa girip şimşek gibi gürleyen bir sesle bağırmaya başlamış;
Arıyorum bir dışarıda bir içerideİnsan kokusu alıyorum bir yerlerde!İster canlı olsun ister ölü olsun,Akşam yemeğinde kalbi tabağımda dursun.Canavarın zavallı oğlanın saklandığı yeri bulması uzun sürmemiş ve bulduğu gibi onu sertçe dışarıya çekmiş.
Oğlan elbette ki canını bağışlaması için ona yalvarmış ama canavar sadece gülmekle yetinmiş.
“Üç soruya cevap verebilirsen canını bağışlarım,” demiş canavar. “Eğer veremezsen kaybedersin.”
Üç sorudan ilki: “İlk önce İrlanda’da mı yoksa İskoçya’da mı ikamet edilmeye başlanmıştır?”
İkincisi: “Âdem yaratıldığında dünya kaç yıllıktı?”
Ve üçüncüsüyse: “İlk önce insanlar mı yoksa yaratıklar mı yaratıldı?”
Oğlan böyle konularda bilgili olmadığından ve çok kitap okumadığından sorulara cevap verememiş. Böylece canavar yanında taşıdığı tuhaf ve küçük bir çekiçle oğlanın başına vurup onu bir taş parçasına çevirmiş.
Diğer taraftan oğlanın küçük erkek kardeşi, ağabeyi gittiğinden beri her sabah sözünü tutup dikkatlice av bıçağını kontrol ediyormuş.
İlk iki gün bıçak parlak ve temiz görünmüş. Ama üçüncü günün sabahı çocuk, bıçağın mat ve paslanmış olduğunu görünce çok endişelenmiş. Birkaç dakika boyunca büyük bir dehşet içerisinde bıçağa bakmış ve ardından annesinin yanına koşup ona bıçağı göstermiş.
“Bu bıçağa bakınca ağabeyimin başına bir kötülük geldiğini anladım,” demiş. “Başına ne kötülük geldiğini anlamak için hemen yola koyulmalıyım.”
“İlk önce kuyuya gidip bana biraz su getirmen gerek,” demiş annesi. “Böylece yanında götürmen için sana bir kek yapabilirim, tıpkı ağabeyin gitmeden önce ona da yaptığım gibi. Ama ona söylediklerimin aynısını şimdi sana da söyleyeceğim. Kekin küçük ya da büyük olması bana getireceğin suyun miktarına bağlı olacak.”
Bunun üzerine çocuk tıpkı ağabeyinin yaptığı gibi bidonu alıp kuyuya doğru gitmiş. Öyle ki sanki kötü bir ruh ağabeyinin yaptıklarının aynısını yapması için onu yönlendiriyor gibiymiş. Çünkü o da eve az suyla dönmüş, o da kekin yarısı ve annesinin hayır duası yerine tüm keki ve annesinin bedduasını seçmiş. O da yola çıkıp koyunları güden çobanla karşılaşmış, ardından domuzları güden çobana, onun ardından da keçileri güden çobana rastlamış. Hepsi de ağabeyine söylediklerinin aynısını söylemiş ona. Yolda o vahşi yaratıklarla da karşılaşmış ve korkuyla koşup onlardan uzaklaşmış. Şatoya gitmiş ve yaşlı kadın onu da saklamış. Daha sonra Kızıl Gaddar saklandığı yeri bulmuş ve sorulara cevap veremediği için onu da taş bir sütuna çevirmiş.
Eğer iyi kalpli bir Peri olmasaymış o iki gence ne olduğu asla bilinemeyecekmiş ama neyse ki Peri her şeyi görmüş. Bir akşam diğer dul kadın ve oğlu akşam yemeği yerlerken Peri onlara görünüp zavallı iki gencin başından geçen hikâyeyi, onların Kızıl Gaddar adlı acımasız bir büyücü tarafından nasıl da birer taş sütuna çevrildiklerini anlatmış.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Eski İngilizce’de Bannock evde pişirilen ekmek anlamına gelir. Aynı şekilde Breid de bir tür ekmek anlamına gelir. İkisi arasındaki bağlantı buradan kurulabilir. Braid ise Breid’in bir başka lehçede kullanılan halidir. Burada Breid Nehri dediği aslında Braid Nehri’dir. (ç.n.)
2
Robert Bruce diğer bir adıyla I. Robert, İskoç bir soylu ve kraldır. Bannockburn Muharebesi, Robert Bruce komutasında gerçekleşmiştir. Bahsedilen kral I. James, Robert’in soyundan gelir. (ç.n.)
3
Bir dönem İskoçya Kraliçesi olan Mary Stuart, bu dönemde Fransa Kralı II. François ile evlenerek Fransa kraliçesi olmuştur. (ç.n.)
4
Kuyunun içine sarkıtılan kovayı çekmekte kullanılan, elle çevrilen ve döndükçe kovayı yukarı çeken bir tür araç. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книгиВсего 10 форматов