banner banner banner
Yunan ve roma mitolojisi
Yunan ve roma mitolojisi
Оценить:
 Рейтинг: 0

Yunan ve roma mitolojisi


3. Şekil Otricoli Zeus. Vatikan Müzesi

4. Şekil: Jüpiter Verospi. Vatikan Müzesi.

2. Hera (Juno):

Homeros’a göre Hera, Kronos ile Rhea’nın kızlarından en büyüğüdür. Hem erkek kardeşi hem de eşi olan Zeus’un dişi karşılığıdır. Havayı ya da atmosferi temsil eder ve bu nedenle Zeus gibi hava ile gökyüzü olaylarını kontrol ettiği düşünülürdü. Ayrıca göklerin kraliçesi olarak Zeus’un mevkiinin tüm saygınlığını paylaşıyordu. Kendisine yönelik tüm söylencelerin içeriğini oluşturan Zeus’la evliliği, şairlere hem ciddi hem de eğlencelik şiirleri için zengin ve yaratıcı malzemeler sağlamıştır. Zeus ile Hera’nın kutsal evliliği için türküler söylenmiştir. Düğünün anısına, bahar gelgiti döneminde festival adakları ve evlilik törenleri ile tanrıçanın mabedinin önünde kutlamalar yapılırdı. Gerek asil çiftin evliliğindeki anlaşmazlıklardan gerekse Zeus’un iyiliğine nail olan ölümlü kadınların başına gelen acımasız kaderden bahsetmeden edilmezdi. İşte bu yüzden kıskançlık ve rekabet, tanrıçanın karakterinin en önemli özellikleri oldu. Oysaki hem kendisine yapılan ibadette hem de sanatçılar tarafından betimlenmesinde, zarif ve nazik bir ilah ve kendi cinsinin hususi korumacısı olarak görünmektedir.

5. Şekil: Fidias’ın Zeus figürünü taşıyan İlya sikkeleri (Overbeck’ten sonra).

Hera’nın doğal manası Yunanlar arasında kolayca ortadan kaybolmuştur ve genel olarak evlilik bağının koruyucusu olarak onurlandırılmış gibi görünmektedir. Bu bağın bozulmamış kutsallığını koruyan kadının asaleti, en yüce ifadesini onda bulur. Evliliğin hususi kadın koruyucusu olarak evliliğin kutsallığına göz kulak olması, çocukların kutsanmasını ihsan etmesi ve kadınları doğum esnasında koruması gerekiyordu.

Aslında Hera’ya tapınma çok yaygın değildi. Onun tapınma merkezi Argos idi. Bu nedenle sıkça kendisine Argive ismi verilir. Argos, Miken ve Sparta, Homeros’un döneminde onun en sevdiği şehirler olarak belirtilir. Evlilik tanrıçası olarak edindiği yeni karakteri önem kazandıkça ona yapılan ibadet de doğal olarak yaygınlaştı. Boeotia ve Evia’da (Eğriboz) kendisine çok eskiden beri tapılıyordu ancak onun asıl tapınağı, Argos ile Mi-ken arasındaki Heraion’du. Burada, tanrıçanın Sikyonlu sanatçı Polykleitos[9 - Kendisi Sikyonlu olan Polykleitos heykeltıraş, mimar ve bronz dökümcüsüydü. Fidias ile aynı dönemde yaşamıştı ve antikçağlardaki en meşhur sanatçılardan biriydi.] tarafından yapılan altın ve fildişinden en görkemli heykeli bulunuyordu.

Juno (tam olarak Jovino) tıpkı Yunanlar arasında Hera’nın olduğu gibi Romalılar arasında doğum tanrıçası ve evlilik koruyucusu olarak aynı yeri alır. Juno’ya Regina adıyla Roma şehri ve imparatorluğunun koruyucu ilahı olarak da saygı duyulmuştur. Başlıca mabedi, Jüpiter Tapınağı’nda ayrı bir şapele sahip olduğu Capitol’deydi (başkent). Tanrıçanın başlıca festivali olan Matronalia, şehrin tüm evli kadınlarının geçit töreniyle Eszuilline tepesindeki tapınağa yürüyüp tanrıçaya çiçek ve işret[10 - İşret: Eski dilde içki.] sundukları martın ilk gününde kutlanıyordu. Juno’ya kurban edilenler genellikle küçük düvelerdi. Kutsal kuşları, sonradan Yunan Hera’nın tavus kuşunun da aralarına eklendiği kaz ve kargaydı.

Juno ile ilgili sanat eserleri arasında en ünlüsü; fotoğraflar ve modeller sayesinde oldukça iyi tanınan, kayda değer güzellikte devasa bir mermer büsttür. Mağrur ve buyurgan çehresi, nadir bir seviyede kadının başlıca övünç kaynağı olan izzet ve zarafetini birleştiren mükemmel kadınsı güzelliğin kusursuz örneğidir.

Bunun ardından kıyafetinin hayranlık uyandıran dökümü ile ayırt edilen, bütün ve dik duran büyük boyuttaki bir heykel olan Vatikan Müzesi’ndeki Juno Barberini gelir (6. Şekil). Şu an Napoli Müzesi’n-de bulunan Farnese Juno da bahsedilmeyi hak ediyor. Aynı müzede muhtemelen Polykleitos’un düşüncesini yansıttığı için üzerinde hakkı olduğu iddia edilen tuhaf bir güzellikteki Hera’nın büstü bulunmaktadır. Bunun da bir gravür çizimini 7. Şekil’de sunmaktayız.

Juno’nun karakteristik özellikleri arasında oldukça çıkık bir çene, kararlı bir irade gösteren yüz ifadesi, oldukça bükülmüş dudaklar, sınırları iyi çizilmiş burun delikleri, büyük gözler, yüksek soylu bir alın bulunuyordu. Tanrıçanın simgeleri; gücünü temsil eden asası ve tacı, evli bir kadının sembolü olan duvağı (daha geç dönemdeki sanatçıların eserlerinde çoğunlukla ihmal edilmiştir), elindeki adak kâsesi, aşkın sembolü olan nar, ayaklarının dibindeki tavus kuşu ve kaz, bazen de baharın müjdecisi olarak guguk kuşundan oluşuyordu.

6. Şekil: Barberini Juno. Vatikan Müzesi.

7. Şekil: Hera’nın başı, muhtemelen Polykleitos’tan sonra. Napoli.

3. Pallas Athena (Minerva):

Yunanların Pallas’ın doğumuna dair anlattıkları hikâyeler büyük ölçüde farklılık gösterir. En yaygını halihazırda bahsedilmiş olandır. Buna göre Zeus onu, Hephaistos’a yarıp açmasını emrettiği kendi başından çıkarmıştır. Tamamen zırhlı ve elinde dik duran mızrağı ile büyük savaş tanrıçası bir savaş şarkısı çığırarak babasının başından çıkmıştır. Bu sırada hem denizlerde hem de karada kopan muazzam kargaşa, bu büyük olayı dünyaya duyurmuştur. Fiziksel özellikleri bakımından Pallas, eskilerin içinde doğanın en yüksek gücünü gördükleri tamamen aydınlık havanın tanrıçası gibi görünür. Bu nedenle doğada ışığın, hayatın ve dünyevi nimetlerin dağıtıcısı olarak Zeus ile yakından ilişkilendirilir. Ahlaki bir bakış açısıyla incelendiğinde, bilgelik tanrıçası olarak Baba Zeus’un dünyanın kaderini kontrol ettiği büyük bilgelik ve sağgörünün yansıması, canlı örneği gibidir. Dolayısıyla karakterinin diğer özelliklerini kolayca anlayabiliriz. Her şeyden önce devletlerin koruyucusudur. Hepsinin savaşta ve barışta ihtiyaç duydukları refah ondan türemektedir. Bu sebeple savaşın olduğu kadar barışın da tanrıçasıdır. İkinci görevinde düşman üzerine yürüyen orduya eşlik eder, askerlere savaş gayreti aşılar ve onları zengin ganimetler ve zaferle ödüllendirir. Memleketlerindeki şehirlere ve kasabalara muazzam korumasını bahşeder. Ayrıca Homeros’un eserlerinde Odisseas, Akhilleus ve Diomedes gibi özgün kahramanların yardımsever kılavuzu ve koruyucusu olarak yer alır. İnsanlığa atları yetiştirmeyi, gemileri ve savaş arabalarını inşa etmeyi ilk öğreten odur. Savaş borazanı ile flütü de o icat etmiştir. Savaş tanrıçası olarak miğferin yanı sıra zırh ve mızrak kuşanıp korkutucu kalkanını giyerdi. Sanat eserlerinde kalkanı ejderha pulları ila kaplı ve etrafı yılanlarla kuşatılmış bir göğüs zırhı olarak temsil edilir. Ortasında ise kendisine bakan herkesi taşa dönüştüren Medusa’nın korkunç başı bulunur.

Barış tanrıçası olarak Athena lütuf konusunda da eşit derecede eli açıktır. İnsanlık adına ister fiziksel ister düşünsel, gereken her şeyin ondan çıktığına ve onun hükmüne bağlı olduğuna inanılıyordu. Dolayısıyla her türden yararlı icadın varlığı ona atfedilirdi. İnsanlara tırmık ve sabanı ilk veren oydu. Dokuma kumaşları boyama sanatını, öreke ve dokuma tezgâhını ve kadınlara özgü diğer birçok marifeti icat eden oydu.

Sanattaki bu beceri daha sonraki yazarlar tarafından diğer şeylere de yayılmıştır. Her bilim, sanat ve üretim dalının kadın destekleyicisi olarak temsil edilir.

Kendisi ayrıca Athena Hygiea (Sağlık Tanrıçası Athena) olarak da isimlendirilir çünkü salgınları engellemek, ülkenin gençlerinin sağlığını ve gelişimini desteklemek için saf ve temiz atmosferi yaydığına inanılıyordu.

Bu sebeple, böylesi iyiliksever ve insan yaşamı üzerinde önemli etkiye sahip bir tanrıçaya ibadet etmenin Yunanistan’da çok yaygın olmasına şaşırmamamız gerekir. Gerçekten koruyucu ilahı olduğu Atina şehrinin dışında başka hiçbir yerde bu denli yüksek bir saygı görmemiştir. En önemli mabedi Perikles tarafından Akropolis’te dikilen Partenon’du (bakire tanrıça tapınağı). Mabedin kalıntıları günümüzde bile dünya çapında ilgi ve merak uyandırmaktadır. Attika topraklarının tümü, aslında belirli bir ölçüde, tanrıçanın Poseidon ile yaptığı meşhur mücadelenin ardından kazandığı şahsi mülküydü. Zeus, Attika[11 - Atina ve çevresini kapsayan ve tarihi olarak önem taşıyan bölge (ç.n.).] üzerindeki hâkimiyetini ülkeye en yararlı hediyeyi ihsan edecek olan ilaha devredeceğini buyurdu. Bunun üzerine Poseidon atı yarattı. Ancak Athena zeytin ağacının yetişmesini sağladı ve böylece zaferi kazanmış kabul edildi. Bu şekilde yaratılan kutsal zeytin ağacı, Akropolis’teki Erechtheus Tapınağı’nda gösteriliyordu. Öyle müthiş bir yaşam gücüne sahipti ki Persliler şehri ele geçirdikten sonra ağacı yaktıkları anda taze bir filiz vermişti. Argos ile Corinth de, Pallas Athena’nın bilindik ibadet yerleri arasındaydı. Ayrıca Sparta, Boeotia, Tesalya, Arkadya ve Rodos da tanrıçanın en çok saygı gördüğü yerler arasındaydı.

Romalı Minerva çok erken bir dönemde Helenleştirilmiş ve Yunan Pallas olarak tanımlanmıştır. Ancak Roma’da tanrıçanın savaşçı karakteri, bilim ve sanatın yanı sıra kadınların tüm el işi eserlerinin barışçıl mucidi ve destekleyicisi kimliğine eklenmiştir. Burada kendisine, Jüpiter ve Juno’yla birlikte şehrin ve imparatorluğun koruyucu ilahı olarak ibadet edilmiştir. Bunun sonucu olarak Capitol Tepesi’nde kendi Jüpiter Tapınağı’na sahip olmuştur. Ayrıca Aventine ve Caelian tepelerinde de tapınakları bulunur, bunlara Pompei tarafından MÖ 61 yılında Campus Martius’ya bir üçüncüsü eklenmiştir.

Tanrıçanın festivalleri, Yunan Pallas’ın en önemli festivali olan Panathenaia şenlikleri, her dört yılda bir büyük gösterişle kutlanırdı. Heybetli bir geçit alayı Atina’nın sokaklarından geçip Akropolis’e doğru ilerler ve orada Atinalı bakirelerin özenle süslediği oldukça değerli bir giysi (peplos) suretinde tanrıçaya adak adanırdı. Aynı zamanda at yarışları, atletizm ve müzik yarışmaları yapılırdı. Küçük Panathenaia olarak adlandırılan ve görece daha az önemli olan bir başka festival ise tanrıçanın onuruna her yıl Atina’da kutlanırdı.

Roma’da Minerva’nın en önemli festivali olan Quinquatrus Majores, mart ayının on dokuzunda gerçekleşirdi. Sonraki dönemlerde beş güne yayıldı. Entelektüel uğraşları olanlar, artistler ve sanatçılar tarafından özellikle izlenirdi. Minerva okulların koruyucusu olduğu için okul çocukları da kutlamalarda yer alır ve hoş bir tatil geçirirlerdi.

Bakire tanrıça her zaman antik sanatın sevilen bir teması olmuştur. Bronz ya da mermer oymacılığında kalıba dökmenin henüz bilinmediği ve tanrılarının görüntülerinin kabaca ahşap üzerine oyulduğu en eski dönemlerde bile Pallas sıkça resmedilen bir temaydı. Bu ahşap tasvirler tanrıçayı genellikle elinde mızrağı ile çarpışmaya hazır biçimde ayakta temsil ediyordu ve o zamanlar Palladion olarak adlandırılıyordu. İnsanlar bunların göklerden düştüğüne ve düşman saldırılarına karşı kati bir korunma aracı olduğuna inanmaktan memnundu. Yunan sanatı olgunluk dönemine girdiğinde ilk usta sanatçılar tanrıçayı betimlemede birbirleriyle yarışmaya başladılar. Akropolis’teki tapınakta duran meşhur Athena Parthenos heykeli ile Fidias hepsini geride bıraktı. Heykel yaklaşık on iki metre yüksekliğindeydi ve fildişi ile altından yapılmıştı. Muhteşem güzelliği doğal olarak olağanüstü tapınağın en ilgi çekici ögelerinden birini oluşturuyordu. Göçebe kabilelerinin şiddetli istila döneminde ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboldu. Tanrıçanın mevcut en önemli heykellerini açıklamaya başlamışken ilk olarak daha önceden Roma’daki Villa Albani’de bulunan ve Bavyera Kralı I. Ludwig tarafından Münih koleksiyonu için temin edilen muhteşem mermer büstten bahsetmemiz gerekir. Bu eserde tanrıça, tepesi bilgelik amblemi olan bir yılanla süslenmiştir ve sıkı bir miğfer giyer. Kenarları yılanlarla süslenmiş göğüs zırhı, omuzlarından aşağı bir pelerin gibi inmekte olup korkunç fakat tanrıçanın saf ve soylu çehresiyle çarpıcı bir tezatlık oluşturan Gorgon’un başı ile ortasından bağlanmıştır. Narin ve genç bir yüz ifadesine sahip olan güzel bir büst, Roma’daki Vatikan Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.

Güzellikte pek geri kalmayan ancak sıkıcı ve neredeyse erkeksi özellikleri olan bir başka heykel, Pompeii kazılarında keşfedilmiş olup halen Napoli Müzesi’nde bulunmaktadır. Mevcut (tam boy olarak) heykelleri arasında Roma’daki Vatikan Müzesi’nde bulunan Pallas Giustiniani, en güzeli olarak kabul edilir (Şekil 8). Daha önceden Minerva’nın bir tapınağının yer aldığı bir yerde bulunmadan önce muhtemelen eskiden bir Roma tapınağında durmaktaydı. Bu heykel, her ne kadar mızrak ve siperi eksik olmasa da Romalı anlayışına uygun olarak daha barışçıl bir karaktere sahiptir. Bunun ardından Velletri yakınlarında bulunan iki heykel gelir. Bunlardan biri Roma’daki Copitoline Müzesi’nde iken diğeri Paris’teki Louvre koleksiyonunun önemli bir parçasını oluşturur. Her iki heykel de tanrıçayı nazik ancak ağırbaşlı bir yüz ifadesiyle bütün barışçıl işleri teşvik eden sevecen bir karakterde temsil eder.

Napoli Müzesi’ndeki Farnese Minerva ile Londra’daki Hope kopyası benzer özellikler gösterir. Diğer yandan, Herkulaneum’da (şu an Napoli’de) keşfedilen bir heykelde Minerva apaçık saldırgan bir pozda savaşçı bir tanrıça gibi görünür (10. Şekil). Bu durum, tanrıçanın taktığı kolyeden dolayı genellikle Minerve au Collier (Boyunluk) olarak adlandırılan Louvre’daki meşhur heykel için ve yine miğferin yerini başının üstüne örtülmüş aslan postunun aldığı Villa Albani’deki heykel (9. Şekil) için de geçerlidir.

Minerva’nın kendine has özelliklerini bir araya getirmeye çalışırken bakire tanrıçanın en önemli niteliğinin gösterişsiz, ağırbaşlı karakterine güzelce yakışan mağrur bir ciddiyet olduğunu anlıyoruz. Çehresi ile duruşu gücün ve yüceliğin işaretini gösterirken, kapalı dudaklarıyla öne çıkık çenesi kararlı ve iradeli bir yaradılışı göstermektedir.

Minerva’nın gözde hayvanları arasında yılan, baykuş ve horozdan bahsedebiliriz. İlki bilgelik, ikincisi derin tefekkür ve sonuncusu savaş için ateşli bir arzu sembolüdür. Minerva’nın simgeleri arasında göğüs kalkanı (siper olarak kullanılan), mızrak ve miğfer bulunur. Miğfer bazen takanın baskın kudretinin simgesi olan Griffon[12 - Aslan vücutlu ve kartal başı olan kanatlı bir mitolojik yaratık (ç.n.)] figürleriyle süslenir. Heykellerin tümü tanrıçanın iffetli karakteriyle uyumlu olarak tamamen kıyafetlidir.

8. Şekil: Pallas Giustiniani. Vatikan.

9. Şekil: Athena Polias. Villa Albani.

10. Şekil: Pallas Athena. Napoli.

4. Apollon:

Athena’nın Zeus’un en gözde kızı olması gibi Apollon da oğulları arasında en görkemli ve yakışıklı olanıdır. Zeus’un diğer oğulları gibi o da ışık tanrısıdır ve aslında doğadaki bu kudretli gücün en saf ve en yüce temsilcisidir. Annesi Leto (Latona) gecenin karanlığının temsilcisidir. Kutsal efsaneye göre, hamile kaldığında insanoğlu kudretli tanrının görünüşünden korktuğundan onu kabul etmeyi reddettiği için etrafta dolaşmaya mecbur bırakıldı. Bu söylence daha sonra Hera’nın kıskançlığını onun gezintilerine atfeden sonraki yazarlar tarafından değiştirilmiştir. Leto sonunda bir zamanlar yüzen bir ada olan ve devasa sütunlarla denizin dibine bağlanmak zorunda olan Delos’ta bir sığınak buldu. Ahlaksız ve dine aykırı her şeyden nefret eden, göklerin aydınlık tanrısı olarak Apollon’u doğumundan kısa süre sonra karanlığın şeytani güçleri ile çarpışmaya hazırlanırken görüyoruz. Oklarıyla hem dev Tityos’u hem de yılan Pithon’u katletmiştir. İkincisi Delphi yakınlarındaki Plistus vadisinde yaşayan ve insanlarla büyükbaş hayvanları yok eden bir canavardı. Bu ve benzeri söylenceler âdeta baharın yumuşak ılık havasının kışın karanlık kasveti üzerinde uyguladığı galip kudreti üzerine yazılan bir methiyedir.

Ancak her ne kadar Apollon şeytani ve ahlaksız olan her şeyin düşmanı gibi görünse de eski söylenceler onu hedefini şaşmaz okları sayesinde insanların ve hayvanların üzerine öldürücü salgınlar gönderip afetler yayan korkunç bir ölüm tanrısı olarak da temsil eder. Bu durum yine de tanırının doğal manasına bakılarak kolayca açıklanabilir. Doğrusu, güneşin ışınları kışın soğuğunu bozguna uğratır fakat sıcaklıkları yükseldikçe ışınların kendileri sonunda hastalık ve ölüme neden olur. Bu durum Hyacinth’in ölümünü anlatan fablda güzel bir şekilde betimlenmektedir.

Işığın tanrısı olarak kişiliğini derinlemesine incelemeye devam edecek olursak, Apollon daha sonra caddeler ile evlerin koruyucusu olarak ortaya çıkar. Onun sembolü ve tüm büyülere karşı bir savunması olarak evlerin kapılarının yanına genellikle koni biçiminde bir sütun inşa edilirdi. Sağlık tanrısı olarak ünü bununla ilintiliydi. Aslında hastalık ve ölüm yayan ancak diğer yandan fiziksel hastalıklara karşı mutlak güce sahip olan bir tanrıydı. Yine de kişiliğindeki bu özellik, oğlu Asklepios’un şahsında daha yaygın bir biçimde gelişmiştir. Ancak bu harikalar yaratan ilahın iyileştirebildiği tek şey harici hastalıklar değildi. Günah ve suçtan gerçek kurtarıcı olarak yalnızca o, suçlu ruhlara teselli verebilirdi. Hatta Furialar (Erinyeler[13 - Mitolojide evrenin düzeni ve doğa yasalarına bekçilik ettiği düşünülen ilahelerdir (ç.n.).]) tarafından kovalananlar için bile Orestes’in hikâyesinde bulunan türden şefkat ve merhametin güzel bir örneğini taşır. İşte burada, insanların ruhları üzerinde yatıştırıcı ve sakinleştirici bir etkisinin olduğu gerçeğinden yola çıkarak müzik tanrısı kişiliğinin tanımını araştırmamız gerekir. Favori çalgısı lirdi ve bunu tanrıların verdiği ziyafetlerde Musaların fevkalade nağmeleri eşliğinde mükemmel bir beceriyle çalmaya alışıktı. Bu yüzden Apollon, onların lideri olarak görülürdü. Orfe ile Linus gibi antik dönemin en büyük şairlerinin hepsi, efsanelerde onun oğulları olarak temsil edilirdi.

Ancak Apollon, Yunanlar arasındaki en büyük önemini kehanetin tanrısı olarak elde etmiştir. Kehanetleri son dönemlere kadar bile sosyal ve siyasi hayat üzerinde önemli bir etki kurmaya devam etmiştir. Apollon’un esin kaynağı oldukça ayırt edilebilirdi çünkü tanrı, geleceği görünen işaretlerden ziyade; kehanetlerini aracılığıyla ortaya çıkarmak istediği kişilerde deliliğin sınırlarında gezinen coşkulu bir akıl durumu teşvik ederek ortaya çıkarıyordu. Bu kişiler genellikle ya alışılmadık derecede özel tapınaklarda ya da Sibylla gibi yalnız başına ikamet edip tanrının yanıtlarını yayan kadınlar ya da bakirelerdi. İlk zamanlarda sayıları bir hayli fazlaydı. Kolofon yakınlarındaki Claros’ta bir tane, Milet yakınlarındaki Didyma’da bir ve Thebai yakınlarındaki İsmenus’ta da bir tane kâhin bulunurdu. Ancak bu kâhinlerin hepsi nihayetinde Delfi’deki tarafından gölgede bırakıldı. Bu kâhinin yanıtları Yunan tarihinde uzun bir süre, özellikle de Doiralı kavimler üzerinde baskı kurmuştur. Pythia’nın ya da Apollon’un rahibesinin kasılmalarının nedeni, kısmen defne ağacı yapraklarını çiğnemesinden kısmen de kutsal sehpanın altında yerdeki bir yarıktan yayılan hafif dumandı. Sadece üyeliğe kabul edilmiş rahipler tarafından anlaşılan yanıtları verdiği esrik hali, ağzından fışkıran köpükler ve vücudunun kasılmalarında açığa çıkar.

Delfi doğal olarak Apollon’un başlıca tapınma merkezi oldu. Görkemli tapınak, eskisinin bir yangında yıkılmasının ardından Peisistratos’un döneminde yeniden inşa edildi. Bağışlardan elde edilen servet öyle çok arttı ki değeri 10.000 talent[14 - Eski Yunan ve İbrani altın ya da gümüş parası (ç.n.)] (2.000.000 İngiliz sterlininden fazla) oldu. Pythian oyunları Delfi yakınlarında her olimpiyatın üçüncü yılında kutlanırdı.

Doğum yeri olan Delos’taki tapınağı daha az tanınıyordu. Mabet, Cynthus Dağı’nın eteklerinde bulunuyordu ancak adanın tamamı tanrı adına kutsaldı ve bu nedenle hiç kimse buraya gömülmezdi. Burada da Theseus tarafından başlatıldığı söylenen oyunlar, tanrının şerefine dört yılda bir düzenleniyordu. Bunun yanı sıra Apollon’un sadece Yunanistan’da değil, Anadolu’da ve Yunan kolonilerinin uzandığı her yerde daha az tanınan çok sayıda mabedi ile tapınak yeri vardı.

Romalıların Apollon’u, isminden de belli olduğu üzere Roma’ya Yunanistan’dan devredilmişti. Görece oldukça erken bir dönemde insanlar, her ne kadar geleceğe dair ipuçları ihsan etseler de yanıtları sadece evet ya da hayırla sınırlı olan Romalı tanrılar gibi kâhince ilahlara gereksinim duymaya başladılar. Dahası, Apollon’a gerçekten ithaf edilen ilk tapınağın ağır bir salgının baskısı altında MÖ 429’da inşa edildiği gerçeğinden anladığımız kadarıyla şifa tanrısı özelliğiyle çok daha önceden Roma sistemine kabul edilmiştir. Apollon’a ibadet etmek, Aktium Muharebesi’ndeki zaferini söz konusu tanrıya atfeden İmparator Augustus tarafından özellikle yüceltilmiştir. İmparator, Palatino Tepesi’ne Apollon adına heykeltıraş Skopas’ın meşhur Apollon Citharoedus heykeliyle süslenmiş görkemli bir tapınak inşa ettirmiştir.

Bu açıklama bizi bu tanrının farklı heykelleri hakkında düşünmeye sevk eder. Apollon, heykellerinde daima genç bir görünüme sahiptir ve sakalsızdır. Tasvirlerinde güçlü ve yakışıklıdır, başı kümelenmiş sarı saç lüleleriyle kaplıdır. Görkemli bir yüz ifadesi taşımasına karşın çehresinden neşe veren bir dinginlik yayılır. Genellikle tanrının betimlenmesinde izlenen orijinal ve temel tipleme işte böyledir. Bu tipleme esasen Büyük İskender’in saltanatına karşı yapılan Peloponez Savaşı’nın ardından gelişen geç Attika ekolüne ait Skopas ve Praksiteles tarafından geliştirilmiştir. Skopas’ın başlıca eseri, tanrıyı ayaklarına kadar uzanan cüppe içinde ve elinde liriyle bir Pythian Citharoedus olarak temsil eden mermerden bir heykeldi.

Bu paha biçilmez eser Augustus tarafından Palatino Tepesi’nde inşa ettirilen tapınak için yaptırılmıştı. Skopas’ın genç çağdaşı olan Praksiteles ise genç Apollon’u bir kertenkeleyi kovalarken betimlediği (Apollo Sauroctonos[15 - Apollo Sauroctonos: Kertenkele katili Apollon anlamına gelen bir unvan (ç.n.).]) bronz heykeli ile epey ün kazandı.

Mevcut sanat eserlerinde bazen savaşçı ve intikam peşinde koşan bir ilah düşüncesi de bulunur. Bu gibi durumlarda tanrı tamamen ya da neredeyse çıplak bir şekilde, yalnızca bir ok kılıfı ve yay ile silahlanmış olarak temsil edilir. Diğer durumlarda ise uysal ve iyiliksever bir çehresi bulunur. İşte o zaman elindeki ut ve tamamen üstüne örttüğü chlamys (pelerini) ile ayırt edilir. Mevcut tüm heykelleri arasında türün ilk, en güzel ve meşhur olanı Belvedere Apollonu olup 1503 yılında Anzio yakınlarındaki Nettuno’da keşfedilmiştir. Şu an ise Vatikan’da bulunmaktadır. Bu eserde galip bir ilahın görkemli öz bilinci taklit edilemez biçimde bütün bir duruşunda açığa çıkar. Sağ eli ile bacağı bir ağaç gövdesine yaslanmış, sol elini ileriye doğru içinde muhtemelen korku ve dehşet sembolü olarak aegis’i tutmaktadır. Ağaca tırmanan yılan ise tanrı tarafından mağlup edilmiş karanlığın güçlerinin sembolüdür (11. Şekil). Fevkalade güzelliğinin daha belirgin anlaşılması için Belvedere Apollonu’nun başının daha büyük bir gravür çizimine de yer verdik (12. Şekil).

Floransa Sanat Galerisi’nde Apollino adıyla anılan savaş sonrası dinlenen bir gencin heykeli, güzelliği bakımından hiç de azımsanmayacak bir eser niteliğindedir. Tamamen çıplak olan vücudunun biçimi mükemmel derecede ince ve narindir. Tanrı sol koluyla bir ağaca yaslanmış, sol elinde yayını kayıtsızca tutmaktadır. Diğer yandan sağ elini düşüncelere dalmış gibi başına doğru kaldırmıştır. Napoli

11. Şekil: Belvedere Apollonu. Vatikan.

12. Şekil: Belvedere Apollonu’nun Başı.

Müzesi’ndeki Farnese Apollonu da buna eş derecede zarif bir görünüşe sahiptir. Tanrı, bu heykelde sağ eli tellerin üzerinde süzülürken sol elinde lir tutan bir müzisyen olarak tasvir edilir. İcra ettiği sanata adanmışlığını gösteren neşeli yüz ifadesi muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Antikçağ insanları tarafından bile müzik seven kuşlar olarak kabul edilen ve ayaklarının dibinde duran kaz, kendinden geçmiş bir biçimde sanki cennetten dökülen tınıları içiyor gibi görünür.

Tanrıyı uzun bir İyonya kıyafeti içinde bir Pythian udi olarak temsil eden bu çalışmalardan neredeyse kadınsı bir figür ve hayalperest bir yüz ifadesi seziyoruz. Bu tür eserlerin en önemlileri arasında; daha önceden Barberini Musa olarak adlandırılan ve bir şekilde daha sakin tavırlar sergilediği belirtilen Münih koleksiyonundan Apollon Citharoedus ile heykelin çok canlı dans eder gibi hareketiyle tanımlanan ve genelde Skopas’ın daha önce bahsettiğimiz başyapıtının bir taklidi olarak görünen Vatikan koleksiyonundan Apollon Musagetes isimli heykel bulunur. Defne yapraklarından taç giymiş tanrının yüz hatlarına insanüstü ve saf bir ilham yayılmış gibidir. Tınılarına şarkılarıyla eşlik eder gibi görünen büyük liri göğsünden çaprazlama geçen bir kemere asılmış ve uygun bir biçimde bozguna uğramış rakibi Marsias’ın portresiyle süslenmiştir.

Son olarak zarif Apollon Sauroctonos (Kertenkele Katili) heykelinden de bahsetmek gerekir. Suretlerinden birçoğu günümüze dek ulaşmıştır ve en önemlisi Vatikan koleksiyonuna ait mermerden yapılmış bir heykeldir. Çocukluk ile ergenliğinin ortalarında görünen tanrının narin figürü, üzerinde bir yılanın yukarı doğru süründüğü ağaç gövdesine kaygısızca yaslanmaktadır. Tanrı, okuyla ağaca çivilemek için uygun anı yakalamak üzere hevesli bir şekilde yılanın hareketlerini izlemektedir.

Apollon’un başlıca simgeleri yay, ok, ok kılıfı, defne yapraklarından tacı ve liridir. Bunlara kehanet güçlerinin sembolü olarak üçayak ve omphalos[16 - Omphalos (Yun.): Göbek anlamına gelen antik dinsel bir eser (ç.n.)] (navel[17 - Navel (İng.): Bir şeyin merkezi ya da ortası anlamına gelir (ç.n.)]) eklenebilir ve ikincisi Delfi’deki tapınakta yeryüzünün merkezini simgelemekte olup Apollon sıkça bunun üzerinde otururken temsil edilmektedir. Tanrı ayrıca yakın zamanlarda Dionysos’un tiyatrosunda bulunan mermer bir heykelde olduğu gibi omphalos’un üzerinde ayakta duru vaziyette de görünmektedir. Kutsal hayvanları kurt, dişi geyik, yarasa, kuğu, kaz ve yunustur ve son üçü müzikten hoşlanan varlıklardır.

13. Şekil: Apollon Citharoedus. Münih.

5. Artemis (Diana):