banner banner banner
Yunan ve roma mitolojisi
Yunan ve roma mitolojisi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Yunan ve roma mitolojisi

Yunan ve roma mitolojisi
Otto Seemann

Mitolojiler tamamen hayal ürünü müydü, yoksa başka dünyaların hikâyeleri miydi? Birçok farklı kültürün ve coğrafyanın mitolojisini tek tek ele alacak dizimizin beşinci kitabı, Batı medeniyetinin şekillenmesinde büyük payı olan Yunan ve Roma Mitolojisi.

Mitoloji deyince akla, hayatın birçok alanında ilham vermeyi sürdüren Yunan ve Roma mitolojisi gelir. Bu araştırma kitabı da Yunan ve Roma mitolojisindeki yaratılış mitleri; tanrı, titan ve kahramanların hayatları ve birbirleriyle mücadelelerini mercek altına alıyor. Evrenin işleyişinin Yunan ve Roma kültüründeki dışavurumu olan bütün bu mitolojik figürlerin ve çok daha fazlasının detaylı bir şekilde ele alındığı bu kitapla, mitoloji dünyasının önemli bir alanına hâkim olabilirsiniz.

Otto Seemann

YUNAN VE ROMA MİTOLOJİSİ

GIRIS

I. Yunan ve Roma Mitolojisinin Konuları

Mitler doğumun, hayatın ve eski çoktanrılı inanışlardaki tanrıların, kahramanların ya da yarı tanrıların eylemlerinin şiirsel anlatıları olarak tanımlanabilir. Hem mit hem de efsane[1 - Almanca sage (destan) sözcüğü aslında Yunanca mitos sözcüğünün çevirisinden ibarettir ve sıkça bu anlamda kullanılır. Ancak son zamanlarda mitos terimini tanrıların hayatları ile eylemlerinden bahsederken ve sage terimini kahramanlarınkinden bahsederken kullanma geleneği türemiştir.], Mährchen ya da başka bir deyişle popüler hikâyeden ayrılır. Bunun tek nedeni ikincisinin bütünüyle hayal ürünü olması değildir. İster doğanın sık sık görülen bir iyileşme aşaması, ister açık seçik ve gerçek bir doğa olayı olsun daima önceden var olan bir gerçekliğe dayanır. Genellikle ozanlar tarafından gerçekleştirilen değişiklikler ve eklemeler sayesinde bir mitin gerçek kaynağını kesin olarak bilmek en zahmetli şeydir. Bu nedenle belirli bir geleneğin mit olup olmadığına karar vermek oldukça zordur. Bir yandan tanrıda ya da yarı tanrıda bir kabilenin kahramanının belirli bir kuşağın takdiriyle süper insan boyutlarına büyütülmesini görme arzusundayızdır. Diğer yandan ise farklı uluslardan ailelerin efsanelerinin kıyaslanması sadece yarı tanrıda ya da kahramanda değil, fabllardaki hayvanlar ve çocuk hikâyelerinin geleneklerinde ortaya çıkan doğanın işleyişine işaret eder.

Bu mitlerin büyük bir kısmı, insanların doğaya dair gözlemleri ve canlı güney hayallerine yegâne doğaüstü varlıkların dışavurumu olarak görünen doğanın çeşitli aktif ve yaratıcı güçlerinden kaynaklanır. Bu güçler insanlara artık dostça ya da düşmanca görünüyordu. İnsanlar bu yüzden öfkelerini dindirmek için olduğu kadar fayda sağlamak için de hevesle uğraşmışlardır. Kendilerini doğanın işleyişinde bu şekilde dışavuran ilahların ortaya çıkışıyla insanlar, önceleri ister istemez çok ilkel ve mantıksız düşünceler kurdular. Ancak daha sonra başlardaki ataerkil dönemin basit koşullarından kurtulup düzenli siyasi topluluklarda yaşamaya başladıklarında, tanrıları doğa güçlerinin salt kişileşmesi olarak görmeye yavaş yavaş son verdiler. Aksine tanrıları değişmez ahlaki kanunlara göre hareket eden ve kendilerine insanlarınkine benzer vücutlar bahşedilmiş yaratıklar gibi görmeye başladılar (antropomorfizm[2 - İnsan biçimcilik, insanî vasıfların başka bir varlığa atfedilmesi.]). Büyük ölçüde yapay olan soyağaçları sayesinde kendilerini tanrılarla ilişkilendirip merkezinde “tanrıların ve insanların” babası olan Zeus’un bulunduğu çok büyük bir siyasi sistem kurdular.

Ancak işin ilginç yanı bu gelişim sisteminin hüküm sürmesi sadece Yunanlar arasında gerçekleşmiştir. İtalya halkları kendilerine soğuk, tuhaf bir biçimde tepeden bakan tanrılarını, yaşama biçim ve yöntemleri hakkında hiçbir açık fikirleri olmayan salt doğa güçleri olarak görmeye devam etmişlerdir. Romalıların tanrılar hakkındaki popüler Yunan kavramlarını benimsemeleri, ancak Yunan komşularıyla entelektüel anlamda temasa geçip onların dil ve edebiyatlarını incelemeye başladıktan sonra gerçekleşmiştir. Hemen var olan mitleri kendilerine aktarmışlar ve Yunan ilahlarına en yakın benzerliği olan kendi tanrı ve tanrıçalarını yaratıp kendi doğal yorumlamalarına layıkıyla uydurmuşlardır. Dolayısıyla Romalıların Jüpiter’i Yunanların Zeus’uyla, Juno Yunanların Hera’sıyla ve Minerva da Athena ile özdeşleştirilmiştir. Ancak Janus gibi sıradışı tanrılar için hiçbir Yunan ilah modeli bulamamışlardır.

II. Tanrılarla İlgili Popüler Düşünceler

Eski uygarlıkların kendi tanrıları hakkında oluşturdukları kavramlara dair en kapsamlı bilgiyi, eserleri bizlere kadar ulaşan ve mitlerin tertip edilmesinde büyük katkısı olan sayısız Yunan ve Romalı ozandan öğreniyoruz. Bunlar arasında en eski ve en önemli olanların başında Homeros gelir. Eserlerinde halihazırda kurulmuş olan ve başında Zeus’un bulunduğu Olimpos’un siyasi sistemini sunar.

Bundan böyle, en azından dış görünüşü bakımından, tanrılara tamamen insani biçimler bahşedilmeye başlanmıştır. Daha görkemli ve güzel, ayrıca daha heybetlidirler. Ancak hâlâ çok korkunç ya da olağanüstü değillerdir.

Artık tanrılar insanları sadece güzellik ya da görkemde değil, güç ve kuvvette de geride bırakmaktadır. Hele Zeus mükemmel lülelerini bir savurdu mu koca Olimpos zangırdardı. Diğer ilahlara da azımsanmayacak kuvvetler bahşedilmişti. Aslında fiziksel olarak uzamsal anlamda sınırlılardır ve aynı anda her yerde var olmaları mümkün değildir. Ancak en uzak mesafelere yıldırım hızında ulaşabildiklerinden ölümlülerle kıyaslandığında bu kısıtlama onları pek etkilemez. Mesela Athena bir anda Olimpos’un tepelerinden Ithaca’ya (İthaka) iniverir. Okyanus Tanrısı Poseidon üç ya da dört adımda Samothrace’ten (Sema-direk) Euboia’daki (Eğriboz) Ægæ’ye (Aigai) geçerdi. Dahası, tanrıların insanlara göre çok daha uzak mesafelerden duyabilme ve görebilme yetenekleri vardı. Özellikle işitme hususunda sınırsız güçlere sahip gibi görünüyorlardı. Şahsen dua edilen yerde bulunmasalar da dualar her yerden onların katına yükselip kulaklarına çalınırdı. Benzer biçimde, Olimpos’un yükseklerindeki tahtından Zeus, insanlar arasında geçen her şeyi görebiliyor ve İda Dağı’nın zirvesinde otururken Truva önlerindeki kıyasıya savaşta olup bitenleri izleyebiliyordu.

Diğer yandan tanrılar da insanlarla aynı cismani ihtiyaçlara bağımlıydılar. Tıpkı insanlar gibi onlar da uykuyla kendilerini dinlendirmek ve bedenlerini yiyecek ve içecekle desteklemek zorundadırlar. Yine de bu ihtiyaçlarını gidermeden çok daha uzun süre dayanabildiklerinden ölümlülere kıyasla çok daha az bağımlı sayılırlardı. Ayrıca yemekleri insanların yemeği kadar bayağı değildi. Tanrı yemeği (ambrosia) ve içkisi (nectar) ile beslenirlerdi. Bir başka gereksinim ise tanrıçaların seçerken sıradışı bir özen gösterdikleri giyim kuşamdı. Bunda da diğer birçok bakımdan olduğu gibi büyük ölçüde Havva’nın kızlarına benziyorlardı. Her ne kadar sanat eserleri daha sonraları ilahların bazılarını kısmen giyinik ya da oldukça çıplak biçimde temsil etmekten zevk alsa da bu, eski uygarlıkların tanrılarını bu şekilde tasavvur ettiklerine dair popüler düşünceyi kanıtlamaz.

Kendilerine ölümlüler gibi bir beden bahşedilen tanrıların insanlara benzer biçimde doğmaları ve hem beden hem de zihin bakımından günbegün gelişmeleri gerekir. Ancak bu konuda da her şey en yüksek hızda ilerler. Örneğin yeni doğan Hermes, Apollon’un öküzünü çalmak için beşiğinden kalkıp gider. Sabahleyin dünyaya varır, öğleden sonra kendi icat ettiği lirini çalar vaziyette bulunur. Ölümlülere üstün geldikleri en önemli noktaysa şudur: Fiziksel ve entelektüel güçlerine tam olarak sahip oldukları zaman asla yaşlanmazlar. Aksine daima genç ve güzel kalıp hastalık ve ölümden uzak olurlar. Gereksinimlere bağımlı olup eziyete maruz kalan insan ırkı ile kıyaslandığında “mutlu” ve “kutlu” tanrılardır. Her tür arzuyu hemen giderebilen, “huzurlu bir biçimde yaşayan” tanrılardır. Ancak bu durum her ne şekilde olursa olsun arada sırada tasa ve keder sancıları çekmelerine mâni olamaz. Kanlı canlı insanlar gibi her türden ıstıraba maruz kalır ve kolayca incinirler. Bu sebeple Yunanlar ve Romalılar, tanrılarını insani tutkulara maruz bırakmıştır.

Ruhsal niteliklere gelince, doğal olarak insanlardan çok daha üstünlerdir. Her şeyden önce ahlaki olarak daha yüksek mertebede bulunurlar. Şer, ahlaksız ve adaletsiz olandan sakınırlar ve insanoğlunun haksızlığını ve kutsal olana karşı saygısızlığını cezalandırmaktan bahsederler. Fakat bu durum bile hile, yalan, nefret, zulüm, kıskançlık vb. gibi her türden ahlak bozukluğu ve ahmaklığa kendilerini kaptırmalarına engel olamaz. Bu yüzden “kutsal varlık”tan bahsettiğimiz anlamda bir kutsallıktan çok uzaktırlar. Kaldı ki her şeyi bilen ve her şeye kadir olarak tasavvur edilirler. Aslında tabii ki güçleri de, bilgileri de muazzamdır. Doğanın gidişatına engel olabilirler; ansızın fırtınalar, veba salgınları ve diğer musibetleri yaratabilirler. Kendilerini ve diğerlerini diledikleri biçime sokabilir, ancak peri masallarında okuyabileceğimiz birçok şeyi yapabilirler. Fakat aldatılması ve kandırılması katiyen ihtimal dahilinde olmayan, diğer tanrılardan çok daha muazzam bir mertebede güç tahsis edilen ve tüm evrenin işleyişinin iradesine dayandığı Zeus bile kaderin kesin iradesine tabidir.

Tanrıların uğraşlarına bakacak olursak bunların keyif ve tembellikten ibaret olduğunu anlarız. Zengin insanlar gibi çok sevdikleri meşgalelerle keyiflerine bakarak zamanlarını hızla geçirmeye çalışırlar. Yemeklerini birlikte yerler ve bunun için Olimpos’un rüzgârlı semalarında, Zeus’un sarayında toplanırlar. Hebe isteklerine hizmet ederken, Apollon’un udunun tellerinden nağmeleri ve hoş sesli ilham perilerini (Musalar) dinleyip aralarında hoş sohbetler ederler, kendilerini tazelerler. Ama doğruyu söylemek gerekirse bu toplantılar daima bu kadar sakin ve keyifli değildir. Bazen bu büyük tanrıların arasında hararetli tartışmalar yaşanır. Hatta İlyada’nın on beşinci kitabında anlatılan Hera, Poseidon ve Athena’nın Truva Savaşı’nda Zeus’a karşı düzenledikleri gibi, varlıklarının birliğini bozacak küçük komplolar da ortaya çıkar.

Son olarak, insanlara benzerliklerinde muhtemelen hiç atlanılmaması gereken nokta: Tüm farklı ilah grupları için geçerli olan tek bir büyük ailede birleşmeleridir. Ailenin başında ve merkezinde, hem insanların babası hem de tanrıların hükümdarı olan Zeus vardır. Buna rağmen, Zeus’un sadece gökyüzündeki ilahlar üzerinde özel bir hükmü vardır. Deniz ve sulardaki ilahlar Poseidon’a, yeraltı dünyasındakiler ise Hades ya da Pluto’ya bağlıdırlar.

I. KISIM

Kozmogoni ve Teogoni

Kozmogoni denilince dünyanın yaratılmasına dair söylenceleri anlıyoruz. Teogoni ise tanrıların kökenleri hakkındaki söylenceler anlamına geliyor. Romalılar hiçbir zaman bu tip çalışmalardan zevk almadıkları için her iki konu üzerine de Yunanlar ile muhatap olmamız gerekir. Romalı ozanların bu konuda söyleyebileceklerinin tamamı istisnasız Yunanlardan ödünç alınmıştır.

Alışılagelen söylentiye göre dünya Kaos’tan oluşmuştur. Ancak bundan devasa ve biçimsiz bir kütleyi değil, salt karanlık ve sınırsız olan uzayı anlamamız gerekir. Ozanların dünyanın Kaos’tan nasıl türediği hakkındaki anlatıları bariz biçimde farklılık gösterir. En popüler olan düşünceye göre, ilk önce Gæa[3 - Gæa: (Tr.) Gaya; yeryüzü, toprak anlamına gelir. (ç.n.)] ya da Ge (toprak) kesinlikle idrak edilemeyecek bir biçimde Kaos’un rahminden çıkmıştır. Sonra Tartarus (yeryüzünün altındaki derin uçurum) kendini hemen ayırmış ve Eros (her şeyi oluşturan ve birbirine bağlayan aşk) hayat buluvermiş. Ardından Gæa kendi kendine Uranos’u (gökyüzü), dağları ve Pontus’u (deniz) vücuda getirmiştir.

Bu yeni dünyaya insanları yerleştiren ilk tanrılar, yeryüzü ile kısmen Uranos ve Pontus’un birleşmesi sayesinde yaratılmıştır. Yeryüzünün Uranos ile birleşmesinden Titanlar, Kikloplar (tepegözler) ve Centimane’ler[4 - Centimane: (Tr.) Yüz kollu yaratık. (ç.n.)] (yüz kollular); Pontus ile birleşmesinden de çeşitli deniz tanrıları doğmuştur.

1. Uranos nesli: Hesiod’a göre toplam on iki tane Titan vardı. Altısı erkek: Okeanos, Cœus (Koeus), Krius, Hyperian, İapetus, Kronus. Altısı da kadın: Theia, Rheia, Themis, Mnemosyne, Phoebe ve Tethys. Bu kutsal varlıkların isimlerinin yorumlanması kısmen zor olsa da şüphesiz doğanın temel güçlerini temsil ederler. Kiklopların sayısı üçtür: Brontes (gök gürültüsü), Steropes (yıldırım) ve Arges (yaprak yıldırım). Bu isimler, açıkça gördüğümüz üzere fırtınayı işaret eder. Centimaneler de üç tanedir: Kottos, Briareus ve Gyes. Bunlar da doğanın yıkıcı güçlerini ve muhtemelen depremi, çalkantılı denizi ve fırtına rüzgârlarını temsil eder.

2. Pontus nesli: Pontus sayesinde Gaya, olağanüstü deniz ilahlarının annesi oldu. Bunlar Nereus, Thaumas, Phorcys, Keto ve Eurybia idi. Onların da sayısız çocuğu oldu. Nereus, denizin dingin durumunu temsil eder. Daha sonra ondan ve kızlarından bahsetmemiz gerekecek. Thaumas bize göre denizin görkemini simgeler. Kendisi İris (gökkuşağı) ve Harpylerin (fırtına rüzgârlarının) babasıdır. Son olarak, Gorgonların ve Graiaların (kocakarı) birleşmesinden doğan korkunç Phorkys ve Keto denizin tüm tehlikelerini ve dehşetini temsil eder.

Titanlar arasında çok sayıda evlilik gerçekleşmiştir. Sayısız su perisi, Okeanos ve Tethys’ten doğmuştur. Işık ilahları Helios (güneş), Selen (ay) ve Eos (şafak) ilahları Hyperion ve Thia’dan doğmuştur. Gece ilahları Leto (karanlık gece) ile Asteria (yıldızlı gece) ise Koeus ve Phoebe’nin çocuklarıydı.

Ancak Titanlar arasında en önemli olanları, oğulları Zeus’un evrene hüküm sürmesini kolaylaştıran Kronos ve Rhea olmuştur.

Uranos, son doğan oğulları kudretli Kikloplar ve Centimanelerin bir gün gücünü elinden alabileceklerinden korktuğu için doğumdan hemen sonra onları toprağın altındaki derin uçuruma gömmüştür. Bu durum, anneleri Gaya’yı sinirlendirir ve Titanları babalarına karşı komplo kurmak üzere harekete geçirir. Titanlar arasında en genç ve cesur olan Kronos’u, babası Uranos’a karşı şiddet kullanmaya kışkırtır. Uranos hadım edildikten sonra mahkûm olur ve oğulları tarafından hükümdarlığından feragat etmek zorunda bırakılır. Hükümdarlığı artık Kronos’a geçmiştir. Ancak Kronos çok geçmeden yaptığının cezasını bulur. Onun da kendi oğlunun elinden aynı kaderi paylaşacağına dair kehanette bulunan Uranos’un laneti tamamlanır. Böyle kötü bir akıbete engel olmak için çabalar. Hatta o kadar endişelenir ki doğumlarından hemen sonra çocuklarını yutar. Çocuklarından beşi aynı kaderi paylaşır: Hestia, Demeter, Hera, Hades ve Poseidon. Çocuklarının yazgısına çok üzülen anneleri Rhea, bir sonraki oğlu Zeus’u bir hile yaparak kurtarmaya kararlıdır. Kuruntulu ve zalim kocasına yeni doğan çocuğunun yerine kundak bezine sardığı bir taşı verir. O da pek incelemeden taşı yutar. Bu şekilde hayatı kurtulan Zeus, Girit adasındaki Dikti Dağı’nda bir mağarada periler tarafından beslenir. Arılar ona yemesi için bal getirirken dişi keçi Amalthea onu emzirir. Çocuğun ağlaması kuşkucu babasına varlığını bildirmesin diye Kuretalar ya da Rhea’nın hizmetçi rahipleri silahlarını çarpıştırarak çocuğun sesini bastırırlar. Böylece Zeus genç ve güçlü bir tanrı olana dek gizlenir. Sonra da babası Kronos’a saldırıp tahtından eder. Gaya’nın bir hüneri yardımıyla daha önce yutulan çocukları geri getirmeye çabalar. Titanların bir kısmı, Okeanos, Themis ve Hyperian tereddüt etmeden dünyanın yeni sahibinin hükümdarlığına boyun eğer. Ancak diğerleri biat etmeyi kabul etmezler. Zeus on yıl süren bir çekişmenin ardından Kiklopların ve Centimanelerin yardımıyla onları yener. Ceza olarak, daha sonra Poseidon’un tunçtan kapılarla kapattığı Tartarus’a atılırlar. Doğal sarsıntıların en belirgin izlerinin bulunduğu toprak parçası olan Tesalya’nın bu muazzam savaşın geçtiği yer olduğu düşünülmektedir. Zeus ve onu destekleyenler Olimpos Dağı’ndan, Titanlar ise onun karşısındaki Othrys Dağı’ndan çarpışmışlardır.

Gerçekte bir ibadet nesnesi olmayan Titanlar, antik sanatta çoğunlukla tasvir edilmemişlerdir. Kronos, Romalıların hasat tanrısı Saturn ile özdeşleştirildiğinden bu konudaki tek istisnadır. Genellikle içine kapanık karakterinin sembolü olarak başının ardı bir peçeyle örtülü ve yüzünde hüzünlü, acı yüklü bir ifadeyle betimlenir. Bu şekilde iyi korunmuş bir büstü, 1. Şekil’de gösterdiğimiz gravürdeki gibi, Roma’daki Vatikan Müzesi’n-de bulunmaktadır.

1. Şekil: Kronos’un Büstü. Vatikan Müzesi.

Titanlar karşısında elde ettiği zaferin ardından Zeus, dünya imparatorluğunu iki erkek kardeşi Poseidon ve Hades ile paylaşmıştır. İlkini okyanuslar ve suların hâkimi kılar, ikincisini ise ölüler diyarının başına getirir. Geri kalan her yeri kendisine saklar. Ancak bu yeni düzen emniyetli bir şekilde tesis edilmemiştir. Gaya’nın küskünlüğü Tartarus ile birleşip en genç ve en güçlü oğlu, dev Typhon’u doğurmasına neden olur. Burnundan ateş çıkaran yüz ejderha başlı bu canavarı Zeus’un hükümdarlığını yıkmakla görevlendirir. Yerleri ve gökleri sarsan büyük bir savaş meydana gelir. Hiç bitmeyen yıldırımları sayesinde Zeus sonunda Typhon’u alt eder ve onu Tartarus’a gönderir. Daha sonraki yazarlara göre ise (Pindaros ve Virgil) onu Sicilya’daki Etna Dağı’nın altına gömer. İşte bu yüzden hâlâ arada sırada ateşten nefesini verip gökyüzüne alevler püskürtür.

Bazı ozanlar Zeus’un hükümdarlığına karşı bir başka isyanı, Devlerin başkaldırışını anlatır. Bunların Uranos’un kesilen vücudundan yeryüzüne dökülen kan damlalarından meydana geldiği söylenir. Tesalya’daki Flegra düzlüklerinden çıkıp Pelion Dağı’nı Ossa Dağı’nın üstüne yığarak Olimpos’a karşı hücum etmişlerdir. Ancak tüm tanrıların yer aldığı kanlı bir çarpışmanın ardından ikisi de ele geçirilmiş ve mağlup edilen Titanların kaderini paylaşmak üzere Tartarus’a gönderilmişlerdir. Zeus’un hükümdarlığı artık emniyetli bir şekilde tesis edilmiştir. Bundan sonra hiçbir düşman saldırısı Olimpos sakinlerinin huzurlu konforunu rahatsız etmemiştir.

Evren imparatorluğu için yaptığı savaşların yanı sıra Zeus’un hayatının ilk dönemi, genellikle Giganto-machia (Devler Savaşı) olarak bilinir ve Yunan sanatında gözde bir konu olmuştur. Bu sanat eserlerinin daha eskilerinde temsil edilen Devler, biçim ya da görünüş bakımından tanrılardan ya da kahramanlardan pek farklılık göstermez. Daha geç dönemlerde yaratılan eserlerde ise vücutlarının yalnızca üst kısmı insandır ve ejderha gövdesine sahip olarak gösterilirler. Nitekim Napoli Müzesi’ndeki meşhur kabartma değerli taştan minyatür (cameo) eserinde şu şekilde görünmektedir: İleri atılmış dört atın çektiği savaş arabasındaki Zeus, onların üzerine saldırır (2. Şekil).

2. Şekil: Athenion Cameo’su.

II. KISIM TANRILAR

I. Olimpos Tanrıları

Üstün İlahlar

1. Zeus (Jüpiter):

Romalıların Jüpiter ismini verdiği Zeus, evrenin denetimini sağlayan hükümdar olarak gökyüzü ilahlarının en önemlisidir. Göklerin en mükemmel tanrısı ve göklerin babası olduğundan hem uluslar için doğadaki tüm yaşamın kaynağıdır hem de tüm nimetler ve bereket onun elinden dağıtılır. Hava olaylarının hepsinin ondan türediği zannedilir. Bulutları toplayıp dağıtır, yıldırımlarını fırlatır ve gök gürültüsünü koparır. Yeryüzüne yağmur, dolu, kar ve bitkilere yaşam veren çiy döker. Ortasında Gorgon’un korkunç başının bağlandığı ve yüz altın püskülü olan delinmez zırhlı “aegis”i[5 - Aegis (İng.): Göğüs kalkanı (Tr.) (ç.n.)] ile fırtınaları ve boraları yaratır. Çoğunlukla zırh anlamına gelmesine rağmen siperi, gerçek zırhını destekleyen ve ona düzgünce bağlanmış bir keçi derisidir. Sonraları kısa bir pelerin ve hatta yılan püskülleri olan, balık pullarıyla kaplı bir göğüs zırhı olarak karşımıza çıkar. Aslında bu, Zeus’un tasvirlerinde pek sık görülmese de Leyden’deki bir heykel zırhı böyle göstermektedir. Bir minyatür içinde sol koluna sarılmış bir şekilde gösterilir. Benzer biçimde savunma amacıyla sol kolun etrafına bir chlamys[6 - Chlamys (İng): Pelerine benzeyen eski Yunan giysisi (Tr.) (ç.n.)] ya da şal sarılması da yaygındır. Aegis, genellikle İlyada’da onu babasından ödünç alan Athena’ya aittir. 9. Şekil’de bunu giyerken görünüyor.

Bununla birlikte eskiler Zeus’un salt doğanın kişileştirilmesi olarak görülmesinden memnun kalmamışlar, onu ahlaki bakış açısından da değerlendirmişlerdir. Öyle bir bakış açısı ki Zeus çok daha önemli ve korkunç görünür. Deyim yerindeyse onda hem fiziksel hem de ahlaki dünyaya yayılan, yolundan şaşmaz bir düzen ilkesi ve uyumun vücut bulduğunu görmüşlerdir. Tanrılar topluluğuna hükmeden katı değişmez kurallar, babası Kronos’un kaprisli emirleriyle güçlü bir tezat oluşturur. Dolayısıyla Zeus bütün siyasi düzenin koruyucusu ve savunucusu sayılır. Yeryüzünün kralları, hükümdarlıklarını ve tüm haklarını ondan alır ve görevlerini vicdanlı bir şekilde yürütmekte ona karşı sorumludur. Güçlerini hakkı olmadan aşanları ve adaletten sapanları cezalandırmadan bırakmaz. Dahası Zeus konseylere ve meclislere başkanlık eder, düzenli gidişata göz kulak olur ve onlara akıllıca tavsiyelerde bulunur. Siyasi topluluğun en önemli dayanağı yemindir. Bu nedenle Zeus, Horkios[7 - Zeus Horkios (İng.): Yeminlerin tutucusu Zeus (Tr.) (ç.n.)] (Romalılara göre yeminlerin tanrısı) olarak yeminleri gözetir ve yalan yere edilen yeminleri cezalandırır. Ayrıca sınırlara göz kulak olur ve ülkelerinin sınırlarını savunmak üzere savaşa giden gençlere eşlik edip onlara istilacılara karşı zafer armağan eder. Bütün sivil ve siyasi topluluklar onun korumasından yararlanır ancak siyasi yapının temeli olan birliğe yani aileye özellikle dikkat eder. Bu sebeple, bir anlamda her evin başı bir Zeus rahibiydi. Aile adına tanrıya adakları sunan oydu. Genellikle bahçenin ortasında duran sunağında (küçük evlerde bu şömine tabanıyla temsil ediliyordu) bütün yabancılar, firariler ve yardım dilenenler sığınacak bir yer bulurdu. Zeus Xenius (Konuksever Zeus anlamında) olarak gezginleri himaye eder ve kapısındaki yardıma muhtaç yabancıyı geri çevirerek antik konukseverlik kurallarını çiğneyenleri cezalandırırdı.

Erken zamanların batıl inancı, tüm gökyüzü olaylarını takdiri ilahinin gerçekleşmesi olarak göstermiştir. Bu sebeple göklerin baş ilahı elbette en yüksek esin kaynağı olarak görülüyordu ve insanlara iradesini gök gürültüsünde, yıldırımda, kuşların uçuşunda ve düşlerde gösterdiğine inanılıyordu. Üstün kehanet ilahı olduğu için Zeus’un Epir’deki Dodona’da, Yunanistan’ın en eskisi olan kendi kâhini olmasının yanı sıra en sevdiği oğlu Apollon’un ağzından geleceğe dair vahiylerde bulunuyordu. Romalılar arasında doğru dürüst bir kâhini olmasa da hava ve gökyüzüyle ilgili tüm olaylara giderek daha fazla ilgi ve merakla bakıyordu. Bunların doğru yorumlanması özel ve zor bir ilim dalını oluşturuyordu.

Zeus, Yunanların ilk ulusal tanrısıydı. Ona ibadet etmek, Yunanistan’ın her yerine yayılmıştı. Bununla birlikte tapınaklarının bazılarının özel bir önemi vardı. Bunlar arasında en eskisi, Pelasglar döneminde Zeus’a henüz Yunanistan’da herhangi bir tapınağın olmadığı bir dönemde ibadet edilen Dodona’daydı. Burada Zeus, meşhur kutsal meşe ağacı biçiminde tasvir edilmiştir. İlah, ağacın hışırdayan dallarında sadık inananlarına kendini gösterir. Ayrıca kendisine eteklerinde Dodona’nın uzandığı Tomarus Dağı’nın zirvesinde de ibadet ediliyordu. Böylece dağın tepesi, doğal olarak ilk ibadet yerleri olmuştu. Ancak önceki tapınakların hepsi, ünlü Olimpian oyunlarının kutlandığı İlia’daki Alpheus nehrinin kuzey kıyılarında bulunan Olimpia’daki Helen dönemi Zeus’un büyük ulusal ibadet merkeziyle gölgede bırakılmıştı. Meşhur heykeltıraş Fidias tarafından yapılan muhteşem heykeli, buraya her yerden akın akın gelen sofular için fazladan bir teşvik oluyordu.

Jüpiter’e (Zeus) tapınma İtalya’da da bir o kadar yaygındı. Onun bütün tapınakları içinde şüphesiz en ünlüsü Tarquinius’un Roma’daki Kapitol’de inşa ettirdiği mabetti. Sulla döneminde çıkan bir yangında neredeyse tamamen tahrip olduktan sonra eskisinden daha görkemli bir şekilde restore edilmiştir. Topraktan yapılan orijinal heykelin yerine Olimpian Zeus’u model alınarak Yunan sanatçı Apollonius’un eseri olan altın ve fildişinden bir heykel yapılmıştır.

Tanrıyı sanatta göründüğü gibi ele almadan önce sayısız aile üyesine kısaca bakmamız gerekir. Yunanların mitolojisi Zeus hakkında ölümsüz olduğu kadar, fazla sayıda ölümlü eşe ve aşırı derecede zürriyete sahip olduğu yorumunun yarattığı kötü şöhretiyle Romalıların mitolojisiyle tezat yaratır. Tanrının sayısız aşk macerası üzerine komik ozanların arada sırada yaptıkları esprilere ve bunları duyan Hera’nın kıskançlığına rağmen bunun, Yunanların göklerin yüce tanrısını şehvet ve zevk düşkünü bir varlık gibi temsil etme niyetinden daha öte olmadığını belirtmemiz gerekir. Bunun izahı, kısmen birbirinden bağımsız ortaya çıkan çok sayıdaki çağdaş yerli ibadet biçiminde bulunabilir. Kısmen de Yunanların eğlenceli düş gücünün her yeni eseri üreme kisvesi altında betimlemesi gerçeğindeydi. Mitolojinin tanrıların soyağacını öğreten bu kısmında, Zeus’un ilk eşi Okeanos’un kızı Metis (akıl) idi. Zeus, elde etmesi pahalıya mal olan imparatorluğundan kendisini mahrum bırakabilecek bir oğul doğuracağından korktuğu için onu bir çırpıda yiyip midesine indirdi. Bundan kısa süre sonra kendi kafasından Pallas Athena’yı çıkarmıştır. İkinci tanrıça eşi, birleşmesiyle Horae ile Moirae’nin (alın yazgıları) babası olduğu Titanlardan biri olan Themis’ti. Dione, Dodonalı Zeus’un karısı ve Afrodit’in annesi olarak görünmektedir. Diğer yandan Arkadyalı Zeus, Maia ile evlendirilir ve bu evlilikten Hermes doğar. Demeter (Ceres[8 - Topraktan gelen anlamına gelen Latince kökenli bir isim. Bereket tanrıçası Demeter için kullanılmıştır (ç.n.)]) ile evliliği sayesinde Persephone’un (Proserpine, bitkiler tanrıçası) babası; Okeanos’un kızı olan Eurynome ile evliliği sayesinde Charites’in (Graces) babası; Mnemosyne ile evliliğinden Musaların ve Leto ile evliliğinden de Apollon ve Artemis’in babası olmuştur. Kutsal eşleri arasında en genç olanı, daha sonra mitoloji tarafından tek meşru kraliçe olarak görülen kız kardeşi Hera’y-dı. Onunla evliliği sayesinde Ares (Mars), Hephæstus (Vulkan) ve Hebe’nin babası olmuştur.

Ölümlü metreslerinden en ünlüsü Thebai Kralı Kadmus’un kızı Semele’dir ve Dionysos’un annesidir. Diğer metresleri Leda, Danae, Alkmene, Europa ve İo’dan daha sonra bahsedilecektir.

Halihazırda fark ettiğimiz üzere Romalıların mitolojisi önceleri Jüpiter’i tüm aile bağlarından yoksun betimlemiştir. Dinleri Helenleştikten hemen sonra onu Saturn ile Ops’un oğlu olarak adlandırıp Juno’yu karısı ve Minerva’yı da kızı olarak saymışlardır.

Hem kendisine geniş çapta ibadet edilmesi hem de Yunanistan’da var olan tapınaklarının fazlalığı nedeniyle Zeus heykelleri doğal olarak fazla sayıdaydı. Hepsinin arasında en ünlüsü, Atinalı heykeltıraş Fidias’ın (MÖ 500 – 432) eseri olan Olimpia’daki görkemli Zeus heykeliydi. Figür yüksek bir taht üzerine oturtulmuştu ve yaklaşık 12 metre yüksekliğineydi. Altın ve fildişinden yapılmıştı ya da büyük ihtimalle ahşap bir heykel altın ve fildişiyle kaplanmıştı. Kaplanmayan kısımlar -yüzü, boğazı, göğsü ve elleri- fildişinden yapılmıştı. Sağ elinde ayrıca altın ve fildişinden Zafer Tanrıçası’nın heykeli, sol elinde de tepesine kartal tünemiş bir kral asası duruyordu. Mevcut sayısız ayrıntılı betimlemeler bize sadece heykeltıraşın tanrının çehresine nüfuz ettiği yüce görkemi hakkında belli belirsiz bir fikir sunuyor. Fidias’ın amacı onu insanlığa sadece Olimpos’un her şeye gücü yeten hükümdarı hem gücü hem de bilgeliğiyle tüm tanrılar ve insanlardan üstün biri olarak değil ayrıca hepsinin şefkatli babası ve bütün güzel hediyelerin müşfik dağıtıcısı olarak göstermekti. Tam alnından çıkıp yüzünün iki yanına eşit parçaya dökülen saçları inançlı güce sahip bir aslan yüzü ifadesini andırıyordu. Bu ifade yüksek alnı ve sert biçim verilmiş burnuyla daha etkili kılınmıştı. Aynı zamanda hafif aralanmış dudaklarının görüntüsü insana tatlı bir yardımseverlik kanısı veriyordu. Anlatılanlara göre Fidias heykeli tamamladıktan sonra tanrıya eserini beğendiğini gösteren bir işaret göstermesi için dua etmiş. Bunun üzerine Zeus bir yıldırım şulesinin tapınağın açık çatısından içeri düşmesini sağlamış ve böylece kendi heykelinin görüntüsünü onaylamış.

Dünyanın yedi harikasından biri sayılan Fidias’ın bu muhteşem başyapıtı hiç zarar görmeden neredeyse 800 yıla kadar varlığını sürdürmüştür. Görünüşe göre III Theodosius döneminde çıkan bir yangında yok olmuş.

Bunun ardından gelenler Yunan ve Romalı heykeltıraşlar tarafından yapılan Zeus’un mevcut heykellerinin en önemlileridir; sanatsal değer bakımından ilk sıradaki geçen yüzyılda Otricolli tarafından keşfedilen -şu anda Roma’daki Vatikan Müzesi’nde bulunan- ve Carrara mermerinden yapılmış Zeus büstüdür (3. Şekil). Zeus’un yüce görkemi ve cömertliğinin birleşimi heykelin muhteşem çehresinin temel özelliğidir. Bir sonraki ise Verospi Jüpiter’i olarak bilinen ve yine Vatikan Müzesi’nde bulunan, devasa boyuttaki mermerden bir heykeldir (4. Şekil). Son olarak şu an Napoli Müzesi’nde bulunan, Pompei’de keşfedilmiş bir Zeus büstünün yanı sıra Epir, Paramythia’da (Aydonat) keşfedilen ve şu an British Museum’da bulunan eşit güzellikte bronz bir heykel vardır. Zeus’un bugüne ulaşan tüm heykellerinin karşılaştırılmasından, antik sanatın amacının onu özellikle evrenin sevecen hükümdarı olarak Olimpos’un yükseklerinde bilinçli bir görkem içinde, keyifli ve rahat biçimde temsil etmek olduğunu anlayabiliyoruz. Ayırt edici özellikleri, düzgün kavisli kaşlarının her iki yanından yele gibi dökülen kümelenmiş saçları ve gür dalgalı sakalıdır. Sembolleri arasında saltanatının simgesi olarak kral asası, yıldırım, kartal, ibadetinin sembolü adak tası vardır. Ayrıca hükmettiği evrenin sembolü olarak koltuğunun yanında ya da altında duran küre ve Zafer Tanrıçası’nın heykeli bulunur. Başı bazen, meşe onun için kutsal olduğundan, meşe yapraklarından bir çelenkle ve bazen zeytin dalı ya da sade bir şeritle süslenmiştir çünkü ikincisi genelde hükümdarlık işaretidir. 5. Şekil’de İlia’da basılmış iki sikkenin gravürü verilmektedir. Birisi Floransa, diğeri Paris Müzesi’nde bulunmaktadır.